Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve azgın sosyal yıkım saldırılarından biriyle yüzyüzedirler. Mevcut saldırının kapsamı ve şiddeti ancak faşist 12 Eylül rejimiyle gündeme getirilen saldırıyla kıyaslanabilir düzeydedir. Dahası, sosyal haklar ve yaşam koşulları yönünden daha da ağır bir saldırıdır sözkonusu olan.
İktisadi, sosyal ve siyasal planda işçi sınıfı ve emekçilerin zaten çok sınırlı ve güdük olan kazanımları, emperyalist merkezlerde hazırlanan reçeteler çerçevesinde sürekli bir biçimde budanmakta, gaspedilmektedir. Yoksulluk, işsizlik, en basit demokratik ve sosyal haklardan yoksunluk, örgütsüzlük, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin çıkarları gereği, işçi sınıfına ve tüm çalışan halk kitlelerine bir “devlet politikası” olarak dayatılmaktadır.
Kitlelerin buna karşı gösterebileceği ve göstermeye çalıştığı direnç ise, yine bir “devlet politikası” olarak sistemleştirilen baskı ve terörle kırılmaya çalışılmaktadır. Medya üzerindeki boğucu sermaye tekeli üzerinden ise, tüm bunların meşrulaştırılması, halk kitlelerinin yalanlarla aldatılması, sahte gündemlerle oyalanması için her türlü yol ve yöntem kullanılmaktadır. Her alanda ilgisizliği, duyarsızlığı ve soysuzluğu yerleştirmek ve egemen kılmak için en olmadık çabalar gösterilmektedir.
Özetle, Ecevit liderliğindeki mevcut faşist-gerici karması hükümet, yakın tarihimizin en azgın halk düşmanı politikalarını bir uşak sadakatıyla bir bir hayata geçirmeye çalışmaktadır. İşçi sınıfını ve emekçileri yıkıma uğratan ve köleleştiren bu çaba, öte yandan ülke üzerindeki emperyalist köleliğin pekiştirilmesi anlamına gelmektedir. Saldırı ve yıkım programının öteki temel yönü de budur. Türkiye adım adım emperyalist tekellerin dilediğince at oynattığı bir çiftliğe dönüştürülmektedir.
***
Bu görülmemiş azgınlığın yıkıcı sonuçlarını her gün her an kendi yaşamlarında hisseden işçiler ve emekçiler, gerçekte bunu hiç de kolayca sineye çekiyor değiller. Tam tersine, işçi sınıfı saflarında ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk sürekli derinleşmekte ve yaygınlaşmaktadır. Emekçilerin geniş kesimleri içinde bu halk düşmanı politikalara karşı öfke ve tepki büyümektedir. Toplumumuzun en durgun katmanları olan kırsal emekçiler bile, bu politikalar onları da en ağır biçimde hedeflediği için, hoşnutsuzluklarını gitgide daha açık biçimde dışarıya vurmaktadırlar.
Bu hoşnutsuzluğun nasıl bir mücadele potansiyeli biriktirdiğini, geçen yılın Temmuz-Ağustos ayı hareketlilikleri sırasında bütün açıklığıyla görmüştük. Başta işçiler olmak üzere yüzbinlerce emekçi, tümüyle kendi inisiyatifleriyle, yani tabandan gelen bir dinamizmle sokaklara, meydanlara dökülmüşlerdi. Yeni yılın başından beri binlerce-onbinlerce işçi ve emekçinin katıldığı yürüyüş ve mitingler birbirini izlemektedir. Tüm sendika konfederasyonlarının açık ihanetine rağmen, 1 Mayıs’ta büyük sanayi kentlerinde onbinlerce işçi ve emekçi alanlara çıktılar. 1 Mayıs gösterilerinin toplam tablosu, işçi sınıfı ve emekçilerin halk düşmanı saldırı programına karşı büyük bir öfke ve tepki içerisinde olduğunu, buna karşı direnmek istediğini, bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Sendika ağalarının tüm manevralarına rağmen son haftalarda peşpeşe gelen grevler, bu grevler aynı hain manevralarla çabucak bitiriliyor olsa bile, işçi sınıfı saflarındaki direnme ve mücadele eğiliminin açık bir göstergesidir.
