Logo

Kitle çalışmasının bazı sorunları


Kitle çalışmasının bazı sorunları

'90’lı yılların ortasından itibaren kitlelerde belirgin bir geri çekilme ve örgütsüzlük sözkonusu. Örgütsüzlüğün olduğu yerde ise sistemin yalnızlaştırma politikası etkili hale geliyor. Bunu kitle çalışmasında, fabrikalarda, semtlerde görüyoruz. Kitlelerin mücadeleden uzaklaştığı, kendi sorunlarına yabancılaştığı bir tabloyla yüzyüzeyiz. Çalışma koşullarının ağırlaştırılması, güvensizleştirme, böl-parçala yöntemi vb. bu sonuca yol açıyor. Bunda özellikle de burjuva medya önemli bir rol oynuyor.

Tablonun böyle olduğu yerde, daha etkin, canlı ve çok yönlü bir faaliyetle kitlelerin önüne çıkabilmemiz gerekiyor.

Doğru bir müdahale tarzı!

İşçileri ailesi ve çevresinden bağımsız ele alamayız. Fabrikada çalışan bir işçiyle sınıf çalışması üzerinden ilişki kurarken, mutlaka ailesi ve sosyal çevresini de hedefler bir tarzda hareket etmeliyiz.

 İşçilerin yaşamının her alanına müdahale edebilmenin önemi yeterince açık. İzlenen tv dizilerinden komşuluk ilişkilerine, mahallenin sorunlarından çevre sorunlarına kadar pek çok konuda bir sınıf devrimcisi olarak söz söyleyebilmeli, yönlendirebilmeliyiz. Bunları doğru bir şekilde yaptığımızda politik müdahalemiz daha da kolaylaşacaktır.

Eğer sadece kitabi doğrular üzerinden hareket eder, Marksizmi kuru bir tarzda aktarmaya çalışırsak, bunun bir karşılığı olmayacaktır. İşçiler, ya “bu arkadaş çok iyi biliyor, biz anlamıyoruz!” ya da “benim dilimden konuşmuyor, ne dediğini anlamıyorum!” diyecektir. Nitekim yer yer denilmektedir de.

İşçilerden daha deneyimli ve birikimli olmamız hiçbir zaman “ben bilirim” tarzında bir yaklaşıma yol açmamalıdır. İşçiye sorununu anlatırken kurduğumuz cümlelere, kullandığımız kelimelere dikkat etmeliyiz. Sorunları “biz” olarak ortaya koyabilmeliyiz. Dışarıdan konuşan, sorunu kendinden öte gören bir bakış ve pratik bizi sınıf dışı bırakır.

İşçiler bugün büyük bir cendere altındadır, bunalımdadır, güvensizdir, çıkış yolu aramaktadır. Fakat bu, işçiler varolan sorunların farkında değil demek değildir. Unutmayalım ki yılların büyük tortuları, yenilmişliği var. Devrimci güçlerin ve ileri kesimlerin düzeniçi bataklığa düşüşü var. Bu nedenle sınıfın uzun yıllar sendikal bürokrasi cenderesi içerisinde hapsolması var. Tekil direnişlerden istenilen sonuçlar alınamıyor. Dolayısıyla kitleler büyük bir boşluk içerisindeler. Bu yanıyla sınıf kitlesine öncülük misyonuyla yaklaşabilmeli, onu kuşatabilmeliyiz.

Politikleştirme ve örgütleme sorunu

İlişkilerimizi politikleştirmek tek başına kitap okuma üzerinden düşünülmemeli. Öncelikle ilişkimizin anlama kapasitesini, siyasal düzeyini saptamak gerekiyor. Bunu saptadıktan sonra herkesin okuyabileceği, emek-sermaye ayrımını bir şekilde anlayabileceği araçlar kullanmalıyız. Bunlar düzeylerine göre yayınlar, kitaplar, filmler, tiyatro vb. olabilir. Bu araçları kullanırken birkaç kişiyle birlikte yapabilmeyi planlamak ve tartışmak önemlidir. Bu kollektif bakışı, birlikte hareket etmeyi bilince çıkaracaktır.

Her düzeydeki kitle ilişkisine bir şeyler okutabilmek üzerine tartışabilmeliyiz. İşçi eğitim grupları oluşturmak hedefimizdir kuşkusuz. Fakat bunun hayata geçirmede zorlanma yaşıyoruz. Bugünkü işçi kitlesinin bilinç düzeyi henüz bunu yapabilmekten uzak. Böyle bir durumda gereksiz zorlamalarla ilişkilerimizi yıpratmamalıyız. Bunun yerine kimi zaman iş hukuku, kimi zaman tarihimizden öğrenerek (15-16 Haziran Direnişi), kimi zaman sınıflar, emek nedir gibi gündemler çerçevesinde toplantılar yapabiliriz. Ya da doğallığında yapacağımız sohbetleri bir eğitim çalışmasına çevirebiliriz.

