Edebiyattan güzel sanatlara çeşitli dallara ayrılan kültür-sanat alanı gibi önemli bir alanın burjuvazinin denetiminde işçi ve emekçilere karşı nasıl bir silah olarak kullanıldığı, yoz kültürün toplumda nasıl bir çürümeye yol açtığı ortadadır. Emperyalist-kapitalist sömürü düzeninin çok boyutlu kültürel saldırısına karşı çok yönlü mücadele büyük bir ihtiyaçtır. İşin teorik-düşünsel, politik ve gündelik pratik mücadele açısından üzerimize düşen görevleri konusunda önemle durmak gerekmektedir. Bu mücadele bugünden yürütülen bilinçli çabalarla “yeni bir dünya, yeni bir kültür” iddiamızın somutlanmasıdır.
Partili sanat ve edebiyatın yaratılması, bu alana ilişkin teorik-düşünsel çalışmaların ortaya konulması ya da en azından böyle bir yönelime girilmesi, ilerici aydın ve sanatçıların bu çerçevede çevremizde toparlanabilmesi vb., verili durumda bugünün sorunu olarak görülememektedir. Kuşkusuz bunun, sınıf çalışmamızın düzeyiyle ilgili yanı bulunmaktadır. Sınıf kitleleriyle güçlü bağlarımızın henüz olmadığı koşullarda, bunun getireceği imkânlardan da yoksun bulunuyoruz. Ancak bu alanın sınıf mücadelemizde tuttuğu özgün yer ve bu alana müdahalenin görevleri de ortadadır. Bu bahsettiğimiz imkânları değerlendirmek, oradan beslenmek ve gerisin geri sınıf hareketine müdahalenin görevlerini kültür-sanat alanından da yetkin ve etkin bir şekilde yapabilmek gerekmektedir.
Kuşkusuz bu bir düzeyi ifade eder. Ancak anlatılmak istenen, bu düzeyi yakalamak için bugünden bilinçli bir çaba ve yoğunlaşmanın gerektiğidir. Kültür-sanata bakışımız programımızda tüm açıklığıyla ortaya konulmuştur. Buradan hareketle bu konuda derinleşmek görevi bizlere aittir ve bugünün görevidir. Kuşkusuz şu anki verili durumumuzda gündelik devrimci mücadele içerisinde kültür-sanat araçlarını etkin bir şekilde kullanamazken, bu konuya bugünün sorunu ve görevidir demek kendi başına bir şey ifade etmiyor. Bu açıdan kültür-sanat çalışmamızın somut durumu ve kurumlarımızın amaca uygun bir şekilde değerlendirilmesi üzerinde yeniden durmak, pratikte karşımıza çıkan sorunları ele almak gerekmektedir.
*
“Eğer yarının devrimci iktidarı döneminde kültür ve sanat ‘komünizmi kuracak yeni kuşakların yetiştirilmesinin temel bir aracı olarak’ işlev görecekse, o halde mevcut burjuva iktidarı altında da, devrimi gerçekleştirecek kuşakların eğitilip yetiştirilmesinin temel bir aracı olabilir, olmak durumundadır. Geleceğin kuşaklarını sınıfsız toplumu kurma mücadelesine hazırlayacak olan devrimci kültür ve sanat, aynı devrimci bakış açısıyla bugünün kuşaklarını da devrimci sınıf mücadelesine ve devrime hazırlamanın etkili bir silahı olabilir.
“Eğer yarının devrimci sınıf iktidarı altında ‘insanlığın ilerici, demokratik ve sosyalist kültür mirası’ sahiplenilip tüm toplumun hizmetine sunulacaksa, bu aynı tutum, bugün de aynı kültürel mirasın işçi sınıfının ve emekçilerin hizmetine sunulması için azami çaba harcanmasını gerektirir. Bu başarılabildiği ölçüde, yalnızca işçi sınıfı kitlelerinin ve emekçilerin kültüre ve sanata duydukları ihtiyaç giderilmiş olmaz; bu sayede gerici burjuva ideolojisi ve yoz kültürünün emekçiler üzerindeki derin etkisine de darbeler vurulmuş, böylece emekçilerin bilinci devrimci yönde ilerletilmiş olur.”
Yukarıdaki alıntı, parti programından hareketle devrimci mücadelenin kültür-sanat alanı üzerinden yapılması gerekenlerin önemine işaret eden “Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi” başlıklı metinden aktarılmıştır. (Ekim, sayı: 227, Şubat 2002, Parti Değerlendirmeleri-1, Eksen Yayıncılık, s.360-76)
Az sayılamayacak bir süredir bu alanda kurumsal bir çalışma yürütüyoruz. Ancak kurumlarımızın bugüne kadarki pratiğine, yine aynı yazıda dikkat çekilen şu uyarıların ışığında bugün yeniden bakmak gerekmektedir.