Sınıf ve kitle hareketi cephesinde mevcut tablo karşımıza şöyle çıkmaktadır:
Bir yanda, kapsamlı ve ağır bir saldırı karşısında bulunan, bu saldırıların yaşamlarında nasıl bir yıkıma yolaçacağını iyi-kötü bilen, bu nedenle buna karşı direnmek isteyen, bunu somut biçimde de gösteren işçiler ve emekçiler...
Bunun karşısında, işçi ve emekçilerin mevcut sendikal örgütlülüklerinin tepesine çöreklenmiş bulunan, işçi ve emekçilerden yana görünüp her adımda onlara ihanet eden, en iğrenç aldatma ve oyalamalarla mücadele etmek isteyen kitleleri çaresizlik duygusu içine iten, böylece sermayeye en büyük hizmette bulunan ve sermaye devletinin organik uzantısı olarak hareket eden satılmış sendikal ihanet çeteleri...
Öte yanda ise, bu saldırılar karşısında işçi ve emekçileri uyarmaya ve harekete geçirmeye çalışan, çok sınırlı olanaklarla bunun için didinip duran, fakat halihazırda bunda fazlasıyla etkisiz kalan, hoşnutsuz ve mücadele içerisindeki kitlelerle birleşmeyi bir türlü başaramayan bir komünist ve devrimci hareket gerçeği...
Bu tablo, mevcut durumda çözülmesi gereken sorunun, yüklenilmesi gereken halkanın ne olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. İşçi ve emekçi hareketini içinden etkisizleştiren, başarısızlığa ve çaresizliğe sürükleyen ihaneti boşa çıkararak, işçilerle ve emekçilerle buluşmayı ve devrimci birleşmeyi başarabilmek... Günümüzün en yakıcı sorunu budur. Her bakımdan yoğunlaşmamız gereken, tüm dikkatimizi üzerinde toplamamız gereken, öncelikli devrimci görev budur.
***
Peki, ortaya konulan bu sorun hangi güçlerle çözülecek, tanımlanan devrimci görev hangi güçlerle omuzlanacak?
Yanıtı önemli bir sorudur bu.
Partimiz Türkiye’nin toplumsal mücadele dinamikleri konusunda, bunun döne döne ürettiği ve beslediği devrimci birikimler konusunda son derece iyimser, fakat sol hareketin mevcut tablosu karşısında aynı ölçüde gerçekçi olmak durumundadır.
Mücadele dinamikleri ve devrimci birikim konusunda, yukarıda kaba çizgilerle tanımlanan tablo yeterli açıklıkta bir fikir vermektedir. Yapısal çözümsüzlükler içerisindeki Türkiye kapitalizmi, işçi sınıfına ve emekçilere döne döne ve her seferinde giderek daha da ağırlaşan iktisadi-sosyal faturalar çıkararak, işleri götürmeye çalışmaktadır. Bu ise toplumsal çelişkileri keskinleştirmekte, en zayıf, en örgütsüz ve devrimci önderlikten yoksun oldukları bir durumda bile, işçileri ve emekçileri döne döne mücadeleye itmektedir.
Askeri darbelere, özellikle son 20 yıldır sistemleştirilen baskı ve teröre, saptırıcı ve yozlaştırıcı tüm siyasal ve kültürel çabalara, yalan ve aldatma mekanizmalarının muazzam gücüne, sendikal ihanet şebekelerine rağmen, Türkiye’nin toplumsal mücadele dinamikleri boğulamamaktadır. Bu saaten sonra bunu başarmak ise hiç mümkün değildir. Özellikle son 10-15 yılda dinsel gericilik, şoven milliyetçilik, mezhepçilik vb. silahlar kullanılarak kitlelerin bölünmesi, aldatılması, kendi gerçek sorunlarından ve çıkarlarından uzaklaştırılması çabaları artık eski gücünü yitirmiştir. Emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin işçi sınıfından kamu çalışanlarına, kent yoksullarından kırsal emekçilere kadar, bu ülkenin tüm çalışan sınıf ve katmanlarını birarada hedef alan sosyal yıkım programları, yeni bir sosyal uyanış ve sosyal mücadeleler dönemi için zemini sürekli güçlendirmektedir.
