Logo

Partimiz başarı ve zaferin koşullarını gerçekleştirmek için vardır!


 

Partimiz başarı ve zaferin koşullarını gerçekleştirmek için vardır!

27 Kasim 1999'da Almanya'nin Köln kentinde yapilan
Parti Gecesi'nde TKIP Yurtdişi Örgütü adina yapilan konuşma...

Degerli dostlar, yoldaşlar,

Partimizin 1. kuruluş yildönümünü kutlamak üzere düzenledigimiz gecemize hoş geldiniz. Partimiz adina hepinizi içten devrimci duygularla selamliyoruz.

Gecemizi, "Işçilerin Birligi Halklarin Kardeşligi için, Parti ve Devrim Gecesi" olarak isimlendirmiş bulunuyoruz. Işçilerin birligi, halklarin kardeşligi, parti, devrim... Bunlar, günümüz dünyasinda ve Türkiye'sinde, işçi sinifi, emekçiler ve ezilen halklar için anahtar kavramlardir. Karşi karşiya bulunulan sorunlarin, çekilen acilarin, yaşanan yikimlarin son bulmasi, bunlarla siki sikiya baglantilidir. Yoksullugun, işsizligin, cehaletin, savaşlarin, soykirimlarin, irkçiligin, faşist baski ve terörün, işkencenin, katliamlarin, emperyalizme köleligin, vb. tüm sorunlarin ve belalarin ilelebet son bulmasi, bunlarsiz düşünülemez.

Bugün dünyaya ve Türkiye'ye, asalak sömürücü siniflar ile onlarin hizmetindeki zalim yöneticiler hükmetmektedir. Eger onlar bunu başarabiliyorlarsa, tek tek her ülkede ve dünya ölçüsünde, işçilerin devrimci örgütlü birligi saglanamadigi içindir. Eger onlar bunu başarabiliyorlarsa, halklarin devrimci kardeşligi gerçekleştirilip güçlendirilemedigi içindir. Eger onlar bunu başarabiliyorlarsa, işçi sinifi ve emekçiler devrimci sinif partilerinin önderliginden yoksun olduklari içindir. Bu önderlik altinda tek kurtuluş yolu olan devrim yolunu tutamadiklari içindir. Bu ugurda mücadeleye girişmedikleri içindir.

Bu böyleyse eger, biz işçiler ve emekçiler olarak bu sorunlara; yani, işçilerin birligine, halklarin kardeşligine, partiye ve devrim davasini, her an, her gün özel bir ilgi göstermek zorundayiz. Bunlar bizim gündelik hayatimizin bir parçasi, dahasi en önemli bir parçasi olmadir. Biz işçiler olarak kendi devrimci birligimizi önemsemezsek, halklarin özgürlüge ve eşitlige dayali kardeşligi de gerçekleşemez. Bu birligin ve kardeşligin gerçekleşmesinde, dogru bir çizgiye sahip, denenmiş ve sinanmiş devrimci bir sinif partisinin varligi, hayati önemdedir. Devrimci önderligi olmayan hiçbir mücadelenin gelecegi ve başari şansi da yoktur. Tarihte ezilen siniflar, ancak devrimci partilerin önderliginde birleşip kenetlendikleri zamandir ki, gerçek kurtuluşun yolunu bulabilmişlerdir. Partinin önderliginde birleşip, kurulu sömürü ve zulüm düzenine karşi devrim yolunu tuttukça, birligimiz ve kardeşligimiz pekişecektir. Birligimiz ve kardeşligimiz pekiştikçe de, bu kokuşmuş düzenin sonu yakinlaşacaktir.

Dostlar, yoldaşlar,

Türkiye'deki kokuşmuş sömürü ve zulüm düzeni gerçekte bitmiştir. Onu, karşi karşiya bulundugu agir sorunlara çözüm gücü degil, fakat baski ve terör rejimi ayakta tutmaktadir. O, yalanlarla ve aldatmacalarla ayakta durmaktadir. O, işçilerin örgütsüzlügü ve daginikligi sayesinde ayakta durmaktadir. Türk ve Kürt emekçilerinin kendi aralarinda devrimci bir birlik kuramamalari sayesinde ayakta durmaktadir. Devrimci güçlerin daginikligi ve güçsüzlügü, hata ve zaaflari, beceriksizlikleri ve yeteneksizlikleri nedeniyle ayakta durmaktadir. Onun gücü, emekçilerin ve devrimcilerin güçsüzlügünden ve zaaflarindan gelmektedir. Emekçilerin ve devrimcilerin güçsüzlügü ise, örgütsüzlükten, daginikliktan, devrimci bir parti etrafinda birleşip bütünleşememiş olmaktan kaynaklanmaktadir.

