Logo

TKİP II. Kongresi kapanış konuşması...


TKİP II. Kongresi kapanış konuşması...

Devrimci çizgi, devrimci örgüt, devrimci sınıf...

 

(TKİP II. Kongresi’nin kapanış konuşmasının kayıtları konuşmayı yapan Cihan yoldaş tarafından elden geçirilmiş, partiyi ya da örgüt güvenliğini ilgilendiren özel bölümlerden arındırılmış ve ara başlıklarla düzenlenmiştir...)

İki haftayı aşan yoğun bir çalışmanın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Çalışmamızın toplamı üzerinden toparlayıcı bir konuşma yapmak iyi olurdu, fakat bunun için hem yeterli zaman ve hem de benim yeterli hazırlığım yok. Bu nedenle zamanımızın sınırlarını da gözeterek önemli gördüğüm bazı sorunlar üzerinde duracağım, bu arada muhtemelen bazı şeyleri de yinelemek zorunda kalacağım.

Parti, parti örgütü ve kongreler

 
Dün de üzerinde durduğum bir noktadan başlamak istiyorum. Kongre ya da konferanslara gereğinden fazla bir anlam ve misyon yüklemekten kaçınmak, bunları herşeyi adeta sihirli bir değnek gibi çözebilen platformlar olarak görmemek gerekir. Parti kongrelerinin düzeyini ve çözüm gücünü sözkonusu partinin kendi olağan düzeyinden ve sorunları çözme yeteneğinden ayrı düşünebilmek olanağı yoktur. Eğer parti örgütü az çok sağlam bir yapıya oturmuşsa, eğer devrimci, canlı, iyi işleyen bir parti içi yaşam varsa, tam da bu sayede kongrelere hazırlıklı ve örgütlü tartışma süreçleri üzerinden gidilebiliyorsa, bu durumda kongrelerden, bu hazırlık ve tartışma süreçlerinin de olgunlaştırdığı daha ileri ve çözücü sonuçlarla çıkmak kuşkusuz mümkündür. Bu durumda kongreler kendilerinden beklenini asgari ölçüde gerçekleştirebilirler. Fakat eğer parti yaşamı zaafiyet içindeyse, sorunları her bir aşamada çözmek ve böylece ilerlemek başarısı gösterilemiyorsa, sorunlar sürekli bir biçimde biriktirilip erteleniyorsa, bu durumda kongre ya da konferanslar kendi başlarına hiç de tüm düğümleri çözen, birikmiş sorunları halleden ve partinin önünü pürüzsüzce açan platformlar olamazlar. Bu tür bir platformalar parti yaşamı ve işleyişinin bir parçası ve organik bir uzantısıdırlar, başarı ve verimlilikleri temsil ettikleri örgütün genel durumundan ayrı düşünülemez, bunu hep akılda tutmak gerekir.

Parti II. Kongre’sinin toplanma tarihinde bizi aşan nedenlerle yaşanan kaymalar ve bunun yolaçtığı belirsizlikler, kongreye iyi bir hazırlık sürecini belli bakımlardan zaafa uğrattı, bunun üzerinde gereğince duruldu tartışmalarda. Konunun başlangıçta kongre gündemine ilişkin kapsamlı bir gerekçelendirme ile ortaya konulması, parti tüzüğüne de uygun güçlü ve isabetli bir adımdı. Bu adım daha o ilk aşamada kongrenin ana gündemlerine ilişkin bir dizi özel görevlendirme ile de birleştirilmişti. Bütün bunlar ön hazırlık sürecinin yoğunlaştırılmış bir çalışma olarak gerçekleşmesini hedefliyordu. Ama toplanma tarihine ilişkin olarak birbirini izleyen ertelemeler ve bunun yarattığı belirsizlikler, arzulanan yoğunlaşmayı zaman içinde yazık ki zora soktu.

Parti örgütünden gelen ve durumu iyi bilen delege yoldaşlar olarak bunun nedenlerini, buradaki güçlükleri anlayacak durumdasınız hepiniz, bu nedenle bu konuda sözü uzatmıyorum. Bundan gelecek için çıkaracağımız bazı önemli dersler var, bunları bundan böyle belli bir düzenlilik içinde gerçekeleşeceğini umduğumuz yeni parti kongreleri çerçevesinde önemle değerlendirebilmek durumundayız. II. Kongre’nin biraz sancılı yaşanan (bununla ertelemeleri ve toplamda önemli bir süreyi bulan gecikmeyi kastediyorum) sürecinin bize çok şey öğrettiğine, epey bir deneyimle birlikte belli önemli olanaklar ve yetenekler kazandırdığına da kuşku yok. Bu geçmişe dönük kayıplarımızın geleceğe yönelik en önemli kazanımı olmuştur bir bakıma.

 

II. Parti Kongresi bir ön birikim üzerinde yükseliyor

 

Öte yandan II. Parti Kongresi’ne önemli bir ön birikimle geldiğimizi, sorunlarımızı da bu birikim üzerinden tartıştığımızı, bazı şeyleri çok fazla tartışma ihtiyacı duymamamızın gerisinde de tam da bu konularda belli bir açıklığa sahip olmamızın önemli bir payı olduğunu unutmamak gerekir. Zamanında kongre gündemi üzerinden ortaya konulan bir dizi önemli sorun, kuşkusuz kongrenin toplanması gecikti diye rafa kaldırılacak değildi. Tersine, bunlara ilişkin olarak gecikme süreci içinde önemli bazı değerlendirmeler ve açılımlar yapıldı, bunlar partinin siyasal ve örgütsel yaşamına uygulanmaya çalışıldı. Devrimci bir partinin yaşamı canlı, dinamik bir süreçtir, oluşan sorunlara zamanında ve çözücü müdahaleler gerektirir, bunun için özellikle kongre ya da konferansların toplanmasını beklemek akla uygun bir davranış değildir. Ve kuşkusuz, her konuda olmasa da bir dizi konuda bu bizde de böyle yaşanmıştır, saptanan sorunlara çözümler aranmış, tıkanıklıklara müdahalelerde bulunulmuştur yaşanan gecikme süreci içinde.

