Logo

Devrimci mirası sahiplenmenin yolu


Devrimci mirası sahiplenmenin yolu


Bazı tarihlerin özel anlamları vardır. Devrim yürüyüşünde en çok hatırlanan, en çok iz bırakan... Bugün olduğu gibi uzak yarınlarda da gururla hatırlanacak günlerden bahsediyoruz. İşte 6 Mayıs 1972 böyle bir tarihtir. O uzun maratonun yüzüncü metresinde bayrak aynı kızıllıkta bizlere devredilmiştir. 30 Mart Kızıldere ve Mahir Çayanlar, 18 Mayıs ve İbrahim Kaypakkaya da aynı gerçeği hatırlatmaktadır.

Ancak bu tarihler devrim mücadelesinde ipi ilk göğüsleyenlerin fedakarlıkları ve yiğitlikleriyle açıklanamaz sadece. Bu üç tarih aynı zamanda bir hesaplaşmayı anlatmaktadır. Bu hesaplaşma kurulu düzenle ve buna bağlı olarak da burjuva sosyalizmi ile, onun politik biçimi olan reformizm iledir. Bu nedenle onlar yalnızca birer “romantik kahramanlar” değildirler. Kısa ömürlerine sığdırdıkları kavgaya damgasını vuran devrim, devrimci iktidar ve devrimci örgüt fikridir. ‘71 devrimci kopuşuna anlam kazandıran budur.

1960’lı yıllarda dünya ölçüsünde yaşanan toplumsal çalkantılar sınıflar mücadelesine yeni bir hava kazandırmış, Türkiye de bu siyasal atmosferden doğrudan etkilenmişti. Kitlesel eylemlerle, grev ve direnişlerle, toprak işgalleriyle büyüyen toplumsal hareket siyasallaşan bir karakter kazanmıştı. Emekçilerin sola, sosyalizme yönelimi hızlanmıştı. Ancak bu hareketliliğin yarattığı siyasal bilincin sınırları vardı. “Sosyalizm” iddiasıyla harekete önderlik edenler büyük ölçüde orta sınıf aydınları, onlar üzerinden şekillenen reformist siyasal akımlardı. TİP, YÖN ve MDD dönemin öne çıkan bu türden sol akımlarıydı. Bu akımların hiçbiri, devrimci iktidar perspektifini, düzeni cepheden karşıya alabilecek bir çizgiyi temsil etmiyorlardı. ‘71 devrimci hareketi, döneme egemen olan bu reformist cendereyi kırmış, sınıflar mücadelesinde yeni bir perde açmıştır.

1960’lara egemen burjuva sosyalizmi dönemi, ‘71 Devrimci Çıkışı’nın ürünü devrimci akımların ‘70’li yılların ikinci yarısında güçlenmesiyle birlikte esası yönünden kapanmıştır. Yeni döneme damgasını vuran devrimdir, devrimci örgüttür.

Bu koşulları yaratan ‘71 devrimci kopuşudur. Yani Denizler’dir, Mahirler’dir, İbrahimler’dir. Reformizmden devrimci kopuşun sağlanmasına önderlik eden bu kadroların devrimci kimliklerinde varolan üstün nitelikler de, Türkiye devrimci hareketine ‘71’den miras kalan önemli kazanımlardır. Her yönüyle düzeni cepheden karşısına alan devrimci bir duruş, düzenin cellâtları karşısında hiçbir koşulda eğilmeme, tereddütsüz bir şekilde davaya adanma, devrimci dayanışma ve siper yoldaşlığı konusunda pürüzsüz bir içtenlik, devrimci örgüt ve pratiğe olduğu kadar teoriye, düşünsel gelişim ve üretime önem veren bir devrimci kadro gerçekliğinin sembolüdür onlar. Türkiye’nin devrim mücadelesinde bir milattır ‘71 Devrimci Kopuşu.

Bugün o dönemin devrim neferlerini anmak demek, adlarını savaş bayraklarımıza yazmak, bıraktıkları mirası sahiplenerek daha ileriye taşımak demektir. Çünkü bu, anılarda kalan bir geçmiş değildir. Onları anmak, duygusal seremoniler hiç değildir. Bıraktıkları mirası sınıf savaşımın gerçekliğinden koparmak, ölümüne bir mücadele içinde yarattıkları değerlere mezar kazmak demektir. Sahip çıkmak, yolunu açtıkları devrimcilği bugünün yeni koşullarında ve yeni bir düzeyde yaşatmak demektir. Büyük fedakarlıklarla, devrime bağlılıkla, güçlü yoldaşlık sevgisiyle yoğurdukları kavgayı sürdürmek demektir.

