Logo
< 15 Temmuz ve devrimci sınıf hareketi

Yeni dönem ve görevler


Partimiz son yıllarda tüm temel değerlendirmelerinde yeni bir döneme (bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine) işaret etmekte, bu yeni dönemin yüklediği çok yönlü devrimci görev ve sorumluluklara dikkat çekerek, buna uygun bir devrimci hazırlığın öneminin altını döne döne çizmektedir.

Bu değerlendirmelerin ve bunun ortaya çıkardığı görev ve sorumlulukların bilinciyle hareket etmek, bugün en öncelikli sorumluluklardan biridir. Günümüz emperyalist-kapitalist dünyasının yaşadığı çok yönlü bunalım, bölgesel çatışma ve savaşlar, bu gelişmelerin Türkiye’yi de içine alması, özellikle Ortadoğu’da giderek yayılma eğilim gösteren çatışma ve savaş tablosu buna işaret etmektedir. Ortadoğu, emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri için hegemonya mücadelelerinin ve nüfuz çatışmalarının halihazırda merkezi durumundadır. Suriye merkezli olarak devam eden bu hegemonya mücadelesi tüm bölgeyi sarmış bulunmaktadır. Dahası AKP gericiliği Suriye’deki savaşa işgalci bir güç olarak bizzat katılarak sonu belirsiz bir maceraya doğru yol almaktadır. İslamcı cihatçı çeteleri kanatları altına alarak yangına adete körükle gitmektedir.

Bu saldırgan dış politikayı içeride faşist baskı ve terör politikaları tamamlamaktadır. AKP gericiliği 7 Haziran seçimlerinin ardından başlattığı kirli savaşı, baskı ve terörü 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tırmandırarak Türkiye’yi tam olarak bir savaş ortamının içine sokmuştur. Darbe girişiminin ardından devlette tam bir tasfiye ve temizlik başlatılmıştır. Öncelikle düzen içi gericiler tasfiye edilmiş olsa da, saldırının hedefinde asıl olarak sol güçler ile Kürt hareketinin olduğu tartışmasızdır. Uzun bir dönemdir sol güçler ile Kürt hareketine karşı zaten ölçüsüz, keyfi ve kuralsız bir savaş yürütülmekteydi. Bugün bu saldırılar çok daha pervasızlaşmış ve çok değişik kesimleri hedef almaya başlamıştır. Önümüzdeki dönemde saldırıların önü daha da açılacaktır.

15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte düzen krizinin derinleşerek bir devlet krizine dönüşmesi, Kürt sorununda süregiden çözümsüzlük, sosyal yıkım saldırılarının kesintisiz olarak devam etmesi, ekonominin dengelerindeki kırılgan eğilim, Türk sermaye devletinin Suriye topraklarına fiilen işgal ederek savaşa doğrudan dahil olması, başka bir dizi sosyal ve siyasal gerilim dinamiği, sermaye düzeni için istikrarsız ve çatışmalı bir dönemin kapısı sonuna kadar aralanmış durumdadır. Burada vurgulanması gereken en temel olgu, sermaye devleti için istikrarsız ve çatışmalı bir döneme dolu dizgin gidişinin önünün açılmış olmasıdır. Bu yeni bir olgu olmamakla birlikte, son dönemdeki bir dizi gelişmenin biriktirdiği mücadele ve çatışma dinamikleri bu istikrarsızlığı sermaye düzeni için artık kalıcı bir hale getirmiş bulunmaktadır.

OHAL, ardından Suriye’ye yönelik işgalci askeri müdahale ve Musul’a dönük politika ve adımlar, tümüyle yeni bir döneme işaret etmektedir. Sürecin bundan sonraki seyri kaçınılmaz olarak, sermaye devletinin zaten temel bir politikası olan ve bugünü kadar “kararlılıkla” uygulanagelen içeride faşist baskı ve terörün daha da tırmandırılması, dışarda ise bölge halklarına yönelik savaş ve saldırganlığın pervasızca hayata geçirilmesi olacaktır. Siyasal mücadele açısından bu tabloya uygun bir sürecin örgütlenmesi öncelikli bir görevdir.