II. Kongremizin çalışması da işte bu birikimin üzerine gelmiştir, ondan beslenmiştir ve onu daha ileri bir düzeyde taşımayı hedeflemiştir. Sonucun asgari sınırlar içinde bir başarıyı ifade ettiğine kuşku yok. Çalışma gündemini oluşturan çeşitli sorunlar belli sınırlar içerisinde irdelenmiştir, bir dizi konuda önemli belirlemeler yapılmış, yeni açıklıklar sağlanmıştır. Bunlardan yararlanılarak sorunlarımızın özü, esası ve çözümleri daha açık ve kuvvetli bir biçimde kongre belgelerinde ortaya konulacaktır. Bu çerçevede kongremiz işlevini esası yönünden yerine getirmiştir. Yetersizlikleri kongre sonrası süreçte, bir sonraki kongreye uzanan dönem içerisinde kuşkusuz giderilecektir. Sonuçta bizim kesintisiz bir politik-örgütsel yaşamımız var ve sorunlarımızla sürekli uğraşmamız bu yaşamın bir parçasıdır. Kongremizin saptadığı sorunlara ilişkin kapsamlı tartışmaları var, bu tartışmalarda ortaya çıkmış belli yaklaşımlar ve sonuçlar var. Bunları partiye taşımak, bunların ışığında politik ve örgütsel sorunlarımıza planlı müdahalelerde bulunmak, bu çerçevede partiyi her alanda güçlendirmek sorumluluğu ile yüzyüzeyiz şimdi. Kuşkusuz bunun gerekleri yerine getirilecektir. Bu böyleyse eğer, kongremizin asgari sınırlar içerisinde kendi işlevini yerine getirdiğini de söyleyebiliriz.

Kongreden yansıyan tartışma ve çözüm üretme düzeyi önemlidir. Bunu hiç de kongremizi onore etmek için söylemiyorum. Sonuçta ben başından itibaren partinin içindeyim, her aşamadaki düzeyin ve birikimin dolaysız tanığıyım. Kıyaslamak kuşkusuz gerekli değil, zira her dönem kendi rolünü oynamıştır, her üst platform kendi açısından ortaya bir düzey koymuştur. Her birinin işlevi ve dolayısıyla başarısı kendine göredir. Burada önemli olan, II. Parti Kongresi’nin de kendi rolünü asgari bir başarı ile yerine getirdiğini açıklıkla saptamaktır.

I. Parti Kongresi bir kuruluş kongresi idi ve bu onun esas misyonunu belirlemişti. Bu kongrede parti programı, tüzüğü, ilkesel yaklaşımları ve temel politikaları ortaya konulmuş, parti ilan edilmiş, böylece dostun düşmanın gözleri önünde yükseklere bir bayrak çekilmişti. Bunlar tarihsel önemde adım ve başarılardır kuşkusuz, ama sözkonusu olan bir kuruluş kongresi olduğu için bu böyledir. Ama biz bir kuruluş kongresinde değil, onu izleyen daha olağan bir kongredeyiz. II. Kongre’nin gündemi farklıdır, zira onun toplandığı evrede partinin sorunu ve ihtiyacı farklıdır. Dolayısıyla ortaya koyacağı performansın anlamı ve kapsamı da farklı olacaktır. Buna, daha en baştan, kongre gündemine ilişkin MK gerekçelendirmesinde de bütün açıklığı ile işaret edilmiştir. II. Kongre bir program ve tüzük kongresi idi, oysa II. Kongre partinin politik ve örgütsel çalışmasının çeşitli sorunları üzerinde yükselecektir, bu anlamda o ifade uygunsa bir taktik ve örgüt kongresi olacaktır, denilmiştir. Politika ve örgüt alanında ciddi yetersizliklerimizin ve bazı zaafiyetlerimizin olduğuna işaret edilmiş, II. Parti Kongresi’nin buna yönelik sorunlar üzerinde yoğunlaşacak ve bu konularda partinin önünü açacak bir kongre olacağına işaret edilmiştir. (Bkz. Partimizin II. Kongre’sinin toplanması üzerine..., Ekim, Sayı: 249, Aralık 2007 -Red.)

Kongremiz bunu esası yönünden başarmış bulunmaktadır. II. Kongre iki haftayı aşan (ön çalışması ile üç haftayı bulan) yoğun bir çalışma ile bir dizi konuda değerlendirmelerini yapmış, her bir konuda sözünü söylemiştir. Bundan ötesi bundan sonrasının, asıl olarak pratiğin sorunudur. Demek istiyorum ki bundan böyle sorun, kongre değerlendirmelerini hayata geçirmektir. Sonucu tayin edecek, kongre çalışmasının sonuçlarını ete kemiğe büründürecek olan da budur.

 

Kongre sonuçları üzerinden partiyi ileriye taşımak sorumluluğu hepimizindir

 

Kongre gündemini gerekçelendiren temel belgedeki “Taktik kongresi” tanımı bazı bakımlardan yanıltıcı olabilir. Bunun tabii ki temelde bir politika boyutu vardır ve bu temel önemdedir. İlgili metinde de buna işaret edilmektedir. Türkiye’nin zor bir dönemeçten geçmekte olduğu, dünyada 11 Eylül ile başlayan yeni sürecin işimizi her bakımdan daha da zorlaştırdığı, değil Türkiye gibi ülkeler burjuva demokrasisine dayalı batılı ülkelerde bile polis rejimine geçilmekte olduğu, dünyada yeni bir buhranlar ve savaşlar dönemine girildiği vurgulanmakta, tüm bunların, özellikle de Türkiye’yi kuşatan kriz bölgesinin Türkiye’nin iç ve dış politikasına muhtemel etkilerinin önemine işaret edilmektedir. Elbette ki bu açıdan politik değerlendirmeler önemlidir. Olayların gidişatını doğru değerlendirebilmek ve yakın geleceği kestirebilmek, böylece önünü iyi kötü görebilmek sürece doğru hazırlanabilmek bakımından hayati önemdedir ve tüm bunlar da “taktik” kavramı kapsamındadır.

Ama partinin taktiği yalnızca politik süreçlerin doğru anlaşılması ve bu çerçevede politik tutum ve görevlerin isabetle saptanmasına indirgenmemelidir. Programımızı açınız, “Stratejik ve Taktik İlkeler” bölümüne bakınız; sendikalara karşı tutum, parlamentoya karşı tutum, devrimci şiddetin ele alınışı, muhalif siyasal akımlara karşı tutum, vb., bunlar hep ilkesel ve pratik yönleriyle taktiğin konusudur. Kongremiz bu açıdan çok geniş bir sorunlar demetini ele almıştır. Sınıf içinde, gençlik içinde, emekçi kadınlar çalışmasında izlenecek yol ve yöntemler, kullanılacak araçlar, alınacak tutumlar vb., vb., üzerine tüm tartışmalarımız partinin taktik hattı kapsamındadır. Bu kapsamda da epeyce konu ele alıp tartıştık, çözümler ve tutumlar saptadık. Önemli olan, bunları süzülmüş sonuçlar olarak kuvvetli bir biçimde sistematize edebilmektir. Nitekim kongre kararları, belki politik değerlendirmeler bölümü hariç, esası yönünden bu formda hazırlanacaktır.

(...)

