Logo
< İşçiler ve parti üyeliği

Demokratik merkeziyetçilik ilkesi


Partimizin tüzüğü üzerine/10

Demokratik merkeziyetçilik ilkesi

 

 

(IV. Bölüm/10. madde)

H. Fırat

Örgüt içi yaşamımız ve gündelik siyasal çalışmamız bakımından oldukça önem taşıyan bir bölüme, parti tüzüğünün IV. ana bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Birbirinden önemli toplam on maddeden oluşan bu bölüm,“Parti yaşamı, işleyişi ve iç demokrasi” ortak başlığı taşıyor.

Bu bölümdeki hükümler salt parti üyelerini değil fakat çalışmamız içerisinde şu veya bu biçimde yer alan tüm militanları dolaysız olarak ilgilendiriyor. Zira toplam çalışmamız ve siyasal yaşamımız için yolgösterici olan ilke ve kurallar ortaya konuluyor burada. Dolayısıyla, doğrudan parti örgütüne dahil olmasalar da, parti örgütlerimizin ve çalışmamızın bir parçası olan çeper örgütlerinin örgütsel ve politik yaşamına yol gösterici bir çerçeve sunması ve bu alandaki militanların partili yaşama hazırlanması bakımından da önemli bir bölüm bu.

Bölümdeki maddelere bakıldığında ilk bakışta bunlar bilinen şeyler olarak görülebilir. Ama bu biliniyor gibi görünen şeylerin gerisinde, çok temelli bir dünya görüşü, davranış tarzı, çalışma tarzı, örgüt yaşamı sorunları var. Bunlar da gerçekten biliniyor mu, yeterince sindirilmiş, birer davranış normu haline getirilmiş şeyler mi, işte bu biraz tartışmalı bir konu. Bugün hala sağlam bir örgütsel yapı ve devrimci bir parti içi yaşam kurma çabası içerisindeyiz. Bunda başarılı olabilmemiz, bu bölümdeki sorunları kavrayıp gündelik yaşamda bir davranış normu haline getirebilmemizle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Örgütlenmemizi sağlam temeller üzerinde ilerletme, çalışma tarzımızı köklü bir biçimde düzeltme, dolayısıyla siyasal çalışmamızı ilerletme süreci içerisinde kendi içimizde devrimci anlamda bir mücadele yürütürken, tüzüğümüzün bu bölümündeki hükümlerde dile getirilen bakışaçısını bir silah olarak kullanmak durumundayız.

Parti ideolojisi ve parti yaşamı

Siyasal çalışmamızı aksatan, örgütün devrimci iç yaşamını zedeleyen ve sağlıklı işleyişini aksatan, dolayısıyla verimini düşüren sorunlara baktığımızda, bunların büyük ölçüde belli kusurlu anlayış ve yaklaşımlara dayandığını, belli alışkanlıklardan kaynaklandığını görüyoruz. Genel planda devrimciliğe, daha özel planda ise partimizin kendi sınıf devrimciliği anlayışı, değerleri ve normlarına yabancı; burjuva ya da küçük-burjuva bir sosyal-kültürel şekillenmenin getirdiği zaaflar, alışkanlıklar, eğilimler ve davranışlar bunlar. Bu çerçevede belli bir doğallığı, nesnel bir zemini ve sınıfsal bir kaynağı var.

Ama parti yaşamının hiçbir biçimde kabul edemeyeceği ve kaldıramayacağı şeyler bunlar. Parti kendi saflarından her türden burjuva ve küçük-burjuva eğilimi temizlemek için sistematik bir mücadele vermek zorundadır. Bu nedenle bu tür eğilim ve kusurları, kendi dünya görüşümüz ve değer yargılarımız üzerinden sürekli bir eleştiriye, sistematik bir ideolojik mücadeleyi tabi tutmamız ve mutlaka onları döne döne yenmemiz gerekir.

Her ideolojinin, her sınıfsal kültürün kendi normları, değer yargıları, ilkeleri ve davranış kuralları vardır. Bu genel ya da soyut bir düşünsel sorun değildir. Tersine, siyasal yaşamımızı, gündelik çalışma ve mücadelemizi çok dolaysız olarak ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Çalışmamızı zaafa, yer yer felce uğratabilen sorunlar alanıdır.

Örneğin, yaşamımızda sıkça karşı karşıya kaldığımız küçük-burjuva bireyciliğini alalım. Bu tümüyle bir başka sınıfsal-kültürel konumun bir yansımasıdır, bize temelden yabancı bir dünya görüşünün ürünü ve ifadesidir. Biz komünistler bireyciliği daima reddeder, reddetmekten de öte aşağılarız. Biz kollektivizme inanırız, bu bizim dünya görüşümüzün ana eksenidir. Biz insanlığın geleceğini komünizmde, dolayısıyla kollektivizmde görüyoruz; toplumsal çıkar ortaklığını ve paylaşımcılığı, buna dayalı bir kardeşliği savunuyoruz. Bu çerçevede, kollektif yaşam, çalışma tarzı ve paylaşımcılık bizim dünya görüşümüzün doğal olduğu kadar zorunlu bir gereğidir de.

