Logo

Yeni dönem ve gelişmeler


Yeni dönem ve gelişmeler

Dünya: Çok yönlü kriz ve büyüyen sosyal mücadeleler

Dünya ölçüsünde yaşanan gelişmeler, özellikle de son bir yılın sarsıcı olayları, partimizin yıllar önce yaptığı yeni bir tarihsel döneme girilmekte olduğuna ilişkin değerlendirme ve tespitlerinin yeni bir düzeyde doğrulanması olmuştur.

Ekonomik-mali bunalımla boğuşan kapitalist sistem 2012 yılına oldukça kötü göstergelerle girmiş bulunuyor. Ekonomik krizin yeniden ağırlaşmakta olduğuna ilişkin pek çok veri kapitalist dünyanın temsilcilerini derin kaygılara itiyor. Büyüme oranlarındaki büyük gerilemeler, boyutlanan işsizlik, Avrupa Birliği'ni sarsan iflas tabloları vb., kapitalizmin metropollerinde de işlerin ne denli zora girdiğini gösteriyor.

Bu ekonomik bunalım temeli üzerinde giderek derinleşen sosyal ve siyasal bir bunalım yaşanıyor. Sosyal yıkım saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Ağırlaşan sosyal sorunlar, servet-sefalet kutuplaşmasının derinleşmesi sınıf çelişkilerini keskinleştiriyor, toplumsal hoşnutsuzluk ve öfke birikiminin daha yaygın ve güçlü bir biçimde dışa vurmasına yolaçıyor. Bu ise tüm kapitalist metropollerde polis devletine geçiş süreçlerini hızlandırıyor.

Derinleşen ekonomik bunalıma aynı zamanda emperyalistler arasındaki çelişkilerin yoğunlaşıp keskinleşmesi eşlik ediyor. Pazarların daralması ve hammadde kaynaklarının öneminin artması, bunlar üzerine rekabeti sertleştiriyor. Silahlanma yarışı yeni boyutlar kazanıyor. Militarizm ve savaşlar artık insanlığın gündemine girmiş bulunuyor.

'89 çöküşü sonrasında burjuva gericiliği tarafından “tarihin sonu” ve “kapitalizmin ebediliği” ilan edilmişti. Bugün ise kapitalizmin akibeti tartışılıyor. Dünyanın mevcut tablosu kapitalizmin onulmaz çelişkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya sermekle kalmıyor, işçi ve emekçi kitlelerin dünyanın dört bir yanında mücadele yolunu tutması, insanlığın ileriye yürüyüşünün durdurulamayacağının da somut bir göstergesi oluyor. Kapitalist metropolleri de içine alan proleter kitle hareketleri, direnişler, grevler ve genel grevler, bağımlı ülkelerde halk ayaklanmaları, tüm dünyada gericilik rüzgarlarını dağıtırken, yeni bir tarihsel döneme girilmekte olduğunun da en çarpıcı göstergeleri durumunda.

Kuşkusuz henüz hedeflenen kapitalizmin temelleri değil. Önderlikten ve programdan yoksun, örgütsüz ve kendiliğinden eylemlerdir sözkonusu olan. Fakat buna rağmen kapitalizmin en temel kurumları hedef haline geliyor, piyasa düzeni ve her geçen gün derinleşen servet-sefalet kutuplaşması geniş kitlelerce sorgulanıyor. Alanlara çıkan kitleler sorunların kaynağı olarak bankalara, borsalara, tekellere işaret etmekle kalmıyorlar, “gerçek demokrasi” istiyoruz diye haykırıyorlar. Gerçek demokrasi talebi, varolanın sahteliğine bir vurgudur. Bu burjuva demokrasisinin inandırıcılığını gitgide yitirmekte olduğunun bir göstergesidir. Burjuva parlamentarizmi emperyalist metropollerde dahi gitgide itibarsızlaşıyor, seçimlere katılım oranları sürekli düşüyor.