Biz bir partiyiz, bir tüzüğümüz, görev ve yetkileri tanımlanmış örgütsel kurumlarımız, buna dayalı bir işleyişimiz var. Bu açıdan kongrede açığa çıkmış iradeyi hayata geçirme görev ve sorumluluğu tabii ki en başta yeni seçilmiş bulunan Merkez Komitesi’nindir. Bunu gözden kaçırmamak kaydıyla yine de tüm kongre delegeleri kongre iradesini kongre sonrasında uygulamak konusunda Merkez Komitesi kadar bir sorumlulukla ele almakla yükümlüdürler. Bu açıdan kongremizin bu bileşimini Merkez Komitesinin fiilen genişletilmiş biçimi olarak da düşünmekte bir sakınca yoktur. Bununla sorumluluk hepimizindir, demek istiyorum. Partiyi ortak emeğimizle, inadımızla ve direncimizle buraya kadar getirdik. Şimdi sorunlarıyla uğraşarak daha ileriye götürmek hedefimiz var ve bunu başarmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Yetkiden, konumdan, statüden bağımsız olarak bu böyledir. Bu asla partinin işleyişini ya da kurumlaşmasını boşa çıkaran bir şey değildir, ama işin özüne ilişkindir ve kurumsal işleyişin sağlıklı ve başarılı seyri de işin özünde buna bağlıdır. Partinin hepimizin ortak emeğinin ürünü olduğu duygu ve bilincini partide kökleştirmek gereklidir ve bu sanıldığından da önemlidir. Bu, gerçekten devrimci sınıfın partisi haline gelmekte olduğumuz anlamına gelecektir.  

(...)

Sınıfla devrimci birleşme ve mezhepçi sol gelenek

 

Sınıf çalışmamızın çok yönlü sorunlarını değerlendirirken sınıfla devrimci birleşmenin ilkesel ve stratejik önemi üzerinde yeterince durduk. Kişi olarak bu sorunu çok önemsiyorum; bu Marksizmin alfebesidir fakat yazık ki Türkiye solunun özellikle de devrimci kanadında başından beri ve hala da hiçbir biçimde anlaşılamamıştır. Sayısız grubun ortak kimliğini oluşturan ve hala da ısrarla korunan o halkçı demokratizmin gerisinde tam da bu var. Sol hareketimiz halihazırda sınıf dışıdır ve yaşadığı tüm sorunların temelinde ideolojik zaafiyetle birlikte bu vardır. Kaldı ki bunları birbirinden ayırmanın olanağı da yoktur zaten, zira bunlar aynı gerçeğin teorik ve pratik yönleridir. Halkçı anlayışın pratik sonucu ya küçük-burjuva katmanlara dayanmaktır ya da ifadenin geniş anlamında sınıf dışılıktır. Artık Türkiye’de dayanılabilecek dinamik bir küçük-burjuva katman da kalmadığı için bugünkü sonuç basitçe sınıf dışılıktır ve solda gitgide güçlenen ilkel mezhepçi eğilimlerin temeli de gelinen yerde budur. Devrimci bir çizgide sınıf zeminine oturmanın, devrimci sınıfı temsil edebilir bir parti haline gelebilmenin o büyük tarihsel ve siyasal anlamına ve önemin de ben bunun için döne döne işaret ediyorum. Bu oldu, oldu! Yoksa siyasal mücadele adı altına yapılanlar, mezhepleşmiş küçük grupların sonuçsuz didinmelerinden ve en iyi durumda devletle kısır kalmaya mahkum didişmelerinden öteye geçemeyecektir.

Başlangıçta marksist bir hareketin sınıf  hareketiyle birleşememesinin bir mantığı vardır kuşkusuz. Sonuçta bu bir tarihi süreç gerektirir ve bu sürecin ne kadar zaman alacağı içinden geçilmekte olan tarihsel-toplumsal koşullar tarafından belirlenir. Ülke olur, 20. yüzyıla girmekte olan Çarlık Rusyası gibi, 8-10 yıl gibi nispeten kısa sürebilir bu; ülke olur ‘60’lar sonrası Türkiye gibi, aradan 40 kusür yıl geçer, bu sorun hala da çözülmemiş olarak kalır. Ama sonuçta bu gerçekleşmediği sürece de sınıflar mücadelesinde etkili bir rol oynama şansı olmaz, olamaz. Eğer marksistseniz bu kesin olarak böyledir ve sizin için bunun anlaşılmasında bir güçlük yoktur, zira bu bilimin (daha somut olarak Marksizmin) ve tarihin en temel gerçeğidir.

Lenin’in önemle işaret ettiği gibi burada sorun gerçekte iki yönlüdür; sınıf hareketinden kopuk bir sosyalist hareketin durumu ve akibeti ile sosyalist hareketten kopuk bir sınıf hareketinin durumu ve akibeti ile ilgilidir. Son 40 yılın Türkiye’si bize bu iki yönlü kopukluğun sonuçlarını tüm açıklığı ile sunmaktadır. Bunun için bir yandan sınıf hareketinin durumuna, öte yandan 40 yıldır sosyalizm ve sınıf hareketi adına ortaya çıkmış bulunan geleneksel sol akımların akibetine bakmak yeterlidir. Herşeyin başı soruna ilişkin doğru teorik perspektiftir ve halkçılığın kör ettiği gözlerin onyıllardır işin lafzında değil ama özünde göremediği de budur. Lafızdan öteye bir kavrayış, siyaset sahnesine çıkıldığı andan itibaren sınıf hareketiyle devrimci birleşmeye yönelik bir pratik kararlılık olarak koyar kendini ortaya. Oysa geleneksel hareketimizde olmayan da tam da budur. Bu hareketten devrimci bir kopma olarak ortaya çıkışın ürünü olan TKİP’yi tüm ötekilerden ayıran en temel davranış çizgilerinden biri de budur. Bolşevizm tarihte, sosyalizm ve sınıf hareketinin devrimci birliği sorununu başarıyla çözen ve bunu da başarılı bir devrimle taçlandıran örnek bir harekettir. Fakat bunun hiç de bir rastlantı olmadığını bize, öteki birçok şeyin yanısıra, daha en baştan partiyi sosyalizm ile sınıf hareketinin birliği olarak ele alan sağlam marksist perspektif ve buna eşlik eden kararlı sınıf yönelimi göstermektedir. Iskra’nın ilk sayısının başyazısı tam da bu konu eksenine oturmaktadır ve Lenin, net sözlerle, partiyi sosyalizm ve sınıf hareketinin birliği olarak tanımlamış ve bu birleşmeyi sağlayamamış bir sosyalist hareket ile sınıf hareketini bekleyen akibetlere işaret etmiştir. Bu birleşmenin sağlanamadığı Türkiye’de bunun sosyalizm adına hareket eden ve hala da bir biçimde yaşamayı başaran küçük-burjuva akımlara hazırladığı akibet, bozulma, ciddiyetini ve inandırıcılığını yitirme ve dahası tam bir mezhepleşme olmuştur. Bugün devrimci ya da reformist geleneksel küçük-burjuva sol akımların en göze batan özelliği budur, bozulmayla iç içe bir mezhepleşmedir. 