Türkiye'deki düzenin kokuşmuşlugunu ve bitmişligini görebilmek için son 3-5 ayin bazi olaylarina kabaca bakalim. Haziran'da dizginsiz bir şovenizm, Temmuz'da güçlü bir işçi-emeçi hareketi dalgasi, Agustos'ta Marmara depremi, Eylül'de Ulucanlar katliami ve nihayet son olarak Clinton ziyareti... Bu olaylara bir arada bakmak bile, Türkiye'deki rejimin gerçek durumunu anlamak için yeterlidir.

Haziran ayinda başlayan Imrali duruşmasi, igrenç bir şovenizm kampanyasina vesile oldu. Öcalan'in ve PKK'nin teslimiyeti, bunu azaltmadi, tersine kolaylaştirdi.

Ama yalnizca bir ay sonra patlak veren işçi-emekçi dalgasi bu zehiri silip süpürdü. Sosyal yikim yasalarina, mezarda emeklilige ve tahkime karşi ayaga kalkan emekçiler, böylece gerçek birligin ve kardeşligin yolunu da göstermiş oldular. Bir kez daha görüldü ki, emekçilerin birligi ve halklarin kardeşligi, teslimiyetten degil, tersine mücadeleden, ama sinif mücadelesinden geçmektedir. Imrali'daki bariş ve uzlaşma dilenmeleri toplumda şovenizmi güçlendiriyorken, işçi sinifinin ve emekçilerin haklari ugruna mücadelesi birligi ve kardeşligi güçlendiriyordu. Yapay Türk-Kürt geriliminin yerini, Türk ve Kürt emekçilerinin sermayeye ve uşaklarina karşi alanlardaki mücadele birligi aliyordu.

Bu sayededir ki, şovenizm dalgasina binerek seçim kazanan ve hükümet olmayi başaran partiler, daha aradan üç ay bile geçmemişken, emekçilerin büyük öfkesinin ve nefretinin hedefi haline geldiler. Meydanlarda "Tahkim vatana ihanettir!" sloganini yükselten emekçiler, bu Amerikanci işbirlikçi-uşak takiminin alnina hain damgasi basmiş oldular.

Şovenizm rejimin gücünü degil, gerçekte güçsüzlügünü gösteriyor. Bu güçsüzlügü, Temmuz-Agustos ayindaki eylem dalgasina yolaçan sosyal yikim saldirilari, bir başka yönden daha göstermiş oldu.

Türkiye'deki sömürü düzeni, işçisine ve emekçisine, artik güdük bir sigorta ve emeklilik hakkini bile çok görmektedir. Türk hükümeti yaftasi taşiyan Ankara'daki Amerikan uşaklari, IMF'nin direktiflerini bir memur sadakatiyle harfiyen uyguluyorlar. Kendi halkini yoksulluga, işsizlige, açliga, cehalete mahkum edenler, ülke kaynaklarini ve degerlerini emperyalist tekellerin aç gözlü talanina açmak için ne gerekiyorsa onu yapiyorlar. Bu, bu düzenin güçsüzlügünün, gerçekte bitmişliginin son aylardaki olaylardan izlenebilen bir başka göstergesidir.

40 bine yakin insanimizi enkazin altina gömen, yüzbinlercesini sefalet ve perişanlik içerisinde birakan Marmara depremi, bu düzenin ve devletin gerçegine tutulmuş bir başka ayni oldu. Yüzbinlerce emekçiyi vuran, depremin degil düzenin ve devletin enkaziydi. Bunu en iyi deprem bölgesi halki bilmektedir. Aylardir giderilemeyen hoşnutsuzluk, zaman zaman sokaklara taşan öfke bunu göstermektedir.

Yillardir "büyük ülke", "güçlü devlet" edebiyati yapanlarin gerçek gücünün ne oldugunu Marmara ve Düzce depremleri açikça göstermiştir. Üstelik emekçilerin bilincinde derin sarsintilar yaratarak. Bilim adamlari, insanlari öldüren deprem degil çürük binalardir, diyorlar. Çürük binalar, insani hiçe sayan, herşeyi kâra baglayan bu çürümüş sömürü düzeninin özü ve özetidir. Çürük binalariyla onbinlerce insani ölüme mahkum eden devlet, deprem sonrasinda da emekçileri sahipsiz birakti. Yardim bir yana, depremin yarattigi yikimi firsat bilerek, mezarda emeklilik ve tahkim yasalari çikardi. Böylece emekçileri bir başka yanindan da vurdu.