Türkiye’de artık sınıfsal ayrımlara dayalı sosyal-siyasal çatışmanın yeniden önplana geçmekte olduğu bir döneme girmekteyiz. Dünyadaki gelişmeler de buna paralel yönde seyretmektedir. Dahası, dünyada bu eğilim, Türkiye’dekinden daha erken olarak kendini göstermeye başladı ve hızla güç kazanmaktadır. Bu, Türkiye’deki sosyal çatışmanın seyrini de gitgide daha çok etkileyecek ve besleyecektir. Bunu, Türkiye’deki ve dünyadaki yenilgi atmosferinin geride kalması, işçi sınıfı ve halk hareketlerinin yeni bir çıkış dönemine girmesi olarak da anlayabiliriz.
Tüm bunlardan çıkan sonuç, Türkiye’nin toplumsal mücadele dinamikleri, dolayısıyla devrimci birikimi ve olanakları konusunda son derece iyimser olmak gerektiğidir.
Fakat öte yandan, Türkiye’nin bugünkü sol hareketi, bu hareketi oluşturan akımlar tablosu konusunda da aynı ölçüde gerçekçi olmak durumundayız. Bu akımlar tablosu partimiz tarafından bugüne kadar döne döne değerlendirilmiştir. Ve gelişmeler bu değerlendirmeleri neredeyse tümüyle hep doğrulamıştır. Burada bu konuda yinelemelere girmek gereksizdir. Altı çizilmesi gereken en temel nokta, reformist ve devrimci kanatlarıyla bu akımların gelecekten yoksunluğudur.
Etki altında tuttukları güçler önemli ölçüde devrime ait güçler olsa da, ideolojik ve politik konumlarıyla reformist sol akımlar temelde bu düzenin bir parçasıdırlar. Buna uygun bir konumlanma ve politik davranış çizgisi içerisindedirler. Dolayısıyla, konumlarının doğası gereği, onlardan işçi ve emekçi hareketini ileriye taşımada herhangi bir olumlu katkı beklenemez. Tam tersine, örneğin, KESK’in bugün düşürüldüğü durum ya da İİSŞP’nin yılları bulan pratiği de açıkça göstermektedir ki, bu akımlar kitle hareketinin devrimcileştirilmesi ve ileriye taşınması bir yana, tersine onun önünde bir engeldirler. Bu durumda bu akımlar, sınıf ve kitle hareketinin geliştirilmesi devrimci görevi çerçevesinde aşılması gereken engel konumundadırlar.
Taşıdıkları devrimci iyiniyete ve buna eşlik eden kısır devrimci çabalarına rağmen, bugün yaşamını şöyle ya da böyle sürdürmeye çalışan geleneksel küçük-burjuva devrimci akımlar cephesinde de gerçekte durum çok farklı değildir. Herşey bir yana, bu akımlar, ciddi ve tutarlı herhangi bir teorik-ideolojik temelden, belirgin bir politik çizgiden, kendi içinde bir parça tutarlı olan bir devrimci programdan yoksundurlar. Tüm bunların da bir ifadesi ve yansıması olarak, kendilerini sürükleyecek devrimci önderliklerden de yoksundurlar. Son on yılın toplam tablosuna baktığımızda, bu akımları belirleyenin istikrarsızlık, kendiliğindencilik, farklı etkiler altında oraya buraya sürüklenme olduğunu bütün açıklığıyla görmekteyiz. Tam da komünistlerin yıllar öncesinden öngördüğü gibi, yeni dönemin toplumsal hareketinin şaşmaz biçimde sınıf eksenli olarak geliştiği bir mücadele evresinde, kendini yenileme yeteneğinden yoksun ve yapısal zaaflarla malûl bu tür akımlar devrimci mücadelede bir gelişme etkeni olmaktan çok, bozan, engelleyen, dağıtan, heba eden bir konumdadırlar.