“Devrimci kültür-sanat cephesi kendine özgü bir mücadele alanıdır ve bu alandaki çalışma da bunun gerektirdiği çerçeve ve kurallar içerisinde yürümek zorundadır. Çalışmanın düzenlenmesi, etkinliklerin seçimi ve örgütlenmesi, araçların kullanımı, bu özgünlüğü tam olarak özümsemeye ve pratikte gözetmeye dayalı olmalıdır.”
Buradan hareketle kurum çalışmalarımıza geneli üzerinden bakıldığında, kültür-sanat alanının özgünlüğünü hala yansıtamadığımız görülmektedir. Kültür-sanat alanını sınıf çalışmamızın içinde özgün bir alan olarak görmek ve örgütsel çalışmada bu alana yön vermek gerektiği konusundaki açıklığımıza rağmen, bunu pratikte yaşama geçirme konusunda başarılı olduğumuz söylenemez. Bu alanın mücadele içerisindeki özgün yerini ve önemini kavrama konusundaki zayıflık, faaliyet yürüten kurumlarımızın işlevsel değerlendirilmesinin de önüne geçmektedir.
Saflarımızda kimi zaman şöyle bir kaygı yaşanabilmektedir. Bir alanda uzmanlaşmaya, bunun kendi içinde amaçlaştırılacağı düşüncesiyle, gereken önem ve özen gösterilememektedir. Oysa, bir alanda derinleşmek, örneğin tiyatro veya müzik çalışmasına yoğunlaşmak, hiçbir şekilde sadece işin sanat kısmına saplanmak değildir. Tam tersine, bu alanda yoğunlaşmak, sanat yoluyla verilecek politik içeriği en iyi ve en yaratıcı bir tarzda işçi ve emekçilere ulaştırabilmeyi sağlayacaktır.
Bu alana gereken yoğunlaşma sağlanamadığı içindir ki, karşımıza çıkan olanakları değerlendirmekte de yaratıcı ve ısrarcı olamıyoruz. Mevcut koşullarda müzik, tiyatro, şiir vb. alanlarda belli deneyimlerimiz olmakla birlikte, alanında uzmanlaşmanın ürünlerinden bahsedemiyoruz. Örneğin, uzmanlaşma hedefiyle çalışma yürüten sanat gruplarından yoksunuz. Bu tarz sanatsal grup çalışmalarının kendine özgü yetenek ve donanım gerektiren yanları olmakla birlikte, şimdiye dek bu alanda yetenekli yoldaşlarımız veya kurumlarımızın çevresinde hareket edecek kişilerin böylesi bir amaçla çalışmayı örgütlemesi bugüne dek başarılamadı. Kimi dönemler denendi, ama bu daha çok kurum içi etkinliklerin ihtiyaçlarıyla sınırlandığı için, kendi içinde sistemli ve planlı çalışmalar biçiminde bir sonuç yaratamadı. Bu anlamda geçici girişimler sınırlarında kaldı. Açıkçası, bu girişimlere rağmen bu alana yabancılığımız devam etmektedir.
Kavrayışla ilgili yaşanan bir diğer sorun, bazen saflarımızda karşılaştığımız kültür-sanat alanına ilgisizlik ve hatta bunu “gereksiz” bulmakta kendisini gösteren yaklaşımdır. Bu konu gerçekten düşündürücüdür. Bu, düzenin bu alandan işçi ve emekçileri nasıl bir denetim altında tutuğunu ve beyinleri teslim aldığını, sanatı işçilere karşı nasıl kullandığını kavrayamamak demektir. Öte yandan bu aynı zamanda, devrimci bireyin kendi eğitimini eksik bıraktığının da bir göstergesidir. Bunun bir ihtiyaç olarak görülmemesinin, edebiyata, tiyatroya, müziğe vb. ilgisizliğin hiçbir açıklaması olamaz.
Kurumlarımızı kendi işlevine uygun olarak kullanamamak, siyasal çalışmamızın kurum merkezli bir çalışmaya dönüşmesi gibi bir sonuç da yaratabilmektedir. Kültür-sanat çalışmasının özgün yönleri gözardı edildiği, siyasal çalışmanın diğer araçlarından farkı kavranamadığı oranda, aynılaşma bir sonuç yaşanabilmektedir. Bu, sınıfa müdahale araç ve imkânlarımızı kendi elimizle daraltmamız anlamına gelmektedir.
Geldiğimiz yerde, kendi içinde sistemli, disiplinli, hedefli, eğitim programı olan, işin teknik boyutuna yoğunlaşan bir çalışma zorunlu bir ihtiyaçtır. Artık kültür-sanat çalışmalarımızı etkinlikten etkinliğe yapılan çalışmalar olarak ele almayı bırakmak, bu açıdan darlaştırmamak, böyle bir çalışmanın ihtiyacı olan bir yoğunlaşmayı başarabilmek gerekmektedir. Hedefli ve programlı bir çalışma, uzmanlaşma, bu konularda gösterilecek titizlik vb., kurumlarımızın misyonuna uygun bir çalışma yürütebilmesi bakımından önemlidir.