Ama somutta gündelik yaşamımıza baktığımızda, küçük-burjuva bireyciliği üzerinden buna büyük aykırılıklar da görüyoruz, dahası buna uzun süreli olarak katlanıyoruz. Bireycilik gündelik ilişkilerimizde ve çalışma tarzımızda kendini belirgin biçimde gösterebiliyor. Bazı kimseler bunu çok doğal bir biçimde yaşamakla kalmıyorlar, fiilen meşrulaştırmaya bile kalkabiliyorlar. Bunu da çoğu kere kişilikli tutum, düşünsel özgürlük ve bağımsızlık adına yapıyorlar. Oysa bu, başka bir sınıfın, somutta geldikleri sınıfın ideolojisine ve değer yargılarına tutucu bir şekilde bağlı kalmaktan başka bir şey değildir.

Bu bir başka sınıfın anlayışı, ideolojisi ve pratik zihniyetidir. Eğer doğru olan buysa, bunda ısrar edenlerin buna uygun düşen bir siyasal saf seçmeleri gerekir. Değilse bütün bu açılardan kendilerini titizlikle gözden geçirerek devrimcileşmeleri, işçi sınıfı devrimciliğinin gerektirdiği bir kimliği her yönüyle kazanmaları gerekir. Bu durumdaki kimseler dönüp kendilerine, ben nasıl bir ideolojik ve sınıfsal tercihin içersindeyim; hangi sınıfın davasını, ideolojisini, değerlerini savunmak iddiasındayım; taşıdığım zihniyetin, meşrulaştırdığım değer yargılarının anlamı nedir ve bunlara partili yaşamda yer olabilir mi, sorularını önemle sormaları ve yanıtları üzerine ciddiyetle düşünmeleri gerekir.

Biz birbirimize yoldaş diyoruz; bu kavram yalnızca devrimciler arasında, emekçilerin ve genel olarak ezilenlerin davasına bağlı insanlar arasında kullanılır. Yoldaşlık ilişkilerimiz partili yaşamımızın temelidir bir bakıma. Peki ama nedir yoldaşlık? İnsanlar neden birbirlerine yoldaş derler? Çünkü bunu diyenlerin, birbirlerini böyle görenlerin birlikte yürüdükleri bir yol, uğruna omuz omuza mücadele ettikleri ortak bir dava var. Bu onları birleştiren temel önemde, köklü ve derin bir bağdır. Bu en sıkı bir birlik, kardeşlik ve dayanışma alanıdır.

Oysa gündelik yaşamımız içerisinde bunu yeterince gözetemeyebiliyoruz. Birbirine yoldaş diyenler zaman zaman anlamsız bir biçimde birbirlerini incitebiliyorlar, örgüt yaşamını zedeleyecek ve pratik görevlerin gerçekleştirilmesini zaafa uğratacak biçimde karşı karşıya gelebiliyorlar. Sorunlar olunca bu da olabiliyor denilemez. Zira bizim parti yaşamımıza ve bundan kaynaklanan sorunların ele alınışına ve çözüm yöntemine ışık tutan, yol gösteren bir tüzüğümüz var. Dayandığımız dünya görüşünün bu sorunların ele alınışına ve çözümüne ilişkin yöntemsel ve ilkesel yaklaşımları, buna dayalı çözümleri var. Eleştiri-özeleştiri denilen temel önemde bir silahımız var. Özetle yoldaşlar arasında ortaya çıkan sorunların nasıl giderileceğinin de yoldaşça bir çözümü var.

Yoldaşlık tabii ki zaafları, ihmalleri, kusurları affetmek, görmezlikten gelmek, katlanmak demek değildir. Tam tersine, yoldaşlık eğer ortak yürünen bir yol, ortak bir davaya bağlılıksa, buna aykırı herşeye karşı savaşmak zaten bu davaya bağlılığın bir gereğidir. Eleştiri yalnızca bir hak değil, partiye ve yoldaşlarına karşı devrimci bir görevdir de. Parti içinde devrimci eleştiriyi ihmal etmek, temel önemde bir görev ve sorumluluğu ihmal etmek anlamına gelir. Parti tüzüğümüz parti üyesinin görevlerini sıralarken, “... Parti yaşamında eleştiri-özeleştiri silahını, parti kuralları ve değerleri temelinde sürekli bir biçimde kullanmak.” gibi temel bir hükme de yer verir. Bu bile bu açıdan yeterince açıklayıcıdır.

Tüzüğümüzün bu bölümünde ortaya konulan sorunlar ideolojik olarak sindirilir ve parti yaşamımıza pratik olarak uygulanırsa, bu, çalışmamıza ve sorunlarımıza bakışta apayrı bir ortam yaratır. Dahası temel önemde bir ideolojik yenilenme yaratır, ki saflarda böyle bir yenilenmeye gerçekten ihtiyaç var. Tüzüğümüzün özellikle bu bölümünde ortaya konulan temel önemde hükümlerin yalnızca parti için deği, saflarında mücadele eden tüm militanları için eğitici ve yolgösterici olması gerektiği daha baştan vurgulanmıştı. Ama öncelikle parti üye ve aday üyelerinin bunu kavraması, bu değerlerin sağlam birer temsilcisi olması gerekir ki, ötesi gerçekten olanaklı olabilsin.