Reformist ve devrimci kanatlarıyla geleneksel sol akımlar hakkında bu söylenenler, elbette onların bugün etki altında tuttuğu güç, olanak ve mevzilerin küçümsenmesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine, bu akımların gerçeği konusundaki bilinç açıklığı, aynı zamanda bu güç, olanak ve mevzilerin devrimci amaçlar doğrultusunda değerlendirilip kazanılabilmesine, buna ilişkin görevlerin gereğince yerine getirilmesine işaret etmek içindir.
Öte yandan, solun herşeye rağmen devrimci kanadını oluşturan geleneksel küçük-burjuva akımların gelecekten yoksunluğu ve bugünkü zaafiyetleri ne olursa olsun, taktik planda bunların taşıdıkları mücadele potansiyelinden yararlanmak da görmezlikten gelinemeyecek bir sorumluluktur partimiz için. Kaldı ki son olarak 1 Mayıs öncesi değerlendirmelerimizde bir kez daha vurgulandığı gibi, taktik planda biz bu esnekliği sosyal-reformist sol akımların belli kesimlerine karşı bile göstermek durumundayız. Sınıf ve kitle hareketinin devrimci bir çizgide geliştirilmesine doğrudan ya da dolaylı olarak katkısı olabilecek her imkanı, her enerji damlasını değerlendirmeyi başarabilmek, bunun gerektirdiği bir taktik esneklik içerisinde olmak, bizim ihmal edilemez sorumluluğumuzdur.
Bununla birlikte, bugün için önem taşıyan bu iki noktaya rağmen, partimiz dönemin yakıcı devrimci görevlerini ele alırken, geleneksel sol akımlar konusunda herhangi bir hayale de kapılmamalıdır. Yükü ve sorumluluğu bizzat üstlenecek bir irade ve bilinçle hareket etmeli, buna uygun düşen bir devrimci inisiyatif ve pratik çaba ortaya koymalıdır.
***
Kendi başına asla yeterli olmamakla birlikte programımız kendi cephesinden sınıfın devrimci partisi olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır. Komünistlerin yıllardır bir propaganda sloganı olarak kullandıkları “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm” sloganı, parti programımızda ete-kemiğe büründürülmüştür. Bu program, tam da ilan edilirken söylendiği gibi, “Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin programı”dır.
Bu gerçeğin saflarımızda daha net bir biçimde bilince çıkarılması ve sindirilmesi özel bir önem taşımaktadır. Grup ruhunu aşmak, grup döneminden kalma alışkanlıkları ve sınırlılıkları yenmek, sınıf partisi ve sınıf devrimciliği bilincini ve pratik misyonunu saflarımıza sağlam bir biçimde yerleştirmek için programımız elimizde güçlü bir silahtır. Şimdilerde sıkça kullanılan “program bilinci” kavramı, somut anlamını proleter sınıf bilinci, devrim ve devrimci iktidar bilinci olarak, gündelik pratikte buna uygun bir devrimci inisiyatif, enerji ve çalışma olarak gösterebilmelidir.
Programımızın yayını saflarımızda doğal olarak güçlü bir moral etki yarattı. Partiye olan inancı ve güveni pekiştirdi. Bu etki programın anlamı, kapsamı, devrimci dinamizmi anlaşılıp sindirildikçe daha da güçlenecektir. Ancak programımız devrimci sınıf mücadelesinde gerçek bir silah haline geldiği ölçüde, asıl anlamını ve işlevini bulacaktır.
Programımızın ilanıyla birlikte, yalnızca parti birliğimizin sarsılmaz temeli değil, parti faaliyetimizin genel stratejik ve taktik çerçevesi de ortaya konulmuş bulunmaktadır. Daha şimdiden yalnızca genel propaganda ve ajitasyonumuz değil, fakat sınıfa yönelik somut yönelimimizin içeriği de programın belirlediği çerçeveye oturmaya başlamıştır. Bunu çok daha bilinçli bir çaba haline getirmeli, sınıfı ve kitleleri kazanma gündelik çabasında programımızın yol gösterici gücünden en iyi, en etkin bir biçimde yararlanabilmeliyiz.
