Logo
< Partide savaşçı militan kimliği güçlendirmenin önemi

Devrimci örgüt sorunu


TKİP III. Kongresi  tutanaklarından...

Devrimci örgüt sorunu

 

TKİP III. Kongresi’nin “Devrimci örgüt sorunu” başlıklı gündemine Cihan yoldaş tarafından yapılan sunuş konuşmasının başlangıç bölümüdür...

‘71 devrimci çıkışının ürünü olan ve Türkiye’de halkçı devrimci-demokratik geleneği başlatan siyasal gruplar daha baştan birer yeraltı örgütü olarak ortaya çıktılar. Ne var ki ciddi bir örgütsel pratik bir yana henüz sözü edilebilir bir örgütsel şekillenme olanağı bile bulamadan hızla tasfiye oldular. Onların bıraktığı miras üzerinden halkçı devrimci örgüt geleneği, asıl olarak ‘70’li yılların ikinci yarısının bir olgusu olarak şekillendi ve dönemin sonuna doğru gelişme sınırlarına vardı.

O dönemin siyasal grupları içinde örgütsel açıdan nispeten iyi durumda görünenlerden biri de TDKP idi. Biçim olarak, yapılanma bakımından demek istiyorum, iyi kötü bir örgütsel yapısı ve işleyişi vardı. Yukarıdan aşağıya merkez komitesi, il komiteleri, alt komiteler ve hücrelerden oluşan hiyerarşik bir yapı, işleyiş ve denetim vardı. Parti içi genelgeler çıkıyor, rapor mekanizması işliyordu. Biçimsel yönden devrimci örgütün bir dizi koşulu vardı. Gelgelelim TDKP’nin bu yapıya ve işleyişe genel çizgiyleriyle kavuştuğu bir gelişim evresinde, ortada henüz ne açık bir ideolojik çizgisi ve ne de bir programı vardı. Dahası harekete büyük bir ideolojik kafa karışıklığı hakimdi. Bu durumda, ‘71 Hareketi’nden devralınan genel devrimci söylemleri saymazsanız, pratikte devrimci örgüt devrimci çizgiyi öncelemişti.

Bu salt ona özgü bir durum da değildi. Geleneksel küçük-burjuva akımlarda devrimci örgüt pratiği açık bir ideolojik çizgiye ve programa dayanmıyor, tersine bunları önceliyordu. Devrimci örgüt genel devrimci konum ve kimliğin bir tür kendiliğinden pratik bir yansıması idi. Bu koşullarda ise sağlam, tutarlı ve kalıcı bir örgütsel yapı istense de kurulamazdı. Hele de küçük-burjuva bir sınıf zemini ve siyasal kültür temeli üzerinde... Nitekim 12 Eylül’ü izleyen hızlı çöküş ve dağılma bunun açık bir kanıtlanması oldu. Türkiye’de zamana ve zorlu koşullara dayanıklı bir devrimci örgüt pratiğine ulaşılamadığı açıkça görüldü.

 Oysa ikinci yarısı görkemli bir devrimci yükselişe sahne olan ‘70’li yıllarda, kalıcı ve zorlu dönemlere dayanaklı bir devrimci örgütlenme yaratabilmek için koşullar birçok bakımdan son derece uygundu. Zengin bir kadrosal güç, militan bir kitle hareketi zemini ve önemli bir kitle desteği sözkonusu idi. Devrim için hayatını adamaya hazır binlerce genç ve dinamik kadro vardı ve bunları kazanmak için öyle ciddi bir çaba harcamak da gerekmiyordu. Kadrosal güç siyasal yapıların adeta üzerine yığılıyordu ve bunu aynı kolaylıkla sağlanan kitle desteği tamamlıyordu. Böyle bir dönemin parti ve grupları buna rağmen ciddi ve kalıcı bir örgüt pratiği ve dolayısıyla geleneği yaratamadılar. Bunun nedenleri üzerine çok yönlü bir irdeleme yapılabilir, ama temeldeki neden, kendiliğindenci bir gelişimin ürünü olarak şekillenen küçük-burjuva ideolojik-sınıfsal kimlikti, buna kuşku yok.

