Logo

Kadın işçilerin mücadelesi, feministler ve sorumluluklar


D. G. Dalga

Uzun dönemdir önemli bir mücadele dinamiği olan kadın hareketi ile sınıf mücadelesinin bağı neden bu kadar zayıf? Bu soru ile başlamak bizi önemli bir tartışmanın içine çekecektir.

Bu kapsamda tartışmalar yürütülürken, genelde bu iki mücadele hattının kesişmemesinin nedeni, işçi hareketine yönelik çalışmalardaki “cinsiyet körlüğü” olarak tanımlanıyor. Bu noktadan bakarak da olsa bu tartışmaya kafa yoranlar feministler olduğu için, böyle bir sonuca varmaları anlaşılırdır. Güncel örnekler ve sendikal hareket üzerinden bakıldığında da, tartışmaların buraya varmasına şaşırmamak gerekir.

Güncel pratiğin eksikliklerini ortaya koyarken, yapılan tespitlerde, örneğin kadınların taleplerinin özel bir mücadeleye çevrilmemesi, özgün örgütlenme-tartışma zeminlerinin zayıflığı vb. noktalarda çok da farklılaşmayabiliriz. Ama biz burada tercihen tartışmayı tersten açacağız. Kadın hareketinin “sınıf körlüğü”nü veya en iyimser tanımla sınıf mücadelesi/işçi hareketi açısından zayıflığını ele almaya çalışacağız.

Pandemi ve krizin orta yerinde kadınlar

Her yeni yılda kadınların yaşadığı sorunlar daha da ağırlaşıyor. Vahşileşen ve kuralsızlaşan sömürü, gericilik, baskı ve şiddet altındaki Türkiye’de kadınlar tüm bu sorunları katmerli olarak yaşıyorlar.

Pandemi ve kriz ile geçen iki buçuk yılda hak gaspları, yoğun ve sağlıksız çalışma koşulları, işsizlik, yoksulluk ile boğuştu işçi ve emekçiler. Kadınların yaşadıkları ve baş etmek zorunda kaldıkları sorun alanları ise çok daha derin. Kadın işçi ve emekçiler için pandemi ve kriz dönemi, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin, ev içi işler ile çocuk-yaşlı bakımının yüklerinin, çalışma yaşamında mobbingin arttığı bir süreç oldu. Artmayan tek şey ise alım gücü ve ücretlerdi doğal olarak. Ayrıca savaş döneminin üzerine gelen kriz ve pandemi ile Türkiye'ye göçen kadın göçmenlerin zorluk alanları, yaşadıkları sömürü ve yoksulluk çok daha boyutludur.

Pandemi ve krizin orta yerinde, savaşın gölgesinde kalan kadınların derinleşen sorun alanları ve talepleri çok daha görünür hale geldiği ölçüde, yakıcı hale gelen her bir sorun ve talep mücadeleyi daha da büyütmenin manivelası olabilmelidir.

İşçi eylemlerinde, grevlerde, direnişlerde kadınlar

Krizin de pandeminin de bütün yükü işçi ve emekçilerin sırtına bindirildi. Bu süreçte yaşam ve çalışma koşullarının ağırlaşmasıyla birlikte örgütlenme, sendikalaşma ve mücadele eğilimleri de arttı. Birçok işkolunda sendikalaşma eğilimleri dikkat çekiyor. Ocak’taki sefalet zammına karşı ülke çapında yaygın bir eylemlilik süreci yaşandı. Sokaklarda “Geçinemiyoruz” tepkileri yükseltildi. Tüm bunlarda kadın işçiler ve emekçiler en önde ve belirleyici konumdaydılar.

Son dönemin işçi eylemlerine, direnişlerine, grevlerine, mücadele-örgütlenme süreçlerine bakıldığında, kadınların kararlı bir duruş ortaya koydukları, karma direnişlerde en önde durdukları görülüyor. Hatta son dönemdeki direnişlerde kadınların yaşadıkları taciz ve mobbing gibi sorunlar ya da yükselttikleri “eşit işe eşit ücret!” gibi talepler, direniş doğrultusundaki ilk adımların atılmasına vesile oldu. Birçok örnekte öncülerin, örgütleyicilerin, eylemi başlatanların kadınlar olması da son derece anlamlı ve önemlidir.

Ancak, direnişlerde başlangıçta kadınların tablosu böyleyken, sonrasında kadın işçi ve emekçilerin taleplerinin görünürlüğü zayıflıyor, hatta giderek yok oluyor. Direnişlerin-eylemlerin ilerleyen dönemlerinde, TİS'lerde, örgütlenme süreçlerinde vb., işçi kadınlar, kendi örgütsel formlarını yaratarak, kendi özgün taleplerini belirleyerek, bilinçlerini geliştirmek için eğitimler yaparak ilerleyemiyor/ilerletilmiyor. Hele de sendikal bir süreç varsa... Elbette bağımsız devrimci sendikalardan söz etmiyoruz. Ama bürokratlaşmış, kireçlenmiş, erkeklerin egemen olduğu geleneksel sarı ve pembe sendikalarda durum budur. Bazen de -özellikle taciz, regl izni vb. başlıklarda- kadınlar toplumsal baskı, ailenin yaklaşımı vb. nedenlerle yaşananların üzerine gitmekten ve taleplerini dillendirmekten geri durabiliyorlar.

