Logo
< Gençlik hareketi, olanaklar, sorunlar...

Meslek liseleri: Sınıf çalışmamızın rezervleri


Meslek liseleri: Sınıf çalışmamızın rezervleri


Eğitim kurumu tarih boyunca olduğu gibi kapitalizmde de egemen sınıfın çok yönlü ihtiyaçlarının karşılanması işlevini yerine getirir. Sermayenin başlıca ihtiyaçlarından biri ise “nitelikli bir işgücü piyasası”nın elinin altında hazırda bulunmasıdır. Kapitalist sistemde eğitim kurumundan beklenen, bu pazarın en iyi ve hızlı bir şekilde örgütlenip, sermayenin hizmetine sunulmasıdır. Üretim süreçlerinde yaşanan her bir değişikliğe bağlı olarak bu “işgücü piyasası”nın da yeniden düzenlenmesi, aynı zamanda bunun kapitalistler için “en ucuz”a malolması hedeflenir.

Kapitalist gelişmeye bağlı olarak ülkemizde de bu ihtiyaç çerçevesinde 1940’lardan itibaren “meslek liseleri”, 1950’lilerden sonra da “meslek yüksek okulları” açılmıştır. Mühendisler ile vasıfsız işçiler arasındaki boşluğu dolduracak “ara eleman” işlevini yerine getirecek bu işçilerle sermayenin sıkıntısını duyduğu “kalifiye ucuz işgücü” ihtiyacının karşılanması hedeflenmiştir. Bu çerçevede özellikle Endüstri Meslek Liseleri doğrudan sermayeye hizmet veren okullar olurken, Ticaret Meslek Liseleri, Kimya Meslek Liseleri, Yapı-İnşaat Meslek Liseleri, Sağlık Meslek Liseleri, Turizm Otelcilik Liseleri de zamanla devreye sokulmuştur. Yine Ortaçağ’dan kalma “çıraklık sömürüsü”ne adeta bir resmiyet kazandırırcasına Organize Sanayi Bölgeleri içinde pıtrak gibi çoğalan “Çıraklık Eğitim Merkezleri” kurulmuştur (2001 yılı verilerine göre Türkiye çapında sayıları 1 milyon, İstanbul’da ise 100 binin üzerinde bir sayıya ulaşan çıraklar, kapitalistlerin ucuz işgücü ihtiyacını karşılamaktadırlar).

Sermaye devleti meslek liselerine bu misyonu biçerken, uzun yıllar boyunca yeterli sayıda öğrenci bulamamıştır. Zira bir yandan topluma sürekli pompaladığı sınıf atlama hayalleri toplumun her katmanında üniversite okuma arzularını doğururken, diğer yandan bu liselerde ikinci sınıftan itibaren kültürel derslerin verilmeyişiyle üniversite yollarının daha başından kesilmesi, bu okulların son çare olarak tercih edilmesine neden olmuştur. Nitekim üniversite umudunu yitiren birçok emekçi çocuğunu, “bari bir meslek sahibi olsun” düşüncesiyle bu okullara göndermiştir.

Kapitalistlerin kalifiye ucuz işgücü ihtiyacı ile meslek liselerinde okuyacak yeterli öğrenci bulamama sorunu arasında sıkışan sermaye devleti, zamanla bu sorunun çözümüne dönük daha kapsamlı projelere yönelmiştir. Bunların başında, uzun yılları kapsayan ve halen devam etmekte olan eğitimdeki özelleştirme saldırısı gelmektedir. Bu saldırıyla bir yandan “eğitim hizmeti” kapitalistler için hayli kazançlı bir sektör haline dönüştürülürken, diğer yandan eğitimdeki sınıfsal ayrışmayı daha da derinleştirecek uygulamalara gidilmiştir. Üniversite kapılarının emekçi çocuklarına sıkı sıkıya kapatılması için sınav sisteminde onlarca değişiklik yapılmış, sınava hazırlık sürecinde her türlü eşitsizliğin zemini yaratılmıştır. Böylece emekçi kökenli gençlerin eğitimi için meslek liseleri tek adres olarak gösterilmiştir.