İşçi sınıfının temelde pratik içerisinde öğrendiğini unutmamalı, mücadele pratikleri üzerinden siyasal bir bakış vermeye çalışmalıyız. Fakat bunu yapabilmek için devrimci kadronun da kendisini sürekli ve sistematik olarak eğitmesi, ideolojik-politik olarak geliştirmesi gerekmektedir. Bu başarılmadan, rutini aşan, zenginleşen bir faaliyeti örmek mümkün değildir.

Yukarıda, işçi arkadaşların çevresini doğal kitlemiz olarak görebilmeliyiz demiştik. İlişki kurduğumuz işçiyi onlardan sorumlu tutabilmeli, bu bilinçle hareket etmesini sağlamalıyız. Bunun için ilişkimiz olan işçi özne olduğunu hissedebilmelidir. Ona bu çerçevede bir inisiyatif alanı açılabilmeli, güven verebilmeliyiz.

İşçiler bizi yaşamın her alanında görebilmeli ve güven duyabilmelidirler. Diğer türlü, memur ruh haliyle, fabrikasıyla ilgili “gittim görüştüm!” bakışı ile sonuç elde edilemez. Birçok şeyi değerlendirme ve yönlendirme iradesini gösterebilmek kuşkusuz bir kapasite ister. Fakat bunu yapamadığımız koşullarda sadece söz söyleyen kimseler durumuna düşeriz.

Örneğin, çevremizdeki bir emekçi ev kadınına gelişen bir direnişin içeriğini anlatarak, destek için mahalledeki komşularından yiyecek toplamasını sağlayabiliriz. Bir ziyaret organize edebiliriz. Direnişte olan işçilerin de evli, geçim derdi olan, çocukları olan insanlar olduğunu anlatarak, bunun bir ihtiyaç ve görev olduğunu anlatabiliriz. Karşımızdaki önce buna insani yönüyle bakar ve bu doğaldır. Fakat ardından gerçekleşecek ziyaret, direnişçi işçilerle kurulan temaslar o ev kadının taraflaştırır, politikleştirir ve sınıf dayanışması bilincini geliştirir.

İşçi arkadaşların çevrelerinin işçilerden oluşması tesadüf değildir. Onların yaşamlarına girmek, başka fabrikaların işçilerine ulaşmak demektir. Yanısıra öğrenci gençlik çalışması, emekçi kadın çalışması demektir. Eğer onların yaşamına girmeyi başarmışsak, etki alanı yaratarak bu ilişkileri değerlendirmekte, giderek örgütlemekte zorlanma yaşamayız.

Kuru ve mekanik yaklaşımdan uzak durmalıyız!

Kuru ve mekanik bir yaklaşım tarzı, üçüncü gün işçilerin bizimle görüşmekten kaçınmalarına yol açar. Öncelikle bizimle ilişkilerini bir ihtiyaç haline getirmeliyiz. Neden örgütlü olmaları gerektiğini döne döne yaşamın çeşitli sorunları üzerinden anlatabilmeliyiz.

Herşeyden önce dostluk ilişkisi kurmayı başarabilmek durumundayız. Çünkü işçiler ve emekçiler, hangi ideolojiden olursa olsun, öncelikle insan olarak bakıyor, ona göre değer verebiliyor. Aynı işçi bir yoldaşı daha yakın görebiliyor. Burada yanlış olan ya da olmaması gereken bir durum yoktur. Örgütlü insanlar olarak bizler bile kimi yoldaşlarımızla daha yakın ilişkiler kurabiliyoruz. Bu insani bir durumdur, apolitik olarak değerlendirilemez. Nereye giderseniz gidin, ilişkilerde bu önemli bir rol oynamaktadır. Yılların devrimcisi de olsanız, insanlar sizin ona nasıl yaklaştığınıza, nasıl hareket ettiğinize, zor gününde yanında olup olmadığınıza bakıyorlar. Bunlar insani duygulardır.

Kitleleri olgunluğumuzla, mütevazi duruşumuzla etkileyebilmeli ve insani beklentilerine karşılık verebilmeliyiz. Fakat bunu siyasal bir kimlikle, politik bir bakış açısıyla, ilişki içinde olduğumuz işçi ve emekçileri ileriye çekmeye çalışarak yapabilmeliyiz. İşte o zaman bunun nasıl yeni imkanlar yarattığını göreceğiz. Kimi yoldaşlarımız bunu küçümsüyor, apolitizm olarak değerlendiriyor, sonra da dar bir ilişki ağından bir türlü kurtulamıyoruz diye yakınıyorlar.

Özellikle içinden geçtiğimiz dönemde kitleleri yaşam alanlarından kuşatmak, sosyal hayatlarına girmek, sonuç alıcı bir siyasal çalışma açısından sanıldığından da önemlidir. Harcadığımız onca emeğe rağmen yaşadığımız darlığı kıramamada bu önemli bir rol oynamaktadır.

B. Toprak


Üste