Logo

Yeni dönem bilinci ve pratiği


Yeni dönem bilinci ve pratiği

Partimiz uzun bir dönemdir yeni bir tarihsel döneme girilmiş olduğunu vurguluyor. Dünya çapında olayların seyri, özellikle 2000’li yıllardan başlayarak yaşananlar, yeni tarihsel dönem olgusunu çok daha elle tutulur hale getirdi. Bir yanda emperyalist-kapitalist dünya kriz dinamiklerini kontrol etmekte giderek zorlanırken, diğer yanda buna yeni bir düzeyde emperyalist nüfuz mücadeleleri ve bunun ürünü savaş dalgası eşlik etti. Bu sürecin 2007-08’de ABD’de başlayan iktisadi çöküşle yeni bir aşamaya sıçradığı biliniyor. Kapitalist dünyanın ancak 20. yüzyıldaki iki büyük bunalımıyla karşılaştırılan bu büyük depresyonu, son beş yıldır dünyadaki olayların seyrini belirleyen en temel gündem durumunda. Son beş yıl aynı zamanda dünya çapında yeni sosyal patlamalara, emperyalistler arası güç dengelerinde çeşitli değişimlere ve bunlara paralel olarak ikinci bir bölgesel savaş dalgasına sahne oldu. Günümüzde sözkonusu tarihsel dönem perspektifini doğrulayan ve dünya çapında derinleşip yayılan bu tablodan etkilenmeyen, çok yönlü emperyalist bunalımın sonuçlarıyla yüzyüze gelmeyen alan kalmamış gibidir.

Yeni tarihsel dönemin Türkiye’deki yansımaları

Türkiye’nin toplumsal-siyasal süreçleri de yeni tarihsel dönemin belli başlı belirtilerini sergiliyor ve onun temel karakteristikleri üzerinden şekilleniyor. Dünya kapitalizminin şiddetlenmekte olan son büyük ekonomik bunalımı, Türkiye’de de çöküş dinamiklerini biriktirmeye devam ediyor. Bir yandan sürekli büyüyen borçlarla ekonominin ayakta tutulabilmesi, diğer yandan faturanın açık ya da dolaylı biçimlerde sınıf ve emekçi kitlelere ödettirilebilmesi sayesinde, Türkiye’nin krizden az etkilendiği yanılsaması hala da yaratılabiliyor. Fakat ekonominin dış borç, cari açık, büyüme oranı, alımgücü paritesi vb. verileri, bu yanılsamanın sürdürülebilmesinde sona gelindiğini gösteriyor.

Türkiye emperyalist hegemonya bunalımındaki derinleşmenin, dolayısıyla emperyalist saldırganlık ve savaş politikalarının da canlı bir arenası durumundadır. ABD emperyalizminin başını çektiği batılı emperyalist ittifakın saldırgan siyaseti, Türk devletini Ortadoğu’da fiilen tüm halklara düşmanlık güden başlıca tetikçi haline getirmiş bulunuyor. Gerek Libya’ya saldırıya verdiği destek ile özellikle ikibuçuk yıldır Suriye’deki gerici iç savaşta açıktan üstlendiği kanlı misyon, bunun en uç ifadeleri oldular. Dış politikadaki saldırganlığın tırmanışı, bu dönem boyunca NATO’nun silah, radar üssü, asker vb. yığınağındaki artışla da sürdürüldü. Emperyalizmin yeni dönem çıkar ve tercihlerine göre yapılandırılan saldırgan Türk dış politikası, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemin en belirgin yansıması oldu.

Büyük toplumsal sarsıntılar dönemi

Yeni tarihsel dönemin Türkiye’deki yansımalarının son halkasını ise Haziran’daki büyük sosyal patlamayla birlikte devam edegelen süreç oluşturdu. Türkiye’nin işçi-emekçi kitleleri, ilerici-aydın dinamikleri ve gençlik yığınları, son üç yıldır dünya çapında gündemi belirleyen sosyal patlamalar kervanına görkemli bir giriş yaptılar. Düne kadar toplumsal yaşamın üzerine bir karabasan gibi çöken iktidarlaşmış dinsel-gericilik, büyük halk hareketi sayesinde ağır bir darbe yedi. AKP iktidarı şahsında medyasıyla, işbirlikçi burjuvazisiyle, partileriyle, baskı ve şiddet aygıtlarıyla tüm düzen cephesi büyük bir sarsıntıya uğrarken, toplumsal mücadele dinamiklerinde bir bilinç yenilenmesi, mücadeleye katılım anlamında bir ileri sıçrayış yaşandı. Nereden bakılırsa bakılsın, yeni bir Türkiye’de yaşadığımız konusunda hemen hiç kimsenin bir itirazı yok.

