Logo
< 15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi

Görevler ve yeterlilikler üzerine


Pratiğimizden gereken sonuçları çıkarmayı bilelim!

Görevler ve yeterlilikler üzerine 


“Benim bu konuda yeteneklerim sınırlı, daha iyi bir tercih yapılabilir.”

“Yaparım ama daha önce hiç yapmadım, tam kafama oturmadığından kaygılanıyorum.”

“Bu görev için ben çok uygun değilim, daha önce de hiç yapmadım, hem X bu işi iyi yapıyor, gene o üstlensin.”

“İnsanların yetenek ve becerileri farklı farklı, herkes her işi yapamayabiliyor, neden bir zorlamaya giriyoruz”…

Planlamalar üzerinden gündeme gelen iş paylaşımlarında yer yer karşılaşılan itirazlardan küçük alıntılar bunlar. Söylemek gerekir ki, belli yönleri ile haklı itirazlar olarak kabul edilebilirler. Zira, herhangi bir planlamanın başarısı yalnızca o planlamaya dayanak olabilecek imkanların doğru tanımlanabilmesi ile değil, aynı zamanda buna uygun bir görevlendirmenin yapılabilmesiyle de doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla, insanların özelliklerini doğru değerlendirmek, görev dağılımı yapılırken bu özellikleri gözetmek, her düzeydeki çalışma organımızın ortak bir tutumu olabilmelidir. Ve ortada kabaca bir işten kaçma durumu yoksa (ki tartışmaya çalışacağımız durum bu değildir), kişinin kendi beyanı, kendini yeterli-hazır bulup bulmaması da önemli bir veri olarak kabul edilebilmelidir.

Fakat görevlendirmeler sorununa her durumda kişiyi ve özelliklerini temel alan bir yerden bakılabilmesi de ne yazık ki mümkün değildir. Siyasal mücadelenin çok yönlü görevleri ile karşılaştırıldığında dar sayılabilecek bir kadro birikimine sahip olduğumuz gerçeği bile bunun neden böyle olamayacağını anlatmaya yeter. Bu, sorunun bir yanı.

Öte yandan, bir partinin görev ve işbölümü politikasına sadece mevcut görevlerin üstlenilmesi zorunluluğu yön vermez. Kendimizi somut durumdan soyutlayarak düşünelim. Ortaya çıkmış yeni görevleri göğüsleyebilecek güçler mevcut olduğu koşullarda, parti başka güçlerden de bu görevlere talip olmalarını istemeyecek mi? Onlarında çok yönlü gelişimini, değişik tecrübeler altında eğitimini önemsemeyecek mi?

Bunu önemsemeyen bir parti kendi iç gelişme dinamizmini kaybeder. Herkesin “iyi ve verimli” olduğu işi yapması adı altında kendi bünyesini bir tür bürokrasiye teslim eder. Her bir kadro kendi “iyi yapabildiği iş”in sınırlarına saplanır, çok yönlü gelişim süreci yaşamaktan mahrum birer memura dönüşme riski ile başbaşa kalır. Sorun bununla da sınırlı kalmaz. Böyle bir parti büyüyüp gelişen mücadelenin ortaya çıkardığı yeni imkanları değerlendirme, görevlerin altına girme gücü ve iradesini de kendinde bulamaz. Böylece yalnızca kendi iç gelişme dinamizmini değil genel olarak gelişme dinamizmini kaybeder.

Siyasal bir iddiaya sahip her devrimci örgüt güçlerinin çok yönlü gelişmesinin önemini bilir. Parti değişik özelliklere sahip güçlerin kolektif birliği olduğuna göre, bu gelişim sürecinin kişiden kişiye eşitsiz olmasından doğal bir şey yoktur. Ama bu eşitsiz gelişim süreci birleşik bir yöne doğru evrilir-evriltilir. İdeolojik, örgütsel ve devrimci kimlik planında ortak birleşik zemin ve bunun yarattığı düşünüş ve eylem yeteneğinine sahip olmak olmazsa olmazdır. Bütün güçleri yaratılan en üst birikim düzeyine çıkarmaya çalışmak ise kesintisiz sürdürülmesi gereken bir çabadır. Böyle bir çaba ile birleştiği zaman “işbölümü”, “uzmanlaşma” “doğru insan doğru yere” söylemleri anlam ve uygulanabilirlik zemini kazanır. İşte bu zeminde kişilerin yetenek, düşünüş ve algılayış “farklılıkları” birbirini tamamlayan bir güce dönüşür.

Başa dönersek, kişilerin yeteneklerinin eşit olması, herkesin her görevi aynı şekilde yapması mümkün olmayabilir. Ama bu beceriyi kazanma çabası devrimci gelişim sürecinin vazgeçilmez öğesidir. İçine girilen her yeni pratik, her yeni görev, bunların bıraktığı birikimler kişisel gelişim sürecinin temel dinamiğidir. Bunun için kişi şu veya bu göreve önerilirken, esasta yetenek-yeterlilik sorunu üzerinden bakılamaz-bakılmamalıdır.

