Logo

Aşılmayı bekleyen eşik!


Aşılmayı bekleyen eşik!

Parti çalışması son birkaç yıldır bir eşiği atlamanın sorunlarıyla karşı karşıya bulunuyor. Son üç kongre partimizin daha çok kendi örgütsel bünyesini, örgüt, kadro ve çalışma tarzına dair sorunları aşmanın yolunu açan müdahaleler yaptı. Dış ve iç etkenlerden kaynaklı yaşanan geçici bir dönemin biriktirdiği sorunların üzerine kararlılıkla gidildi. Örgüt, kadro, çalışma tarzı vb. alanlarda alınan mesafe, artık bu sorunları daha farklı bir çerçeveye, deyim uygunsa olağan bir düzeye çekmiş oldu. Dolayısıyla aşılması gereken eşik derken, toplum çapında politik kuvvet haline gelmenin sorunlarını kastediyoruz.

Toplum çapında politik kuvvet haline gelmek elbette bir süreç olarak yaşanacaktır. Güncel plandaki karşılığı ise, sol politizasyonun etkisindeki kitle hareketi ve mücadelesi içinde belirgin olarak öne çıkmaktır. Halihazırda bu cephede saflar çok daha net hale gelmiştir. Sol hareketin esas gövdesi yıllara yayılan, özellikle de 2000’li yıllardan itibaren hızlanan ideolojik, politik ve örgütsel savrulmaların, ilke ve değerlerde yaşanan aşınmaların sonucunda tartışmasız bir biçimde tasfiyeci-reformist bir kampta toplanmış durumdadır. Bunun karşısında TKİP dışında devrimcilik iddia ve iradesini kararlılıkla sürdürebilen çok fazla parti veya örgüt kalmadı. Onların da ne türden zaaflarla malul olduğu biliniyor.

 

Reformist ağırlığa karşı devrimci odak ihtiyacı

Partimizin sol hareket içinde öne çıkan devrimci bir odak olması, aslında önündeki en yakıcı sorumluluğun gereğini yerine getirmesi, halihazırda toplumsal politik bir kuvvet olma yürüyüşünün başlangıç adımı olarak düşünülmelidir. Önümüzü tıkayan engelleri aşabilirsek, demek oluyor ki gelip dayandığımız eşiği atlamayı başarabilirsek, bugün yürüttüğümüz bir dizi bir tartışma, bunun yarattığı ağırlık kesin bir şekilde geride kalmış olacaktır. Bu, bugün partiyi hala da uğraştıran sorunları tümüyle geride bırakmak anlamına gelmese de, sorunları artık bambaşka bir düzeyde ele almanın, gerçek anlamda sınıf partisi haline gelmenin, daha esaslı görev ve sorumluluklarla uğraşmanın güç ve olanaklarına kavuşmak anlamına gelecektir.

Devrimci bir sınıf hareketinin gelişmesini hızlandırmak ve bunu proletarya sosyalizmi ile kaynaştırmak daha zorlu eşiklerin atlanmasıyla mümkün olacaktır. Elbette bu, öznel süreçlerden çok, esasta sınıf ve kitle mücadelesinin gelişim seyriyle belirlenen bir sorundur. Fakat bugünden parti olarak gerekli nicel birikimleri sağlayacak adımları atma aşamasına sıçrayamazsak, demek oluyor ki bir dizi alanda karşımızda duran tıkanma noktalarını geride bırakarak hızla büyüyemezsek, sınıf ve kitle mücadelesinin ortaya çıkaracağı olanakları zamanında ve yeterince değerlendirmeyi başaramayız.

Haziran Direnişi bu açıdan büyük bir uyarı sayılabilir. Kendiliğinden patlak veren bu sarsıcı kitle hareketi, işçi sınıfının hiç değilse ileri kesimleri şahsında öncü-devrimci bir inisiyatifle sürece katılımı, dahası bunun gerçekleşmesini sağlayacak devrimci sınıf partisinin varlığı durumunda bambaşka bir boyuta sıçrayabilirdi. Partimizin ve hala devrimci niyetlerini koruyabilen bazı çevrelerin sınırlı güç ve olanaklar üzerinden müdahalesinin, Haziran Direnişi’nin politik ve moral gücünü korumasında belirleyici bir rol oynayabilmesi bile yeterince açıklayıcıdır. Mevcut koşullarda, düzen cephesini etkili bir şekilde sarsan, dinci-gerici iktidar blokundaki iç kapışmaları kızıştıran büyük halk hareketinin ortaya çıkardığı olanaklar, devrime hazırlık bakımından yazık ki sınırlı bir düzeyde değerlendirilebilmiştir.