Bu süreç hala devam etmekle birlikte, üniversiteyi kazanan öğrencilerin sınıfsal kökenindeki gözle görünen değişim alınan mesafeyi ortaya koymaktadır. Ayrıca son dönemde “herkesin üniversite okuması şart değil’ yönündeki söylemlerin daha yüksek sesle dile getirilmesi sınıfsal ayrışmanın artık meşrulaştırıldığını göstermektedir.

Yine aynı süreçte meslek liselerinin daha cazip hale getirilmesi için, bu okulların yanı sıra “Teknik Liseler” ve “Anadolu Meslek Liseleri” kurulmuştur. Meslek liselerinin ikinci sınıfından itibaren “başarılı öğrenciler”e, eğitimine bu liselerde devam ederek kültürel dersleri de alma imkânı tanınmıştır. Böylece öğrencilerde, üniversiteye devam etme şanslarının olduğuna dair bir yanılsama yaratılmıştır. Ancak, üniversite sınav sonuçları üzerinden bir karşılaştırma yapıldığında, gerçeklerin hiç de yansıtıldığı gibi olmadığı görülmektedir. Ancak sermaye devleti birçok okulda aynı binalarda eğitim gören bu yeni liselerle, meslek liselerinin “olumsuz imajı”nı bir nebze de olsa makyajlamayı umabilmiştir.

Elbette, teknik liseler ile yabancı dil eğitimli Anadolu meslek liselerinin sadece daha geniş kesimlerin meslek liselerine yönlendirilmesi amacıyla açıldığını söylemek doğru olmaz. Bu liselerin açılması aynı zamanda yenilenen teknolojilerin açığa çıkardığı yeni işgücü ihtiyacının karşılanmasıyla ilgilidir. Mevcut meslek liselerindeki eğitim bu ihtiyacı karşılayamadığı için, temel kültürel dersler alan ve “mikro teknik”, “endüstriyel elektronik” vb. gibi uzmanlık gerektiren alanlarda yetiştirilmiş eleman ihtiyacının bu liseler üzerinden karşılanması hedeflenmiştir. Meslek liselilerle aynı binalarda okumalarına rağmen “elit” bir kesim muamelesi gören bu öğrencilerin yetiştirilme süreçleri ise tamamen “sınıf işbirlikçiliği” temelinde gerçekleştirilmektedir. Bu okullarda okuyan öğrenciler her ne kadar üniversite hayalleri kursalar da, öğretmenleri tarafından üniversiteye değil fakat fabrikalara dönük eğitildikleri gerçeği her fırsatta kendilerine hatırlatılmaktadır.

Bugüne kadar meslek liselerine yönelik politikaların istenilen sonuçları yaratmadığının anlaşılması üzerine son yıllarda, orta öğretimde kapsamlı değişiklikler ile mesleki eğitimde yeniden yapılandırmaya gidilmiştir. Meslek liselerinin kendi bölümleri dışında üniversiteye devam edebilmeleri neredeyse imkânsız hale getirilmiştir. Bunun yerine mezun olanlara iki yıllık meslek yüksek okullarına sınavsız geçiş “hakkı” tanınmıştır. Bu okullara devam eden birçok meslek liseli için bunun, iş hayatına başlamadan önce kaybedilen iki yıl olmaktan öte bir anlam ifade etmediği kısa sürede açığa çıkmıştır. Bu yüzden tüm çabalara rağmen MYO’ların doluluk oranı yüzde 25’lerin yukarısına çıkamamıştır.

