Logo
< TKİP V. Kongresi sunumlarından - Gençlik hareketi ve partinin gençlik çalışması

TKİP V. Kongresi toplandı!..


Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!

I

Bir süre önce toplanan TKİP V. Kongresi çalışmalarını başarı ile tamamlamış bulunmaktadır. Parti tüzüğünün öngördüğü zaman sınırları içinde ve saptadığı kurallar çerçevesinde toplanan TKİP V. Kongresi, partimizde sağlam temellere sahip örgütsel demokrasinin yeni bir göstergesi olmuştur. Partinin temel örgütlerinin seçilmiş delegeleriyle temsil edildiği TKİP V. Kongresi, Kuruluş Kongresi sonrasında en geniş bileşenle toplanan parti kongresi olmanın yanısıra, kadın delegelerin çoğunluğu oluşturduğu ilk parti kongresi olmak özelliği de taşımaktadır.

Kapsamlı bir gündemle toplanan TKİP V. Kongresi, iki haftayı bulan yoğun çalışmaları boyunca saptanmış tüm gündem maddeleri üzerine ayrıntılara inen tartışmalar yapmış ve yeni dönemde partiye yol gösterecek önemli sonuçlara ulaşmıştır. Tüm çalışma süreci boyunca V. Parti Kongresi’ne devrimci bir ruh egemen olmuş, parti yaşamındaki sorunlar ve zaaflar çok yönlü eleştirilere tabi tutulmuş, böylece partinin ideolojik ve manevi bütünlüğü daha da pekiştirilmiştir.

2012 sonbaharında toplanan TKİP IV. Kongresi, parti yaşamımızda yeniden inşa süreci olarak nitelenen dönemin esası yönünden geride kaldığını, böylece kendisini izleyecek yeni parti kongresi ile birlikte partinin artık yeni bir döneme gireceğini saptamıştı. Partinin siyasal yaşamda sınıf eksenli bir devrimci güç odağı haline gelebilmesi çabasıyla belirlenecek bu yeni dönemin sorunları üzerinde yoğunlaşmak, yeni parti kongresinin temel misyonu olacaktı. TKİP V. Kongresi gündemini ve çalışmalarını kendisi için önden saptanmış bu misyonun gerekleri doğrultusunda ele aldı. Parti yaşamına dönük sorunlardan çok, siyasal mücadelenin temel ve güncel sorunlarına yoğunlaştı. İdeolojik ve ilkesel bakış açısı temelinde partinin bu sorunlara ilişkin çizgisini netleştirdi, yeni döneme ilişkin görev ve sorumluluklarını belirledi.

Partimizin siyasal mücadele sahnesinde sınıf eksenli devrimci bir güç odağı olarak öne çıkması, devrimci bir sınıf hareketinin gelişiminde oynayabileceği rol, bu alanda sağlayacağı başarı ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. TKİP V. Kongresi tüm çalışması boyunca bu gerçeği göz önünde bulundurmuş, gündemindeki tüm sorunları bu bakış açısıyla ele almıştır. Devrimci bir sınıf hareketi geliştirmenin sorunları kongre gündeminin esasını oluşturmakla kalmamış, gündemin tüm öteki sorunları da bu temel hedef ve görevle ilişki içinde ele alınmıştır.

Devrimci bir işçi sınıfı hareketinin gelişiminde etkin bir rol oynamak, partimizin kendi gelişim süreçleri bakımından yaşamsal önemdedir. Parti bu alandaki başarısı ölçüsünde varlığını ve gelişimini sağlam bir maddi sınıfsal zemine oturtmuş olacaktır. Siyasal ve örgütsel yaşamında karşı karşıya bulunduğu çeşitli türden sorunların köklü ve kalıcı çözümüne de ancak böylesi bir zemin üzerinden ulaşabilmek olanağı bulabilecektir. Devrimci sınıf partisini sosyalizm ve sınıf hareketinin gerçek organik birliği olarak kavrayan TKİP, parti örgütüne ve yaşamına ilişkin tüm sorunların sağlıklı çözümüne de bu perspektif üzerinden bakmaktadır.

Fakat devrimci bir sınıf hareketi, partimizin kendi gelişim süreçlerinin ötesinde, bugünün Türkiye’sinde devrimci siyasal mücadele bakımından da en temel, en acil, en çözücü, dolayısıyla en belirleyici bir ihtiyaçtır. Halihazırdaki gerici dengeleri devrimci bir doğrultuda bozabilecek, mevcut gerici statükodan devrimci bir çıkış yolu hazırlayabilecek biricik olanaklı yol budur. Bu gerçek, partimizin kendi gelişme ihtiyaçları ile devrimci siyasal mücadeleyi başarıyla geliştirilebilmenin ihtiyaçları arasındaki anlamlı çakışmaya işaret etmektedir. TKİP kendi gelişimini sağlam bir sınıfsal zemine oturtma gayretinde başarılı olabildiği ölçüde, devrimci sınıf mücadelesini geliştirmede de üzerine düşeni en etkin ve verimli bir biçimde yerine getirebilme olanağı bulabilecektir.

 

II

TKİP V. Kongresi, günümüz dünyasının güncel gelişmelerini, partimizin yeni tarihsel döneme ilişkin tespit ve tahlilleri ışığında ele almıştır. Bu bakış açısına uygun olarak, tekil olgu ya da olaylardan çok onların da birer yansıması oldukları temel süreçler, bu süreçlere karakterini veren ilişki ve çelişkiler üzerinde durmuştur.

Partimizin dünya olaylarına ilişkin değerlendirmeleri, akmakta olan sürecin sınamasından geçmekte ve esası yönünden doğrulanmaktadır. TKİP V. Kongresi, gereğince yararlandığı bu değerlendirmelerin güncelliğini koruduğunu özellikle vurgulamakta, iki kongre arası dönemde yaşanan en önemli gelişmelerle ilgili olarak aşağıdaki hususların altını çizmektedir.

Kapitalist-emperyalist dünya düzeni halen bütünsel bir kriz içindedir. Kriz çok boyutludur; toplumsal yaşamın ve uluslararası ilişkilerin tüm alanlarını kapsamaktadır. Kriz koşullarının da özel etkisiyle sisteme karakterini veren başlıca çelişmeler günden güne keskinleşmektedir.

Halen kapitalist dünya sisteminin genelini kapsayan ekonomik kriz, konjonktürel değil fakat büyük tarihsel birikimlerin ürünüdür. Aşılmasına yönelik tüm çabalara rağmen sürmekte olması bunun bir ifadesidir. Sistemin genelini kapsayan büyük bir iktisadi çöküntü, geniş çaplı emperyalist savaşların yaratacağı büyük bir iktisadi yıkım ya da toplumsal devrimlerle aşılamadığı sürece, mevcut yapısal ekonomik krizin çeşitli dalgalanmalar içinde sürmesi kaçınılmazdır.

