Logo
< Direnişimizin nedenleri, anlamı ve talepleri

Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!


Süresiz Açlık Grevi direnişindeyiz!..

Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!

 

Dışarıda işçi sınıfına ve emekçilere baskıyı ve köleliği, açlığı ve işsizliği, sosyal yıkımı ve demokratik haklardan yoksunluğu dayatan sermaye devleti, içeride biz devrimci tutsaklara da terör, işkence ve katliamları reva görmektedir. Fakat bu kadarı devlete yetmediği içindir ki, o bize ek olarak boyun eğmeyi, teslim olmayı dayatmakta, düşünce ve inançlarımızdan utanç verici bir biçimde vazgeçmemizi istemektedir. “F tipi” diye etiketlenen, tecrit ve izolasyonu amaçladıkları gizlenemez biçimde açığa çıkmış bulunan hücre tipi cezaevleri bunun için gündeme getirilmektedir. Hedeflenen, bizi bu hücrelere diri diri gömmek, uygulanacak sistematik baskı ve işkenceyle ya manevi bakımdan çökertip teslim almak, ya da adım adım ruhsal ve fiziksel yıkıma sürüklemektir.

Buna boyun eğmedik, eğmeyeceğiz! Devlet bizi o manevi ve fiziki ölüm hücrelerine diri diri sokamayacak! Hücrelere girmektense ölümüne direneceğimizi, buradan dost-düşman herkese bir kez daha ilan ediyoruz.

Öncesi bir yana, son bir yıl üzerinden yaşananlara bakalım...

Bundan bir yıl önce basit bir koğuş sorunu bahane edilerek, Ulucanlar’da, kararı devletin zirvelerinde verilen bir katliam vahşetine maruz kaldık. On arkadaşımız işkenceyle katledildi. Onlarcamız yaralandık. Faşist katliamcılar hakkında bugüne kadar kılını kıpırdatmayanlar, daha bir de Nazilere taş çıkartırcasına, bizi kendi arkadaşlarımızı katletmekten yargılamak arsızlığı gösteriyorlar.

Ulucanlar katliamının hücreleri kabul ettirmek için bir gözdağı olarak kullanılmak istendiğini söylemiştik. Katliamı izleyen MGK toplantılarında bu niyet açıklandı, hücre tipi cezaevlerinin inşasına hız verilmesi kararları alındı. Emekçilere üç kuruş zam vermekten sakınanlar, ölüm hücreleri için trilyonlar ayırmakta tereddüt etmediler.

Ardından hücre saldırısını fiilen başlatan ve bunun için tüm önkoşulları hazırlamayı amaçlayan “Üçlü Protokol” gündeme getirildi. Ocak ayından beri bu protokole dayanılarak, geçmişte uğruna canımızı ortaya koyduğumuz ve birçok canlarımızı feda ettiğimiz bir dizi hakkımız gaspedildi, hala da gaspedilmektedir. Bu protokolden beri DGM’lerdeki her türlü savunma hakkımız da fiilen ortadan kaldırılmış bulunmaktadır. Biçimsel savunmalarımıza bile gerek duyulmaksızın kendilerince yargılıyorlar, en ağır biçimde keyiflerince cezalandırıyorlar. Anayasaları “eşitlik ilkesi”nden dem vurduğu halde, katlanmış cezalar almakla kalmıyoruz, ayrı bir infaz yasasına tabi tutularak verilen cezanın neredeyse tamamını fiilen yatmakla yüzyüze bırakılıyoruz.

“Üçlü Protokol”le gündeme getirilen sistematik saldırı ve provokasyonlar, sonuçta Burdur vahşetine vardı. Arkadaşlarımızın kolları koparıldı, kafaları parçalandı ve iğrenç biçimde tecavüze uğradılar. Aylar öncesinden ve sayısız kez Burdur’da yeni bir Ulucanlar tezgahlanmak isteniyor diye uyardığımız halde, sonuçta bütün bunlar oldu. Faşizm adeta hücre saldırısındaki pervasızlığını bu saldırı üzerinden bir kez daha göstermek istedi.

Fakat bir kez daha baltayı taşa vurdu. Tüm üstünü örtme çabalarına rağmen, kanıtlarıyla birlikte bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarılan ve meclis raporlarına bile geçen Ulucanlar vahşetinin ardından Burdur vahşeti, devletin yüzündeki maskeyi indirdi; “F tipi” ile neyin amaçlandığı toplumun geniş katmanları nezdinde daha somut olarak görülür hale geldi. Pervasızlığını gösterme kaygısı devletin ayağına dolandı ve hücre saldırısı konusunda onu köşeye sıkıştırdı.