Öte yandan “Ortaöğretim Kanunu” yeniden düzenlenerek, genel liselerin süresi 4 yıla çıkarılmış ve düz liselerle meslek liseleri arası geçişin önü açılmıştır. Lise 2. sınıftan itibaren “başarısız” olan öğrencilerin meslek liselerine yönlendirilmesinin koşulları hazırlanmıştır. Ayrıca meslek liselerinde çok çeşitlenmiş alt meslek dalların kapatılmasına, birçok meslek lisesinde “çok amaçlı lise”, “çok programlı lise” uygulamalarına başlanmıştır. Bu uygulamalarla öğrencilerin aynı anda farklı meslek kollarında eğitim görmesi hedeflenmektedir. Sosyal, fen ve teknik bilimler olarak üç bölüme ayrılan bu liselerde, bölümlerin her biri kendi bünyesindeki tüm sektörleri kapsamaktadır. Böylece meslek yerine “sektöre dayalı program” eğitimine geçilerek, mesleklerin ayrı ayrı öğretilmesi yerine bunların tümünü kapsayan ana dallar üzerinden verilen bir eğitim sistemine geçilmesi hedeflenmiştir.

Ortaöğretimde yapılan bu değişikliklerle yüzde 35’lik bir orana sahip olan meslek liselerinin oranının yüzde 65’lere çıkarılması hedeflenmektedir. Bu çerçevede metal, enerji ve bilişim sektörlerinde bir dizi yeni okul açılmaya başlanmıştır. Özelleştirme politikalarının tamamlayıcı bir halkası olan Ortaöğretim Kanunu’ndaki değişiklikler, eğitimdeki sınıfsal ayrışmayı da böylece daha net ve kalın çizgilerle belirlemiştir.

Ortaöğretimde böylesine köklü bir değişikliğe karar verilmesi ve mesleki eğitimde yeniden yapılanmaya gidilmesinde, yine her zamanki gibi sermayenin çıkarları belirleyici olmuştur. “Küresel rekabet koşulları”na ayak uydurmaya çalışan sermaye, yeni koşullara uygun nitelikte, ucuz ama aynı zamanda da “esnek” bir işgücü piyasasına yakıcı bir biçimde ihtiyaç duymaktadır. Zira emperyalist-kapitalizmin üretim süreçlerindeki ve tekniklerindeki sonu gelmeyen düzenlemeler, sadece işgücünün ucuzlatılmasını değil aynı zamanda bu değişikliklere anında yanıt verecek, uyum sağlayacak esneklikte bir işgücünün üretilmesini de sermaye için ihtiyaç haline getirmiştir. Sermayenin işgücünden beklentisi, teknolojik değişimlere ayak uyduracak bir bilgi ve donanıma sahip olan, kendisini bu açıdan yenileyebilen bir kalifiyeliktir. Bu yüzden, sektöre dayalı eğitim üzerinden bölümler arası geçişlere de imkân tanınmıştır.

Mesleki eğitimde yeniden yapılandırma kararlarının alındığı dönemlerde büyük sermaye grupları da çeşitli kampanyalarla konuya ilişkin taleplerini ortaya koymuşlardır. Meslek ve teknik liselerdeki eğitim alanlarının sınırlı kalması ve sanayi ile entegrasyonun yeterince sağlanamaması nedeniyle, meslek liselerinde dil eğitimine ağırlık veren ve sanayi ile daha rahat bütünleşen bir modele geçilmesi için çağrılar yapılmıştır. Örneğin Koç grubu uzun bir süre “Meslek lisesi memleket meselesi” adı altında bir kampanya yürütmüştür. TÜSİAD da, hazırladığı “Güçlü Ekonomi” raporunda, eğitimin yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin bir takım talepler sıralamıştır. “Geçiş programı içerisinde Mesleki eğitimin işgücü piyasasına göre düzenlenmesi, şirketlerin istediği alanlarda istihdam garantili mesleki eğitim programlarının uygulanması, İşsizlik Sigortası Fonu’nun her yıl 200 milyon YTL'sinin İş-Kur'un meslek eğitimlerine ayrılması, Çıraklık Eğitim Merkezleri’nin modernleştirilmesi, meslek liseleri ve yüksek okullarının piyasayla birlikte çalışması” vb. talepler hükümete iletilmiştir.