Faşist baskı ve terörün olağan bir uygulamaya dönüştürüldüğü, OHAL ve savaş gerekçesiyle sınırlı hak ve özgürlüklerin askıya alındığı ya da yasaklandığı, burjuva hukukunun tümüyle bir tarafa itildiği, toplumsal muhalefetin ezilerek sesinin-soluğunun kesilmeye çalışıldığı koşullarda, kendini burjuva düzen legalitesinin dar alanına sıkıştırmayan bir mücadele ve örgütlenme zemininin yaratılması apayrı bir önem taşımaktadır.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilerici ve sol güçlere yönelik saldırıların sistematik bir hal alması, kırıntı düzeydeki demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ve burjuva legalitesinin kullanım alanının giderek daraltılması gerçeği, kendini düzen legalitesine ve yasalarına göre konumlandıran sol hareket bakımından önemli bir handikapa işaret etmektedir. OHAL karşısında ilerici ve sol güçlerin ilk anda siyasal faaliyet planında elinin-kolunun bağlı kalması, temel bir zaafiyeti açığı çıkarmıştır. Kendini burjuva düzen legalitesine göre konumlandıran, faaliyetinde açık çalışmanın biçim, yöntem ve araçlarını esas alan, illegal-ihtilalci temele dayalı bir konum ve pratikten uzak bulunanların yaşaması kaçınılmaz bir akıbettir bu. Bu zaafiyetin geçmişten gelen ideolojik-sınıfsal temelleri olmakla birlikte, gelinen yerde bu artık bir kimlik haline gelmiştir. Son yıllarda legaliteyi ve burjuva parlamentarizmi esas almanın gelip dayandığı sınırları da göstermektedir. Bu güçler artık bir kimliğe dönüşmüş bu gerçekliği değiştirme imkan ve zeminini önemli ölçüde kaybetmiş durumdadır.

Partimiz devrimci sınıf programı ve ideolojik-politik çizgisi ile burjuva düzenin legalitesine sığmamakta, parti faaliyetini ve örgütlenmesini illegal-ihtilalci zemine oturtmanın hayati önemi konusunda yeterli bir açıklık taşımaktadır. Ancak bu açıklık, bu alanda belli zayıflıklar taşımadığımız anlamına gelmemektedir. İllegal-ihtilalci bir temele dayanmak, örgütlenmesi ve faaliyetini bu temel üzerinde geliştirip güçlendirmek stratejik ve ilkesel olduğu kadar taktik-politik güncel bir zorunluluktur. Bu perspektifle hareket eden, “Devrimci örgüt yaşamsaldır!” şiarını rehber alan partimiz, pratiğini de buna göre örgütleme çabası içinde olmuş fakat çok değişik etkenlerle bu alanda yaşadığı yetersizlikleri aşmada hedeflediği mesafeyi almada zorlanmıştır.

İçine girdiğimiz yeni dönem, tam bir bilinç açıklığı taşıdığımız zayıflık ve yetersizliklerimizi zaman kaybetmeden geride bırakmayı yakıcı bir ihtiyaç haline getirmiştir. İllegal-ihtilalci konumlanma ve çalışma tarzına uygun bir pratik yönelime yoğunlaşma gelinen yerde ertelenemez bir görevdir. Perspektif planında açıklıklar önemli olsa da kendi başına yeterli değildir. Pratik planda eksiklik ve yetersizlikleri hızla geride bırakma çabasına yoğunlaşmadan, “ertelemeci” bir tutumun ifadesi yaklaşımlar terkedilmeden, içinde bulunduğumuz koşulların dayattığı hayati ihtiyaca yanıt verilemez.

Burada üzerinde durulması gereken bir başka nokta şudur. Olağanüstü bir dönemden geçtiğimiz tartışmasız bir gerçektir. Parti saflarında söylem planında değil ama pratik planda bunun tam olarak bilince çıkarıldığını söyleyebilecek durumda değiliz. Zira olağan dönemin düşünüş ve davranış çizgisi/pratiğine zaman zaman tanık olabiliyoruz. Oysa, gevşekliğe, rahatlığa ve konformizme prim vermeyen bir düşünsel ve eylemsel tutarlılık büyük bir önem taşımaktadır.

Olağanüstü koşullar olağanüstü davranmayı gerektirir. Bu koşulların zorunlu kıldığı araç, biçim ve yöntemlerin daha etkin, yaygın ve sürekli kullanılmasını başarabilmek, buna uygun bir çalışma tarzı ve konumlanmanın içine girebilmek demektir. Devrimci örgüt bilincine dayalı devrimci bir disiplin, ilke ve kurallara dayalı bir örgütsel yaşam, inisiyatifli bir yerel çalışma ve stratejik-temel hedeflere kilitlenen bir çabada yoğunlaşabilmek demektir. Bu doğrultuda alınacak mesafe önümüzdeki döneme devrimci hazırlık bakımından tayin edici bir rol oynayacaktır.


Üste