Böylesi bir çalışma parti örgütlerimizin denetimi ve yönlendiriciliğinde, alana yoğunlaşmış bir çalışma birimiyle başarılabilir. Bu alanda yakalanmak istenen düzeye ancak bu şekilde ulaşabiliriz. Böyle bir yüklenme ve planlı bir yoğunlaşma kısa vadede sonuçlarını da (alanın kendine uygun nitelikte insanları çevresinde toplaması, bu alanın yayın boyutu alanındaki boşluğun doldurması vb.) gösterecektir.
Kurum etkinliklerimizi aynı zamanda çalışma alanlarımızın (sınıf, emekçi kadın, gençlik) hedef kitlelerine yönelik planladıkları etkinlikler oluşturmaktadır. Ancak bu durum kurum çalışmasının ayrı ve kendine özgü bir çalışma olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Zira ancak bu özgünlük üzerinden oynaması gereken rolü oynayabilir, bu tür etkinliklerin başarısını güvenceleyebilir. Bu nedenle kurum çalışmasının, kendi alanına derinleşmeyi hedefleyen bir çalışma olması gerektiğinin altı önemle çizilmelidir. Bu, büyük bir çabayla işçi ve emekçileri bir araya topladığımız etkinliklerin istenen verimin elde edilmesi açısından önemli ve gereklidir. Çünkü sanatsal yönden nitelikli, teknik ve organizasyon sorunları olmayan bir etkinlik, verilecek mesajın etkisini güçlendirecektir.
Öte yandan, bugün kitleleri yoz kültürü yoluyla denetim altında tutan burjuvazinin bu denetimini parçalamak için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Bu açıdan ilerici, devrimci sanatın örneklerini işçilerle buluşturmak gibi bir görevimiz var. Ancak bunun yanasıra, işçi ve emekçileri bu etkinliklerin edilgen bir alıcısı durumundan çıkararak, bir parçası yapmak gibi bir amacımız da olmalıdır. Bunu gözeten etkinlik planlamaları işlevli olacaktır. Zamanla işçi tiyatroları, işçi koroları vb.’ni oluşturmak hedeflenmelidir.
İşçi ve emekçilerin politize olabilmesi açısından sanat etkinliklerinin (şiir-müzik dinletileri, sinema-tiyatro gösterimleri, resim-fotoğraf sergileri vb.) rolü yadsınamaz. Bu etkinlik tercihlerinde geçmişin mirasını bugüne taşımayı gözetmek işin bir yanıdır. Bir diğer yanıysa bugün bizim kendi cephemizden yapacaklarımızdır. Bu çerçevede kendi üretimlerimizi etkinliklerde kullanmak için somut bir yönelime girmek gerekmektedir. Bu yünlü çabaları teşvik etmek bir ihtiyaçtır. Kurum çalışmasına bağlı sanat gruplarının önüne böyle hedefler koyarak, böylesi bir yaratıcı çaba içine girilebilmelidir.
Etkinliklerle ilgili olarak değinilecek bir diğer noktaysa, bunları kurumlarımızdan fabrika önlerine, işçi mahallerine taşıma gibi bir amacımızın olması gerektiğidir. Politik çalışmamızı bu açılardan bütünleyebilmek için bu özellikle gereklidir.
Değinilmesi gereken diğer konu ise, işçi ve emekçilerle bire bir ilişkiye geçtiğimiz mekânlar olarak kurumlarımızda nelere dikkat etmemek gerektiğidir. Etkinliklerin örgütlenişinden kurum içi ilişkiler ve işleyişine, iç ortamın düzenlenmesinden temizliğine kadar birçok konu önemlidir. Devrimci bir kurum ortamının öğreticiliği ve özendiriciliği anlamında disiplinli, kurallı, düzenli bir işleyiş ve çalışma ortamı, işçi ve emekçilerle bağ kurmak ve geliştirmek açısından titizlikle üzerinde durulması gereken konulardır.
Kültür-sanat alanının kendine özgü araçlarını sınıf çalışmamızda etkin bir şekilde kullanabilmek, burjuvazinin etkinliğini bu alandan da kırıp parçalamak için kurum çalışmalarımızı yeniden ele almalı, bugüne kadarki deneyim ve birikimlerimizi gözden geçirmeli, partimiz tarafından belirlenen çerçevede bu alana yüklenmeliyiz. Devrimci kültür-sanat mücadelemizde şimdiye kadar biriktirdirdiğimiz olumlu örnekleri ileriye taşımalı, geliştirmeli ve bugüne dek yapılamayanları yapma gücünü de buradan almalıyız.