Logo
< 15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi

Ulucanlar Direnişi 9. yılında!


Ulucanlar Direnişi 9. yılında!

Şan olsun Ulucanlar direnişine!

Ulucanlar katliamının üzerinden 9 yıl geçti. 26 Eylül ‘99 tarihinde başkentin göbeğinde gerçekleşen bu planlı faşist katliamda, ikisi Partimiz’in MK üyesi olan toplam 10 devrimci vahşice katledilmişti. Fakat üzerinden yıllar geçse de, hem bu katliam, hem de katliama karşı sergilenen direniş unutulmadı. Ulucanlar kendinden menkul bir direniş olarak da kalmadı. Hem zindanlardaki devrimci tutsaklara hem de genel olarak toplumsal muhalefete büyük bir direnme ruhu, büyük bir moral güç ve coşku sağladı. Böylelikle arkasında önemli izler bıraktı.

Öyle ki, katliamın en önemli hedeflerinden biri hücre saldırısına hazırlık yapmak, bu saldırı öncesinde Ulucanlar gibi devrimci tutsaklar açısından kritik ve önemli bir mücadele mevzisini düşürebilmekti. Fakat Ulucanlar’da can pahasına sergilenen büyük direniş bu planı bozdu. Devlet vahşi bir katliamla Ulucanlar zindanına hakim olsa da, büyük bir siyasal ve moral yenilgi aldı. Bundan dolayı hücre saldırısını bir süre daha ertelemek zorunda kalırken, devrimci tutsaklar gelecek saldırıyı beklemek yerine büyük zindan direnişini gündeme aldılar. Ulucanlar’da direniş, zindanlardaki devrimci direnme geleneğine yeni bir halka eklenirken, canlar pahasına yükseltilen direnme ruhu ve coşkusuyla daha sonraki büyük direnişlere ilham verdi. Burdur’da, 19 Aralık’ta devrimci tutsakların elinde bayrak oldular.

Ulucanlar sadece içeride değil, dışarıda da toplumsal muhalefet üzerinde benzer etkilerde bulundu. Öyle ki katliam sonrasında toplumsal muhalefetin ileri güçlerinden başlayarak ortaya konulan kavgada düşenleri sahiplenme ve katliamcılardan hesap sorma ruhu oldukça dikkat çekiciydi. Bu sadece yitirdiklerimizin cenazelerini sahiplenme aşamasında değil, daha sonra Ulucanlar davaları süresince de görülen açık bir olguydu. Habip yoldaşın İzmir’deki cenaze töreni sırasındaki jandarma terörüne karşı gösterilen tok militan yanıt, Ulucanlar davasının duruşma günlerinde Ankara yollarında ve sokaklarındaki militan kitle gösterileri ve çatışmalar hatırlanmalıdır. Devrimci güçler ve toplumsal muhalefetin diri güçleri bu süreç içerisinde yakınlaştılar. Bu yakınlaşma sadece şehitlerin sahiplenmesinde ve siyasal bir çerçeveyle sınırlı da kalmadı. Örneğin yerel Emek Platformları’nın örgütlenmesinde olduğu gibi sınıf ve emekçi hareketine yön verme çabasında somut anlamını bulan bir sorumluluk bilinci de kazanıldı. Zira “Hücre Karşıtı Platformlar” da zindanlardaki mücadeleyle dayanışma çerçevesinde yine Ulucanlar direnişinin açtığı yolda ve yarattığı moral birikimlerin sonucunda hayata geçirildi.
Daha tarihsel ve genel bir ölçekten bakıldığında ise, Ulucanlar direnişinin çok daha büyük bir anlam ve öneme sahip olduğu görülmektedir. Çünkü, kararı devletin yönetici karargahlarında alınan katliamın hedefinde, sadece zindanlara hakim olmak yoktu. Kürt hareketinin teslimiyet batağına sokulmasına da dayanarak genel olarak topluma ve özelde devrimci harekete hakim olmak, tam bir ideolojik-politik ve moral üstünlük kurulmak isteniyordu.

Devlete karşı direnmenin hem imkansız ve hem de gereksiz olduğu, kapitalizmin ebedi bir sistem olarak gösterilip kutsandığı, tersinden de sosyalizmin totaliter bir rejim olarak kodlanıp mahkum edildiği bir tasfiyeci ideolojik-politik saldırı dönemiydi bu. Yüzbinlerce Kürt emekçisinin doğrudan ve dolaylı desteğine sahip bir hareketin önderliği devlete biat ediyor, sosyalizmi ve devlete karşı mücadeleyi mahkum ediyordu. Doğal olarak bu, hem devrimci hareket, hem de genel olarak toplumsal muhalefet üzerinde büyük bir tasfiyeci basınç yaratmaktaydı. Politik ve moral bakımdan son derece güç koşullar demekti bu.