Kapitalist dünya sisteminin hali hazırdaki en büyük başarısı, yarattığı tüm sorunlara rağmen krizi yönetebilmesidir. Bu başarının gerisinde temelde işçi sınıfının denetim altında tutulabilmesi vardır. Bu sayede krizin ürettiği faturalar sistemli biçimde işçi sınıfına ve emekçilere ödettirilebilmekte, böylece krizin yıkıcı etkileri sınırlandırılabilmektedir. Halen istinasız olarak tüm kapitalist dünyada yapılan budur. Ekonomisi nispeten iyi durumda olan en zengin emperyalist ülkeler bile işçi sınıfına ve emekçilere tavizler vermeye yanaşmamaktadırlar. Ekonomik kriz ve onun körüklediği kıyasıya kapitalist rekabetin yanısıra, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma, sonu gelmeyen emperyalist müdahale ve savaşların yarattığı ağır faturalar, emperyalist burjuvaziyi bu tutumu süreklileştirmeye yöneltmektedir.

Yeni tarihi dönemin dayattığı bu katı tutum, kaçınılmaz biçimde emek-sermaye çelişkisini keskinleştirmekte, işçi sınıfı ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu günden güne büyütmektedir. Sınıf ve kitle hareketlerindeki yaygınlaşma ve süreklilik bunun göstergesidir. Sınıf ve kitle hareketleri halen çeşitli iniş çıkışlar içinde dünyanın dört bir yanında sürmektedir. Bugün için belli sınırları aşmakta zorlansalar da, işçi sınıfı ve emekçiler bu mücadeleler içinde herşeye rağmen bir eğitimden geçmekte, geleceğin daha ileri mücadeleleri için güç ve deneyim biriktirmektedirler.

Dünya olaylarının genel seyri, devrimci kriz dönemlerinin kaçınılmaz olarak geleceğine ilişkin olarak her geçen gün daha fazla veri sunmaktadır. Bu durumda tayin edici ihtiyaç, kendi hazırlığını pratik planda işçi sınıfını örgütleme ve devrimcileştirme çabası içinde anlamlandıracak devrimci partilerin varlığıdır. Halen en temel sorun ve dolayısıyla geleceğin büyük çatışmalarına devrimci hazırlık açısında en büyük zaafiyet, bu türden partilerin yokluğu ya da belirgin zayıflığıdır.

***

Kapitalist dünyada, özellikle de Avrupa’da kendini gösteren iki önemli siyasal gelişme, kapitalist dünyanın içinde debelenmekte olduğu kriz kadar, devrimci öznel etkene ilişkin bu zayıflığın da bir yansımasıdır. Bunlardan ilki faşist akımların birçok ülkede belirgin bir biçimde güç kazanması, ötekisi bazı ülkelerde sol adına orta sınıf eksenli reformist akımların öne çıkmasıdır.

Özellikle emperyalist metropollerde faşist akımların güç kazanması, sistemin çok yönlü krizinin en dolaysız göstergelerinden biridir. Kapitalist krizin yıkıcı etkileri altında hoşnutsuzluğu artan ve gelecek güvensizliği büyüyen kitleler, devrimci bir çıkış alternatifinin geliştirilemediği koşullarda, umutsuzluğa kapılmakta ve kolayca faşist akımların tuzağına düşebilmektedirler. Bu, özellikle günümüz Avrupa’sında, halen en ciddi ve gelecek bakımından en tehlikeli siyasal olgulardan biridir. Sistemin yönetenleri, tüm ikiyüzlü söylemlerine rağmen, zeminini bizzat düzledikleri bu gelişmeye gerçekte çok yönlü bir imkan olarak bakmakta, nitekim daha bugünden ondan gereğince yararlanmaktadırlar. Bir yandan bu alandan gelen güncel basıncı baskıcı politika ve önlemlerini uygulamaya geçirmenin bir bahanesi olarak kullanmakta, öte yandan bu faşist akımları ağır kriz dönemleri için bir alternatif olarak yedekte tutmaktadırlar.

Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos türünden partiler şahsında kendini gösteren öteki siyasal gelişme, orta sınıf eksenli reformist akımların emekçilerin sola açık kesimleri içinde güç kazanması, parlamentarist hayalleri körüklemesi, böylece devrimci alternatifi geri plana itmesidir. Kapitalist ekonomik krizin işçi sınıfından öteye toplumun heterojen ara katmanlarında yarattığı yıkım, gerçekte yeni bir olgu değildir. Otuz yılı aşan sosyal yıkım politikaları toplumun bu katmanlarının yaşam ve çalışma koşullarını da sistemli bir biçimde hedef aldı. Sahip oldukları ayrıcalıklar sürekli biçimde tırpanlanıp sınırlandı. Bunu her zaman hoşnutsuzlukla karşılayan bu katmanlar, buna rağmen işçi sınıfı ve emekçiler gibi uzun yıllar boyunca buna çaresizce boyun eğdiler. Bugün yeni olan bu durumun artık değişmesi, dünya ölçüsünde işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin hareketlenmesi, bu hareketlenmenin yıkıma uğrayan ara katmanları da kapsıyor olmasıdır.

Yaşadıkları büyük hoşnutsuzluklara rağmen hareketlilik içindeki emekçi kitleler henüz devrimci arayışlara hazır değiller. Çalışma ve yaşam koşullarını hafifletecek kısa dönemli çözümler, hele de bunlar zorlu çabalar ve ağır bedeller ödemeyi gerektirmiyorsa, bugün için onlara daha cazip görünebilmektedir. Orta sınıf karakterli yeni reformist sol akımlar işte tam da bu durumdan yararlanmaktadırlar. Kendi sosyal konum ve özlemlerinin sınırlarını belirleyen bir programı, ki bu kendi dünkü konumlarını yeniden kazanmakla aynı anlama gelmektedir, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere bir kurtuluş reçetesi olarak sunmaktadırlar.

Gerçekte bu akımların emperyalist sistem ve kurulu kapitalist düzenle esasa ilişkin bir sorunu yoktur. Kurulu düzenin temellerini benimsemekte, fakat bugünkü biçiminin reformdan geçirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Sosyo-ekonomik planda ‘70’li yılların sosyal kazanımlarına dönüş ile siyasal planda güçlendirilmiş burjuva demokrasisi (ki kendileri buna “radikal demokrasi” diyorlar), Syriza ve Podemos türü akımların programatik ufkunu oluşturmaktadır.