Reformist güçler hareketin ilk kritik dönemecinde geriye çekici rollerini tüm kamuoyunun önünde açıkça ortaya serdikleri halde, hatta bu utanç verici tutumların özellikle militan gençlik kitlesinde belirgin tepkilere konu olmasına rağmen, Haziran Direnişi’nin ortaya çıkardığı olanakları kazanıma çevirmede daha başarılı olabildiler. Zira hareket patlak verdiğinde belli mevzilere ve kitle tabanına sahiplerdi. Karşılarında devrimci önderlik boşluğunu doldurabilecek bir politik-örgütsel kuvvet olmayınca, direnişin toplumsal düzeyde yarattığı politizasyonun sola kanalize ettiği kitleler için ilk adres oldular. Eğer partimiz hızla soldaki devrimci odak sorumluluğunun hakkını verebilecek bir politik kuvvet haline gelemezse, ortaya çıkan güç ve olanakların reformizm tarafından döne döne kötürümleştirilmesini engellemek mümkün olmayacaktır.

Yalnızca bu son dönemin gelişmeleri dahi aşılması gereken eşiğin ne derece hayati bir önem taşıdığını kavramak için fazlasıyla yeterlidir. Sözkonusu eşiği aşmanın başlıca somut alanları ise siyasal sınıf çalışmamızın uzun zamandan bu yana tartışılan sorunlarından oluşmaktadır. IV. Kongre’mizde işaret edilen tek fark şudur ki, bu sorunları-tıkanma noktalarını aşmayı artık olağan dönemlerin verili gelişimiyle, alışılmış ölçüleriyle ele almak döneminde değiliz. Bugün ihtiyaç, kalıpların kırılması ve sıçramalı gelişimin başarılmasıdır.

 

Kitle çalışması ve kitleselleşme

Bunu başarabilmenin doğal olarak en öncelikli alanı kitleselleşmedir, kitle tabanını sıçramalı olarak genişletmektir. İdeolojik-politik düzey, gündelik taktik politika kapasitesi, illegal devrimci örgüt iradesi, kadro birikimi vb. temel alanlarda partimizin tartışmasız niteliğine rağmen, kitle desteğindeki darlık örgütsel-siyasal gelişimini zora sokmaktadır.

Geçmişten bugüne süreçlerimize kabaca bakıldığında, kitle tabanında hep bir sirkülasyonun olduğu görülecektir. Bu, bir dizi temel çalışma alanında hala da önemli bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Bu alanlara bakıldığında rahatça görülebileceği gibi, kesintisiz ve yoğun emeğe dayalı olarak yürütülen politik faaliyet sürekli bir etki alanı yaratmakta, bizi yeni yeni kitle ilişkileriyle buluşturmakta, fakat bunların kalıcı hale getirilmesi başarılamamaktadır. Mesele kesinlikle taktik-politikaları kavrayıp yerelleştirmek, özgül politikalar üretmek, bunların çeşitli araçlarını yaratmak, pratik faaliyeti iyi yürütmek değildir. Bu açıdan en zayıf yerellerimizde bile bir bakış, deneyim, birikim, refleks ve davranma düzeyi var. Tüm bunlara rağmen bazı yerellerde yıllarca aynı darlıkta çakılıp kalmanın nedenlerini başka yerlerde aramak gerekiyor.

Bunu örneğin her yerelin bilinç, eğilim, arayış vb. bakımlardan farklı nitelikte kitleleri kapsamasıyla açıklamak da mümkün değildir. Zira asgari bir kitle tabanı yaratmayı başarmış yerellere bakıldığında, ortalamadan farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Buralarda sağlanan başarının anahtarı gerçek anlamda bir kitle çalışması yürütülmesidir. Çalışmanın en ayırdedici yanı, başta temel organlardaki kadrolar olmak üzere parti çalışmasında yer alan her militanın kurulan kitle ilişkilerini, işçi ve emekçilerin yaşamını deyim uygunsa gündelik olarak kuşatma altında tutmasıdır. Pratik faaliyet, etkinlik, eylem, örgütsel ve kurumsal işler dışındaki zamanın esas olarak işçi evlerinde, kahvelerinde, derneklerinde, emekçi mahallelerinde geçirilmesidir. Buralarda örneğin gereksiz yere kendi kurumlarımızda zaman doldurmak diye bir şey yoktur. Parti kadroları bıkmadan usanmadan kitle ilişkilerinin gündelik yaşamına sirayet etmekle meşguldürler. Ve bu yıllardır ısrarlı, sürekli ve soluklu bir uğraş, bir bakıma gündelik hayatın-çalışmanın kanıksanmış bir boyutu haline gelmiştir. Kısacası mesele, işçi ve emekçilerle sürekli iç içe olmak, döne döne yaşamlarını kuşatmaktır.