Devrimci sınıf ideolojisi ve değerleri
 şaşmaz ölçüdür

Partinin gündelik yaşamında ortaya çıkan sorunların ele alınışında bir ortak eksenin, bir objektif ölçünün olması gerekir. Bu ölçü proleter sınıfın devrimci ideolojisi ve değerleridir; partinin ideolojisi, değerleri ve davranış normları tam da bunun bir ifadesidir. Toplumdaki herkes belli bir sınıfın değer yargılarının temsilcisidir. Kimse bunun üstünde olamaz, bunun dışında kalamaz. Bireysel bağımsızlık diye bir şey yoktur, bu yalnızca bir yanılsama ya da aldatmacadır. En aşırı bireysel bağımsızlık bile, belli bir sosyal kategorinin, belli bir sınıfın ideolojisinin, kimliğinin, sosyal konumunun, davranışlarının yansımasından başka birşey değildir. Kendi sınıfının değer yargılarına sahip olmayan başka bir sınıfın değer yargılarına tutsaktır, hepsi bu.

Bizim partili komünistler olarak kendimize mutlak biçimde sormamız gereken bazı sorular var. Biz komünistler olarak nasıl bir ideolojiye dayanıyor, hangi sınıfın ideolojisini savunuyoruz? Hangi sınıfın ve dolayısıyla temel siyasal akımın değer yargılarına sahibiz? Hangi kültürün temsilcileriyiz? Mevcut durumumuzun, kişiliğimiz ve davranışlarımızın bilimsel sosyalizmin değer ve normlarıyla bağlantısı ve uyumu nedir? Bu ve benzeri soruları sormak, yanıtlarına samimi ve dürüst yaklaşmak, bu çerçevede kendimizle hesaplaşmak, kendimizi yenilemek zorundayız. Bu kesintisiz bir devrimci yenilenme olmak durumundadır. Bu, insanların seçtiği yola uygun olarak kendisini sürekli biçimde yenilemesi, yetiştirmesi, bu temel üzerinde devrimci kimliğini sürekli bir biçimde geliştirmesidir.

Bu konu parti kuruluş kongremizin program tartışmalarında bile bir biçimde yer alıyor. Marks ve Engels’in proletarya saflarına katıldıkları iddiasındaki burjuva ve küçük-burjuva aydınlar konusunda söyledikleri, sözkonusu tartışmada referans olarak kullanılıyor (Bkz. Parti Programı Üzerine/2, Eksen Yayıncılık, s.75-79). Toplumdaki herkes mensup olduğu ya da safında yer aldığı sınıfın, seçtiği politik safın ideolojik-kültürel zemini üzerinde gelişip serpilir. Devrimci bir partide başka sınıfların ideolojisine, değer yargılarına, dolayısıyla çıkarlarının savunulmasına alan açmanın düşünsel özgürlükle bir alakası yoktur. Bu olsa olsa safların liberalizme tam boy açılması ve kaçınılmaz olarak onunla bozulması anlamına gelir. Hiçbir gerçek devrimci sınıf partisi de, kendini inkar etmedikçe, bunu kabul edemez. Herkesin kendi davası, buna uygun düşen bir ideolojisi ve değerler sistemi vardır. Yaratıcılık ve zenginlik kendini bu dava uğruna, onun gerçekleştirilmesi mücadelesi üzerinden gösterir, gösterebilmelidir.

***

IV. Bölüm çerçevesinde buraya kadar söylenenler, bölüme genel bir giriş oluşturmaktadır. İlgili bölümün ilk maddesi üzerinden konuya devam edilebiliriz.

“Partinin temel örgütlenme ilkesi
 demokratik merkeziyetçiliktir”

VI. Bölümün ilk maddesi tüzüğümüzün 10. temel maddesi oluyor ve şu hükmü içeriyor:

“10) Partinin temel örgütlenme ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir. Bu ilkenin yorumu ve uygulanması illegalite koşullarına, partinin siyasal ve örgütsel gelişme ve olgunlaşma düzeyine ve nihayet devrimci sınıf mücadelesinin genel gidişine tabidir.”

Kuruluş kongresinin Parti Tüzüğü üzerine tartışmalarında üzerinde enine boyuna durulan bir meseledir bu. Orada sorunun özü ve esası tam da bu madde üzerinden yeterli açıklıkta ortaya konulmuştur da. Özellikle de, tüzüğümüzde devrimci merkeziyetçilik ile demokrasi arasında koşullara, sınıf mücadelesinin gelişme düzeyine ve partinin olgunlaşma düzeyine bağlı olarak kurulan organik dengenin izahı vesilesiyle, burada, 10. maddenin ikinci cümlesinde dile getirilen hükümler genişçe ele alnıp irdelenmiştir. Bunu gözeterek burada sorunun daha özel yönleri üzerinde durabiliriz.