 

Mezhepler döneminin sonu için devrimci sınıf hareketi!

 

Bu temel önemde sorun partimizde sağlam biçimde kavranmıştır ve onun sınıfla devrimci birleşmeye kilitlenmiş kararlı yöneliminin gerisinde bu kavrayış vardır. Bu kavrayış ve yönelim TKİP’yi mezhepleşmeden koruyan ve tüm öteki sol akımlardan ayıran temel önemde bir üstünlüktür. Biz bu gerçeğin bilincindeyiz ve bu bilincin belirlediği bir çaba ve davranış içerisindeyiz. Modern burjuva toplumundaki yeri ve bundan kaynaklanan misyonuyla devrimci olan bir sınıfı temsil etmenin sorumluluğu ile davranıyoruz. Sınıf hareketiyle devrimci birleşmeyi sağlayamadığımız sürece hep eksikli, kusurlu ve sorunlu kalacağımız, bu durumda akibetimizin bile bir biçimde belirsiz olacağı bilinciyle hareket ediyoruz.

Sorunu böyle ele alabilme bilinci ve yeteneği, bizi Türkiye solunun mezhep geleneğinden kesin bir biçimde ayırıyor. Biz işçi sınıfının o devrimci kimliğini temsil etmek bilinciyle, iradi çabasıyla hareket ediyoruz. Bu aşamada dengeyi sınıf hareketiyle birleşme iradesi ve kararlılığı, bu kararlığa eşlik eden pratik çaba ve bu çabanın sağladığı ilk kazanımlar ile kuruyoruz. Yarın sınıf hareketiyle asgari bir birleşme başarısı gösterebildiğimiz andan itibaren artık bunu aynı zamanda maddi-toplumsal zemin besleyecek, güvenceye alacak ve böylece işimiz alabildiğine kolaylaşacaktır. Bugün büyük ölçüde iradi bir güçle ve ona eşlik eden pratik yönelimle bu konuda dayanmaya, sınıfın o en iyi devrimci eğilimlerine ve özelliklerine uygun bir siyasal çizgide hareket etmeye, buna uygun bir politik-örgütsel anlayışla, buna dayalı siyasal-moral değerlerle, buna uygun bir siyasal mücadele anlayışı ve ahlakı ile hareket etmeye büyük bir dikkat gösteriyoruz ve bu açıdan mümkün mertebe titiz olmaya çalışıyoruz. Bu sayede mezhep değil parti olabiliyoruz. Sınıf partisi ruhu ve bilinciyle davranabiliyoruz.

TKİP, kurulu düzene karşı mücadele eden her devrimci akımı destekler, der örneğin programımız. Bu hükmün Komünist Manifesto’dan beri marksist parti programının değişmez maddesi olması kuşkusuz nedensiz değildir. Bu, işçi sınıfının tam da o öncü sınıf konumundan gelen kucaklayıcı devrimciliğinin bir ifadesi ve yansımasıdır. Proletaryanın öncü devrimci bir sınıf olarak kendi dışındaki ilerici-devrimci güçleri toparlamak, birleştirmek ve seferber etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Bu çerçevede onları kucaklamak, onlara kendi demokrasisi içinde gereğince yer açmak sorumluluğu vardır. Yayınlarımızın davranış çizgisi de doğal olarak bu doğrultudadır, kucaklayıcı yayın politikamızın gerisinde belirgin bir sınıf mantığı ve tutumu vardır. Bu bir sınıfın kültürüdür ve böyle olabilmek durumundadır. Bu kültüre aykırı esaslı davranışlar gördüğünüz her durumda işte mezhepler diyebilmelisiniz.

Küçük-burjuva mezhepler, sosyalizmin tarihinde işçi sınıfıyla sosyalizmin henüz birleşmediği dönemlerin ürünüdürler. Marks ve Engels’in I. Enternasyonal’in tarihi üzerine değerlendirmelerini okuyunuz; burada sosyalizm adına ortaya çıkan küçük-burjuva mezhepler ile sınıf hareketinin gelişmemişliği (dolayısıyla devrimci sosyalist hareketle birleşememişliği) arasında kopmaz bir bağ kurulur. Bu gelişmemişlik sürdüğü sürece sosyalizm iddialı sol mezheplere geniş bir yaşam alanı açılır. Gelişmemişlik sınıf hareketi ile devrimci sosyalizmin buluşamamasının öteki yüzünden başka bir şey değildir. Ne zamanki bu birleşme sağlanır, işte o zaman mezhepler döneminin de ölüm çanı çalar.

Küçük-burjuva mezhepler dönemi tarihsel olarak sosyalist eğilimlerin henüz sınıf dışı kaldığı bir evreyi işaretler. Sosyalizm ile sınıf hareketinin tarihi devrimci birleşmesinin henüz gerçekleşmediği bir dönemin ürünüdürler bu türden oluşumlar. Kuşkusuz bu birleşmenin başarılamadığı bir durum kendi başına bir partiyi mezhep yapmaz, ama bu yönelimin gereklerini unutursa, sonuçta kaçınılmaz olarak bir mezhep haline gelir ve yozlaşır. Biz işte, sınıfla birleşme tarihi sürecine, devrimci sınıf yönelimi soruna esaslı bir biçimde yüklenme meselesine de mutlak bir biçimde buradan bakabilmeliyiz. Bunun bir sınıfsal kimlik, bir sınıfsal kültür meselesi olduğunu unutmamalıyız, partimizin farklılığını buradan da görebilmeliyiz. Sosyalist devrim stratejisi ya da şu veya bu başka siyasal değerlendirmeden değil, işte tam da teorik ve ilkesel temellere dayalı bu sınıfsal kimlik sorunundan giderek anlayabilmeli ve yerli yerine oturtabilmeliyiz.

Mezhep değil sınıfın devrimci partisi!

 

Hareketimizin 20. Yılındayız ve ardından partimizin 10. Yılı gelecek. Bu iki anlamlı vesileyi, özellikle de partinin 10. Yıl’ını, TKİP’nin Türkiye sol hareketi içindeki çok özel yerini parti militanlarına ve sempatizan çeperine derinlikli bir biçimde kavratabilmenin bir önemli olanağı olarak değerlendirebilmeliyiz. Biz tümüyle başka bir yerde durmaktayız, zira biz gelenekselleşmiş olandan devrimci bir kopuş hareketiyiz. Büyük bir yenilginin, Türkiye’nin ‘60’lı ve ‘70’li yıllarına damgasını vuran küçük-burjuva siyasal hareketin kolay yenilgisinin dersleri üzerinde şekillenen, onunla hesaplaşmanın ürünü olan bir hareketiz. Farkımız buradan gelmektedir, sırrımız buradadır, bugün buraya ulaşmamızın anlamı ve açıklaması da buradadır. Herkes elindekini tüketirken, biz eğer elde olmayanı var edebilmiş, bir siyasal-örgütsel varlık kazanabilmişsek, hayli güçten düşmüş durumdaki devrimci hareket içinde belirgin bir yere oturabilmişsek, bunu tam da bu köklü ideolojik-politik hesaplaşmaya borçluyuz. Ve bu öyle bir hesaplaşma olmuştur ki, sonuçta bizi bugün bir mezhep gibi değil de devrimci bir sınıf partisi gibi davranabilme bilincine ve kültürüne de ulaştırabilmiştir. Bu en büyük kazanımdır. Şu veya bu konudaki görüşlerden, devrim stratejisine ilişkin, demokrasi ya da bağımsızlık sorununa ilişkin şu veya bu değerlendirmeden tümüyle ayrı olarak, devrimci sınıf sorumluluğu, o sorumluluğa, o kültüre, o anlayışa, o bakışa dayalı bir parti olmaya çalışmak, bu yönelimdeki kararlılıktan şaşmamak bizim en büyük kazanımımız olmuştur.

