Logo
<  “İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!”

Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!


“Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”nde TKİP Yurtdışı Örgütü adına yapılan konuşma...

 

Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!

İşçi ve emekçi kardeşler, dostlar, yoldaşlar!
Geleneksel hale gelmiş bulunan yıllık Parti etkinliğimizin bir yenisinde yine birlikteyiz. Partimiz ve yurtdışı örgütümüz adına hepinizi yürekten selamlıyorum. “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne hoş geldiniz!..

Direnen halklar elbette kazanacak, biz komünist devrimciler olarak buna her zaman derinden inandık. Sağlam bilimsel ve tarihsel temellere dayalı bu inancı taşıdığımız içindir ki, direnme döneminin sona erdiği ve dolayısıyla tarihin bittiği iddialarının egemen olduğu koyu bir gericilik döneminde, bizler devrim yolunda yeni bir büyük yürüyüş başlattık. İşçi sınıfının ve emekçilerin direnme va kazanma kapasitesine duyduğumuz derin inanç ve güvenle, Türkiye Komünist İşçi Partisi’ni inşa ettik ve bugünlere geldik. Bugün hala da yolun başındayız, ama bu yolu sabır ve solukla, inat ve kararlılıkla katedeceğimizi fazlasıyla kanıtladığımız bir aşamayı da geride bırakmış durumdayız.

20. yüzyıl: Halkların görkemli direniş yüzyılı

Dostlar, yoldaşlar,
Direnen halklar kazanır, bunu bize bilim öğretiyor. Direnen halklar kazanır, bunu bize bilimi besleyen, sınayan, doğrulayan ve geliştiren tarih gösteriyor. Buna geride bıraktığımız yüzyılın büyük tarihi olayları açık ve çarpıcı bir biçimde tanıklık ediyor.

Geride bıraktığımız 20. yüzyıl başladığında, halkların büyük bir bölümü sömürgeci kölelik ilişkileri içinde yaşıyor, öteki bir bölümü sömürgeleşme sürecinde bulunuyorlardı. Fakat halklar Sosyalist Ekim Devrimi’nin sağladığı muazzam itilimle her yerde emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı ayağa kalktılar. Büyük bir devrimci mücadele gücü ve kapasitesi ortaya koydular, soluklu mücadeleler içinde direndiler ve ağır bedellere rağmen sonunda kazandılar. Nitekim daha yüzyılın sonu gelmeden, onlar klasik sömürgeciliğin sonunu getirmişlerdi bile. Bu henüz dünyanın mazlum halklarının gerçek kurtuluşu anlamına gelmiyordu elbette. Fakat kurtuluş yolunda tarihsel olarak katedilmesi gereken zorunlu bir aşamanın bu sayede geride kaldığına da kuşku yok.

Aynı tarihi başarıyı aynı yüzyıl içinde faşizme karşı mücadele alanında görüyoruz. Faşizm kapitalist emperyalizmin öz çocuğu idi ve halkların üzerine çağın vebası olarak çökmüş, onları emperyalist tekeller hesabına kopkoyu bir karanlığa mahkum etmeyi hedeflemişti. Fakat halklar kapitalist barbarlığın bu en aşırı, korkunç boyutlarda yıkıcı ve kitlesel katliamlara dayalı biçimine boyun eğmediler. Başta Sovyet halkları olmak üzere Avrupa’da halklar faşizme ve ona eşlik eden emperyalist dünya savaşına karşı ayağa kalktılar. Bunun büyük anti-faşist zaferlere yolaçtığını, faşizmi bu ilk klasik biçimiyle tarihe gömdüğünü biliyoruz. Direnerek bu zaferi kazanan halkların bir dizi ülkede bunu bir halk devrimine çevirdiklerini, sömürücü sınıfların alaşağı ettiklerini, kendi aralarında kardeşçe ilişkiler geliştirerek kendileri için gerçek kurtuluş anlamına gelen sosyalizme yöneldiklerini de biliyoruz.