Fakat bu türden aldatıcı kolay kurtuluş reçetelerinin yapısal kapitalist kriz koşullarında herhangi bir başarı şansı yoktur. Syriza çıkışının yarattığı aldatıcı parıltının aylarla ölçülen kısa bir zaman dilimi içinde sönmesi bunu somut olarak göstermiş bulunmaktadır. Boş hayallere dayalı büyük umutlarla hükümet olan Syriza, iflas eden geleneksel sosyal-demokrat partinin yerini düzen siyaseti payına doldurmaktan öteye gidememiştir. Öteki ülkelerdeki benzer akımların akıbeti en iyi durumda bundan farklı olmayacaktır.

TKİP V. Kongresi, devrimci partilerin bu türden akımlarla araya açık ve kesin sınırlar çizmesinin, onların kitlelerde yarattığı aldatıcı hayallerle sistemli biçimde mücadele etmenin özel önemine işaret eder. Bu, devrimci süreci başarıyla ilerletmenin olduğu kadar, bu akımların kitlelerde kaçınılmaz olarak yaratacakları hayal kırıklığını göğüsleyebilmenin de zorunlu bir koşuludur.

Kapitalist dünya ekonomisindeki yapısal krizin ve buna bağlı olarak emek-sermaye ilişkilerinde artan gerilimlerin temel önemde bir başka önemli siyasal sonucu ise, siyasal sistemin gözden düşmesi ve polis devletine sistemli geçiştir. İlki kitlelerin geleneksel burjuva partilerine, genel oy sistemine ve parlamentoya duyduğu açık güvensizlikte (ki bu kendini geleneksel partilerden kopuşta ve seçimlere katılım oranlarındaki dramatik düşüşlerde özellikle gösteriyor), ikincisi 11 Eylül saldırılarından beri “teröre karşı savaş” adı altında emperyalist metropollerde kurumsal ve yasal planda atılan sonu gelmez adımlarda kendini gösteriyor. Bu ikincisi, polis devletine geçiş, günümüz kapitalist dünyasının günden güne belirginleşen genel eğilimidir. Kendi işçi sınıfına ve emekçilerine onları yatıştırabilecek yeterli tavizler vermek olanağını yitiren burjuvazi, bu gerçeğin zorunlu tamamlayıcısı olarak polis devletine geçişi, güncel ihtiyaçların yanısıra geleceğin devrimci kriz dönemlerine bugünden bir hazırlık olarak ele almaktadır. Bunun için kullanılan temel bahane ise her zamanki gibi “teröre karşı mücadele” olmaktadır.

***

Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır.

Günümüzde emperyalist müdahaleler ve savaşlar giderek çoğalmakta, adeta olağanlaşmaktadır. Doğrudan emperyalistler tarafından başlatılıp yürütülen savaşlara son zamanlarda yerel işbirlikçiler aracılığıyla yürütülen savaşlar eklenmektedir. Afganistan, Irak ve Libya’ya karşı emperyalist savaşlar ilk durumun örneği iken, Ukrayna, Suriye ve Yemen ikinci durumun örnekleridir. Emperyalistler dolaylı olarak kışkırttıkları, bir dönem yerel işbirlikçileri aracılığıyla yürüttükleri bu savaşlarda çok geçmeden doğrudan taraf olarak kendileri de yer almaktadırlar. Günümüz Ortadoğu’sunun en büyük kanayan yarası Suriye, bunun en güncel örneğidir. Suriye halen neredeyse tüm büyük emperyalist devletlerin hava ve deniz güçleriyle üşüştükleri bir av sahası durumundadır.

Tüm bu savaşlar dolaysız olarak emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelelerinin bir ürünüdür. Kuşkusuz bu onların yapay olarak yaratıldıkları anlamına gelmemektedir. Fakat yerel düzeyde var olan yaraları kaşıyan ve acımasızca kanatan her durumda emperyalistler olmakta, yerel sorunlar ya da anlaşmazlıklar emperyalist yayılma ve nüfuz mücadelelerinin bir olanağı olarak kullanılmaktadır.

Sistemin yapısal krizinin temel unsurlarından biri olarak emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımı yeni bir durum değildir. Bununla birlikte son yılların gelişmeleri bunun gitgide ağırlaştığını, çatışma ve savaşlardaki artış ve sertleşmenin aynı zamanda bunun bir yansıması olduğunu göstermektedir.

Partimizin konuya ilişkin değerlendirmelerinde hep vurgulandığı gibi, sistemdeki hegemonya krizinin en özgün yanı, ABD emperyalizminin hegemon konumunu artık eskisi

gibi sürdüremez duruma düşmesi, fakat emperyalist dünyada hegemonyayı ondan koparıp almaya talip bir emperyalist gücün ise halen olmamasıdır. Bu özgün tarihi durumun ikili sonuçlarından ilki, herşeye rağmen en güçlü emperyalist devlet olan ABD emperyalizminin belirgin üstünlüklerine dayanarak ve hegemonyasını restore etmek üzere saldırgan bir politika izlemesidir. Öteki sonuç ise, buna direnen ve büyüyen güçlerine bağlı olarak kendilerine alan açılmasını isteyen emperyalist devletlerin bunu çok kutuplu dünya talebi olarak somutlamaları, kendi aralarında buna uygun yeni ilişkiler ve ittifaklar geliştirmeleridir.

Rusya ve Çin, bu konumdaki büyük emperyalist devletlerden halen ön planda olan ikisidir. Rusya, Gürcistan savaşından (2008) beri ABD emperyalizmi liderliğindeki batı bloku tarafından kendisini kuşatmaya yönelik girişimlere aktif biçimde direnmektedir. Sürmekte olan Suriye ve Ukrayna savaşları bu direnişin öne çıkan güncel örnekleridir. Rusya’nın her iki alandaki inisiyatifi ve dikkate değer başarısı, emperyalist hegemonya bunalımının yeni bir düzeyde tescili olmuştur. Benzer bir direnişi, kendisini çevrelemeye yönelik ABD kuşatmasına karşı Uzak-Doğu’da Çin sergilemekte, durum henüz sıcak bir çatışmaya yol açmamış olsa da gerilim günden güne tırmanmaktadır.

Bütün bunları Çin ile Rusya arasında askeri alan da dahil hemen tüm alanları kapsayan yakın ilişkiler, bir tür yeni bloklaşma tamamlamaktadır. Hegemonya krizindeki derinleşmeye ve emperyalistler arası ilişkilerdeki sertleşmeye bağlı olarak bu türden stratejik bloklaşma eğilimleri güç kazanacak, emperyalist dünyadaki gerçek iç saflaşma giderek açıklık kazanacaktır.

