Logo

“Partiye ilişkin sözümüzü tuttuk; tarih devrime ilişkin sözümüzü tuttuğumuza da tanıklık edecektir”


 

“Partiye ilişkin sözümüzü tuttuk; tarih devrime ilişkin sözümüzü tuttuğumuza da tanıklık edecektir”

14 Kasım 1998’de Almanya’nın Wuppertal kentinde yapılan
Parti Gecesi’nde TKİP Yurtdışı Örgütü adına yapılan konuşma...

 

Dostlar, yoldaşlar, işçiler, emekçiler!

Devrim tarihimizde bir kilometre taşı olan partimizin, Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin kuruluşunu ilan edeceğimiz gecemizde, tarihsel anlamı olan böyle bir anda bizleri yalnız bırakmadınız. Bu büyük sevinci bizimle paylaşmak için buradasınız. Partimiz adına hepinizi devrimci bir coşkuyla selamlıyorum. “Parti ve Devrim” gecemize hoşgeldiniz.

Komünistler olarak yaklaşık 11 yıl önce mutlaka yerine getireceğimizi söylediğimiz bir söz vermiştik. Bugün bu sözümüzü yerine getirmiş olarak karşınızdayız. Bunun mutluluğunu ve kıvancını yaşıyoruz. Çünkü 11 yıl önce önümüze koyduğumuz ilk büyük hedefe ulaşmış bulunuyoruz. Artık işçi sınıfımız öncüsüz değil. Şimdi Partimiz, Türkiye Komünist İşçi Partisi var.

Bu büyük hedefe ulaşmak kolay olmadı. Son derece elverişsiz bir tarihsel dönemde, büyük güçlükleri altederek bugünlere geldik.

Yüzyılın başında komünistler çok şanslıydılar. Zira yüzyılın başında, devrim ve sosyalizm, gerçekleşeceğine büyük inanç duyulan bir dava idi. Komünistler büyük bir iyimserlik içindeydiler. Kapitalizm bütün çelişkileriyle, bütün kötülükleriyle kendini ortaya koyuyordu. Bu temel üzerinde büyük devrimci birikimler oluşmuştu. Komünistler bunun bilinci ve iyimserliğiyle hareket ediyorlardı. Pek çok bakımdan güçlüydüler.

Nihayet yüzyılın ilk çeyreğinde Ekim Devrimi gerçekleşti. Yalnızca ulusal çerçevede değil, evrensel planda da büyük bir tarihsel gelişmeydi bu. Dünya proletaryası ve komünistleri için büyük bir güç ve ilham kaynağı oldu yıllarca.

Yüzyılın ortasındaki komünistler de şanslıydılar. Zira, dünya devrim süreci ve dünya komünist hareketi, karşılaşılan tüm güçlüklere rağmen büyük başarılara ulaşmış, büyük mevziler elde etmişti. Sosyalizm bir ülkeyle sınırlı olmaktan çıkmış, bir kampa dönüşmüştü. Devrimci kurtuluş hareketlerinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştı. Devrim cephesi güçlüydü ve iyimserlik egemendi. Dünya burjuvazisi için ise bir karamsarlık dönemiydi bu.

Oysa biz pek çok bakımdan talihsiz bir kuşağız. Biz bir yenilgi sonrası dönemde ortaya çıktık. ‘80 öncesi devrimci yükseliş 12 Eylül karşı–devrimiyle kırılmıştı. Devrimci hareket bir yıkım ve dağılmayı yaşıyordu. Bu dağılma yalnızca örgütsel tasfiye ile sınırlı değildi, ideolojik–politik ifadeler kazanmıştı. Dönem, bir liberalleşme ve tasfiyecilik dönemiydi.

‘80’lerin ikinci yarısında, odağında işçi sınıfının bulunduğu yoğun ve yaygın bir sosyal hareketlilik başladı. Yeni bir devrimci canlanmanın ilk işaretlerinin ortaya çıktığı bu dönem, aynı zamanda, devrimci saflarda belli arayışların yaşandığı bir dönemdi. Ancak,bu arayışlar henüz sağlıklı bir sonuca ulaşmamışken, uluslararası planda son derece tahripkar bir gelişme yaşandı. Sovyetler Birliği  ve Doğu Bloku çözülüp–dağılmış, Gorbaçovculuk ortaya çıkmıştı. Devrimci hareket Gorbaçovcu liberal–tasfiyeci cereyana karşı direnemedi. Bu ise onun bunalımını daha da derinleştirdi.

Bu bunalıma direnmek ve onu aşmak, ancak bu bunalıma yolaçan temel etkenleri doğru bir şekilde tespit etmek, anlamak ve çözümlemek olanaklıydı. Devrimci hareket ise bu bakıştan yoksundu. Bunu yalnızca komünistler başardılar. Geçmişi anlama ve aşma devrimci çabası içine girdiler.