Eylül ayinda, karari devletin zirvelerinde verilmiş Ulucanlar katliami yaşandi. Bu katliam, gerçekte, devletin emekçilerin öfkesine ve mücadele istegine verdigi bir yanitti. Emekçi kitleleri dizginlemek ve kölece bir uysalliga mahkum etmek isteyenler, bunu devrimcilere ve komünistlere yöneltilmiş terör ve katliamlarla gerçekleştirmeye çalişiyorlar. Öncüleri vurarak, böylece kitleleri korkutmak ve yildirmak istiyorlar. Bu katliamin özü ve özeti budur. Bu katliam, ABD yolunda bizzat Ecevit tarafindan hararetle savunulmuştur. Bu kati gerçek, ayni zamanda, Türkiye'nin bugünkü kontra düzeninden sözde bir "demokratik cumhuriyet" çikarilabilecegini sananlarin suratina inmiş bir tokattir.

Fakat faşist katliam Ulucanlar gerçeginin bir yüzüdür. Öteki yüzünde dostlarin derin bir güven ve sempatiyle, düşmanin ise korku ve hayretle izledigi bir destansi direniş vardir. Komünistler ve devrimciler, işçilerin ve emekçilerin kurtuluşu davasi ugruna, gerektiginde ölümü yigitçe kucaklayabilecelerini, bir kez daha dosta-düşmana göstermişlerdir. Bu katliam toplumsal muhalefet saflarinda teslimiyet ve yilginlik degil, tersine, büyük bir güven, direniş ruhu ve moral etkisi yaratmişti.

Ve nihayet Kasim ayinda Clinton gezisi... Bu gezi, işbirlikçi uşak takiminin ABD emperyalizmine kölece sadakatlerini bir kez daha göstermelerine vesile oldu. ABD emperyalizminin başi, kokuşmuş sermaye düzenini bol keseden pohpohladi. Bu elbette boşuna degildi. Türkiye'yi çevreleyen Ortadogu, Balkanlar ve Kafkasya, bugün dünyanin en agir kriz bölgeleridir. ABD emperyalizmi bu bölgelere müdahalesini son zamanlarda iyice arttirmiştir. Körfez savaşi ve Balkan savaşi, bu müdahalenin gerektiginde savaşa varabilecegini de göstermiştir. Şimdilerde zengin dogalgaz ve petrol yataklarini yagmalamak için, Kafkaslar'da ve Orta Asya'da emperyalistler arasinda dişe diş bir mücadele vardir.

Tüm bunlar için de ABD emperyalizminin bölgede sadik uşaklara, ABD çikarlarina bekçilik yapacak jandarmalara ihtiyaci vardir. Türkiye bunlarin başinda gelmektedir ve Clinton'un pohpohlamalari da bunun içindir. Bilindigi gibi, Türkiye'deki kokuşmuş rejim de, ayakta kalabilmek için, tüm varligini ve gelecegini ABD'ye ipotek etmiştir. Bu ugurda uşakligi en utanç verici boyutlara vardirmiştir.

Son üç-beş ayin bu birkaç olayi, Türkiye'nin kapitalist düzeninin gerçek tablosunu vermektedir bize.

Yineliyoruz, bu bir güç degil, bir güçsüzlük tablosudur. Fakat bunun karşisina devrimci bir güç çikarilamadigi içindir ki, bu gerçeklik gözden kaçmakta, rejim oldugundan güçlü görünmektedir.

Degerli dostlar,

Kürt hareketi bugün, bariş ve uzlaşma adi altinda, utanç verici bir teslimiyeti seçmiştir. Yillardir israrla sürdürülen yanliş çizgi, hareketi getirip bu bataga saplamiştir. Türkiye işçi sinifi ve emekçileriyle gerçek bir birlik için hiçbir ciddi çaba harcamayan, ulusal mücadeleyi devrimci sinif mücadelesiyle birleştirmeye yanaşmayan tutum, bu sonucu dogurmuştur.

Şimdi bu teslimiyet "demokratik cumhuriyet" söylemiyle kamufle edilmeye çalişilmaktadir. Sürecin gerçekte nereye gittigi ise, her geçen gün daha iyi anlaşilmaktadir. Bölgede ABD'ye jandarmalik yapacak olan, IMF'yle yeni kölelik antlaşmalari imzalayan, emekçisini mezarde emeklilige mahkum eden, işsizligin ve yoksullugun kol gezdigi bir ülkede, düzenin egemenleri, demokratik cumhuriyet degil, azgin diktatörlük rejimini pekiştirmek peşindedirler. Demokrasi ve özgürlük bunlarla uzlaşilarak degil, tersine, onlara karşi dişe diş mücadele içinde kazanilabilir ancak. Gerisi bir hayaldir. Gerisi bir yalan ve aldatmacadir.

