1- 31 Mart yerel seçimlerini izleyen İstanbul gerilimi, seçimlerin iptal edilmesiyle yeni bir evreye girdi. Yeni evrenin eskisiyle kıyaslanamaz ölçülerde bir büyük gerilime sahne olacağını ise hemen herkes biliyor. Artık sözkonusu olan basitçe bir büyük şehir belediye başkanlığı seçimi değildir. Bu İstanbul gibi dev bir metropol olsa bile. İstanbul belediye başkanlığı seçimi üzerinden yaşanacak olan, ülke çapında bir siyasal boy ölçüşmedir.
2- Bunun görünürdeki tarafları dinci-faşist iktidar bloku ile düzen muhalefetidir. Fakat gerçekte iktidar karşısındaki asıl taraf, yaratılan boğucu siyasal-toplumsal atmosfer altında bunalan en farklı türden toplum kesimlerdir. Düzen muhalefetine bugünkü özgüveni kazandıran ve ifade uygunsa onu arkadan itekleyen, tam da günden güne büyüyen bu toplumsal hoşnutsuzluktur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tutarsız bir kasaba politikacısından öte bir şey olmayan Muharrem İnce’nin yarattığı büyük heyecanın gerisinde bu vardı. Bugün Ekrem İmamoğlu şahsında aradığı “kurtarıcı”yı nihayet bulduğu inancının geniş kitleleri sarmasının nedeni de budur. Mansur Yavaş gibi kimliği ve sicili belli birine politik bilince sahip Kürtlerin ve Alevilerin bile oy vermek ihtiyacı duymasının açıklaması da buradadır. Özetle farklı türden toplumsal katmanları dinci-faşist iktidara karşı aynı heyecanda birleştiren, bir nebze olsun nefes alabilmek ve giderek de bugünkü korku atmosferini parçalamak isteği ve özlemidir.
3- İstanbul belediye başkanlığı seçiminin iptal edilmesinin her türden hukuksal ve ahlaksal temelden yoksun çırılçıplak bir siyasal darbe olduğu üzerine gürültülü muhalefet açıklamaları şu sıralar birbirini izliyor. Fakat bu tartışma götürmez gerçek öte yandan düzen muhalefetinin ikiyüzlülüğüne de ayna tutuyor. Zira bu, 31 Mart yerel seçimlerini izleyen ilk “YSK darbesi” değil. Dinci-faşist iktidar seçimlerin hemen ardından bunu Kürdistan’ın bir dizi belediyesinde yaptığında, yeni bir seçim ihtiyacı bile duymaksızın %60-70’le seçilmiş belediye başkanlarının koltuklarını AKP’ye peş peşe teslim ettiğinde, düzen muhalefetinden ses seda çıkmamıştı.
4- “Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullanageldiği seçmen desteği ise giderek erozyona uğratmaktadır. Fakat patlak verecek güçlü bir halk hareketiyle yerinden edilmediği sürece, o bir iktidar gücü olarak kalmak kararlılığındadır. Bunun için iç savaş tehdidi de dahil her türlü gayrı meşru yol ve yöntemi kullanmak niyetinde olduğunu şimdiden göstermiştir.” (TKİP VI. Kongresi Bildirgesi / Aralık 2018). Bu değerlendirme İstanbul seçimleri üzerinden ayrıca doğrulanmıştır. YSK’ya çıplak talimatla seçim iptal ettirmek, “gayrı meşru yol ve yöntem”lerin nispeten hafif örneklerinden biridir. Çok daha önemli olan, yenilenecek seçimleri kazanabilmek için daha nelere başvurulabileceğidir. 7 Haziran’ı izleyen dönemdeki kirli ve kanlı oyunu ikinci kez sahnelemek o kadar kolay olmasa da, İstanbul seçimlerini yeniden kaybetmenin siyasal sonuçlarından duymakta olduğu ürküntünün bugünkü iktidara herşeyi yaptırabileceğini de göz önünde bulundurmak gerekir.
5- Bizzat Tayyip Erdoğan’ın dayatmasıyla keyfi bir biçimde yenilenecek olan İstanbul seçimlerini bir kez daha kaybetmek, dinci-faşist iktidar için bu kez gerçekten sonun başlangıcı olacaktır. İliklerine kadar çürümüş, meşruiyet kaynağı olarak kullandığı dayanakları hızla kaybeden, başta ekonomik kriz olmak üzere içerde ve dışarda sayısız sorunun ağırlığı altında bunalan, kendi bünyesindeki çatlakları artık gizleyemez hale gelen AKP, İstanbul gibi bir kentte muhtemel bir ikinci yenilgiyi göze alarak gerçekte bir kumar oynamıştır. Fakat bu onun için bir tercihten çok bir zorunluluktu. Seçimi keyfi bir biçimde iptal etmesi gücünün değil, gerçekte zayıflığının bir göstergesidir. Amacı yenilenecek seçimi kazanarak bu zayıflığı bir ölçüde olsun dengelemektir. Bunu başarırsa bu onu bir dönem için rahatlatacak, içindeki çatlakları bir süre için geri plana itecektir. İstanbul seçimlerinin İstanbul’dan öte kazandığı siyasal mahiyet ve önem aynı anlama gelmektedir.