Feminist hareketin kadın işçilerin eylemleri ile bağı

Kadın hareketi son yıllarda, kesintisiz eylem hattı ve kararlılığıyla toplumsal muhalefetin en dinamik halkalarından biri oldu. Sınıf cephesinde ise kadınlar, hareketin parçalı ve zayıf tablosuna rağmen yaşanan mevzi çıkışlarda biriken öfke ve enerjinin öne çıkan unsurları. Kadınların işçi eylemlerindeki yeri çok özel bir öneme sahip. Buna rağmen, feminist ağırlığın etkisiyle, ilerleyen kadın hareketi yüzünü kadın işçilerin eylemlerine dönemiyor, ya da yüzünü dönebilse bile içinde olmak için bir çaba harcamıyor.

Kadınların sorunları bu kadar belirgin ve çok boyutluyken, feministler için mücadele başlıkları hiç de aynı kapsamda değil. Daha çok kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet eksenli bir mücadele hattı öne çıkıyor. Kadın cinayetlerinin giderek arttığı bu dönemde bu başlığın öne çıkmasının kuşkusuz anlaşılır bir yanı var. Ama kadın işçilerin taleplerinden giderek sınıf hareketi ile bağ kurmak ve müdahale etmek bakımından, feministler geçmişin de gerisine düşmüş durumdalar.

Bazı sendikalar/konfederasyonlar feminist çizgide konumlanırken, buna zıt bir biçimde kadın işçilerin taleplerinden uzaklaştılar. Düne kadar kadın işçilerin taleplerini görünür kılmak için çabalayan birkaç sendikadan bahsedebiliyorduk. Bugün onların da tablosu gerilemiş durumda. İyiden iyiye mora boyanmış, feminist çizgi ile bütünleşmiş bu sendikalar, kadın işçilerin bütünlüklü taleplerini bir kenara koyalım, ne kadın cinayetlerinde bir taraflar, ne de kadınların fabrikalarda, işyerlerinde yaşadıkları şiddete karşı hak koparıcı, sorun çözücü bir konumdalar.

Bu noktada son dönemin direniş süreçlerindeki bağımsız devrimci sendikaları ayrı bir yere koymak gerekiyor. Kadın işçilerin yaşadıkları taciz ve mobbinge örgütlenme ve direniş süreçlerinde özel olarak eğildikleri, direnişlerde kadınları öne çıkartıp taleplerini formüle ettikleri, eğitimleri konusunda çaba harcadıkları örnekler üzerinden bağımsız devrimci sendikaların olumlu pratiğine özellikle işaret etmek gerekiyor.

Komünistlere düşen sorumluluk

Tüm bunlar üzerimize düşen sorumluluğun büyüklüğünü gösteriyor. Parçası olduğumuz, müdahale ettiğimiz işçi direnişleri, eylemleri ve örgütlenme süreçlerinde kadın işçilerin yeri ve önemi üzerine kuşkusuz net bir bakışımız var. Ancak pratikte bir zorlanma yaşadığımız da açık. Ama her zorluk aşılmak içindir. Merkezden yerellere, sektörel çalışmalardan esnek çalışmalara, tüm alanlarda kadın işçi çalışmasını güçlendirme sorumluluğunun gereklerini yerine getirmeliyiz.

Kadın işçilerin örgütlenmesi, bilincinin ilerlemesi, talepleri ile eylemli süreçlere çekilmesi sınıf hareketini de güçlendirecektir. Kadın işçi çalışmamızın sınıf hareketine müdahaleden ayrı olmadığını, onun organik bir parçası olduğunu bir an bile unutmamalıyız. Kadın işçilerin mücadelesi ile beslenecek sınıf hareketi, kadın hareketindeki tıkanmaların da önünü açacak ve kadın mücadelesini güçlendirecektir.

Girişte sorduğumuz sorunun muhatabı feminist hareket olmadığı gibi cevabını da onlardan beklemiyoruz. Kadın hareketi ile sınıf mücadelesinin yollarının kesişmesi ve bağ kurarak ilerlemesi için, bugüne kadar ortaya koyduğumuz değerlendirmeleri incelemeli, önermelerini hayata geçirmeli, marksist bakış açısının yön verdiği bir çizgide kadın işçilerin mücadelesini geliştirici bir çaba içerisinde olmalıyız.


Üste