Logo
< Devrimci politika ve örgüt sorunu ekseninde işçi-emekçi kadın çalışması

Sektörel birlik deneyimi - Z. Yalçınkaya


İşçi hareketinin her ileriye çıkışı yıllardır sendikal ihanet duvarına çarpıyor. Sendikal alana etkin bir müdahale ihtiyacı sektörel birlik çalışmasını gündeme getirdi. Neredeyse on yılı bulan birlik çalışması geçtiğimiz yıl anlamlı bir mesafe katetti. Oldukça zengin ve öğretici deneyimler kazandık. Bu deneyimler ışığında sektörel birlik politikası ve pratiğimize ilişkin bazı noktaların altını çizmek bir ihtiyaç.

 

Birlik çalışması “bağımsız” mıdır?

Sektörel birlik çalışmasının “dolaysız” bir parti çalışması olmadığı yeterince açık. Ama bundan, bu çalışmanın parti çizgisinden ve çalışmasından bağımsız olabileceği gibi bir sonuç çıkarılamayacağı da açık.

“Birlik bugün sendikal zemine etkin devrimci müdahalemizin amaca uygun bir aracıdır. Sendikalar alanında ve işkolları üzerinden yürüttüğümüz çalışmayı kolaylaştıran meşru bir biçimdir.” (Birlik çalışması üzerine, MK Toplantı Tutanakları)

Alıntıdan da anlaşılacağı gibi, birlik sınıf çalışmamızın sendikal boyutunda devrimci müdahalenin, partinin bu alandaki politikalarını sınıfa taşımanın “uygun bir aracı”dır. Ona bundan öte veya bundan geri bir misyon biçmek, buradan doğru “bağımsızlık” tartışmalar yürütmek doğru olmayacaktır.

 

Taktik politika ve esneklik nasıl anlaşılmalı?

İşçi hareketinin mevcut durumu, taktik politika planında esnekliği, bu çerçevede değişik araç, yol ve yöntemler kullanmayı gerektiriyor. Fakat bu “esneklik”, belirlediğimiz politikaların devrimci stratejimize hizmet etmesi gerektiği gerçeğini gözden kaçırmaya yol açmamalıdır.

Sınıf hareketine müdahalemizde parti çizgisine uymayan hareket tarzı, yaklaşım ve söylemleri taktik politika ve esneklikle açıklayamayız. İşçi hareketinin mevcut geriliğinin devrimci müdahale noktasında önümüze büyük engeller çıkardığı bir gerçek. Sınıf saflarında ekonomik istemler üzerinden kendini dışa vuran ve yaygınlaşan bir tepki ve hoşnutsuzluk var. Bu yanıyla her fabrika kaynayan kazan aslında. Taktik politika elbette sınıfı buradan doğru kucaklamaya çalışmayı gerektirir. Fırtına sürecinde aslında büyük oranda bunu yaptık. Bu noktada oldukça başarılı da olduk.

Tam da burada sorulması gereken soru, beraberinde işçileri “sınıfa karşı sınıf” çizgisine çekme doğrultusunda ne kadar çaba harcadığımız, bunu ne kadar yapabildiğimizdir. Bu noktada çok da başarılı olamadığımız bir gerçek. Burada elbette bizi aşan bir nesnellik var. Ama burada önemli olan, biz bunu etkin bir biçimde yapmaya çalıştık ama sonuç alamadık diyebiliyor muyuz? Bu açıdan hiçbir şey yapılmadı denilemez elbette ama yeterince yapmadığımız bir gerçek.

Fırtınanın geri çekilmesi sürecinde, hareketli günlerde yaşanan gericiliğin daha fazlasını üzerimizde hisseder olduk. Bu doğal bir durumdu. İşçiler bir öfke patlaması yaşayarak bizimle birlikte fiili meşru mücadele yolunu tutmuşlardı. Birlik ile süreç önemli bir yere geldi ve işçi hareketinin bilinci ile eylemi arasındaki açı farkının sınırlarına dayandı. Verili bilinçleri yapmış oldukları eylemlerin sınıf mücadelesinde tam olarak neye denk düştüğünü açıklayamadığı için, bize karşı mesafe arttı. Buna Türk Metal ve devletin sistematik çalışması da eklenince, işçi kitlesinin ana gövdesi bizden uzaklaştı. Samimiyetimize inanıyor olsalar da, politik olarak bizden uzak oldukları bir gerçek. Fırtınanın ardından işçi hareketinin yaşadığı tıkanma tam da burası ve buradan ileriye çıkış olmadan yol yürünemez, en azından devrimci yol yürünemez. Bu durum önümüzdeki dönemin görevlerine ışık tutuyor.

İşçi hareketinin mücadele içinde ileriye doğru yol yürüdüğünü ve devrimcileştiğini tarihsel deneyimlerden biliyoruz. Ama bunun kendiliğinden olmadığı da deneyimlerle sabit. İşçi-yığın hareketini geliştirmek ile onu devrimcileştirmek süreci birbirinden koparılamaz. Sınıfa dönük her müdahalemiz, işçileri harekete geçirip maddi-moral kazanımlar etmek kadar onu devrimcileştirmeyi de hedeflemelidir.

Bunun oldukça zor olduğu bir gerçek. Denge iki yönüyle de iyi tutturulabilmeli. Burada yaşadığımız en önemli sorunların başında dil ve üslup sorunu geliyor. Sol getto ya da grup dilinden kurtulmamız gerekiyor. Sınıf dili kullanmada öyle ustalaşmalıyız ki, verili geri tablosunda bile ona anlatamayacağımız, önyargı duvarlarını aşamayacağımız hiçbir konu kalmasın. “Esneklik” ya da “taktik politika” adına bundan uzak durmak, işçilerin geri bilincine teslim olmaktır.

