Logo
< Politik gençlik hareketi geleneği

Greif Direnişi’nin deneyimleri ve dersleri


12 Eylül sonrasının en sarsıcı direnişiGreif işçileri 10 Şubat’ta, sendika bürokrasisinin yasal-icazetçi çizgisine hayır diyerek, taşeron sistemine karşı fiili meşru mücadele bayrağını yükselttiler. 60. gününde polis saldırısıyla sona eren bu militan işgal eylemiyle, sınıf hareketinin gelişimi açısından son derece önemli bir ileri direniş mevzisi yarattılar.

Sadece devletin ve kapitalist patronların değil, onlarla kirli bir işbirliğine imza atan sendika bürokratlarının saldırıları ile de yüzyüze kalan, daha da önemlisi büyük ölçüde yalnız bırakılan bu sarsıcı direniş, buna rağmen, devrimci bir önderliğe sahip olmanın imkanlarından, taban inisiyatifine dayalı örgütlülüğünden, eylemli çizgide süren fiili meşru mücadelesinden aldığı güçle yolunu yürümeyi başardı. Tümüyle yeni ve onur verici bir pratik sergileyerek, yıllardır dayandığı eşiği aşamayan sınıf hareketine tutulması gereken yolu gösterdi.

Dersleri ve deneyimleri ile sınıf hareketi cephesinde yeni bir döneme damgasını vuracak olan bu örgütlü ve uzun soluklu direniş, “somut kazanım” elde edememiş olsa da, şimdiden geleceğe yol gösteren tarihsel önemde kazanımlarıyla, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde bir kilometre taşı olarak yerini almış bulunmaktadır. 12 Eylül sonrası bütün bir dönemin en etkili ve sarsıcı direnişi olarak, mücadeleye yönelecek işçilerin yolunu aydınlatacak, böylece devrimci sınıf hareketinin gelişiminde apayrı bir rol oynayacaktır.

Yol açıcı bir mücadele çizgisi ve pratiği

Türkiye’de işçiler yıllardır hareketlilik içerisindeler. Ancak, Zonguldak ve TEKEL gibi önemli direnişlere rağmen, sınıf hareketi bir türlü içine sıkıştığı cendereyi parçalamayı, daha ileri bir mecraya akmayı başaramadı. Devrimci bir önderlikten yoksun olan bu direnişler, önlerine çıkan engelleri, özellikle de sendikal bürokratik barikatı aşamadıkları ölçüde, sınıf hareketinin önünü açma rolünü de oynayamadılar.

Bu açıdan Greif Direnişi tümüyle ayrı bir yerde durmaktadır. Kuşkusuz, kendisinden önceki direnişlerin bir devamı fakat aynı zamanda onların sıçramalı biçimde aşılmasıdır. Geçmiş direnişlerin birikimi, deneyim ve dersleri üzerinde yükselmiş, bu sayede yolunu kesen engellere karşı kararlı bir mücadele yürütmüştür. Sermaye sınıfının dünya ölçüsünde çok temelli bir saldırısı olan taşeron sistemine meydan okuyarak ve sendika bürokrasisinin dayattığı yasallık çıkmazını parçalayıp atarak, sınıf bilinçli öncü işçilerin önderliğinde fiili meşru mücadele yolunu tutmuş, böylece sınıf hareketinin yaşadığı kısır döngünün nasıl aşılabileceğinin yolunu göstermiştir. İhtiyaç duyduğu desteği alamaması ve sendikal bürokrasinin kaba ihaneti nedeniyle “maddi kazanımlar” elde edemese de, sınıf hareketinin daha ileri bir çizgiye nasıl taşınabileceğini somut pratiği üzerinden ortaya koyarak, tarihsel değerde öncü bir rol oynamıştır.

Sınıflar mücadelesinde aslolan sınırlı “maddi kazanımlar” değil, sınıf hareketini ileriye taşıyabilecek politik ve moral kazanımlardır. Greif’in direnişçi işçileri “maddi kazanım” adı altında önlerine atılan “kırıntıları” reddetmişler, sendikal bürokrasiyi aşarak, taşeron sistemine karşı cüretli bir mücadele pratiği sergilemişler, böylece sınıf hareketinde tarihi önemde bir çığır açmışlardır.

Bugüne kadar sınıf hareketinin en büyük açmazı, sendika bürokrasisinin denetimini aşamayarak, en iyi durumda bile son derece sınırlı ekonomik kazanımların ötesine geçemeyen bir mücadele anlayışına teslimiyet olmuştur. Devrimci önderlikten yoksunluk nedeniyle en ileri direnişler bile politik mecraya yönelmeyi başaramamış, tam da bu nedenle az-çok tutarlı bir hak ya da ücret mücadelesi dahi yürütülememiştir. 12 Eylül’den bugüne, sermayenin sınıfı örgütsüzleştirme saldırılarına karşı durma güç ve iradesinden yoksun, yasal-icazetçi çizgiyi her geçen gün biraz daha derinleştiren sendikal reformizmin ilerici kimliği alabildiğine aşınmış, sarı sendikalarla ayrım çizgileri silikleşmiştir. Böylece sınıf hareketi “kırıntılar” elde etmenin ötesine geçemeyen en geri bir mücadele çizgisine mahkum edilmiştir.

Tüm bu açılardan Greif Direnişi sınıf hareketinde gerçek bir kopuşu temsil etmektedir. Devrimci sınıf bakış açısının yön verdiği fiili meşru mücadelesi ve direniş çizgisiyle, şiarları ve talepleriyle, normları ve değerleriyle, sendikal bürokrasiye karşı kararlı ve tok mücadelesiyle Greif, sınıf hareketinin yıllardır içine sıkışmış bulunduğu cendereyi parçalayıp atan bir rol oynamıştır. Bundan böyle devrimci bir işçi hareketinin gelişimi Greif’in gösterdiği yolun tutulmasıyla sıkı sıkıya bağlantılı olacaktır.