Ümit yoldaşın bizdeki ilk yazısı “Parti mi, sekt mi?” başlığı taşımaktadır. Başlık bile kendisini yeterince anlatıyor, hiç de içeriğini sormak gerekmiyor. İçeriği zayıftır, eksiktir, bu önemli değil! Zira sorunun özü daha başlıkta özetlenmiş, vurucu biçimde ortaya konulmuştur. Parti mi, sekt mi? Yani parti olarak gelişip serpilmek mi, yoksa geleneksel akımlarda yaşanageldiği gibi yeni bir mezhep olarak kısırlaşıp yozlaşmak mı? Sorunun özü, esası ve dolayısıyla tayin edici yanı budur. Parti mi olunacaktır, yoksa yeni bir mezhep olarak mı kalınacaktır? Genç bir yoldaş erken bir tarihte sorunun kritik bir noktasına, ifade uygunsa bam telini anlamlı bir biçimde işaret etmektedir ve bu gerçekten harika bir şeydir.

Devrimci sınıf partisi olarak gelişmek, sınıf bakışaçısı ve o sınıf eksenine oturma gayretinden ayrı asla gerçekleşemez. Marksist ve dolayısıyla materyalist iseniz, bunun başka bir yolu yoktur. Mezhepçilik en belirgin özelliği ile sınıf dışılıktır, mezhepçi kimliği üreten ve geliştiren maddi gerçeklik tam da budur. Partileşmek sınıfın devrimci dünya görüşüyle, ideolojisiyle donanmak ve pratikte sınıfla devrimci birleşmeyi hedefleyen bir siyasal çalışmanın içinde olmak demektir. Bu hiçbir biçimde sizi genel siyasal yaşamdan koparmaz, ona bir sınıfsal konum ve güç üzerinden katılma irade ve yöneliminizi gösterir yalnızca. Bizi zamanında, daha o ilk kopuş aşamasında, işçicilikle suçlayanlara verdiğimiz yanıt hatırlardadır. Onlara demagojik değilse eğer cahilce bir tartışma yapmakta olduklarını hatırlatmış ve şunları söylemiştik: Biz işçi sınıfına, işçi sınıfının ufkunu kendisiyle ve kendi dar sınıf çıkarları ile sınırlamak için gitmiyoruz; tam tersine, biz işçi sınıfına bu sınıfın ufkunu genel toplumsal-siyasal sorunlara çekebilmek için, işçi sınıfını genel toplumsal çatışmada etkin bir taraf, giderek devrimci öncü bir taraf haline getirebilmek, böylece devrimci siyasal mücadeleyi sınıflar düzlemine çekmek için gidiyoruz. Siyasal mücadele sınıflar düzlemi üzerinden ele alınmadığı ve bunun gereklerine uygun bir yönelim içinde olunmadığı sürece, siyasal mücadele adı altında ancak “öncü savaş” verilebilinir. Kelimenin genel politik anlamında söylüyorum, hiç da dar anlamda askeri bir savaşı kasdetmiyorum bununla. Nitekim sol mezheplerin devletle o kronikleşmiş kısır atışması bunun ifadesidir ve yazık ki gelinen yerde devletin buna artık öyle fazlaca aldırdığı da yoktur.

 

Temel ilkeler ve stratejik çizgi günlük çabayı belirlemelidir

 

 Genel doğruları, ama gündelik gidişatın genel rotasını oluşturan genel doğruları vurgulamayı çok önemsiyorum, parti olarak da bunu sürdürmek durumunadayız. Zira bugünün Türkiye’sinde bu bakışaçısını yakalamış tek partiyiz. Böyle bir bakışaçısına sahip hiçbir parti, hiçbir örgüt yok bugünün Türkiye’sinde. Biz en başından itibaren samimi bir inanç ve kararlı bir yönelim olarak bu yolda yürümeye çalışıyoruz, hala da o yolda yürüyoruz. Bunu temsil eden tek partiyiz. Bu nedenle bu üstünlüğümüzü titizlikle korumalıyız, bu omuzlarımızda anlamı ve önemi bizi aşan bir sorumluluk olarak durmaktadır. Kadrolarımızın bunu daha derinlemesine bir biçimde bilince çıkarması gerekiyor, oysa halihazırda bu hiç de istenen düzeyde değildir.

Partinin mevcut durumuna, önündeki acil ve çözüm bekleyen sorunlara bakarken bile bunu temel stratejik hedefleri ve öncelikleri üzerinden yapabilmeliyiz (7. Yıl değerlendirmesi yakın dönemden buna olumlu bir örnektir). Partinin ifade uygunsa stratejik yol haritasını hep göz önünde tutmalı ve gelişme sürecimizin tüm sorunlarına buradan bakmalı, ideolojik cephede, sınıf cephesinde ve ihtilalci örgüt cephesinde durum nedir diye sorarken yanıtları bu genel yol haritası ışığında ela almalı ve irdelemeliyiz. İşte geleceği gözeterek, onu bir an bile gözden kaçırmayarak, güne yüklenmek dediğimiz şey budur. Güne yüklenerek geleceğe hazırlanmak diyoruz buna ve burada vurgu gelecek üzeridedir, güne yüklenmek tam da geleceğe başarılı bir hazırlık içindir.

Bolşevizmin deneyimlerinin en öğretici yanlarından birisi de budur. Yani nihai hedefi hiçbir biçimde, bir an olsun gözden kaçırmadan, tam tersine öteki herşeyi buna tabi kılarak güne etkin bir biçimde yüklenmek, güncel olanaklardan ve fırsatlarından en iyi bir biçimde yararlanmak, güncel görevlerin çözümüne en büyük bir irade gücüyle yüklenebilmektir, bu deneyimin özü. Bizim yapmaya çalıştığımız da budur. Biz genel doğrularımızı hiç de günlük sorunlarımızı örtmek ya da hafifsemek için yineliyor değiliz. Partimizin halihazırda böyle bir zaafı yoktur. Bu açıdan kendimizi, partimizi elbette sürekli denetleyelim, günün görevlerini önemsizleştirebilen eğilimlerle mücade edelim. Fakat bunu yaparken, partinin sorunu bütünsel bir bakışaçısıyla, yani gelecek ve gün, temel stratejik doğrultu ve bu çerçevede günün acil görevleri bakışaçısıyla ele almak titizliğini de sürdürelim. Aslolan budur, bu doğru devrimci bütünselliktir.