Halkların direnme ve kazanma gücü ve kapasitesini bize, Büyük Çin Halk Devrimi ve Vietnam halkının görkemli ulusal kurtuluş devrimi, 20. yüzyılın bu iki görkemli tarihsel olayı ayrıca bütün açıklığı ile gösteriyor. Bunu bize Cezayir halkının kurtuluş mücadelesi, Güney Afrikalı siyahi halkın yüzyılı bulan ırkçılık karşıtı mücadelesi, Küba halkının Amerikan kuklası kokuşmuş bir rejime karşı devrimci zaferi gösteriyor. Bunu bize, büyük acılar ve yokluklar pahasına yarım asırdır direnen ve bu sayede davasını tüm dünyanın gündeminde tutmayı başaran Filistin halkı gösteriyor. Bunu bize 70 yıllık bir inkarcılığı mücadelenin ateşi içinde yerle bir eden ve kendini bugün Ortadoğu’da çözüm bekleyen en temel sorunlarından biri olarak dayatan Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi gösteriyor. Ve elbette bunu bize, geride kalan yüzyılın büyük bir bölümünü kapsayan ve dünyanın dört bir yanında devrimci önderlikler altına gelişen görkemli sosyal mücadeleler tarihi gösteriyor.

Tarihin çarkı dönüyor, halkların direnişi sürüyor

Nihayet en önemli noktaya geliyoruz; dünyanın ezilen, siyasal ve sosyal acılar içinde kıvranan halkları yalnızca geride kalan yüzyıl içinde direnmekle kalmadılar, onlar dünyanın dört bir yanında bugün de direniyorlar. Evet, halklar bugün de direniyorlar, üstelik her yerde. Oysa daha yalnızca 10-15 yıl önce, emperyalizmin kibirli ve çok bilmiş ideologları ve onlara eşlik eden propaganda çarkları, tarihin bittiğini, aynı anlama gelmek üzere, kapitalist-emperyalist dünyanın egemenlerine karşı direniş döneminin kapandığını söylemiyorlar mıydı? Halkların kapitalist sömürüye ve yağmaya, emperyalist köleliğe ve işgallere, neo-liberal sosyal yıkıma çaresizlik içinde boyun eğeceği sanılmıyor muydu? Dünya ölçüsünde kitlesel bir hal alan devrim dönekliği ve mücadele kaçkınlığı, öteki şeyler yanında, tam da bu inancın bir ürünü değil miydi? Ve nihayet, emperyalist dünyanın jandarması Amerikan emperyalizmi, bu aldatıcı propagandaya adeta herkesten önce kendisi inanmış ve kanmış gibi, artık her istediğini yapabileceğini, halklara köleci iradesini dilediğince dayatabileceğini sanmıyor muydu? Son 10-15 yılda zincirlerinden boşalan emperyalist tehdit, saldırı, savaş ve işgaller serisi tam da bu inancın bir sonucu değiller miydi?

Ama bu temelsiz ve aldatıcı inancın, bilimsel kılıf içinde sunulan bütün o şarlatanca öngörülerin, körleştirici propagandanın, devrim dönekliğine dayanak yapılan türlü türlü kabullerin sonu çoktan geldi. Tüm bunlar halkların daha bir ilk silkinişi ile yıkılıp gitti. Bugünün Irak ve Afganistan batağı, günümüzün Filistin ve Lübnan örnekleri, halkların dünyanın zalim egemenlerine teslim olmadıklarını ve olmayacaklarını herkese bir kez daha göstermiş durumda. Halklar bir kez daha mücadele yolunu tutmuş bulunuyorlar ve direnişleriyle gerici emperyalist planları peyder pey boşa çıkarıyorlar. Meydan artık boş değil, dünyanın emperyalist efendileri hiç de mazlum halklara dilediklerince hükmetme rahatlığı içinde değiller.