“Bunalımlar ve savaşlar” bugünün somut olgusal gerçekliği iken, dünya ölçüsünde güç kazanan sosyal mücadeleler ile halk ayaklanmaları ise, yeni bir devrimler döneminin de gelmekte olduğunun ilk işaretlerini oluşturuyor. Bu, önümüzdeki sürece, daha da sertleşip yaygınlaşacak sosyal çatışmaların damgasını vuracağı anlamına geliyor.

Türkiye: Biriken sorunlar, büyüyen açmazlar

Türkiye'nin sosyal mücadele tablosuna bakıldığında, işçi ve emekçi hareketi saflarında yıllardır süren parçalı ve dağınık çıkış arayışlarının ve örgütlenme çabalarının yoğunlaşması dışında henüz esasa ilişkin bir değişimden söz etmek mümkün değildir. Dinsel gericilik ve şoven milliyetçilik başta olmak üzere her renkten burjuva gericiliğinin çok yönlü kuşatmasının yanı sıra, bugün sınıfı ve emekçileri birleşik bir güç olarak hareket geçirebilecek tek örgütlülük olan sendikaların durumu ve tutumu da bunda temel bir rol oynamaktadır.

Yakın tarihinde büyük bir sosyal uyanışa ve iki devrimci yükselişe sahne olan Türkiye, sistem için taşıdığı büyük stratejik önemden dolayı, özellikle ABD emperyalizmi eliyle kapsamlı sonuçları olan özel operasyonların konusu oldu. Devrimci gelişmenin ve sosyal mücadelenin önünü kesmede dinsel gerici ideoloji etkili bir dalga kıran olarak kullanıldı, dinci akımların gelişip güçlenmesini sağlayacak zemin bizzat sermaye devleti eliyle yaratıldı. Özellikle 12 Eylül faşist askeri darbesinin düzlediği zeminde bu doğrultuda belirgin bir başarı sağlandı. Devrimci akımların ezilmesi, sosyal mücadelenin bastırılması, böylece çaresizliğe itilen emekçi kitlelere sosyal yıkım ve yoksulluğun dayatılması sayesinde, dinsel gericiliğin güçlenip palazlanmasına uygun bir sosyal, siyasal ve kültürel atmosfer oluştu. Bunu devletin dinsel ideoloji ve kurumları devrime karşı bir dalga kıran olarak hayatın tüm alanlarında öne çıkarması, desteklemesi, özendirmesi tamamladı. Tüm bu süreç kudurgan bir şoven gericilikle belirlenen '90’lı yıllarda zehirli meyvelerini verdi. Her biçimiyle dinsel gericilik, emekçi kitleleri denetim altına almanın ötesinde bir güç ve etki alanına ulaştı. Tüm dinsel gericilik odakları AKP şemsiyesi altında birleşik bir güç haline geldiler, emperyalizme ve işbirlikçi büyük burjuvaziye sadakatle hizmetin ödülünü devleti ele geçirerek almış oldular. Bu beraberinde sancıları halen de süren karmaşık bir rejimi krizi getirmiş olsa da.

ABD desteği sayesinde orduyu hizaya getirmeyi ve diğer kurumları büyük ölçüde ele geçirmeyi başaran dinsel gericilik, halen gerçek bir iktidar gücü durumundadır. AKP çatısı altında toplanan dinsel gericilik asıl gücünü ABD emperyalizminin bölgesel politikalarına yanıt veren uşaklık çizgisinden almakta, büyük bir sadakatle bunun gereklerini yerine getirmektedir. Yanı sıra, büyük burjuvazinin tüm kesimlerinin çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, alternatifsizliği koşullarında onu TÜSİAD'cı burjuvazi için de tek seçenek haline getirmiştir. İşçi ve emekçilere yönelik saldırı politikaları, onun iktidarı döneminde, bir bütün olarak tekelci burjuvazinin karlarının misli görülmemiş ölçüde katlanmasını sağlamıştır. Özelleştirme yağmasından en büyük payı da işbirlikçi tekelci burjuvazinin geleneksel kesimleri almıştır.