Bu aslında devrimci teoride strateji-taktik bütünlüğü denilen temel ilkesel sorunun ta kendisidir. Strateji bir doğrultu ortaya koyar, bir yol haritası verir, bir gelecek ufku sunar. Ama sizin buna hizmet eden taktiğiniz yoksa, sonuçta o boş bir laf olarak kalır. Belirsiz bir geleceğin ardında soyut hedefler olarak kalmaktan öteye gidemez. Saptadığınız devrimci stratejiye başarılı devrimci taktiklerle ulaşabilirsiniz ancak. Ama devrimci stratejiye tabî olan, ona hizmet eden taktiklerle, yoksa saptanmış devrimci stratejiden kopuk taktiklerle değil. Türkiye sol hareketinin en temel zaaflarından biri de işte budur. Ama oportünizm de tamı tamına budur. İlkesel çerçeveyi, stratejik amacı kaybederek güç kazanmak adı altında güne yüklenmektir, ne pahasına olursa olsun güç edinmek peşinde koşmaktır. Ama parlamentarizm, ama “ortak aday”, ama her türden türden iç bulanadırıcı ilkesizlik ve fırsatçılık vb... Oysa eğer gündelik politika ve taktiğiniz stratejik hedefleriniz ışığında belirlenmiyor ve ona hizmet etmiyorsa, taktiğiniz dört dörtlük bir oportünizm örneğidir.

Devrimci taktik, devrimci stratejiye hizmet eden, onun ışığında belirlenmiş, onunla bağı kurularak, onun gerekleri bir nebze olsun unutulmayarak kurulmuş taktik demektir. Bu açıdan politikada yetersizliklerimiz, pratik çalışmada kusurlarımız kuşkusuz tartışılabilir. Ama güne temel perspektifler, taktiğe stratejinin ışığında bakmadığımız hiçbir biçimde söylenemez. Bu da partimizin temel önemde bir başka üstünlüğüdür. Biz bu bakışı, bu bilinci 10. Yılı vesile ederek parti içerisinde yerleştirmeyi başarabilirsek, böylece partinin ideolojik kimliğini kadrolar şahsında daha sağlam bir temele kavuşturmuş oluruz. Parti kadrolarımızın bilinci ve kavrayışı işte o zaman partimizin en büyük kazanımı ve geleceğe sağlamca yürüyebilmesinin güvencesi haline gelir.

Bugün parti kadrolarımızda bu bilincin yeterli düzeyde olduğunu söylemek çok zor, zira insanlarımızın birçoğu ciddi, sistemli ve derinlemesine bir eğitimden halen yoksundur. Bu partiye güvenmekte, ona içtenlikle inanmakta ve güvenle bağlanmaktadırlar. Bu partinin doğru bir çizgide durduğunu bilmekte, sağlam bir konumda bulunduğunu bir çok belirtiden hareketle görmekte, en azından hissetmektedirler. Ama onun ideolojik mantığını yeterli bir açıklık ve derinlikte henüz kavramamaktadırlar. Bu çerçevede sistemli ve sürekli bir ideolojik eğitim meselesini mutlak biçimde önemsemeli, bunu partide planlı yürütülen bir iş haline getirmeliyiz. 

Devrimci örgüt yaşamsaldır!

 

Devrimci örgüt, düzenin icazet sınırları dışında, illegal temellere dayalı ihtilalci bir sınıf örgütü sorunu üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Bu bir bakıma bu kongrenin en önemli ve öncelikli gündemi idi. Nitekim en geniş zamanı, iki tam günü bu konuya ayırdık.  Bununla da kalmayıp öteki gündemleri ele alırken de döne döne örgüt sorunuyla bağlantıları üzerinde durduk. Bu kuşkusuz boşuna değil. İhtilalci temellere dayalı devrimci örgüt sorunu bugünün Türkiye’sinin en önemli devrimci ihtiyacıdır ve partimizin de halen en öncelikli sorun alanıdır.

Gerek 1990’ların ortasından son 10-12 yılı, gerekse iki kongre arası dönemi değerlendirirken yaptığımız en önemli saptama, devrimci hareketin toplamında devrimci örgüt sorununda belirgin bir zaafiyetin doğduğu idi. Son onyıllık dönemin toplamında devlet çeşitli biçimler içinde bu sorunun üzerine gitti. İlk yılları kapsayan yoğun örgüt operasyonları ile ardından onları tamamlayan hücre saldırısı bunun ifadesiydi. Amaç yeraltına dayalı devrimci örgütsel yapıların, giderek buna dayalı ruh ve geleneklerin tasfiyesi idi. Bunda önemli bir başarı elde edildiğini yüreklilikle kabul etmeliyiz. Bu yüreklilik gösterilmeden sorunun üzerine ciddiyetle gidilemez, öncelikle bunun altını çizmek gerekir. Oysa geleneksel küçük-burjuva akımlar halen bu netameli gerçeğe pek dokunmaksızın işleri götürmeye çalışıyorlar, bu alanda doğmuş bulunan belirgin zaafiyet açıkça tanımlanmadan ve özel bir iradi çabayla üstüne gidilmeden devrimcilik adına hiçbir yere gidilemeyeceğini de bilmezlikten gelerek. Bu nesnel bir sonuç olarak doğmuş bulunan tasfiye durumunun giderek bilinçlerde ve ruhhalinde de kendini üretmesinden, fiili tasfiye durumuna teslimiyetten, giderek bunun kendini tasfiyecilik olarak göstermesinden başka bir şey değildir.

Parti olarak kesin ve etkin bir tutumla bunun karşısına dikilmeliyiz ve bunu da öncelikle kendi pratiğimiz üzerinden göstermeliyiz. İllegal örgütümüzü güçlendirmeli, pekiştirmeli, özellikle profesyonelleştirmeli ve elbette amaca ve ihtiyaca uygun biçimde yaymalıyız. Buna ilişkin hemen tüm sorunlar kongrede tartışılmış bulunuyor, şimdi sorun kongrenin sözünü, kongrenin bu konuda ortaya koyduğu iradeyi pratiğe taşımaktır ve bunun hakkını vermek tüm partinin, evet tüm alanları ve kesimleriyle bütün bir partinin görevidir. Kongre sonrasında bu sorun üzerinde sistemli bir biçimde durulmalı, tüm parti buna ilişkin sorunlarla ilgilenmeli, parti basını bu konuya ilişkin sorunların çeşitli yönleri ve boyutları üzerinde aralıksız olarak durmalıdır. Bu arada partinin ihtilalci bir yeraltı örgütü sorununa ilişkin bugüne kadarki birikimi ve deneyimi üzerinde durulmalı, buna ilişkin başlıca metinler de yeniden incelenebilmelidir.

