Logo

Tırmanan siyasal gericilik ve zor döneme devrimci hazırlık


Kapitalist sistem ekonomik, sosyal, siyasal boyutları olan yapısal bir kriz içerisinde. Dün tarihin sonunu ilan eden, kapitalizmin ebediliği üzerine dem vuran burjuva ideologlar bile gelinen süreçte krizin derinliği ve kapsamı karşısında korkularını gizleyemiyorlar. Zira, düne kadar krizi yönetme konusunda kullanılan yöntemlerin giderek ömrünü tükettiğini, bu durumun sistem açısından ciddi bir tehlike sinyali olduğunu onlar da biliyorlar.

 

Krizin dolaysız bir sonucu: Siyasal gericilik

Yıllardır krizin faturasını bir dizi yöntemle emekçilere ödeten ve bu yolla genel bir çöküşün önüne geçmeye çalışan burjuvazi, artık işlerin eskisi gibi kolay gitmeyeceğinin farkında. Zira sistemin yapısal zaafları her geçen gün derinleşiyor, çelişkiler yoğunlaşıyor. Krizin yükü arttıkça emek ile sermaye arasındaki çelişki keskinleşiyor. Bu olgu yeni sınıf mücadelelerinin önünü açarken, dünyanın birçok yerinde gelişen sınıf-kitle hareketleri burjuvazinin korkularını büyütmeye yetiyor.

Öte yandan, küresel krizin dolaysız etkileri ile sistemin iç çelişkileri de giderek yoğunlaşıyor. Emperyalistler arasında süren hammadde ve dünya pazarına egemenlik kavgası Suriye ve Ukrayna örneğinde olduğu gibi giderek sert ve yıkıcı biçimler alıyor. Dünya olaylarının bu genel seyri içerisinde, siyasal gericilik emperyalist burjuvazi için temel bir eğilim olarak öne çıkıyor. Bir diğer ifadeyle burjuvazi dünya ölçeğinde sert sınıf mücadelelerine hazırlanıyor.

Bütün bu gelişmeler TKİP III. Kongre Bildirisi’nde şu sözlerle özetleniyor:

“Bugün için ekonomik kriz boyutu öne çıkmış olsa da, kapitalist dünyanın krizi gerçekte çok boyutlu bütünsel bir niteliğe sahiptir. Emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımı, bunun da etkisiyle emperyalist nüfuz mücadelelerinin kızışması, militarizmin, saldırganlığın ve savaşın dizginlerinden boşalması, tüm dünyada her biçimiyle burjuva gericiliğinin depreşmesi, emperyalist metropollerde bile polis devletine geçişin genel bir eğilim halini alması vb., tüm bunlar kapitalist dünyanın içinde debelendiği çok yönlü krizin yansımalarıdır.”

 

Kriz coğrafyasının göbeğinde

Dünya kapitalizminin girdiği bu süreç, kendisi de krizler içerisinde debelenen Türkiye kapitalizmini her açıdan etkiliyor, dahası iç ve dış politikalarını dolaysız olarak belirliyor. Zira Türkiye, ekonomik, siyasi ve askeri açılardan emperyalist dünya ile çok yönlü bağımlılık ilişkileri olan bir ülke. Dahası rejim krizi, dış politika alanında yaşanan iflaslar, Kürt sorunu gibi kendine has ciddi açmazlarla yüz yüze.

Türkiye kapitalizmi sosyal ve ekonomik açıdan da ciddi sorunlar yaşıyor. TKİP V. Kongresi Türkiye kapitalizminin bu cephelerde yaşadığı sorun alanlarını şu şekilde tanımlıyor:

“Krizin ekonomik ve sosyal boyutları daha iyi bir görünüm sunmuyor. ‘Sıcak para’ya ve dış borca endeksli kapitalist ekonomide sorunlar gitgide çoğalmaktadır. Kronik bütçe ve dış ticaret açıkları her zaman olduğu gibi katlanarak büyüyen dış borçlarla karşılanabilmektedir. Dış politikada yeni boyutlar kazanmış çöküntünün ekonomiye muhtemel ağır faturası, düzen çevrelerinde yakın geleceğe yönelik kaygıları ayrıca büyütmektedir. Büyüyen işsizlik, artan yoksulluk, derinleşen gelir uçurumu (bir yanda sayısı artan dolar milyarderleri, öte yanda yoksulluk sınırı altında yaşayan otuz milyon insan!), ekonomik ve sosyal hakların sonu gelmeyen budanması ise, genel tabloyu sosyal kriz yönünden tamamlamaktadır. (TKİP V. Kongre Bildirisi)

Tüm bu olgular bir arada, Türkiye’de yaşanan siyasal gericiliğin, günbegün tırmandırılan faşist politikaların arka planını oluşturuyor.

 

Zor döneme devrimci hazırlık!

İçerisinden geçmekte olduğumuz çok yönlü bunalım döneminde emperyalist burjuvazi her açıdan saldırgan bir çizgi izliyor. Bu yönüyle gelişmeler, 1929 bunalımını izleyen dönemde emperyalist kapitalizmin Hitler faşizmini kucağında büyüttüğü ve dünya halkalarının başına musallat ettiği süreçle birçok açıdan benzeşiyor.