Taşeron düzenine karşı kararlılıkla
yükseltilen bir mücadele bayrağı!

Greif, taşeron sisteminin hüküm sürdüğü büyük bir Amerikan tekelidir. Yasal planda taşeron uygulamasının yasak olduğu temel üretim birimlerinde dahi taşeronlaştırmaya gidilmiş, böylece yoğun ve keyfi bir sömürüyle karlarına kar katma olanağının yanısıra işçilerin birleşik örgütlü mücadelesinin önüne engeller dikilmiştir.

Dünya ölçüsünde uygulanan taşeron sistemi son birkaç onyıldır işçi sınıfı hareketini felç eden çok önemli bir saldırıdır. İşçi sınıfının örgütlenmesinin önündeki en temel engellerden biridir. İşçi sınıfının gücü üretimde tuttuğu yerden, bu zeminde örgütlenme yeteneğinden, bunun sağladığı disiplinden gelmektedir. Taşeron sistemi buna vurulmuş büyük bir darbe, işçilerin elini-kolunu bağlayan bir prangadır. Bu pranga kırılamadığı sürece işçi hareketinin örgütlü birliğini sağlamak mümkün değildir.

Bu saldırı sayesinde kapitalist patronlar işçi sınıfını bölüp parçalamakta, varolan sendikal örgütlenmeleri tasfiye etmekte, tüm zorluklarına karşın sendikal örgütlenme gerçekleşse bile, bünyesindeki taşeron işçiler sayesinde, üretimden gelen gücün kullanılması demek olan grevi işe yarar bir mücadele silahı olmaktan çıkarma imkanı bulmaktadırlar. Nitekim Greif de geçmişte sendikal örgütlülüğün olduğu bir fabrikadır. Sonraki yıllarda üretimde taşeronlaşmaya başvurulmuş, taşeron işçilerinin ağırlık kazanması sayesinde sendikal örgütlülük tasfiye edilmiştir.

Bunun içindir ki, Greif işçileri toplusözleşme masasına oturur oturmaz, öncelikle taşeron uygulamasını hedef almışlardır. Toplusözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine, “yasal prosedür”ü beklemeden doğrudan işgal yolunu tutmalarının gerisinde bu taşeron düzeni yatmaktadır. Greif’in bünyesinde 44 taşeron şirket yeralmakta, ortalama 20 işçiye bir taşeron şirket düşmektedir. “Yasal prosedüre uymak”, 1350 işçinin çalıştığı iki fabrikada yalnızca 228 kadrolu işçi ile greve çıkmak anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla Greif’te, kadrolu-taşeron ayrımı gözetmeksizin fabrikayı toplu olarak işgal etmeden, yasaları aşarak fiili meşru mücadeleye başvurmadan, üretimden gelen gücü kullanmanın bir yolu yoktu. Bundan dolayıdır ki Greif işçileri, sendika bürokratlarının kendilerine dayatmaya çalıştığı yasallık çıkmazını, aylar sonra 228 işçi ile başlayacak etkisiz bir grevi reddetmişler, bedel ödemeyi göze alarak toplu işgal eylemini başlatmışlardır.
Greif direnişçilerinin “kırmızı çizgi” olarak tanımladıkları üç temel talebinin en önceliklisi, fabrikada taşeron sisteminin son bulması olmuştur. Sendikal örgütlenmeyi başaran kadrolu işçiler taşeronda çalışan sınıf kardeşlerinin sorunlarını kendi sorunları olarak görmüşler, tüm zorluklarına karşın onları örgütlemeye yönelmişler ve mücadeleye çekmeyi başarmışlardır. Toplusözleşme masasında verilen yalnızca “üç kuruşa beş kuruş ekleme” mücadelesi olmamıştır. Grief direnişçileri döne döne, ücret vb. konularda esneyebileceklerini, fakat taşeronun kaldırılmasının “olmazsa olmaz” istemleri olduğunu açıklamışlardır.

Greif direnişçileri büyük bir dayanışma ruhuyla taşeron sistemine karşı mücadele bayrağını yükselterek, bunun için fiili grev yolunu tutarak, bu ülkede “yapılamaz” denileni yapmışlardır.

Elbette, dünya ölçüsünde bir saldırı olan taşeronluğun bir sistem olarak ortadan kaldırılması Greif Direnişini aşıyordu. Ancak Greif’te başarılması, açılan yol üzerinden taşeronluğun Greifler’den defedilmesini hızlandıracak, sınıf hareketine de sendikal harekete de büyük bir soluk aldıracaktı. Çok önemli bu direniş mevzisi sendikal ihanet eliyle boşa çıkarılmış olsa da, Greif işçileri öncü bir rol oynayarak, sınıf hareketinin yaşadığı kısır döngünün nereden ve nasıl aşılabileceğini, bunun için nasıl bir mücadele çizgisi izlenmesi gerektiğini göstermişlerdir. Sendikal bürokrasiye tabiyeti yıkarak, kırıntıları reddederek, fiili bir grevle taşeron düzenini hedef alan, sınıf bilincinin ve dayanışma ruhunun gelişimini sağlayan bir mücadele anlayışı ve çizgisi, sınıf hareketi açısından paha biçilmez bir kazanımdır.

Taban inisiyatifine ve işçi demokrasisine
dayalı güçlü bir iç örgütlülük!

Greif’te sendika bürokratlarının lafta savunduğu ve karşısına her çıkışında boğmaya çalıştığı bir taban örgütlülüğü ve işçi demokrasisi hayat bulmuştur. Direnişin sınıf hareketi için en büyük kazanımlarından biri de bu olmuştur. Sendika bürokratlarının yaptığı gibi kapalı kapıların ardında değil, tümüyle kamuoyuna ve işçilere açık bir biçimde, taban inisiyatifine dayalı bir demokratik süreç işlemiştir.