Programımızı bir propaganda materyali olarak ulaşabildiğimiz her devrimciye, devrimci işçiye, sınıf bilincine açık işçi ve emekçilere ulaştırmak için elbette azami bir çaba göstermeliyiz. Onun ilan edildiği bir dönemde buna özellikle önem vermeliyiz. Fakat bu programın ilanından sonra artık aslolanın onu hayata geçirmek, politik çalışmamımızı bu eksende geliştirip güçlendirmek olduğunu da unutmamalıyız. Devrimci işçi ve emekçilerin kendilerine ulaştırılan bu programa ve ona dayanan partiye güven duyabilmeleri de ancak bununla olanaklıdır. Devrimci bir partinin elinde sınıf mücadelesi içerisinde devrimci bir silaha dönüşmediği sürece, en mükemmel bir program bile kendi başına fazla bir şey ifade etmez.
Hoşnutsuzluk, arayış ve eylem içerisindeki kitlelere ulaşmayı, onlarla buluşup birleşmeyi başarabilmek, genelde sol hareketin, özelde partimizin ciddi bir biçimde zorlandığı temel bir sorundur. Bu alanda başarı herşeyden önce döneme ilişkin taktik bir açıklığı ve donanımı gerektirdiği ölçüde, bu alanda yaşanan açık başarısızlığın da etkisiyle, solda taktik üzerine bir sürü anlamsız ve boş söz edilmekte, gerçek hayatta karşılık bulamayan politika ve şiarlar birbirini izlemektedir. En açık ve en somut olması gereken bu alan “taktik ustalık” adına gerçekte bir keşmekeş alanına döndürülmüştür. Yıllardır yaşanan sözde taktik açılımların ve şiarların kitle hareketi üzerinde bir santim olsun ilerletici bir etkisi olmamış, olamamıştır. Bunun gerisinde, öteki şeyler yanında, geri ve parçalı kitle hareketini belirli bir taktik ve şiar üzerinden sözde yönlendirebilme ve kucaklama arayışı ve boş beklentisi vardır.
Buna ilişkin sorunlar taktiğe ilişkin gündem çerçevesinde partimizin Kuruluş Kongresi’nde ayrıntılarıyla tartışılmıştır. Kongrede yapılan siyasal durum değerlendirmeleri (ki buna uluslararası durum değerlendirmeleri de dahildir) ve buradan hareketle ortaya konulan görevlerle birlikte, bu tartışmaların da tekrar tekrar incelenmesi, gerek bakışaçısı olarak, gerekse pratik görevlerin anlaşılması bakımından özel bir önem taşımaktadır. (Bkz., TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Devrimci Taktiğin Sorunları, Eksen Yayıncılık.)
Türkiye’nin bugünkü politik tablosu, sermayenin sınıfa ve emekçilere yönelik çok yönlü saldırıları, özellikle 28 Şubat sürecinden itibaren burjuva gericiliğinin emekçi kitleleri aldatmaya yönelik oyunları, devletin tahkimatı ve toplumsal muhalefetin devrimci kanadını kesin bir biçimde tasfiye etme kararlılığı, Türkiye’yi çevreleyen üçlü kriz bölgelerindeki gelişmelerin anlamı, dış politikada ABD güdümünde izlenmekte olan maceracı çizgi, Kürt hareketindeki teslimiyetin ve tasfiyenin ortaya çıkardığı yeni durumun anlamı ve sonuçları, sendikal ihanet cephesinin yıkıcı rolü, sol hareketin durumu, vb., vb., bütün bu konularda partimiz cephesinden yeterli bir açıklık vardır. Bu sorunlar basınımızda da döne döne ele alınmakta, irdelenmektedir. Aynı şekilde sınıf ve kitle hareketinin durumu, eğilimleri, zaafları ve yetersizlikleri de komünist basında döne döne ele alınmakta, irdelenmekte, bundan sonuçlar çıkarılmaktadır. Doğal olarak dönemin günel devrimci görevleri de bütün bu değerlendirmelerin bir uzantısı olarak belirmektedir. Burada tek bir çağrıda, tek bir şiarda, belli bir mücadele ve örgüt biçiminde somutlaşan özel bir taktik olamaz. Saldırıların çok yönlülüğü, engellerin çeşitliliği, ve nihayet kitle hareketinin parçalı durumu, bütün bunların her birini kendi cephesinden ya da alanından kucaklayan çıkışlar ve çabalar gerektirmektedir.
