Devrimci parti ve örgütlerin üzerinde sık sık durdukları sorunlardan birinin eleştiri-özeleştiri olduğu biliniyor. Gelişim kaygısı içinde olan devrimci partilerin yanısıra devrimci kadro ve militanların da eleştiri-özeleştiri yöntemine önem vermemeleri mümkün değildir. Aksi yöndeki tutumlar ise her zaman tartışma konusu olmuştur. Zira bu alanda devrimci bir olgunlukla hareket edemeyenlerin gelişim süreçlerinin çarpıklıklar içermesinin kaçınılmaz olduğu, pek çok tarihsel deneyimden de bilinmektedir.
Komünist hareket ise, siyasal yaşamının erken bir döneminde Lenin’in konuya dair özlü sözlerine vurgu yapmıştır. Lenin’in sık sık aktarılan ve son derece isabetli olan saptaması, bir partinin hataları karşısındaki tutumunun, o partinin siyasal yaşamdaki ciddiyetini belirleyen temel etkenlerden biri olduğunu vurguluyor.
Komünist partilerin devrimci siyasal mücadeledeki ciddiyetini anlamanın ölçülerinden biri olabilen hatalar karşısındaki tutum, devrimci kadro ve militanları anlamak açısından da işlevseldir. Kendine özgü yönler taşımakla birlikte, aynı kıstas üzerinden kadro ve militanların süreçlerini irdelemek mümkündür. Deneyimlerin de gösterdiği gibi, bu konuda tutuculuk gösterenlerin süreçleri genelde sorunludur.
Kapitalist-emperyalist düzene karşı yükseltilen devrim ve sosyalizm mücadelesinin gelişip güçlenmesinde, eleştiri-özeleştiri yönteminin devrimci temelde kullanılmasının taşıdığı önem konusunda belli bir açıklık taşınsa da, ne yazık ki bu açıklık bu alanda yaşanan temelli sorunları çözmeye yetmiyor. Bundan dolayı konuya dair tartışmalar sürüyor ve daha da sürecek...
Eleştiri-özeleştiri yönteminin devrimci bir silaha dönüştürülmesine dair tartışmalar, komünistlerin de gündemindedir. Nitekim komünist hareketin 20. yılında gerçekleştirilen parti II. Kongresi, bu yöntemi devrimci bir silaha dönüştürme noktasında yaşanan zaafı saptamış, zaman geçirmeden bu yönde somut adımlar atılmasının önem ve gerekliliğine vurgu yapmıştır.
Eleştiriye tahammülsüzlüğün yarattığı gerilimler
İçinden çıkıp geldiğimiz toplumun temel özelliklerine baktığımızda, eleştirinin genelde hoş karşılanmadığını, hatta çoğu zaman saldırı ile eş tutulduğunu görebiliriz. Tek tek bireyler şahsında yansıyan “dramatik” adli vakaların yaygınlığında, pekçok etkenin yanısıra, bunun da önemli bir payı vardır. Bu olgu, sorunu açıklamak için yeterli olmamakla birlikte konuya dair veri sunmaktadır.
Bu toplumun bağrından çıkan devrimciler, elbette düzenin ideolojisi, değer yargıları, ahlak felsefesi vb. ile bir hesaplaşma sürecine girmekte, bu yönüyle düzenin boğucu cenderesini parçalamaktadır. Ancak bilinç ile bunun pratik yansıması olan devrimci siyasal eylem, diyalektik bir süreçtir. Başka bir ifadeyle bu süreç, karşıtları, yani hem devrimi hem düzeni içermektedir. Elbette burada geçerli olan karşıtların çatışmalı birliğidir. Bu çatışmalı birlik, bir tarafın üstünlüğü ile sonuçlanana kadar çatışma sert bir seyir izlemektedir. Devrim safında mücadeleye katılan kadro ve militanlar da bu çatışmayı, değişime uğramış boyutlarıyla da olsa yaşamaya devam ederler.
