Logo

Sınıf hareketinin dünü, bugünü ve imkanları / 2


A. Murat

Türkiye işçi sınıfı hareketinin içinde bulunduğu derin sorunlar sarmalı doğru anlaşılmadan onu mevcut durumundan çıkarmak da başarılamaz. Bugün gelişme emareleri gösteren işçi hareketinin yarınına yeterli bir biçimde hazırlanılamaz. Önündeki handikaplar ve bunların nedenleri konusunda açıklığa sahip olunmadan, bu arayış ve mücadelelere kendi içinde müdahale edilmeye çalışılarak hareket yeni bir düzeye taşınamaz.

Elbette şu veya bu toplumsal-siyasal gelişme üzerinden işçi hareketimiz mevcut geri mücadele düzeyinden hızla çıkabilir, eylem kapasitesinde bir sıçrama gerçekleştirebilir, hatta bu gelişmelerin yol açtığı mücadelelerin sonucu olarak bilinç ve örgütlülük düzeyi bugünkü ile karşılaştırılmayacak ölçüde gelişebilir. Ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu çok yönlü krizler ve bunların sonuçları üzerinden bakıldığında, bu elbette mümkündür. Ancak harekete bugünkü somutluğu üzerinden bakıldığında, hem bunların “kendiliğinden” gerçekleşmesi hem de gerçekleştiği durumda dahi sınıf hareketinin uzun yılların ürünü olan “yapısal” sorunlarının hızla çözülmesi kolay gözükmemektedir.

30 yıldır aşılamayan cendere

Bugün işçi hareketimizin içinde bulunduğu çok yönlü sorunlar “kendiliğinden gelişmeler”le aşılamayacak denli kapsamlıdır. Eğer 1991 yılını esas alırsak, gerileme 30 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu gerileme dönemi sermaye sınıfı ve siyasal iktidarlar tarafından gayet iyi kullanılmıştır. Sınıf hareketinin iç gelişme dinamiklerini felç etmek için bilinçli politikalar hayata geçirilmiş, başta dinsel gericilik ve şovenizm olmak üzere sınıf kitlelerinin bilincini dumura uğratan her türden gerici ideolojinin sınıf içinde yaygınlık ve etki kazanması konusunda önemli bir başarı elde edilmiştir. Mücadele düzeyindeki geriliğin yol açtığı çürütücü etki bunu ayrıca kolaylaştırmıştır. İşçi sınıfının en önemli mücadele araçlarından biri olan sendikalar tümüyle etkisizleştirilmiş, neredeyse işçi örgütü olmaktan çıkarılarak işçiler üzerinde bir denetim ve baskı mekanizmasına çevrilmiştir. Devrimci siyasal yapı ve örgütlenmeler ya tasfiye edilmiş ya da düzen içi bir konumlanmaya doğru zorlanmış, bunda da önemli sonuçlar elde edilmiştir. “İktidarın biçimi ve paylaşımı” üzerinden gerçekleşen iç iktidar kavgaları, işçi ve emekçiler başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerindeki dikey çatışma ve kutuplaşmaların derinleşmesine yol açmış, bunlar özellikle son 20 yılda temel sınıfsal ilişki ve çatışmalarını önüne geçecek, yer yer onu engelleyecek derecede keskinleşmiştir. Her ne kadar tüm dünyada kapitalist sistemin çözümsüzlükleri hiç olmadığı kadar sorgulanır hale gelmiş olsa da, bunun alternatifi olarak sosyalizm düşüncesinin ve devrimci sınıf mücadelesi anlayışının güç kazandığını söylemek zordur.

Tüm bunlar ve siyasal nitelik arz eden bir dizi başka sorun sınıf hareketinin ileriye çıkmasının, bilinç ve örgütlülük düzeyinin gelişmesinin önündeki önemli faktörlerdir. Fakat gerileme, bu tek tek faktörlerden öte her birinin diğeri ile bağlantısı içinde bir bütünlük arz ettiği, toplam bir zeminden kaynaklanmaktadır. Ve bu toplam zeminde halen etkileri süren “ideolojik ve örgütsel kırılma” önemli bir yer tutmaktadır.

Aşılması gereken birincil eşik:
İdeolojik ve örgütsel kırılma

Bir ülkede işçi hareketi değişik nedenlerden kaynaklı olarak durgunluğa sürüklenebilir ya da geri çekilebilir. Bu nedenlerin neler olduğu ile bağı içerisinde bu dönemler uzun zaman dilimlerini de kapsayabilir.