Tüm bu gelişmeler doğal olarak silahlanma yarışını ve militarizmi de insanlık tarihinin görmediği boyutlarda azdırmakta, yaygınlaşan yerel savaşların bir dünya savaşına doğru büyümesi riskini de artırmaktadır.

***

Emperyalistler arası nüfuz mücadeleleri, saldırganlık ve savaşların esas alanı hala da Ortadoğu’dur. Suriye başta olmak üzere Irak, Libya ve Yemen halen sıcak savaşın yıkım ve acıları içinde kıvranıyor. Bu savaşlarda yüzbinlerce masum insan yaşamını yitirdi ya da sakat kaldı. Milyonlarcası yerini yurdunu terketmek zorunda kaldı, halen göçmen yaşamının çok yönlü acılarıyla boğuşuyor. Bu duruma yolaçan savaş ve çatışmalarda ulusal, dinsel, kültürel farklılıklar en ölçüsüz bir biçimde kullanıldığı için, halklar arası ilişkiler de çok büyük tahribatlara uğradı.

Dümeninde AKP’nin durduğu Türk sermaye devletinin ABD emperyalizminin çıkarları ve kendi sefil hesapları uğruna dolaysız biçimde katkıda bulunduğu bu durumdan kazançlı çıkan tek bölge ülkesi ise, emperyalizmin Ortadoğu’ya saplı hançeri olarak duran Siyonist İsrail oldu. Ortadoğu’daki bir dizi ülkeyi, özellikle de Suriye ve Irak’ı etnik, dinsel ve mezhepsel sorunları kışkırtarak bölmek ve böylece güçten düşürmek, uluslararası Siyonist merkezlerin daha 1980’lerin başında deşifre olmuş bir stratejik planı idi. Irak ve Suriye üzerinden bu tam da Siyonist planlarda ortaya konulan hedeflere uygun biçimde bugün fiilen gerçekleşmiş bulunuyor.

ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail bunu AKP’den IŞİD’e her türden ve her renkten gerici İslami akımlar sayesinde başardılar. İslami akımların doğrudan ya da dolaylı biçimde her zaman emperyalizmin hizmetinde oldukları, son yılların acı olaylarıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu. Olayların tüm seyri, her biçimiyle siyasal İslamın, bölüp parçalayarak bölge halklarını felakete sürüklemek ve böylece emperyalizme kolayından yem etmek dışında bir misyonu olmadığını ortaya koydu.

Ortadoğu, hemen tüm ülkeleriyle, bir farklı halklar, kültürler, dinler ve mezhepler mozaiğidir. Bu toplumsal-kültürel olgu, milliyetçi, dinci ya da mezhepçi akımların kategorik olarak bölge halklarının ortak çıkarları için olumlu bir alternatif olamayacağını gösterir. Farklı köken ve kültürlerden halkları emperyalizme ve yerel egemen sınıflara karşı ortak çıkarlar ekseninde birleştirebilmek için, anti-emperyalist, devrimci-demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi, zorunlu asgari koşuldur. Bölge halklarının, özellikle de halen gerici iç boğazlaşmalarla kan kaybeden ülkelerin en büyük talihsizliği, böyle bir programa sağlam ve istikrarlı bir temel oluşturacak modern sınıfsal yapıdan yoksun olmalarıdır. Bu nesnel olgu devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına bölgesel düzeyde bakmayı özellikle gerektirmekte, bölgede modern sınıf ilişkileri bakımından nispeten daha ileri, dolayısıyla daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip ülkelerin devrimcilerine çok daha büyük bir sorumluluk yüklemektedir.

 

III

Kriz bölgeleriyle çevrili günümüz Türkiye’si kendi de kriz içinde bir ülkedir. Çok boyutlu bu bütünsel kriz toplumsal yaşamın hemen tüm alanlarını ve uluslararası ilişkileri bir arada kapsamaktadır. Halen resmi dış politika genel bir çöküntü içindedir. Kararsız bir dengede ifadesini bulan rejim krizi şu sıra geri plana düşmüş görünse de gerçekte onu yaratan tüm sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Türkiye değil bir “hukuk devleti”, kanun devleti bile olmaktan çıkmıştır. Kendi yasa ve kurallarını bile hiçe sayan bir keyfi yönetim işbaşındadır ve yarattığı faşist polis rejimiyle toplumu, özellikle de toplumsal muhalefeti, ölçüsüzce terörize etmektedir. Toplumu dikey olarak kesen dinsel gericilik-laiklik gerilimi, yanısıra dinci iktidar döneminde daha da ağırlaşan Alevi sorunu, siyasal krize ideolojik-kültürel boyutlar kazandırmaktadır. Ve nihayet, yıllardır “çözüm süreci” aldatmacasıyla denetim altında tutuluyor gibi görünen Kürt sorunu bugün bir kez daha bütün ağırlığıyla ve çok yönlü ağır faturasıyla toplumun gündemindedir.

Krizin ekonomik ve sosyal boyutları daha iyi bir görünüm sunmuyor. “Sıcak para”ya ve dış borca endeksli kapitalist ekonomide sorunlar gitgide çoğalmaktadır. Kronik bütçe ve dış ticaret açıkları her zaman olduğu gibi katlanarak büyüyen dış borçlarla karşılanabilmektedir. Dış politikada yeni boyutlar kazanmış çöküntünün ekonomiye muhtemel ağır faturası, düzen çevrelerinde yakın geleceğe yönelik kaygıları ayrıca büyütmektedir. Büyüyen işsizlik, artan yoksulluk, derinleşen gelir uçurumu (bir yanda sayısı artan dolar milyarderleri, öte yanda yoksulluk sınırı altında yaşayan otuz milyon insan!), ekonomik ve sosyal hakların sonu gelmeyen budanması ise, genel tabloyu sosyal kriz yönünden tamamlamaktadır.

***

Dış politikadaki genel çöküntü yeni değil son yılların iyi bilinen bir gerçeğidir. Yeni olan çöküntünün kazandığı boyutlardır. Rusya ile yaşanan son krizin ardından Türk burjuva gericiliği kendini çevreleyen bölgede adeta kapana kısılmış gibidir. Bu tecrit sürecini başlatan, AKP iktidarı tarafından ABD emperyalizmi hesabına Suriye’ye karşı büyük iddialarla gündeme getirilen düşmanca politika olmuştu. Gelinen yerde ise Türk sermaye devleti Suriye’ye ilişkin süreçlerin neredeyse tümüyle dışına sürülmüştür. Suriye’den elinde kala kala IŞİD ve El Nusra türünden cihatçı suç çeteleriyle kurduğu kirli ve karanlık ilişkiler kalmıştır. İşlerin bu cephesinde tabloyu, Suriye krizinin Kürt sorununa kazandırdığı yeni boyutlar ve Kürt hareketine açtığı büyük imkanlar, dolayısıyla Türk sermaye devletini karşı karşıya bıraktığı yeni büyük açmaz tamamlamaktadır.