Greif’te gerçekleştirilen, üye yapmanın ötesine geçemeyen bir sendikal örgütlenme faaliyeti değildir. Bir yılı aşkın bir süre boyunca yoğun bir emek harcanarak, ileri bir örgütlü mevzi yaratılmıştır. Düzenli eğitim çalışmaları ve toplantılarla ilerletilen bu süreç sayesinde taban inisiyatifi açığa çıkarılabilmiş, bölüm komiteleri oluşturulmuştur. Toplusözleşme taslağı tüm işçiler tarafından tartışılarak hazırlanmış, kapitalist patronlarla pazarlık sendika bürokratlarına bırakılmamıştır.

İşgal kararını alan ve Greif’i “direnişin kalesi” haline getiren de taban inisiyatifine dayalı bu örgütlülük olmuştur. Örgütlülük direniş sürecinde daha da pekiştirilmiş,14 bölüm komitesi üzerinden demokratik bir işleyiş hayata geçirilmiştir. Fabrika komiteleri ile alt komiteler düzenli olarak toplanmış, yanısıra tüm işçilerin katıldığı genel toplantılar gerçekleştirilerek, bütün önemli kararlar bu toplantılarda açık oylama ile alınmıştır.

İki ay boyunca eylemli bir çizgide sürecin ilerletilebilmesinin gerisinde de, direniş içinde daha da güçlenen bu taban inisiyatifi vardır. İşçilerin bu sayede nasıl direnişin özneleri haline geldiklerini görebilmek için, gerçekleşen eylem ve etkinliklere bakmak yeterlidir. Süreç boyunca dışa vuran mücadele coşkusu ve direnme kararlılığı, gücünü örgütlülüğünden almıştır.

Taban örgütlülüğüne dayalı gerçek bir işçi demokrasisinin, yani doğrudan demokrasinin hayata geçirilmesi, Greif Direnişinin en güçlü yanlarından biridir ve bu yönüyle de Greif bir ilktir!

Direniş sürecine yön veren, kendinden menkul bir işçi komitesi değildir. Tabandaki işçilerden yetki alan bu komite, gerçek bir demokratik işleyiş zemininde hareket etmiştir. Seçilmiş komite olarak yetkilendirilmeleri, kendi başlarına karar alma ayrıcalığına sahip oldukları anlamına gelmemektedir. Alınan tüm kararlarlar tabanda tartışılmış, ikna olmayan komiteler varsa, üst komite ayrıca sözkonusu komite/komiteler ile toplantılar yaparak, sorunu yeniden tartışarak, tüm işçilerin direniş sürecinin özneleri olarak hareket edebilmelerini sağlamıştır.
Sadece bölümler temelinde alt komiteler değil, yanısıra direnişin ihtiyaçları üzerinden oluşturulan komiteler ve komisyonlarla da işlevsel bir işbölümü hayata geçirilmiştir. Her açıdan örgütlülük, fabrikaya uğrayan herkesin açıkça gözlemleyebildikleri ve altını çizdikleri bir olgu olmuştur.

Bu işleyişin kendisi sendikal bir yapının/örgütlenmenin nasıl olması gerektiğine de açıklık getirmiştir. Bizzat fabrika zemininde kendini vareden, örgütlü taban iradesine/demokratik işleyişe dayalı devrimci sendikal örgütlenme modeli, Greif pratiği ile ete-kemiğe bürünmüştür.

Eylemli bir direniş çizgisi!

Direnişin direniş fabrikasına hapsedilmemiş olması, onun bir diğer önemli üstünlüğüdür. Direniş başından sonuna eylemli bir çizgide sürmüştür.

Direnişi kendi havzasına yaymak, karşı yakaya yaymak, kentin gündemine sokmak için birçok eylemlilik, ziyaret, basın açıklaması vb. gerçekleştirilmiş, sürmekte olan ve patlak veren direnişlerle ilişki kurulmuştur. Kentin değişik yerlerinde standlar açılmış, imza kampanyası örgütlenmiş, bildiriler dağıtılmıştır. Greif'in diğer fabrikalarının önü eylem alanları haline getirilmiş, Sultanbeyli'deki fabrikaya girilerek üretim durdurulmuş, işçilerin bir kısmı sendikaya üye yapılmıştır. Birçok kez DİSK merkezine, DİSK Tekstil'e gidilmiş, basın açıklamaları yapılmıştır. Heyetler halinde diğer kentlerde sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ziyaret edilmiş, direnişin sahiplenilmesi için etkin bir çaba harcanmıştır. Yanı sıra fabrikada politik içerikli etkinlikler gerçekleştirilmiştir.

Fabrikaya hapsedilmiş pasif bir grev yerine eylemli bir direniş çizgisi, bir Greif kriteri olarak yeni dönemin işçi direnişlerine yol gösterecektir.

Her açıdan eğitici bir eylemlilik süreci

İşgal eylemi, dayanışma ruhunun ve sadece kendimiz için değil sınıfımız için direniyoruz bilincinin gelişiminde çok önemli bir rol oynamıştır.

Ağır çalışma koşulları ve taşeron sisteminin bölüp parçalayan karakterinden dolayı birbirlerinin isimlerini dahi bilmeyen işçiler direniş süreci boyunca her açıdan gerçek bir paylaşımı yaşamışlardır. Direnişin estirdiği temiz hava ilişkileri de derinden etkilemiş, kolektif yaşam büyük bir başarıyla örgütlenmişt, görev ve sorumluluklar tam bir disiplinle omuzlanmıştır. Dinsel gerici ve şoven milliyeçi ideolojini

etkileri, bu çerçevede önyargılar vb. de bu süreçte geri planda kalmıştır. Değişik kültürlerden, milliyetlerden ve mezheplerden kadın ve erkek işçiler mücadele içinde gerçek bir kaynaşmayı ve kardeşleşmeyi yaşamışlardır. Direniş alanında Kürtçe ezgilerle halaylar çekilmiş, horonlar tepilmiş, bunlar en ufak bir sorun yaratmamıştır.