6- Partimizin “Referandum ve Devrimci Sınıf Çizgisi” başlıklı ve 15 Şubat 2017 tarihli değerlendirmesinde şunlar söyleniyordu: “... Hukuksal ölçü ve normları hiçbir zaman umursamayan, ihtiyaç duyduğu her durumda onları çiğneyen ya da basitçe yok sayan dinci faşist gericilik odağı, fakat öte yandan, her yeni adımına ya da saldırısına olanaklı olduğu her durumda hukuksal bir meşruiyet desteği sağlamayı da önemsemiş ve bundan da en iyi biçimde yararlanmıştır.” Bu değerlendirme bizi İstanbul seçimlerinin Türkiye ölçüsünde kazandığı siyasal önemin tam kalbine getirmektedir. Son yıllardaki şaibeli seçimlerle meşruiyet yönünden lekelenmiş bulunan ve yerel seçimlerde büyük kentlerin büyük bir bölümünü yitirerek önemli bir darbe alan AKP, yenilenecek İstanbul seçimlerini kazanarak tüm bunların politik ve moral yükünden bir dönem için kurtulmayı hedefliyor. Fakat tersinden, başvuracağı her türlü kirli yol ve yönteme rağmen kaybederse, iktidar meşruiyetini yitirmekle kalmayacak, yarattığı korku atmosferinde artık onarılması kolay olmayacak büyük gedikler açılacaktır. Böyle bir gelişmenin devrimci siyasal mücadele ve işçi sınıfı hareketinin seyri bakımından anlamı ve önemi yeterince açıktır.
7- Tam kırkbeş yıl önce, 1975 Ekim’inde, İstanbul’da siyasal anlamı ve sonuçları bakımından o gün için kritik önemde bir başka seçim vardı. Sözkonusu olan birer adayın yarışacağı Cumhuriyet Senatosu ara seçimleriydi. Hükümeti oluşturan faşist Milliyetçi Cephe’nin adayı, eski İstanbul 1. Ordu Komutanı ve 12 Mart döneminin sıkıyönetim komutanı sicilli işkenceci Faik Türün’dü. Dolayısıyla seçimlerin sonuçları dönemin devrimci mücadelesi için politik ve moral açıdan çok önemliydi. Dönemin ilerici devrimci güçleri Faik Türün’ü seçtirmemek için çok etkili bir anti-faşist kampanya yürüttüler. Sonuçta 12 Mart’ın işkenceci faşist paşası seçimlerde ağır bir hezimete uğradı. Devrimciler seçimleri 12 Mart faşist cuntasıyla politik ve moral bir hesaplaşmanın fırsatı olarak kullanmışlardı.
8- Koşullardaki tüm farklılıklar saklı kalmak kaydıyla, gündemdeki yeni İstanbul seçimlerinin de benzer bir politik ve moral önem taşıdığına kuşku yoktur. Sorun hiçbir biçimde Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Belediye Başkanlığına seçilmesi değildir. Sorun bu seçimlerde onun karşısındaki gerçek aday olan Tayyip Erdoğan’a oynadığı büyük kumarı kaybettirmektir. Dinci-faşist iktidarın yeni bir politik ve moral darbe almasıdır. Kuşkusuz bu sonuç kurulu düzene mensup çok farklı güçlerin de işine gelecektir. Fakat kendi yönünden devrimci hareket, toplumsal muhalefet ve Kürt hareketi için de önemli sonuçlar yaratacaktır.
9- Tıpkı 1975’te olduğu gibi bugün de devrimciler için sorun hiç de bir seçim kampanyası değil, fakat gündemdeki seçimleri kullanarak dinci-faşist iktidara karşı etkili bir siyasal çalışma yürütmektir. Bunu temel toplumsal-siyasal sorunlar eksenine oturtmak, böylece dinci-faşist iktidarın emperyalizmin ve sermayenin hizmetindeki icraatlarını sergilemektir.
10- Partimizin “Referandum ve devrimci sınıf çizgisi…” başlıklı açıklaması, birçok yönüyle gündemdeki İstanbul seçimlerinin ele alınışına da ışık tutmaktadır: “Devrimci siyasal yaşam soluksuz ve kesintisiz bir siyasal çalışma ve mücadele sürecidir. Bu mücadele bugün bizzat dinci faşist gericilik tarafından gündeme getirilen yeni saldırının özel koşulları içinde sürmektedir. Değişmez amaç, her zaman olduğu gibi somut siyasal sürecin ortaya çıkardığı sorunlardan hareketle ve onun sunduğu fırsat ve olanaklardan yararlanarak işçi ve emekçi kitleleri uyarmak, aydınlatmak, birleştirmek, örgütlemek ve fiili mücadeleye yöneltmektir. Bu mücadele içerisinde kitlelerin bilincini, birliğini ve örgütlenmesini daha da geliştirmektir.”
8 Mayıs 2019