Bu dış politika hezimetinin tek sonucu bir dizi bölge ülkesi ile ilişkilerin dibe vurması, dolayısıyla bunun ağır siyasal ve iktisadi faturası değildir. Bundan da önemli olan, bu bölgesel tecrit durumunun Türk devletini ABD ve Avrupa emperyalizmine, onların savaş makinası NATO’ya, her zamankinden daha muhtaç ve bağımlı hale getirmiş olmasıdır.

AKP iktidarı ile birlikte yola yeni Osmanlıcı projelerle çıkılmıştı ve hedef, batılı emperyalist çıkarlarla uyum içinde bölge ülkelerine nüfuz etmek, bir tür alt emperyalist güç konumu kazanmak, bunun siyasal ve iktisadi sonuçlarından sefilce yararlanmaktı. Türkiye kapitalizminin ulaştığı gelişme düzeyinin bunu hem bir ihtiyaç haline getirdiği, hem de olanaklı kıldığına inanılıyordu. Bu hedef ışığında bugünkü durum, acınacak türden bir iflas tablosudur. Rusya krizi Türk burjuvazisinin gerçek çapını gözler önüne sermiş, sahip olduğu iktisadi, siyasi ve askeri gücün sınırlarını ortaya koymuştur. Bu durumda ona bir kez daha o çok iyi bilinen utanç verici tarihsel misyon, bölgenin Ortaçağ artığı gerici rejimleriyle işbirliği halinde ABD ve Avrupa emperyalizminin bölgesel çıkarlarına bekçilik yapmak kalmıştır. Bunun zorunlu uzantısı Siyonist İsrail ile ilişkilerin yeniden eski rayına oturtulmasıdır. Nitekim halen beklenmedik bir kıvraklıkla yapılmakta olan da budur.

TKİP V. Kongresi, Türk burjuvazisi ve devletinin emperyalizmin hizmetinde izlediği gerici ve saldırgan dış politika çizgisinin iflasını, bölge halkları kadar Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri payına da son derece olumlu bir gelişme olarak değerlendirmekte, bölgenin mazlum halklarıyla tam dayanışmasını ilan etmektedir. Halkları dinsel, mezhepsel, etnik ve kültürel farklılıklar üzerinden oynanan oyunları boşa çıkarmaya, bölge üzerinde farklı hesaplarla hareket eden tüm emperyalist odaklar ve onların yerel işbirlikçilerine karşı kendi aralarında kenetlenmeye çağırmaktadır.

***

7 Haziran seçim sonuçları solda ölçüsüz hayallere ve dolayısıyla rehavete yol açarken, Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçi büyük burjuvazinin onunla en sıkı ilişkiler içindeki kesimi için de, birikmiş sorunları bir “büyük koalisyon” yoluyla çözmenin bir olanağı olarak görülmüştü. Tek başına iktidar olanağını yitirmek istemeyen AKP, Kürt halkına karşı gündeme soktuğu yeni kirli savaş politikası başta olmak üzere çeşitli kirli oyunlarla bu arayışı boşa çıkararak konumunu korudu. Fakat elde ettiği bu başarıya rağmen kendi hedefleri üzerinden rejimi yeni bir dengeye kavuşturmak şansı yine de yoktur. Bu durumda düzen siyasetine egemen kararsız denge bir dönem daha sürecek, uygun koşullar oluştuğunda çatışma etkenleri kaçınılmaz olarak kendini yeniden gösterecektir. Sorumluluğunu dolaysız olarak Erdoğan AKP’sinin taşıdığı dış politika hezimetinin almış bulunduğu bugünkü boyutlar, bunun koşullarını kendi yönünden şimdiden hazırlamaktadır.

Dış politika alanındaki hezimetini ABD ve İsrail’e sığınarak dengelemeye, böylece onlarla ilişkilerini de onarmaya çalışan AKP iktidarı, aynı şeyi Kürt halkına karşı başlattığı geniş çaplı kirli savaş sayesinde düzen ordusuyla ilişkilerinde yapmaya çalışmaktadır. Bunun ona iktidar konumunu daha da güçlendirme olanağı mı sağlayacağı, yoksa kaçınılmaz düşüşünü mü hızlandıracağı, Türkiye’de ve bölgede olayların izleyeceği karmaşık seyre bağlı olarak zaman içinde görülebilecektir.

AKP tüm iktidar dönemi boyunca emperyalizme ve işbirlikçi büyük burjuvaziye hizmette kusur etmedi. Bu doğrultuda işçi sınıfına, emekçilere ve ilerici toplumsal muhalefete karşı kesintisiz bir saldırı çizgisi izledi. Düzen içi iktidar mücadelesinde konumunu güçlendirmek doğrultusunda çok iyi kullandığı aldatıcı “çözüm süreci” sürdüğü sürece, hiç değilse ulusal istemleri yönünden ve bir süreliğine Kürt halkı bu saldırı çizgisinin dışındaymış gibi göründü.

Geçici olmaya mahkum bu aldatıcı durum 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında sona ermişti. 1 Kasım’da elde ettiği başarının ardından ise AKP artık yeni düzeyde bir saldırı ve savaş hükümeti olarak hareket etmektedir. Reform paketleri adı altında işçi sınıfına ve emekçilere karşı yeni saldırılara hazırlanırken, Kürt halkına karşı da yasa, kural ve sınır tanımayan kapsamlı bir kirli imha savaşını devreye sokmuş bulunmaktadır.

Bölgedeki gelişmelerin basıncı altında ve Amerikan emperyalizminin özel teşvikiyle gündeme getirilen “çözüm süreci”, Kürt sorununu gerçekten çözmeyi değil fakat sınırlı tavizlerle yatıştırıp denetim altına almayı hedefliyordu. Kürt Hareketi ise bu kaba aldatmacayı ciddiye alarak, ancak devrimle elde edilebilir olanı kurulu düzenle pazarlıkların ürünü anayasal reformlarla elde etmeyi umuyordu. Gelinen yerde bir arada çöken, sermaye devletinin sefil hesapları ile Kürt Hareketi’nin dayanaktan yoksun hayalleridir.