Mücadele kadın ve erkeği de eşitlemiş, kadının ezilmişliğinden gelen edilgen kimlik ve özgüven sorunu hızla aşılmıştır. Kadın işçiler, sayılarının azlığına karşın, etkin bir biçimde ve büyük bir kararlılıkla en ön saflarda mücadeleye atılmışlardır. Sosyal mücadelenin değiştirici ve dönüştürücü gücünü en iyi kadın işçiler üzerinden gözlemlemek mümkündür. Greif Direnişi’nin başarılarından biri de bu olmuştur.

“Kırıntıları” reddeden bir mücadele çizgisi!

Sendika bürokratlarının bugüne kadar işçilerin direniş yolunu tutmasını engellemek için ileri sürdükleri kirli söylemlerden biri, “fabrika kapanır, işsiz kalırsınız!” olmuştur. İç örgütlülüğü zayıf olan Dudullu’da bu söylem kullanılarak açıkça grev kırıcılığı yapılmıştır.

İşte Greif’te boşa çıkarılan bu olmuştur. Greif'in direnişçi işçileri, biz işimizi kaybetsek de mücadeleyi sonuna kadar götüreceğiz demişlerdir. Sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyinde bunu söyleyebilecek bir mücadele ruhunun kazanılabilmiş olması son derece önemlidir. Sendika bürokratlarının binbir yolla öldürmeye çalıştıkları işte tam da bu ruhtur.

vcut sendikal düzenin sürebilmesi için yıllardır sendika bürokratları tarafından işçi sınıfına dayatılan, “direne direne kazanma“ değil “dilene dilene kırıntı elde etme” çizgisidir. İşçileri “kırıntılara razı etme” misyonu üstlenen asalak bürokrat takımı, Greif’te de bunu yapmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Toplusözleşme görüşmelerinde, sendikal örgütlenmeyi başaran kadrolu işçilere, taşeron sorununa dokunmamak kaydıyla, ücret, ikramiye vb. konularda ileri sürülen taleplerin karşılanabileceği söylenmiş, bu “rüşvet” net bir tutumla reddedilmiş, öncelikli “kırmızı çizgi”den hiçbir taviz verilmemiştir.

Büyük bir kararlılıkla sürdürülen bu mücadele çizgisi, sınıf hareketi açısından başlı başına bir kazanımdır. Zira, bugün işçi hareketinin en öncelikli ihtiyacı, “üç kuruşa beş kuruş ekleme”nin ötesine geçen bir mücadele yolunun tutulabilmesidir. Greif Direnişi, sınıfın örgütlü birliğinin önündeki en önemli engel olan taşeron sistemini hedef alarak, böyle bir mücadelenin öncülüğünü yapmıştır.

Greif’in sınıf bilinçli öncü işçileri
ve devrimci sınıf çizgisi

Greif Direnişi, zaman zaman yaşanan çıkışlara rağmen yıllardır bir türlü gelip dayandığı eşiği aşmayı başaramayan sınıfı hareketi için buzun kırılıp yolun açılması olmuştur. Greif fabrikası gerçekten de “direnişin kalesi” haline getirilmiş, 60 gün süren işgal sürecinde her açıdan örnek ve yaratıcı bir pratik sergilenmiştir. Bu başarıyı herşeyden önce, gerisindeki devrimci iradeye, işçi tabanına büyük bir güven veren sınıf bilinçli öncü işçilere sahip olmasına borçludur.

İşgale varan sürecin örgütlenmesinde, sınıf mücadelesinin yasaları ve sendika bürokrasisi gerçekliği konusunda açık bir bilince sahip olan devrimci öncüler önemli bir rol oynamışlardır. Düzenin gerici ideolojileri ile kuşatılmış bir işçi kitlesini ileri bir direniş pratiğine çekmeyi başarabilmişlerdir.

Uzun bir ön hazırlığa dayalı sendikal örgütlenme sürecinin başarıyla tamamlanması ve işgale giden sürecin örgütlenmesi tümüyle Greif’in sınıf bilinçli öncü işçilerinin ve sınıf devrimcilerinin emeğinin ürünüdür. Bugüne dek yaşananlardan farklı olarak, işçileri sendikaya üye yapmanın ötesine geçebilen, onların sınıf bilincini geliştirmeyi hedefleyen bir örgütlenme faaliyeti yürütülmüştür. Böylece, sınıf hareketinin bugünkü düzeyi düşünüldüğünde, herkesi şaşkınlığa düşüren ileri bir örgütlü mevzi yaratılmıştır.

Devrimci sınıf çizgisinin gerekleri doğrultusunda hareket eden öncü işçiler, bütün bir örgütlenme süreci boyunca taban iradesini açığa çıkartma çabası içinde olmuşlardır. Toplusözleşme sürecinin muhtemel gelişme seyri tüm işçilerle tartışılmış ve alınacak tutum önden belirlenmiştir. Bu sayede, mücadeleyi etkisiz ve sonuçsuz yasal süreç çıkmazına sürmeye çalışan sendika bürokratlarının karşısına son derece net ve kararlı bir tutumla çıkılabilmiştir.

Dolayısıyla işgal eylemi, kendiliğinden bir öfke patlamasının değil, taban inisiyatifinin açığa çıkarılması üzerinden adım adım örülen bilinçli bir sürecin ürünüdür. Değişik çevreler tarafından Greif işçilerinin övülen örgütlülüğünün gerisinde bu yönlendirici öncü irade vardır. Bugüne dek gerçekleşen işçi direnişlerinin en büyük açmazı bu alandaki zayıflıktır. Sınıf bakış açısının yönlendiriciliğinden yoksun tüm direnişler önüne çıkan engelleri aşmayı başaramamışlardır. Tüm toplumun gündemine oturan ve son derece güçlü bir destek bulan TEKEL direnişi, sendika bürokratlarının marifetiyle bitirilebilmiştir. Pek çok direnişte, sendikal ihanete karşı tutum ancak iş işten geçtikten sonra alınabilmiştir.