Gelinen eşikte parti, kitle çalışmasında inisiyatifli, enerjik, yaratıcı, yetenekli kadrolara yakıcı bir şekilde ihtiyaç duymaktadır. Kendi sınırlarını zorlamayı bilen, sosyal çekingenliklerinin üstüne gitmeyi başaran her devrimcide bu potansiyelin olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Türkiye solunun çarpık işbölümü-uzmanlaşma anlayışına takılıp, herkes “kitle insanı” olamaz demek, daha baştan kaybetmek demektir. Dahası bu, özünde sosyal bir varlık olan insanla ilgili yaratılmış en berbat bir yanılsamayı kabul etmektir. Kapitalist bozulmaya, yabancılaşmaya kafa tutmanın en devrimci adımlarından birinin bu yanılsamayı yerle bir etmekten geçtiği unutulmamalıdır.

 

Kitle örgütleri içinde güç olmak ve mevziler kazanmak

Sıçramalı gelişim açısından ikinci alan, kitle örgütleri içinde güç olmaktır, ki bu ilkiyle karşılıklı ve dolaysız bir ilişkiye sahiptir. İşyeri temsilciliklerinden sendikal örgütlenmenin her kademesine, meslek örgütlenmelerinden yerel derneklere kadar, demokratik kitle örgütlerinde mevzi kazanamayan bir partinin kitlelere önderlik etme, onları politikalarına kazanıp harekete geçirme şansı yoktur. Kitle örgütlerine dair “parti ile kitleler arasındaki volan kayışları” tanımlaması yeterince açıklayıcıdır. Motor güç olarak bir parti, kendi içinde ne kadar mükemmel işlerse işlesin, volan kayışları olmaksızın hiçbir şeyi hareket ettiremez. Gelecekteki mücadeleler için bunun önemi yeterince açık olmalıdır.

Bir de kitleselleşmenin güncel ihtiyaçları planında tartışmasız bir boyutu var. Örneğin bugün kitlelerin gözünde meşruiyeti olan bir mevzi (şu ya da bu siyasi gruba angaje olarak görülmeyen kurumları kastediyoruz), hakkı verildiğinde, sayısız bildiri, afiş vb. ile yürütülen bir pratik faaliyetten çok daha büyük bir propaganda ve kitleleri etkileme gücüne sahiptir. Dolayısıyla kitle bağları kurmak ve geliştirmek bakımından önemi açıktır.

Bu mücadele araçlarının, burjuva önyargıların etkisi altındaki işçi ve emekçileri bile doğru politikalar altında birleştirebilmenin, harekete geçirebilmenin önemli imkanlarını barındırdığı tartışmasızdır. Örneğin işyerlerini bir yana bırakırsak, farklı siyasi anlayıştaki insanlar sendikalardan veya çeşitli demokratik kitle örgütlerinden başka nerede bir araya gelebilir? Gerçekten kitlelere mal edilemedikleri sürece kendi kurumlarımızın ancak siyasal sınıf çalışmamızın bazı ihtiyaçlarına yanıt vermekle sınırlı kalacakları açıktır. Kendi kurumlarımızın varlığı bazı yerellerde kitle örgütlerine, hatta işçi sendikalarına bile dışardan bir bakışı doğurabiliyor. En çok “protokol” ilişkilerine konu olabiliyor. Oysa herhangi bir siyasi çevrenin tekkesi olmadığı sürece her demokratik kitle örgütü siyasal çalışmanın dolaysız bir alanıdır. Bu da ancak içerisinde yer alarak, bu tür mevzileri gündelik mücadelenin araçları haline getirme bakışı ve uğraşıyla değerlendirilebilir. Politik maharetin gerçek sınanma alanlarından biri de bu mevzilerdir.

Bütün bu olgular üzerinden bakıldığında, parti çalışmasının seyri biraz da bu mevzilerde çalışma yürütmesini başarabilen, buralarda sağlam ve köklü bir şekilde tutunabilen, bu tür kurumlarda öne çıkmayı bilen militan kitle önderlerinin yetişmesine bağlıdır. Fakat bunun için öncelikle bu mevzilerin doğru bir bakışla ele alınması ve hem çalışma alanı hem de araçları haline getirilmesi perspektifiyle hareket edilmesi gerekir.

 

Sınıf çalışmasında mesafe, fabrikalarda tutunmak

Aşılacak eşiğin üçüncü halkası, fabrikalarda tutunmak anlamında sınıf çalışmasında mesafe almaktır. Bakış-kavrayış planında bu alanda asgari bir düzeyimiz olduğu biliniyor. Sanayi havzalarını eksen alan siyasal sınıf çalışması perspektifinden hedef işletmelerde yoğunlaşmaya dek bir dizi açıdan başka hiçbir akımla karşılaştırılamayacak denli uzun soluklu, inatçı, ısrarlı bir sınıf çalışmamız, gücünü Marksizmin sınıf özünü kavramaktan alan kararlı bir sınıf yönelimimiz var. Çalışma yürüttüğümüz sanayi havzalarında belli dönemlerde tutunmayı başardığımız fabrika-işletme örnekleri de yaratabildik. Gelinen yerde bunu tüm yerellerde gerçekleştirebilmek, her çalışma alanında hiç değilse birkaç temel işletmede örgütsel yapılar inşa etmeyi başarmak durumundayız.