Zira dünya ölçeğinde savaş tamtamları daha bir güçlü çalıyor ve tek tek kapitalist ülkelerde polis rejimine geçiş hız kazanıyor. Bugün demokrasinin beşiği sayılan Fransa bile OHAL’le yönetilebiliyor. İşçi sınıfı ve emekçilere yönelik gerici faşist kuşatma her geçen gün derinleştiriliyor. Emperyalist metropollerde faşist akımlar güç kazanıyor.

“Özellikle emperyalist metropollerde faşist akımların güç kazanması, sistemin çok yönlü krizinin en dolaysız göstergelerinden biridir. Kapitalist krizin yıkıcı etkileri altında hoşnutsuzluğu artan ve gelecek güvensizliği büyüyen kitleler, devrimci bir çıkış alternatifinin geliştirilemediği koşullarda, umutsuzluğa kapılmakta ve kolayca faşist akımların tuzağına düşebilmektedirler. Bu, özellikle günümüz Avrupa’sında, halen en ciddi ve gelecek bakımından en tehlikeli siyasal olgulardan biridir. Sistemin yönetenleri, tüm ikiyüzlü söylemlerine rağmen, zeminini bizzat düzledikleri bu gelişmeye gerçekte çok yönlü bir imkan olarak bakmakta, nitekim daha bugünden ondan gereğince yararlanmaktadırlar. Bir yandan bu alandan gelen güncel basıncı baskıcı politika ve önlemlerini uygulamaya geçirmenin bir bahanesi olarak kullanmakta, öte yandan bu faşist akımları ağır kriz dönemleri için bir alternatif olarak yedekte tutmaktadırlar.” (TKİP V. Kongre Bildirisi)

Durum Türkiye açısından da farksız. İşçi ve emekçilerin boynundaki kölelik zincirleri günbegün kalınlaşırken, faşist baskı ve zorbalık dizginlerinden boşalmış durumda. Özellikle darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte saldırılar daha da boyutlanıyor. Özetle burjuvazi, bütün bir toplumu zapturapt altına almak için saldırganlıkta gemi azıya almış bulunuyor.

Komünistler yeni tarihsel dönem tespitini yaparken, bu dönemin öne çıkan görevini fırtınalı süreçlere “devrimci hazırlık” olarak tanımlamışlardı. Söz konusu hazırlığın ilk ve en kritik ayağını devrimci örgüt ve mücadele alanında katedilmesi gereken mesafe oluşturuyor. Zira içerisinden geçilen sürecin zorluklarını böylesi bir örgütsel gelişme yaşamadan göğüslemek mümkün değil. Zira, konumunu devrimci örgüt zemini üzerinden güvencelemeyen, devrimci mücadelenin gerektirdiği örgütsel (kadrosal) donanımdan yoksun olan ve sert sınıf mücadelelerinin gerektirdiği bir savaşım kapasitesine sahip olamayanların bir geleceği olamaz. Bu açıdan darbe girişimi sürecine bakmak bile yeterlidir. Düne kadar iktidarın doruklarına birlikte yürüyenlerin kendi aralarındaki çıkar çatışması kızıştığında bir birlerine neler yaptıkları ortada. Rejim krizi üzerinden kavgaya tutuşan gerici klikler, ellerindeki bütün şiddet aygıtlarını sonuna kadar kullanmakta bir beis görmediler. Devrimci bir sınıf hareketi karşısında çok daha pervasızlaşacakları ve varlık yokluk savaşına girecekleri açıktır.

Fırtınalı süreçlere devrimci hazırlığın bir diğer önemli ayağını ise, sınıf içerisinde mevzilenmek ve bu mevzilere dayalı olarak devrimci bir sınıf hareketinin önünü açmak oluşturuyor. Greif ve Metal Fırtınası gibi yakın dönem gelişmeleri bunun imkanlarının giderek artacağını gösteriyor.

Bu olgunun farkında olan sermaye devleti, Greif direnişinin hemen ardından, metal sürecininse ön günlerinde “işçi eylemleri radikalleşiyor” tespitini yapmıştı. Kapsamlı sosyal yıkım programını devreye sokmak için fırsat kollayan sermaye devletinin, burjuvazi açısından giderek belirginleşen bu tehlikeyi bertaraf etmek için her türlü yöntemi devreye sokacağı açıktır.

***

Gelişmeler gösteriyor ki, her açıdan zorlu bir dönemden geçiyoruz. Komünistler olarak bütün bu olup bitenlerin “bunalımlar ve savaşlar” döneminin olağan seyri içerisinde cereyan ettiğini biliyor ve şaşırmıyoruz. Evet, can çekişen emperyalist kapitalizm dünyamızı büyük bir yıkıma doğru sürüklüyor ve bu gidişe dur diyecek yegane güç örgütlü-devrimci işçi sınıfıdır. Dolayısıyla, sınıfı örgütlemek, devrimci sınıf çizgisine kazanmak yaşamsal bir öneme sahiptir.

Bu bilince sahip olan komünistler olarak, zor dönemin önümüze çıkardığı temel tarihsel sorumlulukları yerine getirmek için adımlarımızı hızlandıralım!


Üste