Ortadoğu’daki gelişmeler çerçevesinde Türkiye topraklarını Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri için yeniden bir sıcak savaş üssü haline getiren Türk sermaye devleti, bunun karşılığında Kürt halkının özgürlük mücadelesini kapsamlı askeri operasyonlarla ezme ve sindirme izni almıştır. Halen yürütülmekte olan kapsamlı kirli imha savaşı, o dönülmesinden korkulan ‘90’lı yılları şimdiden fersah fersah geride bırakmaktadır. Artık hedeflenen, Kürt halk kitlelerinin bizzat kendisidir. İl ve ilçelerde haftalar boyu süren sokağa çıkma yasakları, kentsel yerleşim bölgelerinin ordu ve polis ablukası altında tanklar ve toplarla yakılıp yıkılması, sıradan insanların sorgusuz sualsiz katledilmesi, yüzbinlerce insanın göçe mecbur edilmesi, bütün bunlar bunun ifadesidir.

TKİP V. Kongresi, ödediği büyük bedellere rağmen boyun eğmeyen Kürt halkının yiğit direnişini selamlamakta, tüm meşru istemlerini kararlılıkla desteklemekte, Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesine omuz vermeye çağırmaktadır.

Fakat öte yandan, bedelleri ağır bu mücadelenin halen en büyük zaafının çözüme götürecek bir devrimci stratejik çizgiden yoksunluk olduğu gerçeğinin de altını çizmektedir. Ulusal sorunda gerçek özgürlük ve tam eşitlik, kurulu sermaye düzeninin doğasına aykırıdır. Bu haklı istemlerde ısrar edilecekse eğer, sermaye düzeni ile uzlaşmaya dayalı anayasal reformlar çizgisi terkedilmeli, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle omuz omuza birleşik devrim yolu tutulmalıdır. Gerçek ulusal özgürlüğü ve tam eşitliği elde edebilmenin, bu arada sorunu işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarına en uygun biçimde çözebilmenin biricik olanaklı yolu budur.

 

IV

Ana gövdesiyle Türkiye solunun devrimden kopması ve reformist bir çizgide düzen çatlaklarında politika yapmaya yönelmesi, AKP iktidarı dönemini öncelemektir. Bununla birlikte AKP’li dönemin kendine özgü koşullarında bunun yeni boyutlar kazandığı da bir gerçektir. Düzen siyasetinde tüm dengelerin alt üst olmasıyla belirlenen bu yeni dönemde, düzen siyasetinin seyrini güncel koşullar üzerinden etkileme hevesleri reformist solu düzen içi çatışmanın basit bir eklentisi durumuna düşürmüş bulunmaktadır.

Reformist sol bu dönemde, birinden birine daha yakın duran ara tonları da içermek üzere, ulusal cumhuriyet ve demokratik cumhuriyet çizgileri ekseninde iki ana akım halinde kümelendi. İlk kümeyi oluşturan ulusal cumhuriyetçiler, dinsel gericiliğin birleşik partisi AKP’ye karşı “Cumhuriyet’in kazanımları”nı savunmak iddiasında oldular. İkinci kümeyi oluşturan demokratik cumhuriyetçiler, Kürt sorununun çözümü ekseninde mevcut “Cumhuriyeti demokratikleştirmek” çizgisi etrafında birleştiler.

TKİP başından beri tasfiyeci karakterdeki bu iki reformist yönelime karşı ilkelere dayalı açık bir mücadele yürüttü ve bağımsız devrimci sınıf çizgisini savundu. Bu mücadelenin bilançosunu çıkaran ve onu temel yönleri üzerinden özetleyen TKİP IV. Kongresi, “Cumhuriyet tarihi bütünlüğü içinde irdelendiğinde, kapitalist gelişmenin değişen koşulları içinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara bağlı olarak düzenli ve mantıklı bir evrim yaşadığı görülür” tespiti üzerinden sözü, reformist solun anmış bulunduğumuz iki ana yönelimine bağlıyordu:

“AKP’nin yaratmakta olduğu siyasal düzen, evrimi içinde burjuva cumhuriyetinin bugün vardığı yerdir. Bundan dolayıdır ki, AKP’ye karşı mücadeleyi cumhuriyeti savunmak mücadelesi olarak ele almak, tükendiği ve dolayısıyla aşılmayı beklediği bir aşamada onu yeniden diriltmeye çalışmak, gerici bir ütopyadır. Çürüme süreci içinde tükenen burjuva cumhuriyetinin gerçek alternatifi sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetidir. Olduğu kadarıyla burjuva cumhuriyetinin kuruluşu sürecinden gelen kazanımları yaşatmanın ve geleceğe taşımanın da bundan başka bir yolu yoktur.

“Tükenen bir cumhuriyetten sözümona bir ‘demokratik cumhuriyet’ çıkarmak peşinde koşmak da aynı ölçüde hayalci ve dolayısıyla gerici bir ütopya ile oyalanmaktır. Bu beklenti dünya olaylarının genel seyrine, girmiş bulunduğumuz tarihsel dönemin genel eğilimlerine, bunun bulunduğumuz bölgeye yansımalarına da aykırıdır. Kendi geçmişinden gelen ilerici değerlerden bile kopan, toplum yaşamının tüm alanlarını ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültüre göre yeniden şekillendirmeye çalışan, iç politikada polis rejimini kurumlaştıran ve dış politikada militarizmi ve saldırganlığı bir politika haline getiren bugünkü cumhuriyet, demokratikleşmeyi değil fakat yıkılmayı, yerini sosyalist bir cumhuriyete bırakmak üzere köklü bir biçimde aşılmayı beklemektedir.” (TKİP IV. Kongresi Bildirisi, Kasım 2012)

Aradan geçen üç yılın olayları ışığında bu değerlendirmeler bugün çok daha anlamlı, çok daha günceldir. Bu değerlendirmenin yapıldığı dönemin Türkiye’si ile günümüz Türkiye’si arasındaki temel fark, aldatma ve oyalamaya dayalı “çözüm süreci” politikasının bir yana bırakılması, Kürt sorununda inkar ve imha çizgisine geri dönülmesidir. İşte kendi başına bu temel önemde değişiklik, reformist solun iki ana kümesinin izledikleri çizginin dayandığı çürük temelleri gözler önüne sermeye yetebilmiştir.

“Ulusal cumhuriyet” çizgisinin asıl temsilcisi konumundaki Perinçekçi parti, bugün artık dinsel gericiliğin iktidar partisi AKP’nin safındadır. Bu yeni saflaşmanın temel nedeniyse Kürt halkına karşı gündeme getirilen kirli imha savaşıdır. Perinçekçi parti halen değme faşistlere taş çıkartacak bir şovenist söylemle bu savaşın çığırtkanlığını yapmakta, ABD ile yapılan kirli pazarlıkların ardından ve Türkiye topraklarının emperyalizmin savaş üssü olarak kullanılması karşılığında mazlum bir halka karşı gündeme getirilen bir imha savaşını “vatan savaşı” olarak sunmak yüzsüzlüğü göstermekte, bu arada ordu ve polis şahsında faşist-militarist kurumları göklere çıkarmaktadır.