12 Eylül yenilgisi ve tasfiyesini izleyen yeni dönemse, nesnel koşullar bakımından büyük dezavantajların ifadesi olsa da, öznel bakımdan geçmişin deneyimine sahip olmak gibi temel önemde avantajlar da sunuyordu. Kolay yenilgi paha biçilmez dersler, dolayısıyla her alanda yenilenme, bu temel üzerinde sağlam bir devrimci örgütsel yapı inşa etme olanağı anlamına geliyordu. Ama bunun esasa ilişkin bir anlamı ve işlevi olmadı, daha doğrusu olamadı. Zira tutucu küçük-burjuva akımlarda bu deneyimden devrimci doğrultuda yararlanabilme isteği ve yeteneği yoktu. Böylece bu en temel avantaj değerlendirilemedi. Tüm öteki koşullar ise zaten aleyhte idi. Kolay alınan ezici bir yenilgiden henüz çıkılmıştı ki bu kez dünyadaki ‘89 çöküşü geldi. ‘80’li yılların sonu ve ‘90 yılındaki umut verici kıpırdanmalara rağmen sosyal mücadele bakımından son derece kısır bir döneme girildiği daha sonra açığa çıktı. Bu, sol akımlar payına moral ve maddi beslenme kaynaklarının kısırlığı ile aynı anlama geliyordu. Kürt hareketinin atılımı ise, önce kısmen olumlu bir etki yaratsa da, çok geçmeden bir yandan kadrosal ve kitlesel beslenme kaynaklarını daha da sınırlayarak, öte yandan ideolojik yönden etkileyip bozarak, esası yönünden olumsuz bir rol oynadı.

Böylece, geçmiş deneyime rağmen, geçmişe göre son derece elverişsiz tarihi koşullarda, yeni dönem örgütleri var olmaya çalıştılar ve sonuçta bunu başaramadılar. Herşeye rağmen devrimcilikte ısrar edenler bir dönem için belli bir yere kadar geldiler, herkes kendini yeniden inşa etmek için iyi kötü bir irade ve çaba koydu ortaya. Bu çabanın sağladığı başarının tepe noktası ‘90’lı yılların ortası, daha somut olarak ‘95-‘96 yıllarıdır. 1 Mayıs kortejleri, Gazi Direnişi ve o dönemin zindan direnişi başarıları birbirini izleyince, halkçı demokrat küçük-burjuva akımlar nihayet düze çıktıklarını sandılar. Oysa bunun hemen sonrası sürekli bir çözülüş ve sonu gelmeyen bir tasfiye süreci oldu ve bu belli evrelerden geçerek bugüne dek sürdü.

Bu çözülüş başlangıçta etkili polis darbeleriyle gelmiştir. Devlet bunu çok bilinçli olarak yapmıştır. ‘90’ların ortasında devletin bir değerlendirmesi var; solun büyük bölümünün ılımlı bir çizgiye çekildiği, sınırlı bir bölümünün ise hala da radikalizmde direndiği üzerine bir değerlendirmedir bu. Bakıyoruz, bu değerlendirmenin arkası, devletin devrimci örgütlere sistemli bir saldırısıdır. Bu saldırının bir yönü sürekli örgüt operasyonlarıdır. Öteki yönü, buna paralel olarak zindanları devrimci kadro kaynağı olmaktan çıkarmak, bu çerçevede F tipi hücrelere geçiştir. Bugün 13-14 yılın ardından dönüp baktığımızda, devletin bunda büyük bir başarı sağladığını görüyoruz. Halkçı gelenekten gelen parti ve örgütlerdeki devrimci irade kırılması bunu anlatmaktadır. Devrimci örgüt geleneğinin terkedilmesi bunun ifadesidir.

Aynı dönemin siyasal süreçleri de ağır tasfiyeci etkiler yaratacak türdendi. Önce Susurluk, ardından çetelerden arınma manüplasyonu var. Sonrasında 28 Şubat var, bir başka büyük manüplasyondur; solun bir kesimi ile toplumsal muhalefetin yedeklenmesi sonucuna yolaçmıştır. AB süreci kolay demokrasi hayallerini bazı devrimci demokrat akımlar şahsında bile besleyebilen bir başka manüplasyondur. Bundan, ulaşmış bulunduğu sermaye birikimi düzeyinde burjuvazinin artık faşizme ihtiyacı duymadığı, bu nedenle AB süreci üzerinden demokrasiye yöneldiği türünden orijinal sonuçları çıkaran ve bunu da legal parti açılımlarına dayanak yapan gruplar olduğunu biliyoruz. Demokrasinin yolunu açan AB süreci hayallerini çok geçmeden bu kez İmralı teslimiyeti ve Kürt hareketinde devrimden köklü kopuş çizgisi izlemiştir. Kürt hareketine büyük devrimci misyonlar yükleyen kuyrukçu çevreler başta olmak üzere, bunun geleneksel sol üzerinde son derece yıkıcı etkileri olmuştur.