Örneğin Avrupa işçi sınıfı İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen uzun bir dönem boyunca gelişkin sosyal haklar ve yükselen ücretlerin etkisiyle büyük ölçüde hareketsiz kalmıştır. Sovyet Birliği’nin basıncıyla oluşan ve “refah dönemi” olarak adlandırılan bu dönem, ‘70’lerin başına ulaşıldığında yaşanan iktisadi kriz ve uluslararası gelişmeler sonucu sona ermiş, işçi hareketi içine girdiği büyük gelişimi sürdürmeyi başaramamıştır. Bazı kısmi hakların korunması karşılığında hareket geri çekilmiştir. 1980’lere varıldığında şiddetlenen yeni neo-liberal saldırılar önemli direniş ve karşı mücadelelere yol açsa da, hareket yeniden bütünlüklü bir gelişim süreci içine girememiştir. Mevcut hakların gaspı ve buna karşı mücadele belli gelgitler içinde Avrupa işçi sınıfı için halen sürmektedir.

Ya da yükselen işçi hareketi sermaye düzeni ve siyasal iktidarlar tarafından şiddet yoluyla ezilebilir. Avrupa’nın bir kısmında, Latin Amerika’da, bazı Asya ülkelerinde ve 12 Eylül darbesiyle ülkemizde yaşananlar buna örnektir. Bu örneklerde ortak olan, sınıf hareketinin yeniden toparlanması ile örgütlerinin yeniden güçlenmesi arasında çok doğrudan bir bağ bulunduğudur. Genel bir kural olarak, bu tür baskı ve darbe süreçleri sadece yükselen hareketi fiziki olarak ezmemiş, aynı zamanda o zamana kadarki birikimini tasfiye etmeye yönelmiştir. Fiziki saldırıya her zaman ideolojik kuşatma ve sosyal planda dejenere edip çürütme politikaları eşlik etmiştir. Fakat bunlar ne kadar güçlü yapılırsa yapılsın, özellikle nesnel dinamiklerin güçlendiği dönemlerde işçi hareketlerinin kendini belli mücadeleler üzerinden ortaya koymasının önüne geçilememiş, ancak bu mücadelelerin bilinç ve örgütlenme düzeyinde bir sıçramaya dönüşmesinin önüne ciddi setler çekilmesinde bu politikalar özel bir rol oynamıştır.

Bir diğer önemli faktör ise, yukarda sayılan nedenlerin de etkisiyle sınıf hareketinin ideolojik ve örgütsel bir bunalıma sürüklenmesidir. Bu tür bir bunalım sınıf hareketinin biriktirerek ilerlemesini, mücadele içinde eğitilmesini, süreklilik ve bütünlük kazanmasını engeller. Ortaya çıkan mücadele örnekleri kendi içinde kararlı da olsa sonrasına çok şey bırakmadan geri çekilmekten kurtulamaz. Hedefsizlik, dağınıklık, parçalılık ve tekillik karakteristik özellikleridir. Dünyada ve ülkemizde esasta yaşanan budur. Uzun bir dönemdir var olan yükseliş emarelerine rağmen beklenenin bir türlü gerçekleşmemesi ile yaşanan bu kırılma arasında doğrudan bir bağ vardır.

Örgütlenmeye ve mücadeleye güvensizlik,
özgücüne inançsızlık!

İdeolojik ve örgütsel kırılma durumunun sınıf kitlelerine yansıması, örgütlenme ve mücadeleye karşı güvensizlik olmaktadır. Elbette bu durumda sermaye sınıfının özel politikalarının, ülkemizde ve dünyada yaşanan siyasal ve toplumsal süreçlerin özel bir rolü olmuştur. Mücadeleye ve mücadele örgütlerine güvensizlik, bununla bağlantılı olarak kendi özgücüne inançsızlık sınıf hareketinin bugünkü en temel sorunudur. Bu inançsızlık ve güvensizlik gelinen yerde sınıfın geniş kesimlerini kesen bir ideolojik algılayıştır ve ancak mücadele içinde, onun öğreticiliği ve değiştiriciliği ile aşılabilir. Zaten içine sıkışılan cendere ve kısır döngü burada ortaya çıkmaktadır. Sınıf mücadelesi düşüncesine ve kendi gücüne güvensizlik, geniş işçi kitlelerini ileri atılmaktan alıkoymakta, bunun yol açtığı geri eylem düzeyi, ortaya çıkan mücadele dinamiklerinin bu ideolojik ve örgütsel kırılmayı aşacak bir kapsam ve kuvvete ulaşmasını, bu mücadeleler içinde sınıf hareketinin kendini eğitip ileriye sıçramasını engellemektedir.