Bu tutum tiksinti vericidir fakat yarattığı açıklıklar fazlasıyla öğreticidir. Dinsel gericiliğe karşı mücadele adı altında bugün artık iliklerine kadar çürümüş bir burjuva cumhuriyetinin kuruluş değerlerini kendi içinde idealize ederek varılan yer bu olmuştur. Bu şaşırtıcı da değildir. Zira o kuruluş değerleri içinde Kürt ulusunun inkarı ve meşru ulusal haklarının gaspı da vardır. “Ulusal cumhuriyet” çizgisinin cumhuriyetin mirası konusunda en hassas olduğu “değer”in gerçekte ne olduğu böylece açığa çıkmıştır. Sözkonusu olan Kürt sorunu olunca, öteki herşey onlar için “teferruat”a dönüşebilmektedir. Mazlum bir halkın tümüyle haklı ve meşru özgürlük ve eşitlik istemlerinin ezilebilmesi için, öteki cumhuriyet değerlerinin biçimsel varlığına bile katlanamayan bir dinsel gericilik odağının arkasında saf tutulabilmektedir. Bu, “ulusal cumhuriyet” çizgisinin en asli temsilcileri şahsında utanç verici iflasıdır.

“Ulusal cumhuriyet” çizgisinin ezen ulus şovenizmine yapısal olarak açık konumundan farklı olarak, “demokratik cumhuriyet” çizgisi etrafında birleşenler Kürt halkının meşru ulusal istemlerini desteklemekte, dahası bunu savundukları çizginin esas ekseni olarak ele almaktadırlar. Bu tutumlarıyla “demokratik cumhuriyet” çizgisi bileşenleri ilerici-demokratik bir konumun temsilcileriydi ve hala da öyledirler. Ama bu, “cumhuriyetin demokratikleştirmesi” adı altında savundukları genel projenin aldatıcı ve hayalci, emekçilerde kurulu düzen hakkında temelsiz umutlar yarattığı ölçüde de gerici niteliğini değiştirmemektedir.

Bu çizgide hareket edenler, işin aslında Kürt ulusal hareketinin sıradan eklentileri olmaktan öteye gidemedikleri için, onun AKP ile ilişkilerindeki tüm tutarsızlıklarının bir biçimde kurbanı oldular. Tüm bu tutarsızlıkları görünürde rasyonalize eden “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci” idi. Gelinen yerde bu ikili aldatmaca çökmüş bulunuyor. Oysa bunlara bağlanan umutlar ve buna bağlı olarak sergilenen tutumlar, AKP eksenli dinsel gericilik odağının bugünkü iktidar konumuna yerleşmesinde azımsanmayacak bir sorumluluğa sahiptir.

İliklerine kadar çürüyüp kokuşmuş bugünkü cumhuriyet bir iktisadi-sınıfsal temele, bir sınıf egemenliği sistemine dayanan ve binbir bağla emperyalizme bağımlı olan bir siyasal yapıdır. Dayandığı temellere ve uluslararası dayanaklarına dokunmaksızın onu kendi toplumsal varlık koşulları üzerinde demokratikleştirmeyi hedeflemek, bunu da emekçilere ve mazlum Kürt halkına bir kurtuluş reçetesi olarak sunmak, başlı başına bir aldatmacadır. Bunun Türkiye toplumunu tepesine bir kabus gibi çökmüş ultra gerici bir iktidarla girilen “çözüm süreci”yle gerçekleşebileceğine, en azından buna yakınlaşılabileceğine inanmaksa, bunun da ötesindedir.

Tüm bu hayaller son gelişmelerle çökmüştür ve bu kaçınılmaz bir sonuç olmuştur.

 

V

“Bugünün Türkiye’sinde mevcut gerici dengeleri altüst edebilecek biricik toplumsal güç işçi sınıfıdır. Gericilik atmosferini dağıtmak, kent ve kır yoksullarının hoşnutsuzluğunu düzen karşıtı bir mecraya taşımak, böylece devrimci süreci ilerletmek, devrim davasını büyütmek ancak bu sınıfa dayanmakla olanaklıdır. Kürt sorununu bugünkü kısır döngüden kurtarmak, ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini devrimi büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfı hareketinin devrimcileşmesiyle, toplumda etkin bir güç olarak öne çıkmasıyla olanaklıdır. Bu kuşkusuz kolay değildir; ama başka bir yol, başka bir çıkış, başka bir çözüm yoktur. “Ulusal cumhuriyet” ya da “demokratik cumhuriyet” projeleri, toplumsal temelden yoksun, devrimin potansiyellerini düzenin çatlakları içinde eritmekten başka bir sonuç vermeyecek olan gerici ütopyalardır.” (TKİP IV. Kongresi Bildirisi)

TKİP IV. Kongresi, reformist sol kümelenmelerin burjuva ara katmanların ufkunu oluşturan, onların çıkar ve özlemleriyle örtüşen liberal karakterdeki burjuva demokratik ya da burjuva ulusal çizgilerinin karşısına bu devrimci bakış açısıyla çıkmıştı. Burada ana vurgu devrimci strateji ve politikanın taşıyıcısı olabilecek biricik toplumsal güce, dolayısıyla işçi sınıfına, bu çerçevede işçi sınıfı hareketinin devrimcileştirilmesine, devrimci bir işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesi temel görevinedir. Partimizin her vesileyle vurguladığı gibi, Türkiye’nin devrimci bir geleceği olacaksa eğer, bu ancak işçi sınıfı ile olanaklı olabilir. Modern burjuva toplumunda toplumsal devrimi bir ideal olmaktan çıkarıp bir gerçeğe dönüştürebilmenin başka bir yolu ya da olanağı yoktur. İşçi sınıfına inanmayan, bu sınıfa dayanmayan, onu birleştirmek, örgütlemek ve devrimcileştirmek için varını yoğunu ortaya koymayanların devrimciliği boş bir laftan öteye gidemez ve sonunda şu veya bu biçimde düzen içine kapaklanmayla noktalanır. Kolay yolu tutarak burjuva ara katmanların kurulu düzenle bağdaşabilen çıkar ve özlemleriyle hareket eden “ulusal cumhuriyet” ya da “demokratik cumhuriyet” projelerinin yaşadığı güncel akıbetin açıkça gösterdiği gibi.