ABD'nin ve büyük burjuvazinin verdiği desteğin sürmesi ve alternatifi bir yana az-çok etkili bir muhalefetin dahi olmaması bugün bu gerici odağı alabildiğine pervasızlaştırmaktadır. İktidar olmanın olanakları ölçüsüz ve kuralsız bir biçimde kullanılmakta, her türlü muhalefeti ezme politikası izlenmektedir. Bir dizi operasyonla elde edilen mevziler güçlendirilmeye çalışılmakta ve yeni alanlara el uzatılmaktadır. Hukuksal süreçlere yasa ve kurallar değil, cemaat polisi ile cemaat yargısının tümüyle keyfi uygulamaları yön vermekte, bunun için gerekirse “delil üretme” yoluna gidilmektedir. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesine yönelik saldırganlık her geçen gün yeni bir boyut kazanmakta, kitlesel KCK operasyonlarına Kürt halkına gözdağı vermeyi amaçlayan ve sıradan insanları hedef alan imha saldırıları eşlik etmektedir. Yıllardır işçi ve emekçilere yönelik olarak hayata geçirilen yıkım politikaları yeterli görülmemekte, yeni saldırıların hazırlıkları yapılmaktadır. Bölgede ABD emperyalizminin ihtiyaçları doğrultusunda son derece saldırgan bir politika izlenmekte, hiçbir dönem ABD ile çıkarlarımız bu denli ortaklaşmamıştı denilerek, bu utanç verici işbirlikçi çizgi övünç konusu yapılabilmektedir, vb...

Tüm bunların büyük bir pervasızlıkla sergilenebilmesi dinci-gerici koalisyonun elde ettiği gücün bir göstergesi gibi görünse de, gerçekte tepki ve hoşnutsuzlukları biriktiren, çelişki ve çatışmaların açığa çıkmasını sağlayan bir süreç yaşanmaktadır. Ancak askeri rejimlerin başvurabileceği keyfi faşizan icraatlar, “askeri vesayetin sonu” iddialarının ve “ileri demokrası” safsatalarının içyüzünü açığa çıkarmakta, buna ilişkin yanlısamalar günden güne darbelenmektedir.

Öte yandan, dinci-gerici koalisyonun kendi içindeki çatlaklar da su yüzüne vurmaya başlamıştır. Onları bir arada tutanın “kutsal değerler” değil gerici çıkarlar olduğu giderek daha açık bir biçimde görülmektedir. İktidar olanaklarından kimin daha çok yararlanacağı, kimin daha çok pay alacağı kavgası, bazı gelişmelerin etkisi altında kendini dışa vurmuştur. Bugüne kadar iktidarın nimetlerini ele geçirmek birleştirici bir rol oynamış olsa da artık gündemde bu nimetlerin yeni bir düzeyde paylaşımı var ve bu da beraberinde önemli sorunlar getirecektir. Gerici-dinci koalisyonun önemli zayıflık alanlarından biridir bu. Gerçekte bir çıkar çetesi koalisyonu oldukları gerçeğini dışa vuran ilk çatışma belirtileri, yoksulluğa itilen emekçiler nezdinde giderek teşhir olmalarını da kolaylaştıracaktır.

Geçtiğimiz yıl üzerinden çizilmeye çalışılan tüm iyimser tabloya ve büyüme rakamlarına rağmen, ekonomik alanda da işler iyi gitmemektedir. Olumlu ekonomik göstergelerden biri sayılan yüzde 7.5'luk üretim artışı, işçilerin son derece ağır koşullarda çalıştırılması, azgınca sömürülmesi sayesinde başarılmıştır. Bu artışın istihdama ve ücretlere yansımaması, burjuvazinin nasıl sorunsuzca kasalarını doldurduğunu göstermektedir. 2011'de “ihracat patlaması” yaşandığına ilişkin propaganda ise, gerçekte ekonomideki en zayıf noktanın üzerini örtmeye yöneliktir. İthalatta öylesine büyük bir patlama yaşanmıştır ki, ithalat-ihracat rakamları arasındaki açık çok yüksek oranlara ulaşmıştır. Ekonomi uzmanları ihracatın zararına yapıldığını açıklamaktadırlar. Yanı sıra, ekonominin çarklarının ancak sıcak para akışı ile dönebilmesi, artan döviz fiyatları, dünyada ekonomik krizin ağırlaşacağına ilişkin veriler, Türkiye ekonomisini doğrudan etkileyecek olan Avrupa Birliği ülkelerindeki iflaslar vb., işçi ve emekçileri oldukça zor bir yılın beklediğini göstermektedir.