Üstelik halklar sanılabileceği gibi yalnızca Ortadoğu’da ve yalnızca emperyalist ve siyonist işgalcilere karşı da direnmiyorlar. Halklar, hiç de daha aşağı olmayan bir kararlılıkla tüm dünyada, özellikle de Latin Amerika’da, neo-liberalizme, onun acımasız sosyal yıkım ve emperyalist talan politikalarına karşı da direniyorlar. Ortadoğu halkları emperyalist işgale kaşı özgürlük ve bağımsızlık için savaşırlarken, Latin Amerika halkları sosyal yıkım saldırılarına karşı ekmek için, toprak için, su için, doğal kaynakları için, ve elbette temel demokratik özgürlükleri ve sosyal hakları için direniyorlar. Nepal’de halkların devrimci direnişi krallıklar deviriyor, ortaçağ artığı ilişkilerin tasfiyesini hızlandırıyor, demokratik özgürlüklerin önünü açıyor. Avrupa’da ve Amerika’da halkların sosyal yıkıma, polis devletine, militarizme ve emperyalist savaşa karşı mücadeleleri giderek güç kazanıyor.

Bütün bu direnişler, halkların geride kalan yüzyılın son çeyreğinde hız kaybetmiş gibi görünen mücadelelerinin bu yeni dalgası, daha şimdiden sistemin efendilerini zorluyor, hesap ve planlarını bozuyor, onları kara kara düşünmeye itiyor.
Hiç abartmasız, günümüzün en önemli, geleceğe yönelen ve geleceği olan en dikkate değer nesnel gerçeği budur.

Kazanmak için yalnızca direnmek yetmez!

Yine de bu gerçeğin yalnızca bir yönüdür. Biz komünist devrimciler kendimizi gerçeğin yalnızca bu yönüyle, nesnel ve bir bakıma kendiliğinden olan yönüyle sınırlayamayız. Sınırlarsak kendi varlık nedenimizi, temel önemde devrimci misyonumuzu demek istiyoruz, unutmuş oluruz. Canalıcı devrimci görevlerimizi gözden kaçırmış, hiç değilse küçümsemiş, bugünkü mücadelelerin onları sonuçsuz bırakabilecek denli önemli olan temel önemde zayıflığını gözardı etmiş oluruz.

Bu yılki etkinliğimize de adını veren şiarımız, “Direnen Halklar Kazanacak!”  biçimindedir. Burada direnmeye ve kazanmaya birarada vurgu var. Fakat kazanmak için, kendi başına direnmek yazık ki yetmiyor. Direnmek kazanmanın temel önemde zorunlu bir önkoşuludur, onsuz hiçbir şans zaten yoktur, olamaz. Fakat bu temel şart yine de kazanabilmenin yeterli şartı değildir, kısalığı içinde şiarımız her ne kadar bunu akla getiriyor olsa da.

Kazanabilmek ve daha da önemlisi bunu kalıcı kazanımlara dönüştürebilmek için, bu direnişlerin devrimci bir programa, stratejiye, taktiğe ve tüm bunların taşıyıcısı olabilen devrimci bir önderliğe de ihtiyacı var. Bunlarsız bir zafer, hele de kalıcı kazanımlara dayalı bir zafer olanaksızdır. Bunların olmadığı bir durumda, kuşkusuz halkların direnişi yine olacaktır, tıpkı bugün olduğu gibi. Fakat bu direnişin bedeli çok daha ağır, buna karşılık kazanımları çok sınırlı olacak ve dahası, bu kazanımlar kesin bir biçimde geçici kalacaktır. Modern sosyal mücadeleler tarihinin bize öğrettiği en temel derslerden biri de işte budur; bu dersleri içeren bilimsel sosyalizmin, devrimci önderliğin tayin edici önemine ilkesel ve pratik vurgusu da bundan dolayıdır.