Ama denilebilir ki; “Ya planlamalarda sorumluluk üstlenenlerin donanımındaki sınırlar nedeni ile değerlendirilemeyen ya da heba edilen imkanlar… Yeterince başarıyla yerine getirilemeyen görevlerin hem genel olarak parti çalışmasına, hem de bu işleri üstlenen yoldaşların kendi gelişim sürecine yansıyan olumsuz etkileri…”

Bunlar elbette siyasal yaşamımızın gerçekleridir. Fakat bu olumsuz etkileri esas alarak görevlendirmeler sorununa bakmak, yetersizlik halini değiştirilemez bir olgu olarak ele almayı doğurur.

Ortada doğru bir ideolojik çizgi, buna dayalı bir program ve bu programa hayat vermeyi esas alan bir tarz varsa, bu, kadro ve militanların irade ve çabası ile birleşiyorsa, yetmezliklilerin aşılabileceği asgari bir zemin var demektir. Bu zeminde başarısızlıklar geçici, kazanımlar kalıcı olacaktır. Kişinin kendini aşabileceği esas alan siyasal pratiktir. Bu pratik içinde karşılaşacağımız her yeni durum/her zorlanma kendi sınırlarımızı aşmak, birikim ve deneyimimizi geliştirmek için bir imkandır. Bazı konulara kişisel yatkınlıklar bir yana konulursa, siyasal yaşamda önsel olarak yetenek, beceri, yeterlilik gibi olgular yoktur. Bunlar belli bir sürecin birikimi olarak kazanılır. Hiçbir yeni duruma da içine girmeden tam olarak hazır olmak mümkün değildir. Dahası hiç şüphe duyulmamalıdır ki, bugün üstlendiği sorumlulukları az-çok başarı ile sürdürdüğünü düşündüğümüz her yoldaşın da kendi yetersizlikleri noktasında bizlere söyleyebileceıi çok şey vardır.

Kendi yetersizliklerimizin parti çalışmasında yaratabileceği olumsuz etkiler konusunda kaygılanmak elbette sorumlu bir tutumdur. Tabii ki, eğer bu kaygılar kendimizi geliştirmek, sınırlarımızı aşmak, yetersizliklerimizle mücadele etmek çabası ile birleşiyorsa. Şu veya bu yetersizliği görmek ve bunu hesaba katmak ile bunlara saplanıp kalmak iki farklı tutumdur.

Öte yandan, partinin olağanüstü durumlar hariç, belli zorunluluklarla karşı karşıya kaldığı durumlarda dahi yaptığı görevlendirmeleri enine boyuna tartıştığından kuşku duyulmamalıdır. Buna rağmen böyle bir tercihte bulunuyorsa, ya kişiyi onun kendisini gördüğünden farklı değerlendiriyordur, ya da eksikliklerinin yol açabileceği zaafları göğüslemeye hazırdır. Bu durumda kişinin partinin kolektiv birikimine güvenmesi en doğru bir tercihtir. Kişinin kendisini tanıdığı kadar parti kolektifinin de onu tanıdığı, yeteneklerini ve ihtiyaçlarını sezinleyebildiği düşünülebilinmelidir.

Doğru ele alındığı koşullarda, büyük-küçük her yeni görev kişinin kendi sınırlarını aşmasının, mevcut yeteneklerini geliştirmesinin, birikimini ilerletmesinin manivelasıdır. Bir partinin kişinin gelişim sürecine yaptığı en önemli müdahalelerden biri de budur. Örgütlü kişi bu süreçte asla yalnız değildir. Arkasında partinin yönlendiriciliği, toplam birikimi ve deneyimleri vardır. İşte yetersizliklerimizi aşmada, donanımızdaki sınırları geride bırakmada altın anahtar, bu birikimin içseleştirilmesinde saklıdır.

Eğer kendimizi belli sınırlara hapsetmez, partinin toplam birikimlerine dayanarak  kendimizi bugünün ve yarının görevlerine hazırlarsak, siyasal pratiğin omuzlarımıza yüklediği görevleri layıkınca yerine getirebiliriz. Böyle bir bakışın yön verdiği çaba ile örülen bir pratik er ya da geç sonuçlarını üretir. Başarısızlıklar yaşansa da geçici, başarılar ise bazen uzun vadeye yayılsa da kalıcı olur. Elbette aşırı subjektif  bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşmak gibi bir tuzağa da düşmemeliyiz.

Tabii ki her birimiz şu veya bu işi yerine getirirken tüm çabamıza rağmen yetersiz kalabiliriz. Bu yetersizlik önemli sonuçlara da yol açabilir. Ama yeterli çaba, özveri ve kararlılık varsa, soyut bir yeterlilik tartışması yapılamaz. Lenin’in Napolyon’dan alıntılayarak kullandığı gibi; “Kavgaya girilir, sonrası görülür”! Biz yeter ki pratiğimizden gereken sonuçları çıkarmayı bilelim!


Üste