***
Bu çerçevede bugün için önemli olan sorun, durumun tahlili, saldırıların tanımı, oyunların teşhiri vb.’nden çok, arayış ve eylemlilik içerisindeki kitlelere bir çıkış yolu gösterebilmektir. Bunun için de herşeyden önce fiilen onlarla buluşup birleşebilmek için her türlü olanağı değerlendirebilmek, duruma uygun her tür yöntemi ve aracı kullanabilmektir. Bu ise çok büyük ölçüde her alanda, her kesimde, her birimdeki devrimci çalışmada gösterilecek girişkenlik ve yaratıcılıkla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Buradan ilerlemeler sağlayıp mevziler kazanılmadıkça, genel plandaki bir taktik müdahale iddiası, yılların da gösterdiği gibi, ayakları yerden kopuk, dayanaksız bir söylemden ibaret kalacaktır.
Pratik-politik çalışmada devrimci partinin taktik öncelikleri, buna ilişkin belirlemeler, kuşkusuz özel bir önem taşımaktadır. Bu öncelikler, ilkin yönelim alanlarının saptanmasında, ikinci olarak çalışmada öne çıkarılacak sorunlar, ve üçüncü olarak da kullanılacak araç ve yöntemler olarak kendini gösterir. Bunu hedef kitle, politik gündem ve mücadelenin düzeyine uygun düşen seslenme, örgütleme ve harekete geçirme yol, yöntem ve araçları olarak da kavrayabiliriz.
Parti olarak bizim sorunumuz bu sonuncusunda, yani kitlelere seslenme, harekete geçirme ve örgütleme çabası çerçevesinde döneme ve somut duruma uygun düşen yöntem ve araçların geliştirilmesinde zayıf kalışımızdır. Yerel çalışmanın tüm dikkati bu soruna yönelmeli ve buna en yaratıcı çözümler hayatın içinden bulunup çıkarılmalıdır.
Burada ikili bir alan olduğunu da hatırlatmak gerekir. Bunlardan ilki kitle hareketinin kendi dinamizminin ortaya çıkardığı mücadele biçimleri ve araçlarıdır. Kitle hareketinin aldığı mevcut biçimler, bunun ortaya çıkardığı başta platformlar, komiteler vb. olmak üzere çeşitli örgüt biçimleri, sorunun bir yanıdır. Sorunun bu yanına parti genel planda ilgi göstermekte, bu alandaki imkanlar parti basınında irdelenmekte, buna daha bilinçli bir biçim verilerek doğru bir çizgide yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Fakat öteki yönü, bizzat bizim geliştireceğimiz ve kullanacağımız mücadele yöntemleri ve araçları kapsamına girmektedir. Belirgin zayıflığımız bu alandadır. Bülten türü popüler seslenme araçlarından tutunuz da, 1 Mayıs işçi platformları gibi geçici, işçi kültür evleri ve kültürel-sportif gençlik örgütlenmeleri gibi nispeten daha kalıcı araçlara kadar alabildiğine çeşitlendirilmesi ve zenginleştirilmesi gereken bu alanda, halihazırda belirgin bir kısırlık yaşamaktayız. Bundan dolayıdır ki, gerek genel planda, gerekse tek tek alan ve birimlerde yürüttüğümüz politik propaganda-ajtasyon ve teşhir faaliyetinin etkisi somut kazanımlara dönüştürülememekte, kalıcı mevziler yaratılamamaktadır.
Bu şu dönem üzerinde özellikle durmamız gereken temel önemde bir sorundur ve çözüm için yerel örgütlerin ve kadroların girişkenliğini ve yaratıcılığını beklemektedir.
(Ekim, Sayı: 215, Mayıs 2000, Başyazı)