Partimiz en zor döneminde Kürt halkina en samimi ve tereddütsüz destegini vermiş bir hareketin devamidir. Türkiye sol hareketinde PKK'ya karşi köklü önyargilar ve güvensizlikler egemenken, biz daha en başindan itibaren ona tam destek verdik. Çünkü o zamanlar PKK devrim yolunda yürüyordu. Kürt halkinin gerçek kurtuluşu yolunda, gerçek özgürlük ugrunda yürüyordu.

Ne zaman ki o bu yoldan ayrilmaya başladi, Türk sömürgecileriyle ve yeni dünya düzeniyle uzlaşma arayişlarini bir çözüm yolu sandi, işte o andan itibaren bunun bir çikmaz yol oldugunu israrla söyledik. Uyari ve eleştirilerimizi açik yüreklilikle ifade ettik.

Imrali'dan beri ise, Kürt hareketi teslimiyet yolunu seçmiştir. Ve partimiz buna karşi "Teslimiyete hayir!" şiarini yükseltmiştir. Bizim için önemli olan Kürt halkinin gerçek özgürlügü ve eşitligidir. Buna yönelik her çabayi tereddütsüz destekledigimiz gibi, bundan kopmayi ifade eden her adimi da, nasil isimlendirmek gerekiyorsa öyle isimlendirir ve mahkum ederiz.

Partimiz son bir yilda bu alanda ilkelere dayali açik, samimi ve tok bir politik tutum almiştir. Gerçegi dosdogru görmüş ve göstermiştir. Bunun gerektirdigi ideolojik ve politik mücadeleyi bundan böyle de ayni açiklik ve toklukla sürdürecektir.

Kürt hareketinin teslimiyeti herşeyin sonu degildir. Tersine, bu, gerçekte kurtuluş yolunda yeni bir dönemin başlangicidir. Bu teslimiyet Türk ve Kürt emekçilerinin birleşik devrimci mücadelesinin yolunu da açmiştir.

Işçi yoldaşlar, devrimciler,

Partimiz birleşik devrim mücadelesinin önderligini üstlenecek temel niteliklere sahiptir. Dogru devrimci bir çizgiye, onun ifadesi olan devrimci programa, sarsilmaz bir iradeye ve daha şimdiden dosta düşmana kanitladigi bir direnme kapasitesine sahiptir. Biz hazir bir birikimi ve mirasi tüketen degil, tersine, onu neredeyse sifirdan yaratan bir sürecin ürünüyüz. Bu süreç ortaya partimizin bugünkü saglam niteliklerini çikarmiştir.

Partimizi daha dogumunda bogmaya çalişan son bir yilin sayisiz polis saldirisi, gerçekte partimizin yikilmazligini göstermiştir. Bu saldirilar sogukkanlilikla gögüslenmiş, hatalar ve zaaflardan dersler çikarilmiştir. Partimiz bugün bir yil öncesiyle kiyaslanamaz bir ileri noktadir. Her zamankinden daha güçlü, daha etkili, daha itibarli ve daha morallidir. Partimiz Habipler'in ve Ümitler'in partisidir. Ulucanlar katliaminda kaybettigimiz partimizin bu iki yigit önderi, partimizin bugünü ve gelecegi hakkinda da dosta-düşmana şimdiden yeterli bir fikir vermektedir.

Başari ve zafer, Türkiye işçi sinifinin devrimci birligi ile olanaklidir.

Başari ve zafer, Türk ve Kürt emekçilerinin devrimci birligi ile olanaklidir.

Başari ve zafer, tüm ilerici ve devrimci güçlerin faşizme, sermaye düzenine ve emperyalizme karşi birleştirilmesiyle olanaklidir.

Başari ve zafer, Türkiye'nin tüm komünist potansiyelinin tek parti çatisi altinda birleştirilmesi ve tek bir bayrak altinda savaştirilmasiyla olanaklidir.

Partimiz bütün bunlar için vardir. Partimiz başari ve zaferin bütün bu koşullarini gerçekleştirmek için vardir.

Işçileri, emekçileri, sizleri, partimizin bu mücadelesine omuz veremeye çagiriyoruz.

Devrim ve sosyalizm davasinda samimi olan herkesi partimizin, Türkiye Komünist Işçi Partisi'nin bayragi altinda birleşmeye çagiriyoruz.

Hepinizi en içten devrimci duygularimla selamliyorum.

Yaşasin Türkiye Komünist Işçi Partisi!

Yaşasin işçi sinifi ve emekçilerin devrim ve sosyalizm davasi!


Üste

Değerlendirmeler