Birbirine eklemlenerek sürekli biçimde solda tasfiyeciliği besleyen bütün bu sürecin son bir önemli halkası ise, 3 Kasım 2002 seçimleri sürecinde Türkiye solunun büyük bir bölümünü içine alan parlamentarizm cereyanıdır. Bu cereyananın gücü ve etki alanı, kırk yıllık boykotçu akımların gelinen yerde bu aynı parlamentarist platforma savrulmasından ve legal parti açılımlarının yeni bir tasfiyeci eğilime dönüşmesinden de görülebilir. Buna devrimci örgüt sorununu bir yana bırakmanın eşlik ettiğini biliyoruz.

Bu aynı evre içerisinde kitle hareketi sürekli varlığına rağmen politik açıdan kısırdır, dolayısıyla verimi son derece sınırlıdır. Devrimci örgüt için zemin zayıftır, devrimci kadro kaynağı son derece kıttır. Bu arada devletin F tipi başarısı, yani zindanların devrimci kadro kaynağı olmaktan çıkarılması ve bunun bir moral yıkım ile birleştirilmesi vardır.

Bütün bunların ardından, gelinen yerde, Türkiye’de devrimci örgüt geleneği bitirilme noktasına getirilmiştir. Bu irade kırılmıştır. Bu konuda gerçekçi olmak ve devrimci örgüt alanındaki sorumluluklarımıza da bunun ışığında, kendimizden öteye bu geniş çerçeve üzerinden bakmak zorundayız. TKİP, Türkiye’de bu alanda bugüne kadar başarılamayanı başarmak, sağlam temelere dayalı ve tüm koşullara dayanıklı devrimci bir parti örgütünü sınıf hareketi ekseninde kurmak gibi bir büyük yükümlülükle yüzyüzedir.

Burjuva gericiliği devrimci örgüt geleneğini tasfiye etmek için çok özel ve sistemli bir çaba harcadı; zira devrimci örgüt zemini yaşadığı sürece siyasal akımların devrimci ideolojik eğilimlerini ve siyasal hedeflerini de iyi kötü koruyabildiklerini biliyordu. Bu zemini ortadan kaldırırsa ideolojik kırılmaların da kolaylaşacağı ve bunun devrimden kopmalara varacağı değerlendirmesi ile hareket etti sermaye devleti. Sonuçta gelişmeler yanılmadığını göstermiş oldu. Devrimci örgüt iradesinin kırılması hemen ardından ideolojik kırılmaları beraberinde getirdi. Devrimci halkçı geleneğin son temsilcilerinin gelinen yerdeki tablosu bunu açıkça göstermektedir.

Partimizin devrimci örgüt sorununda açık bir bilinci ve sağlam bir iradesi var, bu partimizin bu alandaki en büyük üstünlüğüdür. TKİP’liler olarak bizler, devrimci örgüt olmadı mı devrim iddiasının boş bir laf olmaktan öte bir anlam taşıyamayacağının tam olarak bilincindeyiz. Aynı şekilde, örgütsel açıdan düzenin icazet ve denetim alanına giren bir hareketin, devrime götürmek bir yana devrimci olarak bile kalamayacağının da...

Partimiz beynini ve örgütsel omurgasını her zaman devletin icazet ve denetim alanı dışında tutmalı, bunu başarmak kaydıyla ve bu temel üzerinde, legaliteden de her zaman en etkin bir şekilde yararlanmalıdır. Bunu başarırsa, bunu başarabilecek bir yapılanmaya ve çalışma tarzına ulaşırsa, uzun vadede bunun biricik güvencesi olabilecek olan bir sınıf-kitle zeminine oturursa, devrimci örgüt sorununu da böylece kalıcı bir biçimde çözmüş olur.

Devrimci illegal örgütsel temel ve faaliyet, devrimci bir legal çalışmanın da temel koşulu ve gerçek güvencesidir. Partimizin konuya ilişkin değerlendirmelerinde her zaman vurgulandığı gibi, devrimci illegalite ile devrimci legalite birbirini koşullayarak diyalektik bir bütünlük oluşturur. Bunları birbirinden kopardınız mı ikisini da sakatlamış, devrimci işlevi yönünden boşa çıkarmış olursunuz. Devrimci illegalitesi olmayan, bu stratejik temele dayanmayan bir legalite, düzenin icazet alanına girmek ve oportünist bir siyasal akım olarak bozulup yozlaşmak anlamına gelir yalnızca. Ama tersinden, devrimci legaliteyi kullanamayan bir illegalite de yaşam gücü, hele de gelişip serpilme olanağı bulamaz. Bir çeşit komplocu bir yapılanma olarak geçici bir dönem için belki var olabilir, ama hiçbir zaman uzun vadeli bir yapılanma olmayı başaramaz ve bir örgütsel kalıcılık sağlayamaz.