Öncü müdahale ve mücadele ihtiyacı

 Bu tablo harekete yapılacak öncü müdahaleyi çok daha kritik bir hale getirmekte ve kapsamını genişletmektedir. Ancak bir başka önemli sorun şudur: Hareketin yaşadığı ideolojik ve örgütsel kırılma olgusunu aşmak için ona müdahale etmesi gerekenlerin büyük bir kısmı bu kırılmaları en az sınıf hareketi kadar derinden yaşamıştır. Bugün esen sınıfçı rüzgarlara rağmen sol hareketin büyük çoğunluğu işçi sınıfının mücadele ve değiştirme kapasitesine en az sınıfın geniş kesimleri kadar inançsız durumdadır.

Sendikalar açısından durum çok daha vahimdir. En ileri olarak tanımlananlar dahi, mevcut bürokratik yapıları bir yana, temsil ettikleri mücadele anlayışlarıyla ortaya çıkan mücadele dinamiklerin kötürümleştirmek dışında bir şey yapmamaktadırlar.

Bu durumda, hareketin güçlü nesnel dinamiklerini somut bir mücadele gücüne çevirmek, tıkanma noktalarını aşacak bir örgütsel ve politik müdahaleye konu etmek, ortaya çıkacak her mücadele dinamizmini değerlendirmek konusunda hem nitelik hem de niceliksel olarak bir güç yetersizliği sorunu ortaya çıkmaktadır.

Nesnel değil öznel!

Ocak-Şubat eylemlilik sürecinin bir kez daha gösterdiği gibi, işçi hareketinin temel sorunu nesnel mücadele dinamiklerinin zayıflaması değildir. Yalnızca Ocak-Şubat eylemlik süreci değil, gerileme dönemi olarak adlandırdığımız son 30 yıllık süreçte gerçekleşen onlarca eylem ve mücadele deneyimi de, bunu aynı açıklıkla göstermektedir. Hareketin ileriye taşınmasını engelleyen temel faktör, sosyalist olmak iddiasındaki parti ve örgütler ile işçilerin iktisadi örgütlenmesi olan sendikaların mevcut durumudur. Temelden farklı bu iki örgütlenmenin birbiriyle ilişkisi içinde, sınıf içindeki güvensizliği aşacak bir ideolojik konumlanış ve bunu hareket noktası haline getirmiş bir mücadele düzeyi ortaya koyamadan, ön açıcı bir politik konumlanışla sınıfın eylemini geliştirip güçlenmesini sağlamadan, sınıf içindeki her türlü geri eğilim ve düşüncelerle kapsamlı bir mücadele yürütmeden ve ortaya çıkan tepki ve mücadele eğilimleriyle doğrudan ilişkilenip onları ileriye doğru çekmeden, hareketin “yapısal” sorunları da bir türlü aşılamaz.

Süreç daha güçlülerine gebe

Bugün yaşanan kapsamlı sorunlar eğer sistem tarafından hafifletilemezse (ki bunun nesnel imkanları bugün için zayıftır) mevcut ve öfke ve tepkinin yeni mücadele örneklerine yol açacağı ve bu örneklerin potansiyel olarak bir öncekinden daha güçlü dinamikler barındıracağını söylemek mümkündür. Bu dinamiklerin sınıf hareketinin mevcut tablosunda belirgin bir değişiklik yaratıp yaratamayacağını ise ona yapılacak öncü müdahalenin gücü ve kapsamı belirleyecektir.

Bilinç ve örgütlenme düzeyinin zayıf, nesnel mücadele dinamiklerinin ise güçlü olduğu bugünkü gibi dönemlerin “ani çıkış ve patlamalara gebe” olduğunu düşünmek elbette işin mantığına uygun bir yaklaşımdır. Sınıf mücadelelerindeki yükselişin temel dinamiği esasta nesneldir. Ancak çoğu zaman bir “ezber” olarak sık sık tekrarlananın aksine, istikrarlı yükseliş dönemleri bu tür patlamalar üzerinden değil, bu tür patlamaların da içinde yer alıp ilerlettiği birikimler üzerinden şekillenir.

İşçi hareketinin güçlü yada zayıf, başarılı yada başarısız değişik mücadele süreçleri içinde eğitilmesi, bunlardan dersler çıkararak daha ilerisini yapması, deneyimlerden bir birikim yaratabilmesi, ancak örgütlülük düzeyinde yol almasıyla mümkündür. Yoksa bu tür çıkışlar, dayandığı dinamikler ne kadar güçlü olursa olsun, örgütlülük düzeyinde bir gelişmeye yol açmadığı sürece, sınıfın çok dar bir kısmının hatırasında yer tutmak dışında geriye çok bir şey bırakmazlar.

Bugün Ocak-Şubat eylemleri başta olmak üzere süregiden mücadelelerin gösterdiği; sınıf hareketinin alttan alta mayalanma sürecinin gelip bir yere dayandığı, nesnel mücadele dinamiklerinin hızla geliştiği, bunun bir biriktirme ve eğitim dönemine dönüşmesinin ise ancak sınıfın örgütlülük düzeyinin geliştirilmesi ile başarılabileceğidir.