Devrimci program ve önderlik tayin edici önemdedir

Günümüz direnişlerinin, halkların 20. yüzyılı kaplayan görkemli direnişlerinden halen temel önemde farkı da budur, burada, bu alandadır. 20. yüzyılın devrimci halklar fırtınasının önünü, Rusya proletaryasının gerçekleştirdiği Büyük Sosyalist Ekim Devrimi açmıştı. Ekim Devrimi, yalnızca buzu kırıp yolu açmamış, yalnızca dünyanın sömürücü ve zalim efendilerine karşı mücadelelerinde halklara büyük bir cesaret ve özgüven kazandırmakla da kalmamış, fakat aynı zamanda, halkların mücadelesine devrimci bir ideolojik-politik rota, altında savaştıkları devrimci bir mücadele bayrağı da kazandırmıştı. Dünya halkları bu sayede dostlarını ve düşmanlarını doğru saptamakla kalmıyor, mücadelelerini devrimci amaç ve hedeflere de yöneltiyorlardı. Ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan son derece geri toplumlarda bile bu mücadelelerin önderliğini komünistlerin ele geçirmesi bu sayede olanaklı olabilmiştir. Kapitalizme ve özel mülkiyete gerçekte bir itirazı olmayan, tersine ulusal kurtuluş mücadelelerinin başına tam da bunun için, yani modern kapitalist gelişmenin önünü açmak üzere geçen burjuva demokratik akımların bile kendilerini sosyalist olarak sunmak ihtiyacı duymaları da buradan doğmuştur. 20. yüzyılın hemen tüm ilerici sosyal-siyasal mücadelelerinin sosyalizm adına, sosyalizm bayrağı altında yürültüldüğünü biliyoruz. Bunun gerisinde yolu Sosyalist Ekim Devrimi’nin açmış olması, ilham ve itilimi onun vermiş olması, kurtuluş rotasını onun çizmiş olması vardır.

Dahası var. Ekim Devrimi halkların mücadelelerine devrimci bir rota kazandırmakla kalmamış, dünyanın hala ortaçağ ilişkileri ve kültürü içinde yaşayan ezilen halkları ile  emperyalist dünyanın modern proletaryası arasında sağlam bir köprü de kurmuştu. Bu sayededir ki, gelişmiş ülkelerin komunist partiler önderliği altında birleşmiş devrimci proletaryası, sömürge ve yarı-sömürge ülke halklarının mücadelesini yürekten desteklemiştir. Tersinden de mazlum halkların mücadelesi, devrimci proletaryanın emperyalist metropollerde kendi burjuvazisine karşı yürüttüğü sosyalist devrim mücadelesine güç katmıştır.  Komünist Enternasyonal’in “Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halklar Birleşiniz!” şiarında simgelenen bu karşılıklı devrimci ilişki, her iki cephede de mücadeleyi beslemiş, kolaylaştırmış ve güçlendirmişti.

Milliyetçi ve dinci akımlar halkları birleştiremezler

Yazık ki günümüzde halen bütün bunlar yok. Ortadoğu’da halen Amerikan emperyalizminin soluğunu kesen mücadelenin en temel zaaflarından biri de budur. Bu mücadeleye halihazırda ya burjuva milliyetçileri, ya da şeriatçı dinsel akımlar önderlik etmektedirler. Oysa, bugünkü direnişe katkıları ne olursa olsun, bu iki akımın da halkları birleştirecek ve kurtuluşa götürecek devrimci bir ideolojileri, bunun ürünü ve ifadesi devrimci bir programları ve stratejileri yoktur. Bu akımlar bugünkü direnişe bugünkü biçimiyle önderlik edebilirler, fakat halkları kurtuluşa asla götüremezler. Kurtuluşa götürmek bir yana, farklı milliyetlerden, dinlerden, mezheplerden, kültürlerden ya da cinsiyetten emekçileri en acil hedefler etrafında birleştirebilmek yeteneğinden bile yoksundur bu akımlar. Çünkü onlar, doğaları gereği bunu olanaklı kılacak devrimci bir  ideolojiden, kimlikten ve programdan yoksundurlar. Çünkü onlar, geleceğin temsilcileri değil, fakat işin aslında geçmişin malıdırlar. Temel toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında devrimci değil, büyük bir bölümüyle ilerici bile değil, fakat düpedüz gericidirler. Emperyalizme karşı ortaya koydukları direnişin haklılığı ve nesnel açıdan ilerici niteliği, bu gerçeği hiçbir biçimde değiştirmemektedir. Ortadoğu gibi çeşitli türden milliyetlerin, dinlerin, mezheplerin ve kültürlerin harmanlandığı bir coğrafyada, birleştirici bir programa sahip olabilmek için devrimci ideoloji ve program mutlak bir zorunluluktur. Halkların hedeflerini şaşırtan ve enerjilerini tüketen yapay bölünmelerin önünü alabilmenin, emperyalizmin ve siyonizmin böl ve yönet politikalarını boşa çıkarabilmenin, farklı milliyetlerden ve kültürlerden halkların birleşik devrimci mücadelesini geliştirebilmenin bundan başka bir yolu yoktur. Bunu ne burjuva milliyetçiliği ve ne de gerici dinsel ideolojiler  sağlayabilir.