Tekelci sermayenin önemli bir kesimi yine bu çerçevede, teknik altyapısını sağlamlaştırmak ve kurumsallaştırmak için ya mevcut meslek liseleri ve MYO’larla çeşitli yatırımlar çerçevesinde işbirliğine gitmekte ya da doğrudan kendi okullarını açma yolunu seçmektedirler. Örneğin; Sabancı, Koç, Zorlu, Borusan gibi holdingler kendi okullarını açarken, ToyataSa Şişli Motor Meslek Lisesi’ne 100 bin dolarlık eğitim laboratuvarı açmıştır. Yine Tofaş birçok meslek lisesiyle bu yönde anlaşmalar imzalamıştır. Renault ise Bağcılar Endüstri Meslek Lisesi’nin motor bölümünün atölyesinin kurulmasını üstlenmiştir. Elbette tekelci sermayenin bu “yatırımlarının”, gerek eğitim sürecinde “ucuz iş gücü” olarak, gerekse de mezun olduktan sonra yetişmiş kalifiye eleman ihtiyacının karşılayarak, patronlara büyük kârlar sağladığını söylemek bile gereksizdir.

Yine bu alanda MEGP (Mesleki Eğitimi Geliştirme Projesi) gibi AB destekli projeler de devreye sokulmakta ve yıllardır yabancı sermaye için “ucuz emek gücü cenneti” işlevi gören bu piyasanın aynı zamanda dönemin koşullarına uygun bir niteliğe kavuşması için doğrudan katkılar talep edilmektedir. Bu çerçevede sanayi bölgelerinde kurulan Çıraklık Eğitim Merkezleri, gerek KOBİ’ler gerekse AB tarafından MEGP projesi kapsamında önemli fonlarla desteklenerek modernize edilmektedir.

Kısacası sermayenin ihtiyaç duyduğu kalifiye ucuz işgücünün karşılanması için son dönemde ortaöğretimde temelli değişikliklere gidilmiş ve meslek liselerinin orta öğretimdeki ağırlığı ve önemi bir kat daha artmıştır. Gelinen aşamada meslek liseleri, kapitalistlere kalifiye ucuz emek gücü üreten işletmeler olma görünümünü daha belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Bu durum, eğitimdeki sınıfsal ayrışmanın ortaöğretimdeki ayağının da tamamlanmaya doğru gittiğinin somut bir göstergesidir. Bugüne kadar daha çok emekçi kökenli gençlere adres gösterilen meslek liseleri artık daha geniş kesimlerin yönlendirildiği okullar durumuna gelmektedir.

***

Geleceğin kalifiye işçileri olarak yetiştirilen meslek lisesi öğrencilerinin aynı zamanda geleceğin işçi profilini de belirleyecek olması, bu liselere dönük etkin bir çalışmanın önemini de kendiliğinden ortaya koymaktadır. Nasıl ki kapitalistler meslek liselerine verdikleri önemle bugünden yarınlarına yatırım yapmaktalarsa, aynı şekilde liseli genç komünistler de lise çalışmalarında meslek liselerine dönük daha temelli bir yönelim içerisine girerek, geleceği şimdiden kazanmanın hesabını yapabilmelidirler. Böylesi bir çalışma, devrimci bir sınıf hareketi geliştirme hedefi doğrultusunda daha hızlı adımlarla yol almamızı sağlayacak, devrimci sınıf partisinin toplumsal temeliyle daha güçlü bir şekilde bütünleşebilmesinin maddi imkânlarını artıracaktır.

Bu nedenle gelinen yerde meslek liselerini hedefleyen bir çalışmanın başlatılması, bizler için artık ertelenemez ve kendiliğindenliğe bırakılamaz yakıcılıkta bir ihtiyaçtır. Şüphesiz konunun önemi bugüne kadar pek çok kez partimiz tarafından sıklıkla vurgulanmış ve bu çerçevede görevlerin altı çizilmiştir. Ancak gelinen yerde daha sistematik ve daha ısrarlı bir çalışmanın gündeme alınması kendisini her açıdan daha fazla dayatmaktadır. Bu da her şeyden önce, lise çalışmasını yürüten genç komünistlerin bu konudaki bilinç açıklığı ve buna uygun ısrarlı bir pratik sergileyebilmeleri ile gerçekleşebilecektir.