Haziran Direnişi’nden çok da uzak olmayan bir dönemde, 2012 sonbaharında toplanan TKİP IV. Kongresi, “Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğinde büyük toplumsal sarsıntılar, toplumsal devrimlere doğru büyüyebilecek büyük birikimler” olduğunu vurgularken, temelsiz bir iyimserlikle değil, tarihsel dönem perspektifiyle hareket ediyordu. Dinsel-gericiliğin toplumsal muhalefet güçlerinde karamsarlığı derinleştirdiği bir sırada TKİP’nin bu değerlendirmeleri, “dünya olaylarının seyrini tarihsel sürecin bütünlüğü içinde, marksist teorik-sınıfsal bakış ile tarihsel perspektifi birleştirerek ele alma”sına dayanıyordu. Haziran Direnişi, Türkiye’nin geleceğindeki büyük toplumsal sarsıntıların kendiliğinden ama görkemli bir ilk açılışı oldu. Devamının geleceğinden artık kimse şüphe duymuyor. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” şiarı da bunu anlatıyor.

Direnişin yarattığı etkilenme ve birikim

Uzun yıllardan sonra gündeme gelen bu büyük patlamanın ve haftalarca süren militan eylemlerin hareket halindeki kitlelerin bilincinde büyük değişimler yarattığından kuşku duyulmamalıdır. Öğrencisi, işçisi ve emekçisiyle dönemin gençlik kitlesi ana gövdesiyle hareketin içinde yer aldı. Bu yer alış çoğu durumda hareketin militan niteliğini belirleyecek bir düzeydeydi.

Bu büyük halk hareketi, Türkiye’nin tüm güçleriyle eylemler içinde yer alan ilerici-sol ve devrimci birikimini de dolaysız olarak etkilemiş durumdadır. Şüphesiz sol hareketin ezici bölümünü oluşturan reformist akımlar kimliklerine uygun bir tarzda hareket ettiler. Kitlelerin düzenle keskin bir şekilde karşı karşıya kaldığı durumlarda, geriye çeken bir tutum takındılar. Halihazırda ellerinde tuttukları güç ve olanakları (kitle tabanı, sınıf mücadelesinin bazı önemli mevzileri, kadro niceliği vb.) kendiliğinden harekete geçmiş kitlelerin militanlığının bile gerisinde tuttular. Direniş konusunda yürüyen tartışmalar henüz işin bu yanlarına çok girmiş değil. Fakat direnişin ortaya çıkardığı militan potansiyel ile henüz reformist akımların saflarında da olsa devrimci özlemlere sahip sol kitle tabanı mutlaka bunları da sorgulayacak ve kanalını bulduğunda yönünü ihtilalci devrimciliğe çevirecektir.

31 Mayıs patlamasının nedenlerini, güçlerini, bugüne ve geleceğe etkilerini sürekli değerlendirmelere tabi tutan öteki bir odak ise düzen cephesidir. AKP iktidarı bu büyük hareketi kontrol altında tutmak için öncelikle faşist baskı ve devlet terörüne başvurdu. Öte yandan, ulusalcı-sol olarak tanımlanan burjuva akım, emekçilerin yaygın katılımıyla süren direnişi kendi denetimine alıp salt AKP karşıtlığına sıkıştırmak doğrultusunda küçümsenmeyecek bir pratik sergiledi. Düzen medyasının da etkin katılımıyla sürdürülen bu çabanın öteki ayağını ise kendiliğinden hareketin içinde politize olmaya başlayan kitlelerin, özellikle de yeni dönem gençliğinin sol ve devrimci hareketlere yönelmesini engellemek oluşturdu. Örgüt ve siyaset düşmanlığı üzerinden sürdürülen bu kampanyanın, AKP’nin uyguladığı polis teröründen daha az etkili olmadığı açıktır. Taksim meydanında özellikle solu-devrimcileri hedefleyen 11 Haziran’daki azgın polis saldırısında, solun militan kesimleriyle, militan emekçilerin, gençlerin ve kadınların yalnız bırakılması, esasta devrimci örgüt ve politika düşmanlığı yapan bu güçlerin eseri olmuştur.

Yeni dönem Türkiye’sinde egemenler bir yandan militarizme ve silahlanmaya, diğer yandan baskı ve terör kuvvetleri olarak polis, ordu, yargı, cezaevi sistemi vb.’ni tahkim etmeye ağırlık verirken, bir yandan da gelişen toplumsal hareketleri düzen sınırlarında tutmanın politik alternatiflerini hazırlamaya bakıyorlar. Bu çabaların AKP’nin kitle desteğinin zayıfladığı dönemlerde çok daha yoğunlaşacağı açıktır. Haziran Direnişi’nin ilk haftalardaki güçlü basıncının, iktidar bloku olarak dinsel-gerici akım içinde bile çatlakların daha görünür hale gelmesine, hatta alternatif oluşturma eğilimlerine yol açtığı unutulmamalıdır. 