Fakat köşeye sıkışanlar, şimdi o köşeden çıkmak ve önümüzdeki kısa zaman dilimi içerisinde bize ölüm hücrelerini bir kez daha dayatmak için, sinsi ve hummalı bir faaliyet içerisindeler. Hesapları, gözboyayıcı rötuşlarla hücreleri toplum nezdinde şirinleştirmek ve böylece bize dayatmaya kalkmaktır. Haklarımıza yönelik saldırılar ve yeni saldırılara yönelik provokasyonlar ise, Burdur vahşetinden sonra bir nebze olsun hız kesmek bir yana, gitgide artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Bergama’da varılan uzlaşmaya ve verilen tüm sözlere rağmen, bunlar anında çiğnenmiştir. Bergama’dan Buca’ya götürülen tutsaklar iki ayı aşkın bir süredir faşist bir toplama kampı koşullarında tutulmaktadırlar. Bu arada PKK’lilerin tam teslimiyeti kullanılarak Erzurum’da hücrelere fiilen geçilmiş durumdadır.

Tüm bunlar, sonuçları devrim davası için olduğu kadar her türlü ilerici toplumsal muhalefet için de ağır bir biçimde yıkıcı olacak olan hücre saldırısının adım adım yaklaştığının göstergesidir.

Fakat yineliyoruz, bu o kadar kolay olmayacak! Faşist katliamcılar teslimiyet ya da ölüm ikilemine dayalı hücrelere bizi diri diri gömemeyecekler! Bunu kabul etmeyeceğiz, buna boyun eğmeyeceğiz! Ölümüne bir direniş pahasına!.. Habip Gül yoldaşımızın Ulucanlar katliamının hemen öncesinde haykırdığı gibi, bu saldırı karşısında eğileceğimize kırılmayı yeğleyeceğiz! Yine Habip yoldaşımızın aynı vesile ile vurguladığı gibi, faşizmin her türlü saldırısına karşı “Biz hazırız, Partimizin bayrağına leke sürmeyeceğiz!”

Bu inanç ve kararlılıkla, DHKP-C ve TKP (ML) davası tutsakları ile birlikte, ileriki bir aşamada Ölüm Orucuna dönüştüreceğimiz Süresiz Açlık Grevi direnişimizi 20 Ekim tarihinden itibaren başlatıyoruz. PKK’li tutsaklar da dahil tüm devrimci tutsakları bu direniş bayrağı altında kenetlenmeye, devrimci iradenin yıkılmaz barikatını daha güçlü bir biçimde örmeye çağırıyoruz.

Direnişimizin en temel talepleri şunlardır:

* F Tipi Hücre hapishaneleri derhal kapatılsın!
* Cezaevlerinde gaspedilen tüm haklar iade edilsin!
* Terörle Mücadele Yasası kaldırılsın!
* Üçlü Protokol iptal edilsin!
* DGM’ler kaldırılsın, DGM yargılamalarının tüm sonuçları geçersiz sayılsın!
* İşkenceciler ve katliamcılar yargılansın!

Devrimci inanç ve ilkelerimiz için direniyoruz; bu inanç ve ilkeler tümüyle işçi sınıfı ve emekçilerin temel ve yaşamsal çıkarlarıyla örtüşmektedir. İşçi ve emekçilerin haklı davası için direniyoruz; zindanlara tıkılmamız, işkence ve katliamlara maruz kalmamız tam da bunun içindir.

İşçi sınıfını, emekçileri, tüm ezilenleri, tüm ilerici-devrimci çevreleri bunun bilinciyle hareket etmeye; haklı davaları uğruna, devrimci kimlik ve insanlık onuru uğruna hayatımızı ortaya koyduğumuz bu direnişte bize omuz vermeye çağırıyoruz. Sizleri tüm yaşamınızı hücreleştirmeyi amaçlayan saldırının en kritik halkası olan hücre saldırısını birleşik bir güçle püskürtmeye çağırıyoruz.

Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!
Yaşasın direniş, yaşasın zafer!

TKİP Cezaevleri Merkezi Örgütlülüğü
20 Ekim '00


Üste