Bu aynı zamanda mevzi kazanmanın fabrika ayağını oluşturuyor, ki halihazırda sendikal mevzilerde güç olmanın sınıf partisi için başka bir yolu yoktur. Keza partiyi sınıf eksenine oturtmanın yolu da buradan geçiyor. Bazen fabrika çalışması, ekonomik-sendikal sınırlarda ele alınıp, yine fabrika sınırlarını aşmayan bir çabaya konu olabiliyor. Eğer hedef fabrikaya yönelik çalışmayı uzun soluklu tasarlamaz, kitle çalışması ve kitle örgütlerinde mevziler tutma hedefinin yoğunlaşıp bağlanacağı bir çekirdek haline getiremezsek, demek oluyor ki bir yerel çalışmanın her türlü araç, yol ve yöntemini kullanarak fabrika işçilerini yaşamının her alanında çok yönlü olarak kuşatamazsak, orada kalıcılaşıp kökleşmek hep saptanmış bir hedef olarak kalacaktır.

 

Çevremizdeki güçleri eğitip kazanmak

Yukardaki üç temel soruna ekleyebileceğimiz bir dördüncüsü, parti saflarına yönelen güçleri-ilişkileri eğitip kazanmaktır. Bu sorun çalışmamızın tüm alanlarını ve her düzeyini çok yakından ilgilendiriyor. Diyelim ki çok yönlü olarak eğitimden geçmemiş veya kendini sürekli olarak eğitmeyen bir partili, ne kadar sosyal olursa olsun nihai sonuçlarını üretecek bir kitle çalışması yürütemez. Keza halihazırda her türlü bürokrasinin tepesine çökmüş olduğu kurumlarda, bin bir türlü ayak oyunuyla kolay kolay başa çıkamaz. Bir fabrikada kök salmak için bile ideolojik, örgütsel, politik ve devrimci nitelikleri gelişkin, gündelik taktik politikada çok yanlış yapmayacak, kendisini olduğu gibi etrafını da eğitmeyi başarabilen kadrolar gerekir. Kısacası bu sorun kadrolaşmanın olduğu kadar, siyasal çalışmanın her türlü alanının da zorunlu bir bileşkesidir.

Düne kadar siyasal faaliyetimiz sürekli olarak bizi yeni ilişkilerle buluştursa ve bir kısmını çalışmaya çekse de, bunlar örgütsel büyümeye dönüşemeyebiliyor. Çalışmamıza katılan insanlar yoğun pratik faaliyet içinde çoğu durumda çok yönlü eğitimden yoksun kaldıkları ölçüde, uzun soluklu olamamakta ve bir dönem sonra yıpranıp kaybedilebilmektedirler. Partimiz son yıllarda eğitim sorununa belirgin bir şekilde çubuk bükmekle kalmadı, kendi saflarını eğitmek için örnek teşkil edecek müdahalelerde de bulundu. Parti Okulları biçiminde sürdürülen bu çalışma partili güçleri kapsasa da giderek farklı düzeylere doğru yayılmaktadır. Her yerelin bunu kendi çevre-çeper güçlerine yönelik olarak süreklileştirmesi gerekmektedir.

***

Parti olarak aşmamız gereken eşiğin yalnızca belli başlı öğelerine işaret etmiş olduk. Fakat bunlar örgütsel büyüme, devrimci iç yaşam, yeni döneme uygun militanlaşma, illegal temeli sürekli güçlendirmek ya da örneğin yayın vb. araçların gerçek misyonlarına uygun hale getirilmesi ve etkin kullanımı gibi bir dizi öteki alanda da mesafe almayı sağlayacak etki ve güce sahiptirler.

Bugün mesafe almamızın önündeki en büyük engel ise, tüm müdahalelere rağmen hala da alışkanlıkların gücünün sürebilmesidir. Oysa dönem, önümüzdeki eşiği aşmayı yaşamsal bir zorunluluk haline getirmiş olmakla kalmıyor, bunun koşullarını da olgunlaştırmış bulunuyor. Bunları değerlendirmeyi başarabilirsek, Türkiye’de proletarya devrimi ve sosyalizm bayrağını tek başına dalgalandırma iradesiyle yoğrulmuş partimizin sıçramalı büyümeler yaşayacağından, giderek toplum düzeyinde sınıf adına politika yapma gücüne kavuşacağından kuşku duyulmamalıdır.


Üste