Güncel bir sorun olarak devrime hazırlık hedefi

Yeni tarihsel dönem değerlendirmesinde dünyada ve Türkiye’de bunalımlar ve savaşlarla birlikte “toplumsal devrimlere doğru büyüyebilecek birikimlere” işaret eden partimiz, önündeki en temel göreve şu sözlerle işaret etmişti:

“Tüm alanlarda, tüm cephelerde devrime hazırlık, onun tüm çalışmasının ve mücadelesinin kalbinin attığı şaşmaz hedeftir. Bu hazırlığın tayin edici halkası sınıfla devrimci temellerde birleşmektir, sınıf hareketini devrimcileştirmektir, sınıfı geleceğin devrimine çok yönlü olarak hazırlamaktır. TKİP’nin uzun yılları bulan çabalarına, bu doğrultuda elde ettiği son derece önemli deneyimlere ve bu alandaki ilk önemli kazanımlara rağmen, partiyle sınıfın devrimci birliği hala de çözülmeyi bekleyen bir sorundur. Türkiye’nin devrimci geleceği bu sorunun çözümüne bağlıdır. Türkiye’de olayların yeni dönemine proletarya sosyalizminin damgasını vurabilmesi bu doğrultuda alınacak esaslı mesafeye bağlıdır.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)

Devrime hazırlık hedefi ve bunun tayin edici halkası olarak sınıfla devrimci temellerde birleşme ihtiyacı, yeni tarihsel dönem içinde alabildiğine güncel ve yakıcı bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Yaz boyunca dünyada ve Türkiye’de yaşanan olaylar Kongre Bildirisi’ndeki belirlemenin ne denli isabetli olduğunu çarpıcı biçimde göstermiştir. İlkin hiç beklenmedik bir anda Türkiye görkemli ve sarsıcı bir sosyal patlamaya sahne olmuştur. İkinci olarak bu hareketin, işçi sınıfının devrimci önderliğinden yoksun olduğu için, kitleselliğine, militanlığına ve soluğuna rağmen, sermaye düzenine etkisi belli bir sınırda kalmıştır. Gene yaz sürecinde gündeme gelen ve yer yer 30 milyona yakın insanın katılımından söz edilen Mısır’daki ikinci sosyal patlama, sınıfın devrimci önderliğinden, bunun örgütlü biçimi olarak devrimci sınıf partisinden yoksunluk koşullarında, emperyalistler ve yerel egemenler tarafından bir kez daha kontrol altına alınmıştır. Sorun bu denli güncel ve yaşamsaldır.

Devrime hazırlık bilinci

Dönemin görev ve sorumluluklarını devrimci temelde omuzlayabilmek, sürece böyle bakamayanların işi olamaz. Bir başka deyişle yeni dönemde devrime hazırlık, her şeyden önce bir bilinç sorunudur. Yeni dönemin devrim partisi, bu partinin örgütü ve kadrosu olabilmek, öncelikle tarihsel dönem kavrayışını her bakımdan özümsenmiş bir bilince dönüştürmekle mümkündür. Bunun hangi düzeyde yapılmış olduğunu ise yaşam ve faaliyet pratiği gösterecektir.

Halihazırda yeni tarihsel dönem bilincinin sınamadan geçtiği bir süreç yaşamış bulunuyoruz. Kimi yerel örgütlerimiz ve yoldaşlarımız yeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt üretmekte, daha doğru deyimle silkinip yenilenmekte başarısız kalırken, bir dizi yerel örgüt ve parti militanı ise partinin yüzünü ağartan pratiklere imza atabildiler. Devrime hazırlık hedefi için bu kadarının yetersiz kalacağı, dönemin olanaklarını güce dönüştürmek için tüm parti bünyesinin yeni dönem bilinciyle seferber olması gerektiği, tüm kadro ve örgütlerin mükemmel işleyen bir organizmanın yapı taşları haline gelmesi-getirilmesinin zorunluluğu yeterince açık olmalıdır.

Başta da belirttiğimiz üzere, bir devrim toprağı olarak Türkiye’de artık her bakımdan yeni bir dönem açılmıştır. Bu dönemi kazanmak istiyorsak, parti kongresinin de vurguladığı gibi, güne dünün kalıplarıyla, alışkanlıklarıyla, kanıksanmış faaliyet düzeyiyle yanıt veremeyiz. Tarihsel dönem bilincinin pratik karşılığı bir dizi alandan yansıyabilmelidir.