Türkiye’nin ‘60’lı yılları izleyen sosyal hareketliliği içinde doğup gelişen sol akımlar, tüm iddialarına rağmen, teoride ve pratikte proletarya sosyalizmini temsil etmeyen, küçük–burjuvazinin devrimci ya da reformist temsilcileriydiler. Ortaya çıkış tarihimiz olan ‘87’den başlayarak, tam 10 yıl boyunca, bunu döne döne dile getirdik. Geçmişte teorik ve pratik planda olumlu ve devrimci ne varsa, onu yaşatmanın, yeni bir düzeyde üretmenin biricik koşulunun geçmişin kendisiyle köklü bir hesaplaşmadan geçtiğini söyledik. Geleneksel sol hareketin ideolojik-örgütsel gerçekliğinin sınıfsal anlamına ilişkin bu tespit ve eleştirilerimiz hep “inkarcılık” ve “tarihi kendisiyle başlatmak” türünden tepkilere konu edildi.

Aradan 10 yıllık bir süre geçti. Bu süreç bugün sayıları bir hayli azalmış bu geleneksel örgütlerin, sürekli bir yapısal bunalım içinde, teoride ve pratikte kısır küçük–burjuva akımlar olmaktan öte bir kimlik ve anlam ifade etmediklerini yeterli açıklıkta göstermiştir. Bizim teşhis  ve tahlilimiz doğrulanmıştır. Bu bir gerçektir!

Bir başka gerçek de şudur:  En ileri devrimci teoriye, onun yaratıcı yeniden üretimine dayanmayan, nesnel konumuyla toplumdaki en devrimci sınıf içinde kendini varetmeye çalışmayan, burjuva düzene ve devlete karşı ihtilalci örgütsel bir konumlanışı seçmeyen, tüm bunlara uygun bir mücadele anlayışı ve değerler sistemi üzerinde yükselmeyen hiçbir hareket, komünist sıfatına hak kazanamaz ve işçi sınıfının devrimci öncüsü olacak bir partiyi inşa edemezdi.

Zayıflıklarımızı ve yetersizliklerimizi elbetteki biliyoruz ve asla görmezden gelmeyeceğiz. Hiçbir zaman da gelmedik. Ancak bugün sonuç ortadadır. Dünya ve Türkiye’de, her açıdan elverişsiz bir dönemde, geçmişiyle devrimci bir hesaplaşmayı başaran, bunu ideolojik bir kimlik olarak özümseyen, ihtilalcı bir kimlik olarak somutlayan ve sınıf içinde ete–kemiğe büründürmeye çalışan bir parti yaratılmıştır.

Bu başarı ideolojik çizgimizin başarısıdır. Bu başarı ulusal ve uluslararası ölçekte, tüm devrimci birikimi özümseyen, hatalı ve eskimiş olanla hesaplaşan, fakat devrimci bir akımı ileriye taşıyacak tüm birikim ve kazanımları da titizlikle sahiplenen tutumumuzun başarısıdır.

Bunu hep vurguladık ve burada bir kez daha vurguluyoruz. Partimiz Türkiye’nin yakın dönemdeki devrimci teorik ve pratik birikiminin olgunlaştırdığı zemin üzerinde, bu zeminden ileriye doğru sıçramanın tek ve gerçek öncüsüdür.

Büyük bir haklılıkla iddia ediyoruz ki; biz Türkiye’de bugüne kadar başarılmayan bir şeyi başardık. Devrimci teori, devrimci örgüt ve devrimci sınıf.... İlk kez biz bu üçünü organik bir biçimde biraraya getirdik ve bir siyasal–örgütsel kimlik yarattık. Bunun adı bir partidir. Tevazuya gerek görmüyoruz. Bu büyük bir başarıdır. Ve biz bu başarıyı, üstelik tarihin en elverişsiz bir döneminde, tasfiyeciliğin kol gezdiği büyük bir kısırlık ortamında elde ettik. Türkiye’nin son 30–35 yıllık sürecine, özellikle de bu sürecin son 18 yıllık dönemine önyargısız bakan herkes, bu üç temel niteliğin ilk kez organik olarak partimizin şahsında ete–kemiğe büründürüldüğünü görmekte güçlük çekmeyecektir.

Bu böyleyse eğer, işçi sınıfı davası ve sosyalizm konusunda samimi olan her devrimci durumu yeniden değerlendirmek, doğru yerde durup durmadığını sorumlulukla gözden geçirmek durumundadır. Geleneksel örgütler hazır bir birikimi ve mirası heba ederlerken, bir avuç komünistin sıfırdan bir örgüt yaratmayı, küçümsenemeyecek bir teorik ve pratik birikime ulaşmayı ve bunu nihayet bir parti ile taçlandırmayı nasıl başardığı üzerinde önyargısızca düşünmek sorumluluğuyla yüzyüzedirler.

Elbetteki bu da yetmez. Biz bugün bir bayrak yükseltiyoruz. Bu bayrak partimizin kızıl bayrağıdır. İlk ortaya çıktığımızda bir ayrışmayı, bir yeniden saflaşmayı körüklemek için “Herkes kendi bayrağı altına!” demiştik. Gelinen yerde ise, “Tüm komünistler Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin bayrağı altına!”, diyoruz.