Greif Direnişi bu açıdan apayrı bir yerde durmaktadır. Greif’teki örgütlenme sürecine ve direnişe yön veren sınıf bakışaçısı, aynı anlama gelmek üzere devrimci sınıf çizgisidir. Greif’in genç öncü işçileri, tüm deneyimsizliklerine rağmen, bu bakışaçısını içselleştirmekten aldıkları güçle direnişi ileriye taşıma başarısı göstermişlerdir. Bu sayede sendikal bürokrasinin karşısına örgütlü bir sınıf bölüğü olarak çıkabilmişlerdir. Daha ilk adımda yüzünü gösteren sendikal ihaneti etkisizleştirmek, DİSK yönetimine tutum aldırmak için anlamlı bir pratik sergilemişlerdir. Sendika sitesine konulan iki açıklama Greif işçilerinin basıncıyla geri çektirilmiş, ardından sendika bürokratları, sözde de kalsa, direnişe sahip çıktıklarını belirten açıklamalar yapmak zorunda kalmışlardır. 39. günde gerçekleşen sendika işgalinde, direnişçi işçileri kovan, sendikadan istifa edin diyen, polis çağırmaya kadar varan gerici rezil tutum, “sendika biziz” kararlılığıyla göğüslenmiş ve sonuçta sendika ağalarına geri adım attırılmıştır.
Öte yandan, sendikanın ve DİSK’in direnişi sahiplenmeyen tutumuna rağmen sekter bir yaklaşımdan uzak duran öncü işçiler, sürekli olarak DİSK’i DİSK yapan mücadele değerlerine işaret etmişler, bu çerçevede sendika bürokratlarına görev ve sorumluluklarına sahip çıkma çağrısı yapmışlardır. Bütün bir direniş boyunca öncüleri şahsında sergilenen esnek fakat aynı ölçüde de ilkeli, tok ve kararlı duruşa yön veren de devrimci sınıf çizgisi olmuştur.

Güçler dengesindeki eşitsizlik!

Sadece kurulu düzenin değil, mevcut sendikal düzenin çizdiği sınırları da reddeden Greif direnişçileri, güçler dengesi açısından son derece eşitsiz koşullarda direniş bayrağını yükseklerde tutma mücadelesi vermişlerdir.

Elbette Greif Direnişi’nin de, sınıf hareketinde bir ilk öncü çıkış olarak zayıflıkları, yetersizlikleri, öngörü planında zaafiyetleri vb. olmuştur. Fakat bunlar direnişin sonucunu etkileyecek türden zayıflıklar değildir. Temelde güçler dengesindeki eşitsizlik sürecin seyrini belirlemiştir. Sendikal ihanetin bu denli pervasız bir biçimde gerçekleşebilmesi bununla doğrudan bağlantılıdır.

Kavel ruhunun bugüne taşınması demek olan Greif Direnişi, tam da bundan dolayı toplumun çok değişik kesimlerinin anlamlı bir desteğini alsa da, Kavel’den farklı olarak, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve sol hareketin ağırlıklı bir kesimi tarafından sahiplenilmemiştir. Greif işçileri bütün bir işgal süreci boyunca direnişin dayanaklarını büyütebilmek için büyük bir çaba harcamışlar, bu açıdan da örnek bir pratik sergilemişler, ancak soldan ve sendikal hareketten ihtiyaç duydukları desteği alamamışlardır. Greif kapitalistine ve her adımda kendini ortaya koyan sendikal ihanete karşı verdikleri mücadelede yalnız bırakılmışlardır. Operasyonu öncesinde direniş mevzisini birlikte savunma çağrıları yanıtsız kalmış, operasyon sonrasında direnişteki Kumport işçileri dışında tek bir örgütlü sınıf bölüğü tarafından destek verilmemiştir. Sol hareket ise genelde web sitelerinde operasyon haberini vermenin ötesinde (ki bu kadarını tüm burjuva basını da yapmıştır!) kılını dahi kıpırdatmamıştır.

Greif direnişçileri fazlasıyla hak ettikleri desteği alabilmiş olsalardı, sendikal ihaneti boşa çıkarma imkanlarına sahiplerdi. Bunun olmadığı koşullarda, kendi güç ve olanakları ile direnişi kararlılıkla sürdürmüşlerdir. Greif kapitalisti ile sendika bürokratlarının işbirliği içinde hazırladıkları tüm tuzaklara ve kirli oyunlara rağmen teslimiyeti reddetmişlerdir. İşgal eylemi ancak binlerce polisin katıldığı bir operasyonla sona erdirilebilmiştir.

Sonuçta, güçler dengesi açısından son derece eşitsiz koşullarda süren bu savaşımın sonucu bir yenilgi değil, işçi hareketi için son derece önemli kazanımların elde edilmesi olmuştur. Taşeron düzenine karşı bedel ödemeyi göze alan fiili-meşru mücadele çizgisiyle, taban inisiyatifine dayalı örgütlülüğüyle, talepleri ve şiarlarıyla, dayanışma ruhu ve bilinciyle, bütün bir direnişi eylemli bir süreç olarak örgütlemesiyle, Greif’in diğer fabrikalarına yönelik müdahaleleriyle, kendi güç ve imkanlarıyla direnişi ileri taşıma başarısıyla, sendika bürokrasisine karşı ilkeli ve net tutumuyla, oluşturduğu değer ve normlarıyla Greif Direnişi, son derece yüz ağartıcı ve yol açıcı bir militan işçi eylemi olarak, sınıf hareketinin devrimci gelişiminde çok önemli bir rol oynayacaktır.