Emperyalist politikalara tam uyum ve sosyal yıkım saldırılarının sorunsuzca uygulanması sayesinde açık tutulan kredi muslukları ile özelleştirme yağması, AKP'nin bugüne kadar ekonomik cephede sorunları nispeten kolay aşmasını sağlamıştır. Türkiye tarihinde en büyük borçlanma AKP döneminde yaşanmıştır. Bunun biriktirdiği faturanın yanısıra dünya ölçüsünde yeniden ağırlaşacak bir krizin etkileri, daha acımasız sosyal yıkım saldırılarının gündeme gelmesine yol açacaktır.

Kürt sorunu: Açılım’ın iflası ve Kürt hareketinin açmazı

Önümüzdeki süreçte AKP'yi en çok zorlayacak sorunlardan biri de Kürt sorunudur. Suriye rejimini kendi halkına kurşun sıkmakla suçlayanların kendi insanlarını kimyasal silahlarla katletmesi ve ardından sergilenen tutum ibret vericidir. Bu olay AKP'nin gerçek yüzünü tüm çirkinliği ile ortaya sermiştir.

Rejimin “Kürt açılımı” adı altında sergilediği orta oyununun son perdesi, Uludere'deki insanlık dışı katliamla kapanmış bulunuyor. Uzun bir dönemdir kitlesel bir tutuklama terörü ve imha saldırıları eşliğinde süren tasfiye operasyonu, “Kürt açılımı” ile hedeflenenin ne olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koymuştu. Gerçekleştirilen bu katliam ise, devletin ve AKP'nin Kürt halkına boyun eğdirebilmek için hangi yol ve yöntemlere başvurabileceğinin iğrenç bir örneği oldu.

Ancak, bu tür yol ve yöntemlerden medet ummak bir güçsüzlüğü, dahası çözümsüzlüğü anlatıyor. Olayın ardından rejim cephesinden sergilenen sözde kararlılık gösterilerini, gerçekte teşhir olmuşluğun yarattığı bir zayıflık ve bu sorunun çözümünde düşülen açmazın bir ifadesi saymak gerekiyor. Zira Kürt hareketinin tasfiyesine dayalı sözde açılımlarla Kürt halk kitlelerinin ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerinin boğulamayacağı görülmüş, baskı, terör ve katliamlarla yol alma politikası öne çıkarılmıştır. Kürt hareketinin kendi çizgisinde sergilediği direnme kararlılığı da bunda önemli bir rol oynamıştır.

Ne var ki yaşanan süreç Kürt sorununun özgürlüğü ve eşitliğe dayalı bir çözümünün mevcut düzen altında mümkün olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. Dolayısıyla Kürt hareketinin sorunu direnme kapasitesinde değil fakat izlediği stratejik çizgidedir. Kürt hareketinin mevcut stratejisi, devletle masaya oturmaya ve sorunu bu düzen temelleri üzerinde çözmeye dayalıdır. Yürütülen silahlı mücadele de devleti buna zorlama hedefine dayalıdır. Fakat olaylar döne döne bu stratejiden bir sonuç çıkmayacağını göstermiştir ve göstermektedir.

Kürt hareketi ya istemlerini ya da halen izlediği stratejiyi temelden değiştirmek alternatifleri ile yüzyüzedir. Bu yapılmadığı sürece mevcut kısır döngü sürüp gidecek, buna da Türkiye’nin ve Kürdistan’ın devrimci olanaklarının döne döne heba edilmesi süreci eşlik edecektir.

 EKİM


Üste