Logo
< Direniş, sınıf ve bilinç

Tasfiyeci çürümeye karşı devrimci sınıf mücadelesinde ısrar!


Girmekte olduğumuz yeni tarihsel dönemin, devrimci bir sınıf hareketini ve onu geliştirmekte kilit rol oynayacak devrimci önderliği yaşamsal bir ihtiyaç haline getirdiği tartışmasız bir olgudur. Günümüz dünyasında hızla bu ihtiyacın karşılanmasına evrilecek bir tablo yazık ki henüz söz konusu değildir. Tunus ve Mısır’daki büyük halk hareketleriyle başlayan, emperyalist merkezlerde yankısını bulan ve en son geçtiğimiz yaz Türkiye, Brezilya ve Mısır’da yeni bir düzeye sıçrayan dev kitle hareketleri, yarattıkları etkiler ve oluşturdukları atmosferle, devrimci mayalanmaya şüphesiz şimdiden büyük katkılar sundular. Fakat hiçbiri kendiliğindenlik sınırlarını aşamadı.

Öte yandan, nereden bakılırsa bakılsın emperyalist-kapitalist sistem artık istikrarını dönülmez bir biçimde yitirmiş durumdadır. Dünya çapında etkisini sürdüren büyük bir iktisadi bunalım ve bunun şiddetlendirdiği emperyalist nüfuz mücadeleleri, hemen herşeyi bir belirsizliğe sürüklemektedir. Emperyalist-kapitalizmin zayıf halkalarında herhangi bir anda nasıl bir gelişmenin yaşanacağı artık belli değildir. Emperyalist güçlerin eskisi gibi uzun erimli planlar yapmasının koşulları da giderek ortadan kalkmaktadır. Yeni dönemin ayırdedici özelliklerinden biri, egemenlerin krizi ve belirsizliği kısa dönemli hesaplarla yönetmesidir. Bir başka deyimle, hemen her şeyin değişebildiği, dengelerin altüst olduğu bir konjonktürdür sözkonusu olan.

Krizin ve belirsizliğin göbeğindeki Türkiye


Haziran Direnişi’yle başlayan süreç ve bugüne kadarki gelişmeler, Türkiye’de de hemen herşeyin her an altüst olma potansiyeli taşıdığını teyit etmiştir. Haziran Direnişi, Kürt sorununda “çözüm süreci” ile estirilen tasfiyeci rüzgarın hayli güçlü olduğu bir aşamada, kimsenin beklemediği bir anda “Demokles’in kılıcı” rolünü oynadı. Sonraki gelişmeler, Haziran’ın yarattığı sarsıntılar altında şekillendi.

Gerek dinci-gerici güçler arasında sürmekte olan iktidar dalaşının kızışmasının, gerekse “çözüm süreci” yalanının sürdürülmesindeki zorlanmanın, Haziran Direnişi’nden bağımsız anlaşılması mümkün değildir. Direniş dinci gerici koalisyonunun parçalanmasını hızlandırmış, Tayyip Erdoğan kliğinin emperyalist merkezler nezdindeki güvenirliğine büyük bir darbe vurmuş, bu süreç 17 Aralık operasyonuna kadar varmıştır.

2013 yılının ilk beş ayı boyunca toplumsal gündeme damgasını vuran ve AKP’nin elini hayli rahatlatan “çözüm süreci”nde ise en temel argümanı olan “demokratikleşme” sorunu üzerinden gerçekte bir çöküş yaşanmıştır. AKP’nin, bilinen keyfi ve kuralsız despotizminden vazgeçmek şöyle dursun, kitle mücadelesi karşısında tek politikasının ve tercihinin daha fazla faşist baskı ve devlet terörü olacağı bir kez daha doğrulanmıştır. Oluşan tabloda bir yandan dinci-gerici güçler arası iktidar kavgası alevlenirken, bir yandan da geniş yığınlarda “çözüm süreci” sayesinde yaratılan temelsiz umutlar büyük oranda yıkılmış bulunmaktadır.

Yerel Seçimlere kadar salt AKP değil fakat genel olarak sermaye düzeni hesabına da yıpratıcı bir sürece tanık olduk. Dinci-gerici güçler arasındaki dalaşma bir yandan sayısız rezaletin ortalığa dökülmesine yol açarken, bir yandan da düzenin ve devletin tüm biçimsel kurumlarının ve işleyişinin paspasa çevrildiğini gösterdi. Aslen Eylül başlarında çöküşü kabul edilmiş olan “çözüm süreci” ise AKP’nin oyalama ihtiyacından ve Abdullah Öcalan’ın tercihlerinden kaynaklı, salt açıklama sınırlarında devam ettirilebildi.