Şu an direnişin odak noktası durumundaki Irak’ta olayların seyri bu konuda yeterince aydınlatıcıdır. Bu ülkede aynı milliyetten fakat farklı mezheplerden insan gruplarının bugün  birbirlerini kitlesel olarak boğazlayacak noktaya gelmeleri bunun ifadesidir. Emperyalizmin buna yönelik kışkırtmalarının bu denli kolay sonuç vermesinin gerisinde bu aynı temel önemde neden vardır. Güneyli Kürtler’in neredeyse blok halinde halen emperyalizmin bölge politikalarının dolgu malzemesi olmayı bu denli sorunsuz olarak sürdürebilmeleri bu sayede olanaklı olabilmektedir. Barzani ve Talabani gibi sicilli Amerikan işbirlikçilerinin Kürt emekçileri üzerinde sürmekte olan denetimini önemli ölçüde bu kolaylaştırmaktadır.

Özetle Ortadoğu’da milliyetçilik, her biçimiyle islamcılık ve mezhepçilik, bölücü ve dağıtıcıdır. Bu ideolojilerin taşıyıcısı olan akımların mücadelesi halkların enerjilerini kör çıkmazlarda heba etmekten başka bir sonuç yaratmaz. Birleştirici olan, devrimci ideoloji ve programdır, 20. yüzyılın tüm deneyimi bunu göstermektedir. Devrimci partilerin her yerde farklı milliyetlerden, dinlerden, kültürlerden emekçi yığınları ortak mücadele cephesinde ve kardeşçe ilişkiler içinde birleştirebilmiş olmaları buna tanıklık etmektedir.

Devrimci önderlik ve devrimci enternasyonalizm

Bugünkü devrimci önderlik boşluğunun ürünü bir başka temel önemde olgu daha var. Bu, direnen Ortadoğu halkları ile emperyalist ülke halkları arasındaki belirgin duygusal ve politik kopukluktur. Bir başka ifadeyle, Avrupa’nın ve Amerika’nın militarist saldırganlığa ve savaşa karşı çıkan yığınları ile Ortadoğu’nun direnen halkları arasında halen aşılamayan ve durumda önemli bir değişiklik olmadıkça da aşılamayacak olan rahatsız edici mesafedir.

Bugünkü  koşullarda her iki tarafın da biribirlerine karşı köklü önyargılar taşıdıkları, açık bir güvensizlik duydukları bir gerçektir. Bunun karmaşık nedenleri kuşkusuz vardır, fakat aşılamamasının gerisinde aynı zamanda bugünkü önderlik zaafı vardır. Milliyetçi ve dinci akımların önderlik ettiği bir mücadelenin dünya halklarından gerekli militan desteği alması, bugünkü olayların da gösterdiği gibi, kolay değildir. Bu olgu bize, Batı’nın emekçileri ile Doğu’nun mazlum halkları arasında kurulması mutlak bir ihtiyaç olan enternasyonalist birlik ve dayanışma köprüsünün ancak devrimci bir çizgide ve devrimci önderlikler altında kurulabileceğini bir kez daha göstermektedir.