 

Süreç içinde Birlik farklılaşmış mıdır?

Söze şöyle girmek belki daha isabetli olacaktır. Metal Fırtına sürecinde çok büyük bir iş başardık! Bunu kimse yadsıyamaz, yadsımıyor da. Öyle ki dışımızdaki kimi güçler, “boylarının bin katı büyüklüğünde bir iş başardılar” biçiminde değerlendirmeler yapabildiler. Atomize edilmiş bir işçi gerçeği ile karşı karşıya olan bizler, önümüzde duran engelleri cesaret ve cüretle aşarak, belki basit bir tepki hareketinden öteye geçemeyecek bir hareketi koca bir işçi hareketine dönüştürmeyi başardık. Bunun imkanlarının oluşmasını sağladık. Fabrikalar arası kurul gibi örgütlenmelerin oluşmasının önünü açtık ve ona öncülük ettik. O güne kadar dışardan seslenme dışında sınırlı bağlarımızın olduğu stratejik fabrikaların öncü işçileriyle ortak masalar kurup süreç planlamaları yaptık. Bunlar başlı başına büyük başarılardı. Bu yanıyla Metal Fırtına süreci partimiz açısından son derece önemli bir deneyimdir.

Ama fabrikalarla olan bağlarımızın sınırlılığı harekete dönük somut müdahalenin sınırlarını da belirledi. O sınırdan öteye geçemedik. Tam da bu noktada belirtmek gerekir ki, 2017 toplu sözleşme sürecine ve beklentilerimize bu deneyim üzerinden bakmamız lazım. Taktik politika planında ne kadar isabetli hamleler yapsak da, fabrika zemininde mesafe alınamadığı sürece ileri gidilemeyecektir. Aksi yöndeki beklentiler hayaldir ve hayal kırıklıklarından başka bir şey yaratmayacaktır.

“Sınıf hareketindeki gelişmeler, bizim kazanacağımız somut mevziler, beklenmedik başka olanaklar, ortaya yeni durumlar çıkarabilir ve bizi yeni tercihlere götürebilir ya da mevcut örgütsel biçim yeni misyonlar kazanabilir.” (MK Toplantı Tutanakları)

Bu alıntıya da dayanılarak, Metal Fırtına süreciyle Birlik’in bir işçi örgütü haline geldiği ve bu hareketin gelişim süreciyle birlikte farklı bir misyona büründüğü yönünde değerlendirmeler yapılabiliyor.

Fırtına sürecinin başındaki durumda değiliz elbette. Birçok fabrika ile somut bağlarımız var. Bu bağlara örgütsel formlar vermeye çalışıyoruz. Metal sektörünün stratejik fabrikalarında ismimizin anılmadığı fabrika yok desek abartı olmayacak. Bir dizi fabrikada işçiler bizi takip ederek kendi çaplarında politika geliştirmeye çalışıyorlar. Hatta bizden bağımsız kendilerini Birlikçi olarak ifade eden işçilerle bile karşılaştık. Ama bu kadarı böyle bir tespit yapmak için yeterli değil.

Bazı soruların yanıtları bu açıdan Birlik’in durumuna açıklık getirecektir. Birliğin kitle etkinliklerine bu süreç içinden ne kadar işçi katıldı? Bu işçi kitlesi Birlik’i ne kadar açıktan sahipleniyor? Devlet ya da sermaye baskısı karşısında bize karşı tutumları nasıl? Kendini Birlikçi olarak ifade eden işçiler bizim politik yönlendirmelerimize ne kadar açıklar? Sorular daha da çoğaltılabilir. Bu sorulara vereceğimiz cevaplar henüz yukardaki tespite dayanak yapılabilecek bir durumla karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor.

Tablo böyle iken, Birlik bir işçi örgütü haline geldi demek, gerçekliğe tam denk düşmeyen bir değerlendirmedir. Sağlıklı değerlendirme şu olacaktır. İşçi sınıfı halihazırda ekonomik zeminde hareket ediyor. Birlik bu zemindeki hareketlilikle somut bağlara sahip ve bir odak olarak orta yerde duruyor. Bu yanıyla ciddi bir potansiyelle karşı karşıyayız. Sınıf devrimcileri bu potansiyeli devrimci bir sınıf hareketine evriltmek için çok yönlü olarak yüklenmek zorundadırlar.

 

Sınıfla devrimci temellerde bütünleşmek için!

Sektörel birlik çalışmamız Metal Fırtına sürecinde son derece zengin deneyimler kazandı. Sanayi proletaryasının merkezine ayak bastık. Halihazırda tam olarak karşılığını üretmese de, örgütsel zeminler oluşturabilme noktasında önemli bir mesafe katettik. Fabrikalarda oluşan ya da embriyon durumunda olan zeminler bugün için güdük ve büyük bir bölümü potansiyel enerji diyebileceğimiz türden. Bu potansiyeli işçi sınıfı ile devrimci temellerde bütünleşmek noktasında en iyi şekilde değerlendirmek günün en önemli görevlerinden biri, hatta başlıcası.

Her zamankinden daha fazla enerji ve çabayla sınıfı dönüştürmeye çalışırken, kendi devrimci dönüşümümüzü sağlamak için de fabrikalara!


Üste