Dostlar, yoldaşlar!

İlk ortaya çıktığımız dönemde, Türkiye’de ve dünyada bir dönemin kapandığını, yeni bir dönemin başladığını söylemiştik. Bu bir gerçeği ifade ediyordu, ancak o gün için anlaşılmamıştı. Anlaşılmaması için pek çok neden vardı çünkü.

Hem ulusal ve hem de uluslararası planda tam bir kaos yaşanıyordu. Devrimci hareket 12 Eylül karşı–devrimine direnememiş, dövüşsüz ve kolay bir yenilgiye uğramıştı. Bunun olumsuz etkileri sürerken, buna bir de sosyalizmin geçici tarihsel yenilgisi eklenmişti. Sözde sosyalist ülkeler peşpeşe utanç verici bir biçimde çözülüp–dağıldılar.  Uluslararası burjuvazi sosyalizmin bu geçici tarihsel yenilgisini üzerinden çok yönlü bir ideolojik saldırıya geçti. Dev propaganda aygıtları harekete geçirilerek adeta kulaklar sağır, beyinler esir edildi. Devrimlerin ve sosyalizmin sonu ilan edildi. Kapitalizmin ebediliği propagandası yükseltildi.

Dönem tam bir keşmekeş dönemiydi. Ortalığa güçsüzlük ve karamsarlık ruh hali hakimdi. Kuşkusuz ki bu geçici bir durumdu. Bunun anlaşılması için birkaç yıl  yetti. Gelinen yerde sis bulutları dağılmaya başlamıştır. Rüzgar artık tersi yönde esmektedir. Kapitalizmin çelişkileri ve tüm kötülükleri kendini eskisinden daha açık biçimde ortaya sermeye başlamıştır. Uluslararası burjuvazi birkaç yıl önceki gibi rahat değildir artık. “Ya barbarlık, ya sosyalizm” ikilemi yeniden kendisini dayatmaktadır, tüm sömürülen ve ezilen yığınlara.

Dün eserleri tahrip edilen, utanç verici biçimde uluslararası burjuvaziye çiğnetilen Ekim Devrimi fikri, hem de sosyalizmin tarihsel yenilgisinin gerçekleştiği topraklarda yeniden filizleniyor. Lenin’e ve Ekim Devrimi’nin eserlerine yeniden sahip çıkılıyor. Milyonlarca işçi ve emekçinin dilinde yeniden Ekim Devrimi’nin şiarları dolaşıyor.

Dün elveda denilen dünya proletaryası yavaş da olsa yeniden ayağa kalkmaya hazırlanıyor. Dünya ölçüsünde yeniden bir proleter ve emekçi kitle hareketinin yükseleceğine dair işaretler büyüyor. Ekim Devrimi’nin 81. yıldönümünü kutladığımız bugün, sosyalizm daha güncel, daha yakıcı bir ihtiyaç ve yeniden bir umut haline gelmiş bulunuyor.

Yoldaşlar,

Türkiye denilen siyasal coğrafyada da durum geçmiştekinden farklıdır. Türkiye’de de düzen tam bir çıkmaz içindedir. Türkiye kapitalizmi tam bir çürüme ve kokuşmayı yaşıyor. Bir mafya ekonomisine dönüşmüş bulunuyor. Türkiye’nin egemen sınıfı, burjuvazisi çürümüş ve mafyalaşmıştır. Bu düzeni ayakta tutan devlet çeteleşmiştir.

Resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu devlet, silah kaçakçılığından uyuşturucu ticaretine, kara para aklamadan fuhuşa kadar, her türlü pis ve kirli işin içindedir. Boğazına kadar pisliğe gömülmüştür.

Meclisi çetelerle doludur. Meclis başkanları büyük yolsuzluk ve rüşvet davası sabıkalısıdır. İşbaşındaki hükümetin başbakanı ve bakanları mafya ile içiçedirler. Sermaye dünyası mafyalarla iş görmektedir. Bu aynı devlet, kuruluşunun 75. yıldönümünü, her türden pisliğin dışa vurulduğu kaset savaşlarıyla karşılıyor!

Bu devlet artık çok büyük ölçüde zora dayanarak ayakta duruyor ve yıkılmayı bekliyor. Bugün zorla ayakta duranlar, günü gelecek zorla yıkılacaklardır.

Partimiz işte böyle bir süreçte kuruldu. İşçi sınıfı şimdi daha güçlü. İşçi sınıfı artık silahsız değil. Partisi, Komünist İşçi Partisi var. Artık daha kesin konuşabilir, daha gür bir sesle haykırabiliriz; İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacaktır!

On yıl önce söz vermiştik; bu sözümüzü tuttuk. Partiyi kazandık! Şimdi sıra devrimde! Tarih bu sözümüzü tuttuğumuza da tanıklık edecektir. 

Hepinizi partimiz adına  içten devrimci duygularımla selamlıyorum.

Yaşasın proletarya devrimi!

Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!


Üste