Bu gelişmeler, düzenin yeni düzeydeki siyasi krizinin aşılmasının başlangıç adımı olarak her şeyin yerel seçimlere ertelenmesini koşullamaktaydı. Batılı emperyalist efendilerin dayattığı terbiye için, AKP’nin ve şefi Tayyip Erdoğan’ın gözle görülür bir oy kaybı yaşaması bekleniyordu. Fakat sonuç beklendiği gibi olmadı. Seçimin ortaya çıkardığı tablo Tayyip Erdoğan’ı ve AKP iktidarını saldırganlaştırırken, düzenin öteki güçlerini yeni arayışlara yöneltmiştir.

Devrimci kitle mücadelesinin
potansiyelleri

Toplumsal gündeme seçim atmosferinin damgasını vurduğu günlerde yaşanan Berkin Elvan eylemleri ise Haziran Direnişi’ni yaratan birikimin canlılığını koruduğunu ortaya koydu. Seçim sonuçları, ilkin bu birikimi dışa vuran dinamiklerin henüz edilgen yığınları peşinden sürükleyecek bir güce ulaşmadığını, ikinci olarak da düzen cephesinin kitleleri taraflaştırmak ve böylece yedeklemek olanaklarını kaybetmediğini göstermektedir. Devrimci mücadele açısından önemli olan ise, seçimlerin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyi konusunda ortaya koyduğu verilerdir. Bu açıdan durumun ne olduğunu anlamak için seçimlere bakmaya bile gerek yok. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin en temel mücadele mevzileri olan sendikaların ve devrim-sosyalizm davasını temsil iddiasında olan bir dizi sol çevrenin Greif Direnişi karşısındaki ibret verici tutumu gereğinden fazla bir fikir vermektedir.

Sonuçlar bir kez daha tanıklık etmektedir ki, işçi sınıfı ve emekçi kitleler düzen güçlerinin, en başta da dinci-gericilik ile milliyetçi faşist akımların etkisine terk edilmiş durumdadır. Bunu görüp de sınıfı örgütlemek alanında kıllarını kıpırdatmayanların, her şeyi parlamenter hayallerine üzerinden ölçmeleri şaşırtıcı değildir.

Oysa seçim öncesinde olduğu gibi, yeni dönemde de gündemi belirleyecek olan, yılların birikimine dayalı olarak dışa vuran militan kitle mücadelesidir. Gelişmelere toplumun devindirici gücü olan devrimci kitle mücadelesinin değil de tasfiyeci legalizmin penceresinden bakıldığında bunun anlaşılması mümkün olmaz. Nitekim yeri geldiğinde toplumsal-siyasal gelişmelere etkisi olmayan edilgen kitlenin tutumu, özellikle bu kitlenin seçim süreçlerindeki tercihleri, siyasal mücadelenin belirleyeni olarak sunulabilmektedir.

Günümüzde bunun bu denli geniş ölçekte kabul görmesi, Türkiye solunun ana gövdesiyle başarı ve başarısızlığı sandıklar üzerinden ölçmesi, sol hareketin yaşamış olduğu tasfiyeci savrulmanın vardığı aşamayı göstermektedir. Tasfiyeci legalizmin ve parlamentarizmin sol siyasal cephede kazandığı güç ve siyasal atmosferdeki ağırlığı, gelinen yerde devrimci ilke ve değerlerin, bunların yön verdiği devrimci politikaların “modası geçmiş” klişeler olarak damgalanmasına yol açabiliyor.

Nitekim Türkiye sol hareketi, geçtiğimiz dönemin temel gelişmelerine düzeni yıkma stratejisinin taktikleriyle değil, düzen içinde alternatif olma hevesleriyle yaklaştı. Bunu “tasfiyeci çözüm” sürecinin toplamı ve seçim sürecinde artık genel kabul görmüş olan parlamentarist çizgi yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. Reformist sol Haziran Direnişi karşısında da daha ilk anlardan başlayarak dalgakıran rolü oynamaya, onu düzen sınırlarında tutmaya çalışmıştı. Kendisini aşan militan kitle hareketinin yarattığı atmosfere ise yalnızca AKP’yi sandıkta devirmek ve alternatif olarak çıkmak çerçevesinde bir anlam biçmişti. Keza düzen güçlerinin gerici dalaşması da reformist solun tümü açısından seçimlerde sol alternatif olmak çerçevesinde ele alındı. Oysa, düzen içi taraflaşmanın bu denli güçlü olduğu, bunun sınıf ve emekçi kitleler içinde karşılık bulduğu mevcut koşullarda, burjuvazinin işçi ve emekçiler üzerindeki ideolojik-politik, kültürel ve ahlaki hegemonyasını kırmanın yegane alanı üretim alanları, yegane yolu da fiili-meşru militan mücadeledir.

Devrimci önderlik boşluğu ve
partinin sorumlulukları

Bütün bu gelişmeler ve olgular yeniden ve yeniden göstermektedir ki, solun genel olarak Türkiye’de devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek gibi bir iddiası da, çizgisi de, niyeti de yoktur. Bu sorumluluk tek başına partimiz TKİP’ye kalmış durumdadır. Aynı anlama gelmek üzere işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacını karşılamak da...