Her siyasal örgütlenme merkezileşmiş bir yapı demektir, örgütlenmenin mantığında vardır bu. Politik bir örgüt olarak parti, belli amaç ve hedefler üzerinde birleşen güçlerin merkezileşmiş örgütlü birliğinde ifadesini bulur. Örgütlenmenin bir zorunluluk, bir kuvvet alanı, gücü en iyi ve yoğunlaştırılım biçimde kullanma olanağı olduğuna inanılan yerde (ki her ciddi politik parti için bu böyledir), merkeziyetçilik, buna dayalı bir yapı ve işleyiş, doğal olduğu kadar zorunludur da. Ama devrimci bir partide merkeziyetçilik demokratik bir temele oturmak durumundadır ve bu da bizi, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin anlamına ve işlevine getirir.

Tarihsel deneyimler üzerine

20. yüzyılın başında bu konu Rusya marksistleri arasında çokça tartışılmıştır ve devrimci marksistler özellikle merkeziyetçilik ilkesi üzerinde durmuşlardır, Lenin’in tavrında bunu belirgin biçimde görüyoruz. Rusya marksist hareketinin kendi gelişme tarihinden gelen özgün bir durumdur bu. Başlangıçta ortada merkezileşmiş bir parti olmadığı halde yaygın yerel örgütlenmeler var; merkeziyetçi bir yapıya bağlı olmaksızın, tümüyle yerel inisiyatiflerle oluşan ve çalışan örgütler bunlar. Yerel planda kendini marksist sayan devrimciler bir araya geliyorlar, bir takım ilişkiler kuruyorlar ve bulundukları yerel alanda politik bir faaliyetin içine giriyorlar. Birbirlerinden kopuk, dağınık, doğal olarak gevşek, son derece amatör çalışan ve bu nedenle çoğu durumda kalıcı olamayan, ama döne döne de yeniden ortaya çıkan örgütlenmeler bunlar. Henüz ortada onları birleştirecek ne ortak bir ideolojik çizgi var, ne de dolayısıyla böyle bir çizgi temeli üzerinde bir tek partide birleşebilmeleri sözkonusu.

İşte bu ülke çapında tek bir merkeze bağlı olmayan, bir parti çatısı altında birleşmemiş durumdaki yerel örgütsel geleneği kırmak için, bunun getirdiği amatörlüğü, dağınıklığı, şekilsizliği köklü bir müdahaleyle giderebilmek için, Lenin, merkeziyetçilik ilkesi üzerinde özellikle duruyor, parti örgütlenmesinin bu temel boyutuna çok belirgin bir vurgu yapıyor. Bu çok katı ve tek taraflı bir vurgu gibi görünüyor; ama aslında sözkonusu olan, parti olmanın en temel, yakıcı ve öncelikli ihtiyacının gerekli ve zorunlu bir biçimde vurgulanmasından başka bir şey değil.

Bir Adım İleri İki Adım Geri’de, partimizin temel örgütlenme ilkesi merkeziyetçiliktir, diyor Lenin. Burada vurgulananın henüz demokratik merkeziyetçilik değil de yalnızca merkeziyetçilik olduğuna dikkat etmek gerekir. Zira o dönem eksikliği yakıcı biçimde duyulan, yokluğu yıkıcı, hatta öldürücü sonuçlara yolaçan, dağınıklığı, şekilsizliği süreklileştiren şey, tam da bu. Temel ihtiyaç merkezileşme olduğu için, gerekli bir biçimde çubuk da buraya bükülüyor. Merkezileşememenin, dağınıklığın, birbirinden kopukluğun, dolayısıyla bunun getirdiği amatörlüğün, ilkelliğin sorunları yaşanıyor o dönem. Bu nedenle önce bu amatör yerel örgütleri bir tek parti çatısı altında birleştirmek gerekiyor. Bunun için de ortaya öncelikle, sağlam bir teorik ve ilkesel temele dayalı birleştirici bir ideolojik çizgi koymak gerekiyor. Zira böyle bir çizgi etrafında birleşilecektir ve böylece örgütsel merkeziyetçiliğin biricik olanaklı sağlam zemini de kazanılmış olacaktır.

Bunda başarı sağlandıktan sonra, deyim uygunsa, bu noktada merkeziyetçilik bilinci ve pratiği kazanıldıktan sonra; yanısıra özellikle 1905 Devrimi’yle birlikte yerel örgütlerin aynı çizgide fakat geniş bir inisiyatifle çalışmasına zemin oluştuğunda, aynı şekilde, devrimin yarattığı nispi özgürlük ortamının gerektirdiği demokratik ilişkileri partiye mal etmek ihtiyacı kendini dayattığında, bütün bu koşulların biraraya gelmesiyle, sonuçta devrimci merkeziyetçilikle parti içi demokrasinin verimli sentezine ulaşılıyor. Böylece devrimci işçi sınıfı partisinin en temel örgütlenme ilkesi olarak demokratik merkeziyetçilik, bugün bildiğimiz anlamını kazanıyor. Burada artık iki yön ve bunların organik bir bütünlüğü var; demokratik temel üzerinde devrimci bir merkeziyetçiliktir sözkonusu olan.

Toplum düzeyinde mücadele iddiasıyla ortaya çıkan belli güçlerin ortaya bir siyasal çizgi/program koyarak yukardan aşağıya bir örgütsel yapı geliştirmesiyle oluşur partiler. Demek oluyor ki, devrimci bir partinin inşası, öncelikle merkezi bir iradeyi ve müdahaleyi gerektirir. Siyasal mücadelede önce bir yol tutulur, bir grup öncü tarafından ortaya bir çizgi ya da program konulur. Bu ideolojik temel üzerinde devrimci parti yukardan aşağıya inşa edilir.