Ancak bu mirasa sahip çıkmak için daha fazlası gerekmektedir. Aradan uzun yıllar geçmiş, Türkiye devrimci hareketi ‘80 yenilgisini, dünya sosyalist hareketi ‘89 çöküşünü yaşamıştır. Küçük-burjuva sınıf zemininden, onun ideolojik-programatik anlayışından kopamayan sol hareket tasfiyeci dalganın etkilerine karşı koymamıştır. Bu gerici rüzgar karşısında tutunamayanlar büyük savrulmalar yaşamış, devrimci değerler erozyona uğramıştır. Tüm bunlar düzenin devrimci örgütlere yönelik saldırılarıyla birleşince, devrimci örgüt iradesinde büyük bir kırılma ortaya çıkmıştır. Zaman zor dönem devrimciliğini işaret etmektedir.

Devrimci örgütün yaşamsal önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde onların bıraktığı mirası sahiplenmek her zamankinden daha fazla önemlidir. Devrimci önderlerin bu topraklarda yükselttikleri devrimci örgüt fikri ve pratiği bir yana bırakılmakta, legalize olan, düzenin icazet alanına yerleşen anlayışlar güç kazanmaktadır. Artık salt tabelalarla komünist ve salt sloganlarla devrimci olunabilmektedir.

Geçmişin devrimci önderleri üzerine söz söylemeyi marifet sayan reformistler, devrimci mirasın içini boşaltmaktadırlar. Devrime sırt çevirenlerin yüzü Denizler’e dönük değildir. Onların yolu artık TİP’e, YÖN’e, MDD’ye çıkmaktadır. Devrimci örgüt geleneğiyle bağlarını koparanların siyasal platformu, söylemde sarıldıkları “kuşak” tarafından daha ‘71’de aşılmıştır. “Denizlerin yolu”nun devrimin sarp ve dolambaçlı patikalardan geçtiğini aslında çok iyi bilenler bu yolun yorgunudurlar.

Bizlere düşen görev ise adımlarımızı hızlandırmaktır. Devrim bizi bekliyor. Devrimin, yarın olacakmış gibi heyecanını koruyabilen neferlere ihtiyacı var. Devrimin, o tarifsiz güzellikleri bizden sonra geleceklere armağan edebilmek için sabrını bileyen kadrolara ihtiyacı var. Partinin, kendisiyle arasındaki ideolojik mesafeyi kapatmış, kendisiyle bütünleşmiş partililere ihtiyacı var. Çünkü partiyle sınıf arasındaki mesafenin kapatılmasının yolu buradan geçiyor.

Demirde ve çelikte, tekstilde ve dokumada, tütünde ve pamukta, tarlalarda ve okullarda... Çarkların döndüğü, alınterinin aktığı, emeğin hayata can verdiği her yerde mücadele mayalanıyor. Mayanın tuttuğunu müjdeliyor parti. Varsın yol yorgunları bizden önce düşenlerin adlarını dolasınlar dillerine. Oyalansınlar kendi çemberleri içinde. Bizim, bizden önce savaşırken düşenlere devrim sözümüz var. Bu topraklar için tarihsel bir şans olan devrimci önderlerin ektiği ihtilalci fikirler ‘87’de yeniden ve bu kez işçi sınıfı devrimciliği düzeyinde yeşermeye başlamıştır ve boyvermeye  devam etmektedir.

Kavgamız doğurgandır. Kavgamız yeni Denizler’e, Mahirler’e, İbolar’a, Sinanlar’a, Ulaşlar’a, Cevahirler’e gebedir. Ve hala “Deniz olmak”, “Denizlerce çoğalmak” için, gerektiğinde onlar gibi ölebilen Alaattinler’i, Haticeler’i, Habipler’i, Ümitler’i vardır bu davanın. Çünkü “çelik aldığı suyu unutmaz”! 

A. Hikmet

 


Üste