Nitekim partimiz, son yılların tüm gelişmelerine bu çerçevedeki sorumlulukları ve görevleri üzerinden yaklaşmaktadır. Tasfiyeci rüzgarın gücü ve reformist atmosferin ağırlığı karşısında devrime hazırlık bayrağını ısrarla dalgalandırmaya devam etmektedir. Tüm güç ve olanaklarını siyasal sınıf çalışmasına yönelterek, buradan aldığı güçle toplumsal düzeyde devrimci odak olma sorumluluğunun üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Üstelik bu, solda yalnızlaşmak, hasmane tutumlarla karşılaşmak pahasına korunup güçlendirilen bir ısrardır.

Son dönemin başlıca gelişmeleri olan “çözüm süreci”, Haziran Direnişi, düzen güçlerinin iktidar dalaşması ve yerel seçimler karşısındaki tavrı bunun dolaysız tanığıdır. Bu süreçlerde solun ana gövdesi şu veya bu yöne savrulmalar yaşarken, TKİP devrim ve sosyalizm fikrini işçi ve emekçi kitleler içinde yaymaya, devrimci kitle mücadelesini büyütmeye yoğunlaşmıştır.

Militan bir işçi direnişinin
tuttuğu ayna

Bugün devrimci iradeyi, iddia ve ısrarı sürdürmek bile tasfiyeci çürüme ve yozlaşma karşısında gerçek bir güç olmanın ifadesidir. Tasfiyeci savrulmanın son raddesine varanlar geçici olarak güç kazansalar bile, bu onların reformist hayallerinin döne döne kırılmasını engelleyemiyor. Yeri geliyor “çözüm süreci” aldatmacasının patlamasıyla, yeri geliyor seçim sandıklarının hezimetiyle bunalımlara kapılıyorlar. Yeri geliyor, Haziran Direnişi gibi militan bir eylemlilik karşısında korkuya kapılarak hareketi dizginlemeye çalışıyorlar. Ya da, bir Greif direnişi bile tüm gericiliklerini, sınıf mücadelesinden ne anladıklarını, sınıf ve emekçi kitle mücadelesinin mevzilerini hangi hesaplarla işgal ettiklerini tabak gibi açığa çıkarıyor.

Devrimci örgütte, devrimci politikada, devrimci çizgide ısrar ise yavaş, alabildiğine zorlu ama er geç sonuçlarını üretmeye devam etmektedir. Partimizin dolaysız emeğinin ürünü olan tek bir fabrikadaki militan bir işçi direnişi bile onlarca reformist akımın seçim meydanlarında yaratamayacağı sonuç ve etkiler yaratabilmiştir. Bu, devrimci sınıf çizgisinin tasfiyeci reformizme, onun kof “demokratikleşme” siyasetine karşı başarısıdır.

Greif aynı zamanda devrimci bir siyasal sınıf hareketini inşa etmek için siyasal sınıf çalışmasında ısrar etmek dışında bir yol olmadığının ispatıdır. Partimiz en başından itibaren işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının ancak sınıf ve emekçi kitlelerin üretim birimlerinden kavranmasıyla, bilinç ve örgütlenmesinin özdeneyimleri temelinde ve hareket-eylem içinde geliştirilmesiyle, bu temelde siyasallaştırılmasıyla karşılanabileceği gerçeğinden hareket etti. Eğer bunda ısrar edilmese, sınıfla anılan bir parti olamazdı. Örgüt ve kadro yapısını sınıf devrimciliği temelinde şekillendiremezdi. Ve şayet partimizin uzun yılları bulan, uzun soluklu, zorlu, inatçı devrimci yüklenmesi olmasa, mevcut koşullarda böylesi militan direnişlerin onurunu taşıyamazdı.

Yeni döneme artık daha büyük bir özgüven ve moralle giriyoruz. Greif Direnişi partinin tüm faaliyetini sanayi havzalarında yoğunlaşan, hedef birimlere kilitlenen sistemli bir siyasal sınıf çalışması olarak örgütleme ısrar ve iradesinin berrak bir yansımasıdır. Hedef birimlere dayalı, sistemli ve sürekli bir siyasal sınıf çalışmasında her çabanın eninde sonunda karşılığını bulacağı, hızlı güç olma hevesiyle kolaya yönelimin ifadesi olan salt genel politik çalışmanın ise suya yazılmış tüketici bir emek olduğu çarpıcı bir biçimde karşımızda durmaktadır.

Yeni Greifler, tüm yerel örgütlerimizin ve her bir yoldaşımızın yeni dönemdeki temel yönelimi olmalıdır. Önümüzdeki sürece bu hedefle yaklaşmalı, genel etkilenmelere ve geçici olana aldırmadan dönemi siyasal sınıf çalışmasını yoğunlaştırarak kucaklamalıyız.


Üste