Yarının büyük fırtınalarına bugünden hazırlanmak!

Yukarıdaki temel gerçeği gözetmeyen her türlü “hazırlık” kendiliğindenlik girdabında boğulmaya ve bugünkü sınıf hareketimiz gerçeğinde de özel bir sonuç yaratmayan bir çaba olmaya mahkum kalacaktır. Solda son derece yaygın olan, kendiliğinden ortaya çıkan mücadele dinamiklerine büyük misyonlar yükleme, ama onların başta örgütlülük ve bilinç düzeyi olmak üzere sorun alanlarını çözmek için çok şey yapmama, bunun yerine hareketin kendi düzeyine takılıp kalma, onu kendi içinde değerlendirip aldığı sonuçların üst üste eklenerek kendiliğinden bir birikim yaratacağını düşünme yaklaşımı bize yabancıdır.

Yarının muhtemel daha büyük mücadelelerine hazırlanma görevi birtakım olasılıklar üzerinden yüksek politikalar ortaya atarak değil, somut olarak sınıfın örgütlülük düzeyi ve birikimini bugünden yükseltmeyi hedefleyen, uzun ve sancılı olmaya devam edeceği muhtemel olan bir yolu baştan göze alarak başarılabilir.

Sınıf devrimcilerinin yeni bir yükseliş döneminin işaretlerini nesnel olarak taşıyan Ocak-Şubat eylemlilik süreci ile yeterince ilişkilenemediği açıktır. Gerek mevcut güç tablomuz gerekse hareketin kendini ortaya koyduğu zeminler düşünüldüğünde, bunun anlaşılır yanları elbette vardır. Ancak süregiden siyasal ve toplumsal koşullar daha büyük mücadele süreçlerine gebe iken, eksiklik ve zayıflıklarımızı nesnel olguların arkasına sığınmadan bütün açıklığıyla ele alabilmek, yarının daha büyük ve sert mücadelelerine hazırlanmak için öncelikle yapılması gerekendir.

Basınımızda bugüne kadar değişik boyutlarıyla işlenen, son hareketliliğin aynasında tekrar ele alınması ise bir başka yazının konusu olabilecek bu başlıklarla ilgili genel planda söyleyebileceğimiz ilk husus şudur. Genel kural olarak, bu tür dönemlerde işçi hareketinin hangi alanlar üzerinden, hangi biçimlerde kendini ortaya koyabileceğini öngörmek zordur. Bunların somut sorun ve taleplere dayalı ani ve kısa süreli patlamalar biçiminde kendini ortaya koyması da muhtemeldir. Ama mesele sadece bir mücadelenin ortaya çıkması ve bunun kendi içinde ne sonuç yaratacağı değil, ortaya çıkan mücadele dinamiklerinin Türkiye işçi hareketini yıllardır içinde bulunduğu tablodan çıkarması olduğunda, öncelik verilmesi gereken ilk alan sınıfın mevcut örgütlülük düzeyinde bir gelişimin sağlanabilmesidir. Elbette her kendiliğinden yükseliş örgütlülük zeminlerinin güçlenmesi için nesnel imkanların gelişmesi manasına gelir. Ancak devrimci bir sınıf çalışması kendi hazırlığını bu tür kaçınılmaz patlamalar ve onların şekilleneceği olası alanlar üzerinden kuramaz.

Son süreçte çok daha dolaysız ve ağır biçimde hissedilen iktisadi kriz, mücadele dinamiklerini güçlendirmektedir. Yukarda işaret edilen tüm olumsuz sorunlara rağmen eylem ve örgütlenme isteğinde gözle görünür bir artıştan söz edilebilir.

Yalnızca Türkiye işçi hareketinin kendi gelişim seyrinin değil marksist teorinin de ortaya koyduğu, mücadelenin kendiliğinden yükselebileceği ama bilinç düzeyindeki gelişimin ancak örgütlülük planında yaşanacak gelişmede süreklilik ve birikim ile sağlayabileceğidir.

Yarının daha güçlü mücadelelerine hazırlığın en önemli başlığını, sınıf içinde kalıcı mevziler elde etmek ve bunları geliştirmek görevi oluşturmaktadır. Ortaya çıkabilecek her türlü imkân ve arayışı değerlendirmek koşuluyla sınıf çalışmamızın halen en çok yoğunlaşması gereken alan seçilmiş alanlara dönük fabrika çalışmaları olmaya devam etmektedir. Yaratılan büyük küçük hiçbir mevziye bugünkü sınırlar içine bakmamak, onları yarınki daha genel ve büyük mücadelelerin dayanakları olarak bugünden inşa etmek halen faaliyetimizin en önemli başlığıdır.


Üste