Latin Amerika: Parlamentarizmin kör çıkmazları

Farklı bir açıdan fakat benzer bir olgu, yani devrimci önderlik boşluğu ve bunun sonuçları, Latin Amerika halklarının halen büyük bir ilgiyle izlenen mücadeleleri için de geçerlidir. Orada da kitlelerin büyük hoşnutsuzuluğu ve sık sık büyük kitlesel direnişlere dönüşen mücadaleleri, halen burjuva reformist ve parlamentarist akımların etkisi ve denetimi altındadır. Daha da kötüsü, Brezilya örneğinde gördüğümüz gibi, bu mücadeleler ve kitlelerin sisteme karşı bu büyük hoşnutsuzluğu, neo-liberal politikalara bile alet edilebilmektedir.

Devrimci iktidar hedefi, buna dayalı bir mücadele ve örgütlenme hattı yerine, parlamenter kanallara yöneltilen ve büyük ölçüde bununla sınırlanan, bu çıkmazda oyalanıp tüketilen mücadelelerin ciddi ve kalıcı bir sonuç yaratma olanağı yazık ki yoktur. Bu çizgide, belki kitlelerin yaşamında geçici bir süre için bir parça iyileşme sağlanabilir, fakat köklü ve kalıcı hiçbir sonuç yaratılamaz. Büyük burjuvazi ve büyük mülkiyet ayakta kaldığı sürece, büyük burjuvaziye ait olan devlet aygıtı, geleneksel bürokrasi ve ordu ayakta olduğu sürece, kârları bir parça sınırlansa da, emperyalist tekeller varlıklarını ve etkinliklerini korudukları sürece, sorun da tüm kapsamıyla ortada duruyor demektir. Bunlar siyasal ve toplumsal bir devrimle süpürülüp atılmadığı sürece, onların gerisin geri kitlelerin bugün yer yer elde ettiği sınırlı kazanımları süpürüp atması kaçınılmazdır. Tarih buna da tanıklık etmektedir

Devrimci proletarya ve direnen halklar

Özetle şiarımız, kısalığı ve vuruculuğu içinde direnen halkların kazanacağına işaret etse de, bu vurgulama tarihsel bir çerçevede tüm anlamını ve önemini her halükarda korusa da, direnen halkların ancak devrimci bir önderlik altında kazanabileceğini bir an için bile unutamayız. Geçen yılki etkinliğimizin şiarı “İşçi Sınıfı Savaşacak, Sosyalizm Kazanacak!” biçimindeydi. Direnen halkaların eninde sonunda kazanacağı düşüncesini işte bununla, bu şiarın anlamı ile birlikte ele almalıyız. Halkların direnişinin tarihsel akibeti ile işçi sınıfının devrimci önderliği arasındaki kopmaz bağı bir an bile unutmamalıyız.

Bu bilinçle ve bunun verdiği büyük inanç ve enerjiyle, kendi cephemizden işimize daha sıkı sarılmalı, Türkiye işçi sınıfını devrimcileştirmeye ve devrimci sınıf partisi önderliği altında birleştirmeye bakmalıyız. Türkiye devrimi için belirleyici önemdeki bu sorunun, kaçınılmaz olarak Ortadoğu’da olayların seyri üzerinde büyük bir etkisi olacaktır, bunu bir an bile unutmamalıyız.

Bugünün koşullarında ülkemiz direnen Ortadoğu halklarına karşı emperyalizmin en önemli destek üssü durumundadır. Egemen Türk burjuvazisi Ortadoğu halklarına karşı emperyalizmin safında ve hizmetindedir, bu tarihsel olarak böyleydi ve halen böyledir. Bu lanetli olgu, Ortadoğu’unun mazlum halklarına karşı devrimci enternasyonalist sorumluluklarımızı ayrıca artırmaktadır.

Hepinizi içten devrimci duygularla selamlıyorum...

Direnen halklar kazanacak!
İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!
18 Kasım 2006


Üste