Yeni dönemin pratik gerekleri

Bu çerçevede ilk sırayı hala da politik önderliğe dayalı çalışma tarzının sorunları alıyor. Başta yönetici kadrolar olmak üzere parti güçlerinin önemli bir bölümü, yaşanan dönemin ortaya çıkardığı zengin deneyime, her aşamasında dayattığı büyük ihtiyaçlara, büyük bir motivasyon ve moral yaratan atmosferine rağmen parti yayınlarını besleyip güçlendirmekte, daha doğru bir deyimle partinin yayın araçları üzerinden kolektif önderliğinin gerçekleştirilmesinde verili zaafiyeti sürdürebildiler. Oysa tüm partililerin partinin düşünsel-yazınsal üretimine etkin katılımı, döne döne tartıştığımız çalışma tarzının olmazsa olmazıdır.

Öte yandan, kimi yerel örgütler, böylesi dönemlerde hayati düzeyde belirleyici olan etkin yerel inisiyatifi göstermekte, özellikle de bunu kitlelerin eylemine önderlik alanında sergileyebilmekte atıl kalabildiler. Oysa öteki bazılarının olumlu pratiğinin doğruladığı gibi, etkin yerel inisiyatif politik önderliğe dayalı çalışma tarzının ikinci olmazsa olmazıdır ve dönemin de tanıklık ettiği gibi hareketli dönemlerde çok daha büyük bir önemi vardır.

İkinci sırada partinin hem kitle tabanını hem de kendi niceliğini büyütmek anlamında kitleselleşme sorunu gelmektedir. Parti kongremiz bu sorunu, darlığı kırmak, niteliğin geliştirilmesi için niceliğin sıçramalı büyümesi olarak da tanımlamıştı. Haziran Direnişi’yle açılan dönem, küçümsenemeyecek bir mücadele potansiyelini politizasyon sahnesine sürdü. Henüz kendiliğinden hareketin sınırlarında bir bilinç taşıyan bu potansiyelin önemli bir kesimini işçi-emekçi kökenli gençlik oluşturmaktadır. Politik müdahaleye, dolayısıyla sol ve devrimci yönelimlere açık bu potansiyelin devrime kanalize edilebilmesi, herkesten çok devrime hazırlanan bir partinin sorumluluğudur.

Bunun için ajitasyon, propaganda ve örgütlenmede olduğu gibi kitle çalışmasında da mevcut kalıpları kırmak gerekmektedir. Başta işçi ve emekçi öğeleri olmak üzere politikaya ilgi duymaya başlayan bu gençlik birikiminin kazanılması, onların yaşam, çalışma veya eğitim alanlarını her zamankinden daha büyük bir enerjiyle döne döne kuşatmaksızın mümkün olmayacaktır. Bunun öteki yanını ise olanakların olduğu her yerde eylemli süreçleri örgütlemek, gelişen eylemlere etkin ve militan bir şekilde katılmak ve eylemli önderlik inisiyatifini sergileyebilmek oluşturuyor.

Yeni dönem bilincinin pratik karşılığı üçüncü olarak, dönemin ortaya çıkardığı potansiyeli ve sınıf içindeki kesintisiz çalışmamızın imkanlarını değerlendirerek, sınıf içinde mevziler kazanmak konusunda sonuç almak anlamına geliyor. Bu alanda mesafe almak, sınıfa etkin müdahalenin, diğer bir deyişle onu mücadele sahnesine çekmenin, dolayısıyla da sınıf hareketini devrimcileştirmenin en kritik halkasıdır. Üstelik bu alanda muazzam bir boşluk olduğu Haziran Direnişi sürecinde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Koşulların çok daha olgunlaştığından, güç ve olanaklarımızın düne göre daha fazla olduğundan şüphe duymak için hiçbir neden yoktur. Gelinen yerde mesele, uzun yıllardır hedefli ve soluksuz bir çalışma yürüttüğümüz belli başlı sanayi havzalarında hedefe kilitlenerek sonuç almayı başarmaya bakıyor.

Son olarak yeni dönem bilinci, tüm bu görevleri hayata geçirmekte anahtar rolü oynayacak ihtilalci örgütlülüğün sürekli tahkim edilmesinde, örgüt saflarında devrimci-militan kimliğin eylemli süreçler içinde geliştirilmesinde karşılığını bulabilmelidir. Türkiye’de süregiden polis devleti uygulamaları, Türk burjuvazisinin iç ve dış politikasındaki savaş ve saldırı çizgisi, bunun bir gereği olarak düzenin faşist baskı ve terör aygıtlarını sürekli güçlendirmesi, illegal-ihtilalci örgütlenmeyi, yasadışı faaliyet ve araçları güncel planda çok daha yakıcı hale getirmektedir. Tüm parti örgütleri ve her bir partili sürece bunların gerektirdiği ihtiyaçlar ve sorumluluklar üzerinden bakabilmelidir.


Üste