Öte yandan, aralarındaki bu kopmaz diyalektik ilişkiye rağmen, illegalite ile legalite hiçbir biçimde eşit konumda da değildirler. Biri ilkesel ve stratejik, oysa öteki pratik ve taktik niteliktedir. Stratejik olan esas ve belirleyicidir, taktik olansa kesin olarak stratejik olana tabidir, ona göre belirlenir, ona hizmet edecek biçimde ele alınır, ona hizmet ettiği sürece bir anlam taşır. Legalite-illegalite ilişkisinde stratejik olan illegalitedir, zira devrim amacına bağlanan, devrim stratejisinin zorunlu gereği olan odur. Legalite ise taktiğe ilişkin bir sorundur ve illegaliteye tabidir, ona bağlı olarak ele alınır, ona hizmet edecek şekilde kullanılır. Bu hiçbir biçimde devrimci legalitenin önemini azaltan değil, fakat yalnızca ikisi arasındaki ilişkiyi doğru kuran bir ele alıştır. İllegalite temeldir, legalite ise ona tabi ve onun hizmetindedir, sorunun özü, esası ve özeti budur.

Devrimci örgütün tasfiye olduğu bir durumda, legaliteyi devrimci bir tarzda ve devrimci amaçlara yönelik olarak kullanmanın herhangi bir olanağı da kalmaz. TDKP’nin ‘90’lı yıllardaki akibeti buna yakın yıllardan öğretici bir örnektir. Bu partiyi toprağa gömenler, legal parti hevesi ile ortaya çıktıklarında, hiç de illegal örgütü tümden tasfiye etmek amacında değildiler. Legal partiye rağmen illegal örgütü korumak iddiasında idiler. Proletarya partisinin legal sınırlar içerisinde varolabileceğini iddia etmek, bu ülkede tam bir siyasal özgürlük, örgütlenme özgürlüğü olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki, bu da en büyük sahtekarlıktır diyen yazılar da yayınlıyorlardı. Onlar, partinin merkezi karargahını ve örgütsel omurgasını koruyarak, legal bir parti ile legalitenin daha geniş bir kullanımını gerçekleştireceklerini iddia ediyor ve büyük ihtimalle de bunu umuyorlardı. Ama polis bu değerlendirmeyi ve niyeti gördü, toplu bir saldırıyla ortada illegal örgüt adına ne varsa tasfiye edip dağıttı. Bu da TDKP’nin kesin ölümü oldu. Onu yeniden diriltmek için herhangi bir girişim de yaşanmadı. Tasfiyeci sürüklenişin o aşamasında bu artık olanaklı da değildi. Legal parti olanağından yeraltı partisini koruyarak yararlanabileceklerini sananlar, daha işin başında legal partileriyle başbaşa kaldılar ve sonuçta bu durumu kabullenmekte fazlaca da zorlanmadılar. TDKP örneği devrimci örgütsel temel yitirilince devrimcilikten geriye hemen hiçbir şeyin kalmayacağının da açık ve somut bir kanıtlanmasıdır.

Devrimci örgüt sorununu çözmek, her şart altında ayakta kalabilen ve siyasal faaliyetini en ağır koşullarda bile kesintisiz olarak sürdürebilen illegal bir parti örgütü yaratabilmek demektir. Türkiye’de askeri darbeler sonrasında devrimci örgüt yapılanmalarının korunamadığını ve dolayısıyla devrimci siyasal faaliyetin kesintiye uğradığını biliyoruz. 12 Mart’tan sonra olduğu gibi 12 Eylül’den sonra da bu böyle oldu. İlkinin anlaşılır nedenleri vardı, zira bu dönemin devrimci örgütleri bir ilk çıkışın henüz filiz halindeki ilk örnekleri idiler. Fakat kitlesel bir devrimci yükselişin verimli toprağında gelişip serpilme olanağı bulanların 12 Eylül’ü izleyen haftalar ve aylar içindeki kolay çöküşü için bu söylenemez. Bu olgu sözkonusu parti ve örgütlerin ideolojik, örgütsel ve sınıfsal bakımdan yapısal zayıflıklarının bir göstegesi oldu ve Türkiye’de devrimci örgüt sorununun çözülemediğini gösterdi.

Devrimci örgüt sorununa bütün bunların ışığında bakmalı, kapsamını ve çözümünü bu çerçevede ele almalıyız. Sorunun temel önemde olduğunu, stratejik bir nitelik taşıdığını, devrimci açıdan bir ölüm-kalım sorunu olduğunu asla unutmamalıyız. Türkiye solunun yakın geçmiş deneyimlerinden bu açıdan çıkarılması gereken dersleri çıkarmayı sürdürmeli, özellikle de dünkü devrimci yapıların bügünkü akibetinden çok şey öğrenmeliyiz.

 (...)