Ama özgün bir durum olarak Rusya’da bunun böyle olmadığını da biliyoruz. Önce yerel örgütlenmeler oluşmuş, merkezileşme bunun üzerine gelmiş. Bu çok özel ve özgün tarihi bir durumdur, genelleştirilemez. Kaldı ki Rusya’da bile ortaya çıkan ilk devrimci örgütlenmelerde durum hiç de böyle değildir. 1870’lerde ortaya çıkan ilk devrimci örgütlenmeler son derece merkezi ve disiplinli yapılardır. İlk Narodnik örgütlenmelerin sağlam merkeziyetçi örgütlenme örnekleri olduğuna bizzat Rusya marksistleri, özellikle de başlangıçta bunlar için yer alan Plehanov tanıklık etmektedir. Onlara vurulan darbenin, böylece bu ilk örgütlü devrimci akımın dağılmasının sonrasında oluşan özgün ortamda ortaya çıkan marksist hareketin ilk örgütsel oluşum şekli, bu çerçevede kendine özgü bir tarihi durum örneğidir.

Bununla birlikte, Rusya’da da, bu yerel örgütlenmelerden merkezileşmiş bir parti çıkarmak yine ancak merkezi bir müdahaleyle, Iskra eksenli ideolojik ve örgütsel çabalarla olanaklı olabilmiştir. Buradan bakıldığında ise, yukarıdan aşağıya bir devrimci parti örgütlenmesinde Rusya bile bize bir aykırılık sunmaz. Fakat oluşan alışkanlıklar ve gelenekler bakımından, Rusya’da önden yaygın yerel örgütlenmelerin bulunması yine de önemli ve özgün bir durumdur, ki konumuzu ilgilendiren yönü de zaten buradan gelmektedir.

Geleneksel solda bürokratik
 örgüt geleneği

Kendi yakın dönem devrimci tarihimize baktığımızda, devrimci örgütlerin merkeziyetçiliği sağlam devrimci bir örgüt olmanın temel bir gereği olmak adına hep de tek yanlı bir biçimde vurguladıklarını görürüz. Bu tek yanlı tutum, bu örgütlerin küçük-burjuva toplumsal konumları ve ideolojik-kültürel şekillenmeleriyle de birleşince, genel bir kural olarak ortaya, iç demokrasisini bir türlü geliştirememiş hantal bürokratik yapılar çıkardı. Geleneksel örgütler iç yaşamlarında demokratik uygulama ve gelenekleri geliştirme kaygısı taşımak bir yana, güya devrimci merkeziyetçilik adına bunu biçimsel, gereksiz ve hatta zararlı bile sayabildiler. Bu bir olgusal durum, bir tarihsel gerçek. Türkiye’nin geleneksel sol örgütlerinde devrimci merkeziyetçilik adı altında hep de hantal bürokratik yapılar çıkmıştır ortaya. Ya da tam tersine, ‘80 öncesi Devrimci Yol örneğinde olduğu gibi, ki bu bir istisna sayılmalıdır, yerel inisiyatif adı altında gerçekte bir örgütsüzlük durumu yaşanmıştır.

Türkiye devrimci hareketinde yerel inisiyatif kadar örgüt içi demokratik gelenekler de son derece zayıftır. Devrimci merkeziyetçilik adına bunlar sürekli boğulmuştur. Bu olumsuz geleneğin bilincinde olmanın getirdiği bir tutumladır ki, biz çubuğu her zaman yerel inisiyatife, yerel örgütlerin yaratıcı bir inisiyatifle çalışabilmesine, yanısıra örgüt içi demokrasinin gerekleri üzerinde hassasiyetle durulmasına büktük. Kısa dönemli olarak yarattığı sorunlara rağmen uzun vadede bunun yararını fazlasıyla gördük.

Yinelemekte yarar var; toplum düzeyinde mücadele iddiasıyla siyasal sahneye çıkanları öncelikle ortaya bir çizgi koyarak ve kendilerini yukardan aşağıya örgütleyerek işe başlamaları partisel oluşumun doğası gereğidir. Ama bu gelişme çizgisine oturan devrimci bir parti kendi içinde sağlam bir iç demokrasi kurmak ve bunun da sağladığı imkanlarla yerel planda ve tabanda inisiyatifli çalışmayı sürekli geliştirmek ve teşvik etmek zorundadır.