Sermaye devleti de zaten bu koşulları hesaba katarak başkentin göbeğinde böylesine vahşi bir katliam için cesaret bulmuştu. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerle bağları son derece zayıf olan ve marjinalleştirme kıskacına alınmış olan devrimci hareketi, tam da bu zayıf anında vurmak ve böylelikle iradesiz ve takatsiz bırakmak ve tasfiye etmek hesabındaydı.

Ancak böylesine olumsuz ve zor şartlarda kanlı bir saldırıyla boyun eğdirilmek istenen devrimci tutsaklar büyük bir direnişe imza attılar. İradelerini, kimliklerini teslim almak isteyenlerin karşısına “asıl siz teslim olun” cüretkârlığıyla çıktılar. “Biz yokuz komutanım”  sözlerinde sembolleşen teslimiyetçiliğe göğüs gerdiler.

Bugünden bakıldığında, Ulucanlar direnişinin ortaya koyduğu bu cüretkârlığın anlamını ve tarihsel önemini daha iyi görebiliyoruz. Sermaye devleti, Ulucanlar’da başaramadı ama o dönem elde ettiği imkanları sonuna kadar kullandı. Bu yolda Ulucanlar’da başladığını 19 Aralık’ta daha ileri bir aşamaya ulaştırdı. Tam bir savaş düzeninde devrimci hareketi teslim almak için yüklendi. Fakat direniş ruhu teslim alınamadı. Devrimci tutsaklar teslim alınamadı, devrimci irade kırılamadı. Sonuçta, tarihsel ömrünü çoktan tüketmiş olan sermaye düzeni, yapısal sorunlarına çözüm üretemediği gibi elindeki imkanları da hızla tüketti. Tam bir iflas ve çözümsüzlük tablosuyla yüzyüze kaldı. Devrimci hareketin tüm güçsüzlüğüne ve kan kaybına karşın ona egemen olamadı. Devrim davası, bu topraklardaki güncelliğini ve varlığını korudu, korumaya devam ediyor.

En önemlisi, Ulucanlar katliamında devletin özel hedefi durumundaki Partimiz’in durumudur. Ulucanlar’ın hedef seçilmesinin en önemli nedenlerinden biri, bu cezaevinin Habip yoldaş şahsında temsil edilen Partimiz’in direnişçiliğinin kalesi olmasıdır. Ama bu direnişçilik zindanlarla sınırlanamaz. Partimiz o son derece kritik günlerde teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı mücadelenin bayrağını da cüretle taşımaktaydı. Rüzgarın tersten estiği böyle bir dönemde gerçek bir sınav veriyor, devrim ve sosyalizm bayrağını yukarıda tutuyordu. Ulucanlar direnişi, işte Partimiz’in verdiği bu mücadelenin bir parçası olmuştur. Sonuçta, son derece güç koşullarda bulunuyor olmasına ve katliamda iki önder kadrosunu kaybetmesine karşın Ulucanlar katliamından güçlenerek çıkmıştır Partimiz.

Katliam gerçekleştiğinde Partimiz, birinci kuruluş yılını tamamlamak üzereydi. Kurulduktan hemen sonra yediği darbe nedeniyle büyük bir kan kaybı yaşamış, yaralarını sarmaya çalışıyordu. “Devirmeyen darbe güçlendirir!” şiarıyla Parti örgütü ve çalışması “yeniden inşa” ediliyordu. İşte bu döneme denk gelen Ulucanlar katliamı, başka hedefler yanında Parti’yi de devirmeyi hedefleyen yeni bir darbeydi. Fakat Habip ve Ümitler’in Partisi, Ulucanlar’daki direnişçiliğiyle bu darbeyi göğüsleyerek onu “yeniden inşa” yolunda önemli bir dayanağa çevirmesini bildi. Habip ve Ümit yoldaşlar Ulucanlar’da tereddütsüz ölerek Parti’yi yücelttiler. Direnişçi kimlikleri ve devrimci kişilikleriyle Parti’yi özetlemekle kalmadılar, “yeniden inşa” için hayati olan moral imkanları da sağladılar.

Bunun için, bugün artık o günden bu yana her açıdan önemli mesafeler kat ederek 10. yılını dolduran Parti’nin tarihinde Ulucanlar’ın önemi tartışılmazdır.

Partimiz’in 10. yılını kutladığımız bugünlerde, Ulucanlar direnişini ve şehitlerini, özelde de “partinin özü ve özeti” olan Habip ve Ümit yoldaşları anmak, anlamak, onlardan öğrenmek her zamankinden çok daha önemlidir.

10. yılında Parti bayrağını, bu bayrak uğruna tereddütsüz ölen yoldaşlarımızdan aldığımız güç ve inançla daha yükseklerde dalgalandırmak için görev başına!

Şan olsun Ulucanlar Direnişi’ne!
Şan olsun bu dava uğruna tereddütsüzce ölümü göğüsleyenlere!
Şan olsun Habipler’in ve Ümitler’in Partisi’ne!



Üste