İllegal temellere dayalı sağlam bir örgütsel yapılanma ve çalışma, legalitenin etkin ve amaca uygun bir kullanımından ayrı düşünülemez. Bu ikisi birbirine kopmaz bir biçimde bağlıdır, her biri ötekinin varlık nedeni, güvencesi, olmazsa olmaz koşuludur. Fakat konuya ilişkin temel metinlerimizde üzerinde önemle durulduğu gibi, bu bize bu ilişkide illegalitenin temel ve stratejik, oysa legalitenin istismarının tabi ve taktik bir sorun olduğunu da hiçbir biçimde unutturmamalıdır. İlkesel ve ideolojik açıdan sorunun en can alıcı noktası burada gizlidir. Bu, devrimci örgüt sorununda tasfiyecilik ile devrimciliği ayıran temel önemde bir ayrım noktasıdır. Bunun üzerinde geçmiş belgelerimizde yeterince durulmuştur, bu nedenle burada buna yalnızca atıfta bulunmak yeterlidir. (Bu konuda öncelikle,  EKİM 1. Genel Konferansı’nın Parti: Proletaryanın Devrimci Öncüsü başlıklı temel metni, EKİM 3. Genel Konferansı’nın konuya ilişkin İllegal Örgüt Legal Çalışma başlıklı metni ve elbetteki Parti Kuruluş Kongresi’nin konuya ilişkin değerlendirmeleri anılabilir...).

Konunun bir başka yönü örgüt sorununun sınıfsal boyutudur. Devrimci örgütü proleter sınıf zeminine oturtmak, bu zeminde geliştirmek ve güçlendirmek, proleter kitle bağları ile çevrelemek ve elbette tüm bunların bir parçası olarak partinin kadro bileşimini proleterleştirmektir. Bu kadarını hatırlatmak yeterlidir. Zira gerisi hem kongrede ayrıntılı olarak tartışılmıştır, hem de devrimci sınıf ekseni üzerinden parti mi mezhep mi üzerine söylenen herşey sonuçta bu alandaki sorunlara ve görevlere çıkmaktadır. 7. Yıl Değerlendirmesi, tüm büyük kentlerde ve partinin tüm temel çalışma alanlarında sınıf çalışmasına kilitlenmek sorunu üzerinde durmuş ve ardından bunu örgüt sorununa bağlamıştır. Kongre buna ilişkin değerlendirmeleri ve uyarıları onaylamış durumdadır. Bir kez daha sorun artık bir uygulama ve elbetteki uygulamaya dair sorunları parti basınında sistemli bir biçimde irdeleme, tartışma, eleştirme, geliştirme, deneyimleri özetleme vb. sorunudur.

 

Devrimci kimlik, devrimci militan kadrolar...

 

Teori, program ve taktik anlamında devrimci ideolojik çizgi, devrimci örgüt ve nihayet devrimci sınıf ekseni, bu üçünün organik birliği ve bütünlüğü, bize adına gerçekten yaraşır devrimci bir sınıf partisini tüm temel boyutlarıyla verir. Bunlar başından itibaren parti sorununa yaklaşımımızın da temel unsurları olarak ortaya konulmuşlardır. Her biriyle bağlantılı daha alt öğeler de vardır kuşkusuz, ama belirleyici olan bu temel esaslardır ve tüm ötekiler bunların doğal uzantılarıdır. Bunlar varsa partinin devrimci kimliği güvence altındadır. Bunlardan birinden biri zayıfsa ya da aksıyorsa, partinin devrimci sınıfsal kimliğinde ya yetersizlik ya da daha da kötüsü zaaf var demektir.

Bu genel vurguları yine de sözü bu dönem için daha özel olan bir noktaya bağlamak için yapıyorum. Bu, devrimci kimlik sorunudur ve daha özel anlamda kadroları ilgilendirmektedir. Çok yönlü devrimci kadroların yetiştirilmesi, partimizin özellikle bu dönem çubuk bükmesi gereken temel önemde bir sorun ve ihtiyaçtır. Partinin çizgisi, örgütü, değerleri ve sınıfla devrimci temellerde birleşmeye dayalı çalışma pratiği, devrimci kadronun içinde gelişip serpileceği genel zemindir. Ama bu bunun kendiliğinden olacağı, bunların sağlam ve çok yönlü ihtilalci kadroların yetişmesi için gerekli tüm koşulları kendiliğinden sağladığı anlamına gelmez. Evet, bunlar temel, olmazsa olmaz koşullardır. Fakat bu zemin üzerinde çok yönlü ihtilalci kimliğe sahip örgüt kadroları yetiştirmek yine de özel bir iştir ve parti bunun üzerinde daha bir titizlikle durmalıdır. Bugünün tarihi ortamında ve günümüz Türkiye’sinde bu özellikle önemli bir konudur. Kadrosal durumumuza daha yakından bakıldığında, bu alandaki çok ciddi sorunları görmemek gerçeğe gözlerini kapamak demektir. Ne iyi ki kongremiz bu konuda da gerekli yürekliliği göstermiş, bu alanda sorunlarımızı çok yönlü olarak saptamıştır.

Partide ihtilalci kimliği tüm kadro ve militanlar şahsında geliştirip güçlendirmek meselesine şu dönem çok özel bir biçimde vurgu yapılmalıdır. Sınıf mücadelesinin geri düzeyi, bu geri düzeye uygun politik ve örgütsel tarz, bilinçlerde değilse bile gerçek kimliklerde ve elbette pratiklerde bu yanın zayıflaması sonucunu kendiliğinden yaratıyor,  bunu unutmamalıyız. Somut deneyimlerimizin de gösterdiği gibi bazı insanlar ideolojik platformunuzu ve genel yöneliminizi içtenlikle onaylıyorlar ve belli bir heyecanla saflarınıza katılıyorlar. Belli görevler üstlenip zamanla bir yerlere de geliyorlar. Ama bir bakıyorsunuz, içlerinden bazıları adeta çürük bir elmanın daldan düşmesi misali mücadelenin dışına ya da gerisine düşüyorlar. Yaşanan örneklere daha yakından ve somut olarak bakarsanız, bunda şaşırtıcı bir yan olmadığını görürsünüz. Zira bu insanlar devrimci pratiğin ve ihtilalci örgüt yaşamının çok yönlü ve zorlu sınavlarından geçip bunun içinde yoğrulmuş olmuyorlar. Dönem bu türden bir çok yönlü eğitim ve yoğrulma için yazık ki yeterince zengin ve yoğun imkanlar sunmuyor. Böyle olsa, kadrolar böyle bir pratiğin içinde kendilerini bulurlar, serpilip gelişirler, güçlenip çelikleşirler, ya da bunu başaramadıkları ölçüde aynı zor koşullar tarafından hızla elenirler. Ama halen bu açıdan genel koşullar yeterince elverişli değil ve parti kadro politikasında bu gerçeği hesaba katmalı, bunun gerektirdiği bir dikkat ve titizlik içinde olmalıdır. Gerçek manada ihtilalci, kendini tümüyle davaya adayan, dövüşmesini ve direnmesini bilen kadro sorununu çok daha fazla önemsemelidir.