Demokratik örgüt yaşamında biçime
 ve öze ilişkin uygulamalar

Demokrasi biçime indirgendiği zaman, temelde seçim ilkesidir. Burjuva demokrasisinin en temel ilkesidir bu; başı ve sonu da budur zaten. En kaba ve klasik biçimiyle parlamenterizmde görüyoruz bunu. Seçmenler dört yılda bir sandığa gider oylarını kullanırlar. O an için ortaya bir tercih koyarlar, ki bu da genellikle sermayenin devasa propaganda gücüyle güdümlenmiş, yönlendirilmiş bir tercihtir. Hele de bugünkü tekelci aşamada, basının, iletişimin, ideolojinin, kültürün, tekelleşmenin muazzam boyutlarıyla neredeyse tam denetime alındığı bir ortamda, halk kitleleri güdülür, aldatılır, manipüle edilir, önceden saptanmış belli bir tercihe yönlendirilir. Üç-beş yılda bir tekrarlanan bu bir anlık rutin işin ötesinde yığınlar siyasal yaşamın, dolayısıyla gerçekte demokratik yaşamın dışındadır. En azından burjuvazi bunun böyle olması için azami çaba harcar.

Devrimci siyasal yaşam ise sürekli ve doğrudan demokrasi için sayısız yöntem ve uygulama olanağına sahiptir. Her ciddi devrim partisi kendi üye ve militanlarını sürekli olarak düşünsel ve politik bir yaratıcılık içerisinde tutmak, mücadelenin ihtiyaçları çerçevesinde bu yaratıcılığı sürekli teşvik etmek ve geliştirmek yoluna gider. Buna ilişkin ilişki, kurum ve kanallar yaratıp sürekli geliştirir. Buradan bakıldığında demokratik ilişki ve uygulamalar devrimci partilerin ve pratiklerin yapısında ve özünde vardır. Ama demokrasiyi salt biçimsel, en dar hukuksal formuyla alırsanız, illegalitenin getirdiği zorunlu sınırlamalardan dolayı seçim ilkesini tam olarak uygulayamadığı için onu kusurlu bulabilirsiniz.

İllegalitenin getirdiği zorunlu
 sınırlamalar

10. madde demokratik merkeziyetçilik ilkesi hakkında şu temel önemde noktayı saptıyor: “Bu ilkenin yorumu ve uygulanması illegalite koşullarına, partinin siyasal ve örgütsel gelişme ve olgunlaşma düzeyine ve nihayet devrimci sınıf mücadelesinin genel gidişine tabidir.”

Burada, demokrasinin daha çok biçimsel sayılması gereken uygulamalarındaki zorunlu sınırlamalar, öncelikle illegalitenin gerekleriyle ilişkilendiriliyor. Örneğin, devrimci bir partinin önderlik kadrolarının hep kitlelerin gözü önünde bulunması, onların gözlemine, eleştirisine, denetimine, diyaloğuna açık olması en arzu edilen şeydir. Zira devrimci partinin demokratik kimliği aynı zamanda kitlelerle ilişkilerinde, onların eleştirisine, denetimine, gözlemine açık olması üzerinden kendini gösterir. Bu çerçevede açıklık ilkesi, salt örgüt içinde değil, fakat politik bir çerçevede olmak kaydıyla kitlelere açık olmayı da anlatır.

Ama illegal bir partide bunun işin doğası gereği böyle olamayacağını biliyoruz. İllegal bir parti fiziki bakımından merkezini, demek oluyor ki önderlik kadrolarını, özenle gizlemek zorunda. Bu, partinin il komitesi, herhangi bir fabrika ya da işletmedeki bir hücresi için de geçerli bir kuraldır. Tüm bu temel parti örgütleri bulundukları alanda gizli olmak, öyle kalmak zorundadır. Devrimci partiler örgütsel ilişkilerini, örgütsel yapı ve kademelerini değil, fakat yalnızca siyasal faaliyetlerini kitlelere açık tutabilirler.

Bundan da öteye, bizzat partinin kendi içinde de bir iç illegalite sorunu var. Bir parti polis rejimi koşullarında kendini kendi iç bünyesine karşı da deşifre edemez. Ederse ne olur? Bir hain çıktığında ya da özellikle üst kademede ciddi bir polis çözülmesi olayı yaşandığında, böylece partinin bütün bir yapısı da bir anda açığa çıkar. Buradan gelen sınırlamalara da tabidir partinin iç demokratik yaşamı ve işleyişi. Böyle olunca da denetimin mekanizmaları değişiyor. Doğrudan denetim ve eleştiri mekanizmaları yerini daha dolaylı fakat özünde aynı ölçüde etkili ve işlevsel yöntem ve araçlara bırakıyor. Bir il komitenizi nasıl denetleyebilirsin? Ancak ildeki toplam faaliyetleri ve il örgütünde işlerin genel gidişatı üzerinden. Bir ildeki parti çalışmasının genel gidişatını denetlemek için yine de geniş bir alan vardır. Bu zaten parti tüzüğü ile güvenceye alınmış, bir hak olmanın ötesinde bir görev olarak tanımlanmıştır.

Yine gönül ister ki, bir partinin kongresine, delegelerin yanısıra parti üyeleri de katılıp kongre çalışmalarını izleyebilsinler. Ama illegal koşullarda çalışan devrimci bir partide bunun da olanaklı olmadığını biliyoruz. Bunlar parti içi demokrasinin önemli uygulamalarıdır, ama illegalitenin getirdiği zorunlu sınırlamalar bunları ortadan kaldırıyor. Siyasal özgürlüklerin az-çok var olduğu, oturduğu, partilerin bir biçimde kendini legal olarak ifade edebildiği yerde bunun zemini vardır, ama yasa-dışı bir partide bu olanak yoktur.