Sendikal ihanet ve ona güç verenler!

Greif işçileri sadece taşeron düzenine değil, mevcut sendikal düzenin en soysuz temsilcilerine karşı da mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu zorlu direniş sürecinde önlerine en büyük barikat, bünyesinde örgütlendikleri DİSK Tekstil Sendikasının iliklerine kadar çürümüş satılık bürokratları tarafından kurulmuştur.

Toplusözleşme görüşmelerinde son derece rezil bir tutum sergileyen, taşeron sistemini hedefledikleri için işçileri hayalcilikle suçlayan DİSK Tekstil’in tepesindeki ihanet çetesi, daha ilk adımda direnişin karşısına geçmiştir. Greif işçileri hazırladıkları toplusözleşme taslağını sadece Greif patronuna karşı değil, onun sözcülüğünü yapan sendika patronlarına karşı da savunmak zorunda kalmışlardır. Bu hainler kendilerine rağmen başlayan direnişi kırabilmek için en iğrenç yol ve yöntemlere başvurmuşlardır. Taşeron işçilerle üretimi sürdürme provokasyonunda rol almışlar, karakteri zayıf işçileri kullanarak, geri bilinçli işçileri korkutarak işçilerin birliğini bölmeye çalışmışlardır. Direniş karşısındaki tutumları nedeniyle ucu görünmüş olan ihaneti engellemek için sendika binasında “grev nöbeti” tutan işçileri kovmak için polis çağıracak kadar bayağılaşabilmişlerdir. Sendikal örgütlenmede önemli bir rol oynayan, direnişin örgütleyicilerinden biri olan DİSK Tekstil bölge temsilcisini işten atmışlardır, vb...

10 Nisan’daki polis saldırısını olanaklı kılan da, bu satılmış çetenin Greif ’in kapitalist patronu ile işbirliği halinde hareket etmesi olmuştur. Greif kapitalistinin eylemin “yasadışı işgal” olduğu gerekçesiyle açtığı davada, sendikanın bu eylemi desteklemediği, kendilerinin bilgisi dışında işgalin başlatıldığı, dahası işgal eylemini gerçekleştirenlerin sendika ile bir ilgisi olmadığı doğrultusunda ifade vererek, mahkemenin “yasadışı eylem” kararı vermesini sağlamışlardır. Aynı süreçte işçilerin reddettikleri bir protokolün altına da imza atarak, polis operasyonu için gereken zemini hazırlamışlardır. Bununla da kalmamışlar, yine işçilerin iradesini hiçe sayarak, yasal grev sürecinin başlayacağı bir aşamada satış sözleşmesini imzalamışlardır.

Rıdvan Budak çetesinin kaba bir işbirliği ile böylesine önemli bir direnişi satabilmesinde, bu ihanete tutum alınmaması ve direnişin yalnız bırakılması çok önemli bir rol oynamıştır. Bu hainler en büyük gücü buradan almışlardır. Kapitalist patronlarla kolkola direnişi kırma çabaları, “devrimci” yaftası taşıyan sol güçlerin önemli bir kesimi ile sendikalar tarafından lafta bile olsun herhangi bir tepkinin konusu olmamış, bu işbirlikçi çeteye karşı yürütülen mücadele bilinçli bir tutumla sahiplenilmemiştir.

Böylece Greif Direnişi, sendikal bürokrasinin yaşamakta olduğu çürümenin boyutlarına, gerçek konumuna ve kimliğine tutulan bir ayna olmuştur.

Gerçek hesaplaşma yeni başlamıştır!

Bu ihanetin zamanla unutulacağını sananlar çok yanılmaktadırlar. Greif, sendika bürokrasisi ile gerçek bir hesaplaşmanın başlatıldığı bir direniş olarak da sınıf hareketinin yeni dönemine damgasını vuracaktır.

Sendikal ihanet boşa çıkarılamamış olsa da, Greif Direnişi çürümüş bürokrasi karşısında çaresiz kalmamıştır. Sürecin her aşamasında ilkeli ve tok bir tutum sergilenmiş, hiçbir dayatma ve kirli oyuna boyun eğilmemiş, onur verici bir direniş çizgisi izlenmiştir. İşgal eyleminin polis operasyonuyla kırılmasını sağlamak dışında bir yol bulamayan, bunun gereklerini yerine getiren hain çete, böylece sınıf işbirlikçisi satılık konum ve kimliğini tüm açıklığıyla ortaya sermek zorunda kalmıştır.

Sadece işçilerden kesilen aidatlarla değil, kapitalist patronlara verdikleri hizmetlerin karşılığını kapalı kapılar arkasında alarak da saltanat süren bu hainler güruhu dolaysız olarak burjuvaziye hizmet etmekte, onun sınıf hareketi saflarındaki ajanları olarak iş görmektedirler. Kapitalist patronlarla kolkola girerek direnen işçilerin önüne gerici barikatlar kuran, ihanetleri tescillenmiş olan bu işçi satıcıları, işledikleri suçların hesabını vermek ve işgal ettikleri koltukları terketmek zorundadırlar.

Bu tiksinti verici ihanete sessiz kalanlara gelince... Adının başında “devrimci” etiketi taşıyan sendikalar, büyük bir dayanışma ruhu ve mücadele kararlılığıyla taşeron sistemine karşı onurlu bir bayrak yükselten bu direnişi yalnız bırakmakla kalmamışlar, ihanet dolu bir süreci elleri böğürlerinde izlemişler, açıkça sergilenen sınıf işbirliğine karşı en ufak bir tutum almamışlar, bir açıklama yapmaktan dahi kaçınmışlardır.