Soyut devrimci program, strateji ya da taktiklerin kendi başına bir anlamı, gücü ve dolayısıyla işlevi yoktur. Önemli olan bunların oluşturduğu devrimci çizgiyi, onun taşıyıcısı olabilecek toplumsal sınıf içinde ete kemiğe büründürmektir. Devrimci teori, program, strateji ve taktiklerin havada asılı kalan soyut söylemler olmaktan çıkıp maddi bir güce dönüşmesi, böylece hayata geçmesi, böylece toplumsal güç dengelerini değiştirmeye yönelmesi ancak bununla olanaklıdır. Aynı şekilde sınıfı temsil etmek iddiasındaki devrimci bir partinin toplumsal düzeyde bir güç odağı olarak öne çıkması ve devrimci süreci başarıyla geliştirebilmesi de ancak bununla, bu sayede olanaklıdır.

Kuşkusuz bizim için bu vurgularda bir yenilik yoktur; bunlar partimizin marksist devrimci ideolojik kimliğinin ayırdedici temel unsurları arasındadır. Yenilik uzun yıllara yayılan sabırlı ve soluklu çalışması ile, bu çalışmada yarattığı mevziler ve kazandığı deneyimle, partimizin bu bakış açısının gereklerini gerçekleştirmeye her zamankinden daha yakın olmasıdır.

Bu nedenledir ki, TKİP IV. Kongresi’nin üç yıl önce ortaya koyduğu perspektif, iki kongre arası dönemde yaşanan gelişmeler ve partinin bu alanda kazandığı yeni deneyimlerin de ışığında, TKİP V. Kongresi’nin çalışmasının ana eksenini oluşturmuştur. Kongremizin temel şiarı, “Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!” çağrısı, sözkonusu perspektifin somutlanmış halidir. Bu çağrı, partinin devrimci sınıf mücadelesi görevlerine yüklenirken tutacağı çözücü halkayı tanımlamaktadır. Devrimci süreci ilerletmek devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek ölçüsünde olanaklıdır. Bunun ötesindeki tüm yollar, geleneksel solun tüm deneyimiyle de açığa çıktığı gibi, batağa ya da hüsrana götüren çıkmaz yollardır.

“Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!” çağrısında özetlenen, bütünlüğü içinde partinin stratejik bakışı ve taktik yönelimidir. TKİP V. Kongresi ile başlayan yeni dönemde bu yönelim parti için artık çok daha somut, güncel, acil ve yakıcı bir anlam ve önem kazanmıştır. Parti sınıf eksenli bir güç odağı olmak hedefini ete kemiğe büründürmek, böylece sınıf mücadelesinde gerçekten etkin bir rol oynamak istiyorsa, bu halkadan sımsıkı tutmak ve bu doğrultuda başarıya kilitlenmek zorundadır.

Partimiz sınıf çalışmasında yılların deneyimine sahiptir, sınıfı artık çok daha yakından tanımaktadır, sınıfla bağları günden güne gelişmektedir. Yakın dönem sınıf hareketi tarihinde gerçek bir kilometre taşı olan Greif Direnişi ile toplumsal düzeyde yankı yaratan Metal Fırtınası, partinin sınıf çalışması alanında katettiği mesafenin göstergeleri olmakla kalmamış, her biri kendi yönünden son derece önemli açıklıklar sağlamış, böylece partinin sınıf çalışması deneyimini yeni bir düzeye sıçratmıştır.

Greif Direnişi partinin sabırlı ve soluklu fabrika eksenli çalışmasının dikkate değer bir örneği olmuştur. Solun büyük bir bölümüyle ilgisiz boş gözlerle izlediği, her renkten sendika bürokratının ise açık ya da örtülü bir düşmanlıkla karşıladığı bu direniş sınıf hareketine egemen mevcut statükoyu derinden sarsmış, sınıf ve sendika hareketine yeni ölçüler, yeni devrimci kriterler getirmiş, öteki sınıf bölüklerine de hızla ulaşan yeni etkili sloganlar üretmiştir. Greif Direnişi, başarılı bir fabrika çalışması yürütmenin yanısıra, devrimci bir sınıf hareketi geliştirmenin ve sendika bürokrasisine karşı etkili bir mücadelenin sorunları konusunda da parti için son derece önemli yeni açıklıklar sağlamıştır.

Geniş yankılar yaratan Metal Fırtınası ise, sınırlı bağlarına ve mevzilerine rağmen, doğru bir politika, isabetli araç ve yöntemler, ve en önemlisi de, cüret ve cesaretle hareket ettiği bir durumda partinin sınıfın nispeten geniş kesimlerinin hareketlenmesinde belirgin bir rol oynayabileceğinin somut bir örneği olmuştur. Çok sayıda büyük metal fabrikasındaki onbinlerce işçiyi kapsayarak günlerce fiili grev ve direniş halinde süren bu büyük eylem, bir yandan işçi sınıfı kitlelerinin ideolojik ve kültürel bakımdan düşürüldüğü durumun daha açık biçimde görülmesine vesile olurken, öte yandan bu yapısal zaafa rağmen sınıfın bağrındaki birlik, mücadele, eylem, etkileşim, dayanışma ve örgütlenme yeteneği ve enerjisini göstermiştir.

TKİP V. Kongresi partimizin adı ve emeği ile sıkı sıkıya ilişkili bu direnişlerin somut deneyimlerini, yarattığı açıklıkları enine boyuna irdeleyerek yeni dönem sınıf çalışmamıza ışık tutacak sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Tüm partinin bu deneyim ve derslerle en iyi biçimde donatılması ölçüsünde, yeni dönem sınıf çalışmamızın yeni başarıları da güvenceye alınmış olacaktır.

***

Greif Direnişi sınıf hareketinde yeni bir dönemin başladığının bir işareti olmuştu. Onun eylem çığlığı olan “İşgal, grev, direniş!” şiarının sınıf hareketi bünyesinde hızla yankılanması ve yaygınlaşması ve onun tuttuğu fiili-meşru mücadele yolunun onbinlerce metal işçisi tarafından izlenmesi, bu gerçeği kesinleştirmiştir. Sınıf hareketi açısından artık yeni bir dönem başlamıştır. İşçi sınıfının önüne kurulan çeşitli türden barikatları da aşarak kendi tarzında mücadele sahnesine akmasıyla belirlenen bir dönem olacaktır bu. Partimizin görevi bu gelişmeyi her yolla hızlandırmak, onu devrimci bir siyasal mecraya çekmek, devrimci bir çizgide örgütleyip geliştirmek için en azami çabayı harcamaktır.

TKİP V. Kongresi’nin tüm çalışması bu görevin başarıyla yerine getirilebilmesinin güvencesidir.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

TKİP V. Kongresi

Aralık 2015


Üste