Devrimcilik öncesi yaşamdan kalma bir takım alışkanlıkların karşımıza çıkması, bu çatışmanın somut dışavurumundan başka bir şey değildir. Eleştirileri dikkate almamak ya da eleştirene karşı tahammülsüzlük göstermek de bu çatışmanın görünümlerindendir. Bu davranış, birey şahsında geçmişin bugüne yansımasıdır. Geçmişin aşılması gereken yönlerinin bu şekilde yansıması, devrimci siyasal mücadelede farklı sorunların boy vermesine, diğer etkenlerle birlikte zemin düzlemektedir.
Eleştiriye tahammülsüzlük, aynı parti örgütünde mücadele eden yoldaşlar arasında gerilimler yaratarak, çalışmanın verimini düşürebilmektedir. Bu davranışları sergileyen yoldaşların bulundukları parti örgütünde sorumlu düzeyde olmaları durumunda ise, nükseden sorunların sonuçları daha ağır olmaktadır.
Gerilimin varlığını hissettirdiği bir atmosferde çalışan kadro ve militanların moral açıdan yıpranmaları kaçınılmaz. İlişkilerin ve faaliyetin mekanik bir hal alma riskinin yüksek olduğu böylesi bir ortam parti faaliyetini zayıflatabilmekte, kimi zaman ciddi tahribatlar yaratabilmektedir.
Salt bu kadarı bile, gerilimli ortamların oluşmasına katkıda bulunan yoldaşların tutumlarını gözden geçirmelerinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Gelişimin kösteklenmesi…
Kolektif çalışmanın zedelenmesi…
Gerilimli ortamlar, kimi zaman sorumlu yoldaşa yöneltilen eleştiriye gösterilen tepkiden kaynaklanırken, bazen de bir organ ya da kolektifteki hatalı ve zaaflı yönleri olan yoldaşlara sorumlu yoldaşın isabetli olmayan müdahaleleri yol açabiliyor.
Başlangıç nedeni ne olursa olsun, ortam bir kere gerildikten sonra “taraflar” oluşabilmekte, bu ise, sorunlara politik zeminde çözüm arama yönteminin unutulmasıyla sonuçlanabilmektedir. Bundan sonra aynı parti örgütünde konumlanmış, büyük zorluklarla mücadeleyi sırtlayan yoldaşlar birbiriyle uğraşmaya başlamakta, artık sorunlardan çok bireyler tartışılmakta, bu zeminde hoş görülmesi mümkün olmayan ithamlar kolaylıkla gündeme getirilebilmektedir.
Bireyler arası çatışmada “taraf” olanlar da kaçınılmaz olarak bu sorunlar etrafında yoğunlaşmakta, bu durum kadro veya militanları karşılıklı olarak yıpratmaktadır. Güven ortamının zedelenmesi, gelişim süreçlerinin henüz belli bir aşamasında bulunan yoldaşların en azından bir kısmında bazı sorunlu yanların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bileşenleri arasında gerilimler bulunan bir parti örgütünün yürüttüğü faaliyetin giderek mekanikleşmesi ise mücadele coşkusunu olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Ortamın gerildiği, güvenin sarsıldığı, ilişkilerin mekanikleştiği bir alanda kolektif çalışmanın yaşam bulamayacağı ise yeterince açıktır.
Demek oluyor ki, bu tür ortamların oluşmasına yolaçan yoldaşlar, ama özellikle sorumlu yoldaşlar, hem kendilerinin hem aynı parti örgütlerinde mücadele eden yoldaşlarının gelişim süreçlerinin zedelenmesine katkıda bulunacaklardır. Dahası, kolektif çalışma zemininin zedelenmesine de vesile olan bu yoldaşlar, hem kendilerinin hem diğer yoldaşlarının değerli emeklerinin heba edilmesinin sorumluluğunu taşıyacaklardır. Zira, yıpratıcı sorunların zamana yayılması partiye hem zaman hem enerji kaybettirecektir.
“Kendini paklamak” mı, “özünü yoklamak” mı?
Bir halk türküsünün “Cahiller kendini paklar/Arifler özünü yoklar” şeklindeki iki dizesi, insanların eleştiri karşısında sergiledikleri birbirine zıt iki tutumun veciz bir anlatımıdır.