 

Devrimci misyon bilinci

 

Son bir noktayı ekleyerek bitirmek istiyorum. 20. Yılı ve ardından 10. Yılı aynı zamanda geçmiş kuşaklara karşı politik ve manevi borcumuzun bilince çıkarıldığı, bu açıdan parti misyonunun daha derinden kavrandığı bir vesile olarak da ele alalım. Bu ülkede devrim ve sosyalizm davası uğruna gerçekten çok büyük emekler verildi, çok ağır bedeller ödendi. Özellikle de son 40 yıldan beri ve halen. İşte son büyük zindan direnişini tartıştık, 120’yi aşkın devrimciyi yitirdik bu mücadelede, sayısız insan sakat kaldı. Çok sayıda samimi ve heyecanlı genç insan herşeyi bir yana bırakarak devrimci siyasal yaşama katılıyor. Bu devrim için, sosyalizm davası için yapılıyor. Birbirini izleyen kuşakları bulan bu kadar büyük bir fedakarlığın karşılığı devrim adına mücadelenin süreklileşmesi ve ilerletilmesi olmalıdır.

Geleneksel sol hareketin tablosu ve gidişatı ortadadır, perspektifleri, çizgileri, kültürleri, değerleri ortadadır. Gelinen yerde değil geçmiş ve gelecek kuşaklar için, kendi adlarına ve kendi sınırları içinde bile yapabilecekleri çok az şey vardır. Bunlar artık kendi içinde amaçlaşmış, bu açıdan devrim amacından sapmış hareketlerdir de. Ne yapıp edip kendini kendi dar dünyası içinde yaşatmak kaygısı giderek bunların siyasal yaşamını belirler hale geliyor. O coşkulu devrim yapma iradesi çoktan kırılmıştır. Devrimin teorik, stratejik ve taktik sorunlarını coşkuyla ve tutkuyla ele almak dönemi geride kalmıştır. Eski programlar ya da devrim anlayışları çöktüğü halde ve sürüp giden tüm belirsizliğe rağmen devrim teorisi ve stratejisi üzerine dişe dokunur herhangi bir inceleme ya da tartışmaya rastlanmamaktadır artık. Taktik ya da politika adı altında, gündelik görevlere temel ilkeler ışığında yaklaşmak hassasiyeti çoktan bir yana bırakılmıştır. İhtilalci örgüt iradesi zaafa uğratılmıştır. Bunları da kongre gündeminde tartıştık, bu açıdan sol hareket büyük bir kırılma yaşamıştır. Bu konuda çok gerçekçi olmak ve partimizin omuzlarındaki sorumluluğa buradan da bakmak gerekir.

Herşeye rağmen belli gruplar bir biçimde direnmekte, ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Ama bunların sayısı alabildiğine azalmıştır, bunların iradesi önemli ölçüde zaafa uğramıştır. Giderek bu zaafiyet başka bünyelere, başka çevrelere de sirayet etmektedir. Gönül ister ki Türkiye’deki sosyal-siyasal ortamı devrimci doğrultuda değiştiren gelişmeler olabilsin, bu bu hareketlere yeni bir moral güç kazandırsın, ayakta kalmalarını ve yeniden toparlanmalarını kolaylaştırsın. Fakat durum halen iç açıcı değildir, ne yazık ki.

Bugünkü tablo büyük ölçüde budur. Sorumluluklarımızı bu bilinçle kavramak durumundayız. Partimize özel misyonlar yakıştırma heveslisi değilim, ama Türkiye sol hareketinin 40 yıllık süreçlerini ve bugünkü gerçeğini az çok bilen bir devrimci olarak, bu işin partimizin omuzlarına bir biçimde kaldığını açıklıkla görebiliyorum, bu düşünceyi içtenlikle taşıyorum. Eğer bunun bilincine varır, bunun gerektirdiği iradeyi gösterir, yolunu yürür, önünü açarsa, bu gerçekten geçmiş kuşakların o maddi ve manevi fedakarlığının güvenceye alınması olacaktır. Bunu böyle görüyor, buna böyle inanıyorum.

Parti olarak sorumluluklarımıza buradan bakalım. Şu anki güçsüzlüğümüz cesaret kırıcı olmamalıdır. Önemli olan bayrağı yükseklerde tutabilmektir. Bayrak yükseklerde tutulursa, eğer bu toplumun derinliklerinde de çözümsüz sorunların, uzlaşmaz çelişkilerin yarattığı kökleri derinlerde bir sosyal gerilim varsa, bu temelde kendini dayatan bir devrimci toplumsal değişim ihtiyacı varsa, bugünkü gericilik atmosferi gün gelecek geride kalacaktır. Yeter ki biz bu arada soluğumuzu tutabilelim ve onu uzun dönemli olarak kullanmasını bilebilelim, devrim mücadelesini bir maratoncunun dayanaklılığı ile sürdürebilelim.

Biz devrimci bir partiyiz. Bir ciddiyetimiz ve samimiyetimiz var. Ciddiyetimizi ve samimiyetimizi korduğumuz sürece, marksist bakışaçımızı koruyup yöntemimize bağlı kaldığımız sürece, teorik cephede, siyasal cephede, ihtilalci kimlik cephesinde, sınıf cephesinde, örgüt cephesinde sağlam durduğumuz sürece ayakta kalırız ve gün gelir rolümüzü oynar, devrimci misyonumuzun hakkını veririz.

Sorunu buradan kavrarsak, gündelik bir sürü ufak tefek şey anlamını yitirir; gündelik güçlükler, gündelik sorunlar ve yetersizlikler abartılı anlamını yitirir. Bu tür sorunlar bizim için yıldırıcı, umut ve cesaret kırıcı şeyler olmaktan çıkar, pekala çözülüp geride bırakılacak sıradan sorunlar olarak bir başka anlam kazanırlar. Sonuçta bir bakışaçısı sorunundan sözediyorum, sorunları doğru bir bakışaçısıyla kavrayabilmekten sözediyorum.

Hepimize büyük sorumluluklar düşüyor... Ben süreçten güçlü çıkacağımıza ve geleceği başarıyla kucaklayacağımıza büyük bir içtenlikle inanıyorum...

 (Ekim, Sayı: 251, Mart 2008)


Üste