Bunun gerisinde, sendikalara egemen olan ve her geçen gün biraz daha derinleşen düzen içi icazetçi-uzlaşmacı bürokratik sendikal anlayışın da ötesinde, sınıfa, sınıf mücadelesine, sınıfın çıkarlarına, değerlerine, ahlakına ve kültürüne tümüyle yabancılaşmada ve giderek de çürümede ifadesini bulan bir politik-sınıfsal kimlik ve konum vardır.

Greif direnişçilerinin sendikal ihanete karşı aldığı son derece meşru tutum üzerine, kendisini solda tanımlayan fakat gerçekte sendikal bürokratik mekanizmanın organik bir parçası olan “44 uzman”nın yayınladığı metin de bu açıdan hem açıklayıcı hem de ibret vericidir. Greif Direnişi gibi, düzenin çizdiği sınırları aşarak militan bir tutumla sınıf hareketine çıkış yolu gösteren bir direniş karşısında hiçbir heyecan duymayan, direniş alanına bir kez bile uğramayan bu solcu, hatta sosyalist “sendika uzmanları”nın, ihanetin kendisini değil de ihanete karşı alınan tutumu yargılamaya kalkabilmeleri bir rastlantı değildir ama utanç vericidir. Burada sözkonusu olan, bir kez daha işçi sınıfının çıkarlarına ve davasına tümüyle yabancılaşmanın ürünü bir sınıfsal-politik reflekstir. Rıdvan Budak uşağı bir uzmanı savunmak için 44 imzalı ortak bildiri yayınlayan bu aynı “uzman”lar, bizzat aynı Rıdvan Budaklar’ın mahkeme tanıklığı sayesinde binlerce polisle Greif direnişçilerine yöneltilen saldırıya karşı ise tek kelimelik bir açıklama yapmak ihtiyacı duymamışlardır.

Greif Direnişi’nin sınıf hareketi için bir başka önemli kazanımı, sendikal reformizmin yaşamakta olduğu bu dejenerasyon ve çürümeye yepyeni bir düzeyde açıklık getirmesi olmuştur. Greif’in direniş çizgisi bu açıdan gerçek bir turnusol rolü oynamıştır. Sınıf hareketinin ileriye taşınabilmesi için hesaplaşma, sadece ihaneti tescillenmiş DİSK Tekstil çetesi ile değil, bunu sindirmekte hiçbir güçlük çekmeyen sendikal bürokrasi ile de yaşanmak durumundadır.

DİSK yönetimi ihanete kol kanat germiştir!

Rıdvan Budak çetesinin Greif Direnişi’nin ilk gününden itibaren ve bütün bir direniş süreci boyunca sergilediği açık ihanet karşısında DİSK yönetiminin tutumu ibret verici olduğu kadar utanç vericidir de. Herşey bir yana, bu tutum bugünkü DİSK yönetiminin öngörüsüzlüğüne, daha açık konuşmak gerekirse çapsızlığına bir göstergedir.

12 Eylül sonrasının hiçbir direnişinin sahip olmadığı üstünlükleri sayesinde Greif Direnişi’nin kazanma imkanı çok fazlaydı. Greif’in kazanması sınıf hareketinin gelişimi açısından gerçek bir dönüm noktası olacak, dibe vurmuş olan sendikal harekete de böylece büyük bir güç ve soluk kazandıracaktı. Ama bugünkü DİSK yönetimi tarafından böyle bir direniş sahiplenilmediği gibi, direniş süreci boyunca ve sonrasında, DİSK’i DİSK yapan değerleri ayaklar altına alan bir tutum sergilenmiştir. Böylece de bugünün DİSK’inin, içi boş çürümüş bir kabuktan ibaret olduğu gerçeği tüm açıklığı ile ortaya çıkmıştır.

“Taşeron cumhuriyeti”ne savaş açtığını iddia eden, bunu kampanyaların ve eylemlerin konusu yapan DİSK bürokratları, taşeron düzenini hedefleyen bu militan direniş karşısında  hep ikiyüzlü ve düşmanca bir tutum sergilemişlerdir. Direnişi sözde sahiplenirken, pratikte tek bir adım atmamışlar, iki ay boyunca bilinçli bir tutumla bundan uzak durmuşlardır. Rıdvan Budak çetesinin ihanetine dair tek kelime etmek bir yana, sinsi biçimde el altından onlara her türlü desteği de vermişlerdir. Direnişin kırılmasının ardından hainler çetesinin yayınladığı bildiri bunun apaçık bir delili olarak durmaktadır orta yerde. DİSK yönetimi bu çetenin her türden destekleri için kendilerine şükranlarını sunmasını sessiz bir onayla karşılamıştır.

Polis saldırısı öncesinde DİSK ve DİSK Tekstil yöneticileri ile fabrika temsilcilerinin yeraldığı bir toplusözleşme komitesinin oluşturulması ve direnişe sahip çıkıldığı yönünde açıklamalar yapılması da, tümüyle işçilerin basıncının ürünüdür. Fakat bu girişim gerçekte işçileri oyalamaya dönük sinsi bir manevranın en rezil bir ifadesidir. Bir kez bile toplamadıkları bu komisyonun oluşturulduğu süreç, işçilerin bekleyişe/eylemsizliğe itildiği bir süreç olmuştur. Bu süreçte Greif patronu ile görüşen DİSK genel sekreteri işçilere, yapılacak bir şey kalmadığını, fabrikayı kapatma kararının alındığını söyleyerek, umutsuzluk yaymaya ve böylece direniş iradesini kırmaya çalışmıştır. Greif işçilerinin avukatlarının taleplerine rağmen, Rıdvan Budak çetesinin imzaladığı bir ihanet belgesi olan Hadımköy Protokolü’ne ilişkin açıklama yapmayı reddeden DİSK yöneticileri, böylece “fabrikayı kapatma” oyununda da kendilerine düşen rolün tüm gereklerini yerine getirmişlerdir.