Eleştiri karşısında gerilen her yoldaş o an için “kendini paklama” kaygısı gütmüyor olabilir. Ancak kendisine yöneltilen eleştiriyi devrimci bir olgunlukla karşılayıp, “özünü yoklama” erdemi gösteremeyenlerin davranışı, son tahlilde “kendini paklama” şeklinde yorumlanmaya da müsaittir. Zaten bu tartışmayı gerekli kılan, sık olmasa da bu türden sorunlarla karşı karşıya kalıyor olmamızdır.
Gerilimin boyutu, kendi zemininde çözüm üretme olanağını ortadan kaldırdığında sorunlar, doğal olarak ilgili platformların gündemine taşınmaktadır. Bazı yoldaşlar, bu aşamada da kendilerine yöneltilen eleştiriler konusunda söz söyleme sağduyusu gösteremeyebiliyorlar. Eleştiriler üzerine düşünüp irdeleme yapmak yerine, eleştiriyi yönelten kişiye yüklenme yolunu tercih ediyorlar.
Elbette her yoldaşın kendisini eleştirenlere dair söyleyecek sözü olacaktır ve bunu söylemenin önünde bir engel yoktur. Fakat öncelikle kendisine yöneltilen eleştirilere bir açıklık getirmek zorundadır. Bunu yapmak yerine eleştiriyi yöneltene suçlamalarda bulunmak, sorunları daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Dahası bu tarz, tartışmayı politik zeminden kaydırmakta, sorunu kişiler arası çekişme düzeyine indirgemektedir.
Vurgulamak gerekir ki, birilerinin sorunlu yanları başkalarının zaaflarının gerekçesi olmayacağı gibi, parti saflarında mücadele eden yoldaşların yönelteceği eleştiriler de hiçbir gerekçeyle gözardı edilemez. Tersi bürokratizm ya da apolitizmdir.
Tartışma konusu ettiğimiz sorunlu süreçlerde şu veya bu şekilde yer alan yoldaşlarımız elbette parti çalışmasında emek harcayan, kolektif iradenin bir parçası olan yoldaşlarımız. Yetenek ve emeklerini parti faaliyetinde seferber etmektedirler. Yine de kronikleşen sorunların sonuçlarından hareketle, bazı sorulara dikkat çekmek istiyoruz. Zira politik zeminden uzaklaşmayan, her adımda partiyi güçlendirmeyi temel alan olgun devrimciler gibi tutum alınabilindiğinde, bu tür sorunların üstesinden gelmek hiç de zor olmayacaktır.
İlkin, partili bir komünist, hem kendi gelişimini, hem aynı kolektifte birlikte mücadele yürüttüğü yoldaşlarının gelişimine köstek olma hakkını kendine görebilir mi? İkincisi, bu komünist, inşa süreciyle birlikte partinin 20 yılı aşan mücadelesi boyunca kolektif çalışmaya verdiği önem ortadayken, konumlandığı alanda kolektif çalışma zeminini tahrip edecek bir tarz izleyebilir mi? Üçüncüsü, bir polis devleti rejiminde mücadele yürüten partinin saflarında yoldaşlar arası güveni sarsacak tavırlar alabilmek, bir sınıf devrimcisinin sergileyeceği pratik olabilir mi?
Gereğinden fazla uzayan sorunların tarafı olanlar dahil, hiçbir yoldaşın bu sorulara olumlu yanıt verebilmesinin mümkün olmadığı elbette açıktır. Ancak kimi olaylar, bazen uç soruların gündeme getirilmesini işlevsel kılabilir.
Partiyi kısır tartışmalarla oyalamak değil, geleceği kazanma bilinci ve azmiyle mücadeleye sarılmak tüm kadro ve militanların önceliği olmalıdır. İş yapan hata yapar, hata yapan eleştirilir, ama bu devrimci bir yöntemle ve devrimci kaygılarla yapıldığı sürece hem yoldaşları, hem partiyi güçlendirecektir.