İllegalitenin getirdiği kısıtlamalar demokrasiyi ortadan kaldırmaz, sadece biçimini değiştirir, dedim. Örneğin, bu sınırlamalar yüzyüze olmanın, doğrudan diyaloğun ve denetimin imkanlarını belki ortadan kaldırır. Ama dolaylı yoldan aynı demokratik uygulamaları gerçekleştirmenin araç ve kanalları vardır. Parti içinde de bu kanallar yaratılır. Partinin yayınları kanaldır, partinin iç yaşamı kanaldır, partinin iç yaşamına yansıyan tutanakların partinin tümüne sunulması kanaldır. İnsanlar düşüncelerini, fikirlerini, eleştirilerini her yoldan iletebilirler. Siz kalkar etkili bir yazı yazarsınız, parti yayın organında yayınlanmasını istersiniz, böylece bütün bir partiyi o yazı etrafında tartışmaya çekersiniz. Bunun özü partide politik açıklıktır, bunu gerçekleştirmenin önünde ise hiçbir engel yoktur.

Sağlam bir iç demokrasi güçlü bir
merkeziyetçiliği olanaklı kılar

Demokrasi ile merkeziyetçilik organik bir bütündür; ama örgütlülüğün doğası gereği aslolan merkeziyetçiliktir. Zor koşullar altında çalışan ve bedelleri ağır zorlu bir mücadele yürüten devrimci bir partide ise devrimci merkeziyetçilik apayrı bir önem taşır. Yine de bunu parti içi demokrasinin gerekleriyle çelişkili görmek için esasa ilişkin bir neden yok. Demokrasiyi salt biçimsel uygulamalara indirgemediğimiz bir durumda bunu anlamakta bir güçlük de yok.

Ama daha da önemlisi şudur: Bir parti kendi içinde sorunun özü çerçevesinde ne kadar geniş bir demokrasi uygularsa, bu temel üzerinde o denli de güçlü bir merkeziyetçilik uygulama olanağı bulur. Partinin önderliğine güven ve bağlılık o denli güçlü ve gönüllü, doğal ve içtenlikli olur. Bu da devrimci merkeziyetçiliği dolaysız olarak güçlendirir.

Böyle bir durumda, parti örgütleri ve kadroları bürokratik bir baskılanmayla değil, ama tam bir doğallık ve içtenlikle parti önderliğine bağlı olur, güven duyarlar. Zira parti içi demokratik ortam ve uygulamalar, parti örgütleri ve kadrolarının düşüncelerini ve eleştirilerini özgürce ortaya koyması, denetimlerini özgürce yapmaları için uygun bir zemin hazırlamıştır. Bu durumda kadrolar içlerinde bir tepki, kuşku ya da güvensizlik öğesi birktirmezler, zira buna bir neden kalmaz. Bir de işin bu yanı var. Bu, parti yaşamı ve işleyişine egemen sağlam demokratik ortamın hiç de güçlü bir merkeziyetçilikle çelişmediğini, tersine, gerçekte merkezi otoriteyi güçlendirdiğini gösterir.

Devrimci bir parti sağlam biçimde merkeziyetçi olmak zorundadır. Çünkü parti alabildiğine merkezileşmiş olan, çok kuvvetli, çok acımasız merkezi aygıtları elinde tutan bir düşmanla savaşıyor. Siz kendi güçlerinizi ve iradenizi en ileri düzeyde merkezileştiremezseniz o düşman karşısında tutunamazsınız, ona karşı savaş veremezsiniz, kısa zamanda gücünüz dağıtılır ve iradeniz ezilir.

Merkeziyetçilik bizim için hayati bir ihtiyaç. Çünkü sınıf düşmanımız, her alanda alabildiğine merkezileşmiş bir gücün temsilcisidir. Onun karşısında güçlerimizi en iyi şekilde kullanabilmemiz, irademizi en iyi biçimde yoğunlaştırabilmemiz, bir yumruk gibi hareket edebilmemiz için, zorunlu olarak sağlam biçimde merkezileşmiş bir parti yapısına ve işleyişine sahip olmak durumandayız. Ama yineliyorum, bunun kuvvetli bir merkeziyetçilik olması da, o partinin kendi içinde koşulların elverdiği ölçüde demokrasiyi en geniş biçimde kullanabilmesiyle olanaklıdır. Bürokratik gütmeyle, üstten dayatmayla, merkeziyetçiliğin ilkesel ve pratik önemi üzerine kuru vaazlarla devrimci bir merkeziyetçilik kuramazsınız.

“Partinin siyasal ve örgütsel
 gelişme ve olgunlaşma düzeyi”

“Partinin siyasal ve örgütsel gelişme ve olgunlaşma düzeyi”nin demokratik merkeziyetçilik ilkesinde ne türden ve nasıl sınırlamalar yarattığı üzerinde durmayacağım. Sorunun bu yanı Kuruluş Kongresi’nin tüzük tartışmalarında genişçe yer alıyor. Dahası buraya kadarki bir dizi maddenin ele alınışı üzerinden yeri geldikçe bu sorun üzerinde ayrıca durdum. Örneğin, parti organlarının yetkileri, partide yetkilerin farklı kademeler arasında dağılımı ve benzer sorunları hep bununla da bağıntılı olarak ortaya koydum. Partiye üye almak yetkisi, burada aklıma gelen örneklerden biridir. Partinin gençliğinin, deneyimsizliğinin, parti örgütlerinin henüz oturmuş olmamasının getirdiği hassasiyetler üzerinden de ortaya konulmuştu bu sorun. Dikkat ediniz, bu demokrasi uygulamasını da etkiliyor.