DİSK bürokratlarının DİSK Tekstil çetesinin ihanetine tavır almaması rastlantı değildir. Zira, örgütlülüğünden aldığı güçle yasal-icazetçi çizgiye kararlılıkla hayır diyen bu militan çıkış, oturmuş bulunan uzlaşmacı sendikal düzenin bürokratlarını fazlasıyla ürkütmüştür. Bunun içindir ki, Rıdvan Budaklar’ın kaba ihaneti, “sendikal iç işleyişe karışmama” adı altında arsızlıkla geçiştirilmiştir.

DİSK Tekstil çetesinin, “eyleme geçerken bize sormadılar”, “sendikanın disiplinine uymadılar” argümanlarıyla direnişin karşısına geçmesinin gerisinde, bürokratik işleyişe boyun eğilmemiş, yasallık cenderesinin reddedilmiş olması gerçeği vardır. DİSK bürokratları da temelde farklı bir anlayışın temsilcileri olmadıkları için, direnişi desteklediklerine dair ikiyüzlü açıklamalarına rağmen, pratikte ona sırtlarını dönmüşlerdir.

Bugünkü sendikal düzende “sendika disiplini”, sendika bürokratlarının icazetçi-uzlaşmacı mücadele anlayışlarına tabiyet anlamına gelmektedir. Böyle bir tabiyeti daha baştan reddeden, kendi bağımsız öz örgütlülüklerini oluşturan Greif işçileri, bu sayede toplusözleşme sürecine dahil olarak pazarlık masasında gerçekleşeceği kesin olan ihanete geçit vermemişler, sendikal bürokrasiye rağmen direniş bayrağını yükseltmişlerdir.

DİSK’in bürokratik yönetiminin de “sindiremediği” budur. Greif’in direniş çizgisi ile uzlaşmacı-icazetçi çizgi arasındaki “kan uyuşmazlığı” direnişe karşı alınan tutumu belirlemekle kalmamış, sınıf işbirliğinin sergilendiği ihanet karşısında sessiz kalarak, dahası kol kanat gererek, aynı utanca ortak olmasına da yolaçmıştır.

Bugünkü DİSK’in temsil ettiği sendikal düzende “devrimci”lik bir yana ilericilik adına ne kaldığını görebilmek için, 60 günlük direniş sürecindeki tutumlarına bakmak yeterlidir. Greif gibi militan ruhla sürdürülen bir direnişi, “başka işleri” olduğu gerekçesiyle ancak onuncu gününde ziyaret edebilmişler, daha doğrusu direnişin gücü karşısında lütfen ziyaret etmek zorunda kalmışlardır. Fabrikaya ikinci gelişleri ise işgal eyleminin polis operasyonu ile sona erdirilmesinden sonra olmuştur. Operasyon hazırlığının bilgisini alan Greif işçileri, saldırıyı boşa çıkarmak için destek çağrıları yapmışlar, DİSK bünyesinden bu çağrıya yanıt veren olmamış, operasyonun ardından fabrika önünde direnen işçiler bir kez daha yalnız bırakılmışlardır.

Operasyon sonrasında ise, DİSK Tekstil çetesinin katmerli ihanetine rağmen, mücadele anlayışlarının ne olduğunu açıkça ortaya koyan bir argümanı ileri sürebilmişlerdir: Bir grup sorumsuz ve maceracı 850 işçiyi işsiz bıraktı!

Greif işçilerini bu “bedel”le gerçekte kimlerin yüzyüze bıraktıkları gerçeği bir yana, bedel ödemeyi göze almak, devrimci sınıf mücadelesinin altı döne döne çizilmesi gereken en temel gereklerinden biridir. DİSK’in tarihindeki bütün onurlu direnişler bedel ödemeyi göze alan kararlı bir mücadele çizgisinin ürünüdür. DİSK’İ DİSK yapan bu olmuştur. Bugünkü bürokratlar ise zorlu mücadelelerle yaratılan dünün DİSK’ine, onun mücadele anlayışına ve değerlerine öylesine yabancılaşmışlardır ki, ihanetin dipsiz kuyusunda debelenenleri sahiplenirken, böylesine onurlu bir direnişe önderlik eden işçiler ile sınıf devrimcilerini DİSK binasından kovmaya kalkabilmişlerdir.

Son olarak, 10 Haziran 2014 tarihi taşıyan ve Rıdvan Budak çetesinin açıkça sahiplenilmesi anlamına gelen Genişletilmiş Başkanlar Kurulu imzalı bildirge, DİSK'in politik ve moral iflasının açık bir belgesi olmuştur. Greif Direnişi’nin geniş bir yer tuttuğu bu bildirgede, sınıf devrimcilerinin “DİSK’i ve DİSK üyesi sendikaları işçiler ve toplum karşısında düşmanlaştırma ve itibarsızlaştırmaya yönelik çabaları” mahkum edilmektedir. Bu bildirge, DİSK Tekstil’in tepesindeki işçi satıcılarının arkasında durduklarının itirafından başka bir şey değildir.

Greif Direnişi gerçek bir ayrışma ve saflaşmayı sağlayarak, sendika bürokrasisinin hala da “ilerici” rolünü oynuyor görünmesini sağlayan peçeleri bir bir yırtıp atmıştır. Direniş yolunu tutacak işçilerin önlerine ne tür barikatlar kurulabileceği, ne tür ihanetlerle yüzyüze kalınabileceği en çıplak bir biçimde ortaya serilmiştir.

Sınıf hareketinin bugün yaşamakta olduğu kısır döngünün aşılması, Grief'in gösterdiği yolun tutulmasıyla mümkündür. Bu yolu tutan bir işçi hareketi sendikal ihaneti döne döne yaşamak zorunda kalmayacak, Greif’in dersleri ve deneyimleri sayesinde önüne çıkan engelleri aşmayı başaracaktır.


Üste