Bir başka örnek: Bugün tüzüğümüz, parti il komitelerinin MK tarafından kurulmasını öngörüyor. Ama parti yerel örgütlerimiz oluştuğu, oturduğu ve olgunlaştığı ölçüde, ilerde bu yetkiyi Parti il konferanslarına devretme yoluna da gidebiliriz. Bu durumda il komiteleri bu il konferanslarında seçilecek. İlin delegeleri belli periyodlarla (bu parti kongrelerine paralel periyodlar olur) toplanacaklar, tartışacaklar. İlin iki yıllık faaliyetini değerlendirecekler. İki yıllık yeni dönemin politikalarını belirleyecekler, orada il komitesi seçecekler ve dağılacaklar. Dolayısıyla, bu durumda, bugün için MK’da olan bir yetki artık parti il örgütüne devredilmiş olur. Dikkat edin, “partini siyasal ve örgütsel gelişmesine ve olgunlaşmasına” deniliyor, iki kavram içiçe. Daha köklü ve deneyimli partiler üye alma yetkisini hücrelere bile verebiliyorlar, bu açıklayıcı bir örnektir.

“Devrimci sınıf mücadelesinin
genel gidişi...”

Bu 10. maddenin son cümleceğidir. Ağır gericilik yıllarında uygulanacak iç demokrasi ile siyasal özgürlüklerin az-çok bulunduğu dönemlerde uygulanacak demokrasi doğal olarak aynı olmayacaktır. Aynı şekilde, devrimci sınıf mücadelesinin hızla güç kazandığı, kitle hareketinin özgürlükleri fiilen sağladığı ve güvencelediği bir dönemde bu uygulama daha başka olacaktır. Kitlelerin devrimci ayağa kalkışı muazzam imkanlar yaratır, özgürlükleri geliştirir ve bu da devrimci partilere daha özgür hareket etme, kendi bünyesinde daha güçlü demokratik uygulamaları gerçekleştirme olanağı sağlar. Devrimlerin kendi deneyimlerine bakıyoruz, devrimci kaynaşmalar döneminde tartışmalar fabrikadaki yüzlerce kişinin önünde yapılıyor, başında parti hücreleri olduğu halde kararlar orada alınıyor. Parti hücresiyle, partinin etkinliği ile fabrika kitlesi içiçe geçiyor. Böyle bir dönemde partinin demokratik temeli ve işleyişi genişliyor ve güçleniyor. Demokratik karar alma mekanizmaları güç kazanıyor. Herhangi bir konuda bir kentin ya da bölgenin yüzlerce parti üyesi biraraya gelerek ortak bir platformda karar alabiliyor.

Parti tüzüğü her zaman ve bir kural olarak mücadelenin gidişatına ve ihtiyacına göre değişikliklere uğrar. Zira partinin örgütsel biçimleri de daima mücadele biçimlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Genel planda örgütlenmenin gidişi daima mücadelenin gidişine tabidir. Mücadele ortaya farklı örgütsel yapılar, işleyişler ve uygulamalar getirdiği ölçüde, bunun düzenlenmiş biçimi demek olan tüzükler de buna göre değişmek zorundadır.

Tüzük bu açıdan parti programından farklıdır. Parti programının topluma, onun içinde bulunduğu tarihsel gelişme aşamasına ilişkin temel bir değerlendirmesi vardır. Bu değerlendirmeden toplumun ihtiyaç duyduğu yeni gelişme aşaması çıkar ve partinin stratejik hedefi de bu çerçevede belirmiş olur. Eğer bu stratejik hedefi doğru saptamışsanız, o hedef aşılana kadar programın esası değişmeden kalır. Ama tüzükte bu böyle değildir.

Parti hiçbir zaman belirli örgütsel kalıplar, biçimler ve kurallarla kendini mutlak biçimde bağlayıp sınırlayamaz. Mücadelenin gidişatının ve bunun ortaya çıkardığı ihtiyaçların gerektirdiği örgütsel biçim esnekliğini göstermek zorundadır. Bu beraberinde örgüt yaşamının işleyişi çerçevesinde tüzükte de değişiklikler yaratır. Dolayısıyla sadece parti geliştiği ve olgunlaştığı ölçüde değil, mücadelenin seyri de tüzüğün iç dokusunda, dolayısıyla demokrasiyle merkeziyetçiliğin o organik bütünlüğünde, dengelerinde, iç etkileşimlerinde önümüze yeni sorunlar ve değişikler ihtiyacı, dolayısıyla yeni çözümler çıkarır.

10. maddenin son cümleciğinde dile getirilen de bundan başka bir şey değildir.

(Ekim, Sayı: 225, Eylül ‘01)


Üste