Gerek sermaye düzeni gerekse de devrimci sınıf partisinin faaliyeti açısından önemli olan bu alana dönük nasıl bir çalışma yürütülmeli, nasıl bir çizgi izlemeliyiz? Her şeyden önce, alanın sorunlarına hâkim hale gelebilmeli, hangi halkalara yüklenilmesi gerektiği konusunda açıklık taşıyabilmeliyiz.

Meslek liselerinin geleceğin işçilerini yetiştiren kurumlar olması nedeniyle, sermaye düzeni açısından buradaki eğitim sadece mesleki yönüyle değil aynı zamanda ideolojik yönüyle de önem arzeder. Zira “ağaç yaşken eğilir” sözüne uygun olarak, burjuvazinin sömürü kaynağının, pazara sunulmadan önce kullanıma en elverişli kıvama getirilip hazırlaması da yine sermaye devletinin asli görevleri arasında yer alır. Yani ücretli kölelik düzenine yetiştirilen “yeni kölelerin” bu sistemin aynı zamanda gönüllü kulları haline getirilmesi, sistemin işleyişini güvence altına almanın ve kar oranlarını artırabilmenin en kestirme yolu olarak görülür. Bu nedenle, meslek liselerinde verilen eğitimle her şeyden önce amaçlanan, geleceğin bu genç işçi adaylarında oluşabilecek sınıfsal bilincin önünü daha başından kesebilmektir. Meslek liselilerin toplumsal-sınıfsal konumlarına dair gerçekleri görmeleri her türlü yolla engellenmeye çalışılır. Meslek liselilerinin staj sömürüsüyle çok erken bir zamanda karşılaşmaları nedeniyle bu özellikle önemlidir.

Öğrenim aşamasında toplumsal üretime katılarak sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını daha okul sıralarında karşılamaya başlayan bu genç işçi kuşağının bilincinin köreltilmesi için birçok yönteme başvurulur. Bunların başında rekabetin kullanılması ve bireysel kurtuluş hayallerinin işlenmesi gelir. Nasıl ki fabrika ve işletmelerde sınıfın bölünerek güçten düşürülmesi için başvurulan temel yöntemlerden biri rekabet ortamının yaratılması ise, meslek liselerinde verilen eğitimin temelinde de öğrencileri daha şimdiden bu rekabete alıştırılması vardır. “Piyasanın rekabet ortamına hazırlanılması” argümanıyla gerekçelendirilen bu uygulamanın asıl hedefi, sınıf bilincinin oluşmasının önlemektir. Geleceğin genç işçi adaylarının toplumsal-sınıfsal konumlarını fark edebilmeleri, gerçek çıkarlarının nerede yattığını görebilmeleri bu sayede engellenmiş olunur.

Bunun için, meslek liselilere öğrenimleri boyunca, başta sıra arkadaşı olmak üzere tüm arkadaşlarını birer rakibi olarak görmesi gerektiği öğretilir. Bu rekabet ortamının daha da güçlendirilmesi için bireysel kurtuluş hayalleri pompalanır. Geleceğin işçileri olarak sınıf atlama imkânlarına sahip olmasalar da, en azından belli bir kalifiyeliğe ulaşmamalarıyla daha rahat iş bulabilecekleri söylenir. Vasıfsız işçilere oranla daha üstün görülecekleri söylemleri üzerinden daha başından, kendilerini sınıfın birer parçası olarak değil de onun ayrıcalıklı bir kesimi olarak görmeleri gerektiği benimsetilir. Bu, “sınıf işbirlikçiliği” bilincinin oluşturulmasına da zemin yaratır.

Ayrımcılık ve statü farkının yaratılması bununla da kalmaz, okulların kendi içinde bile çeşitli biçimlerde uygulanır. Bölümler arası farklar yaratılır. Örneğin bilgisayar veya elektronik bölümünde okuyan bir öğrenci torna veya tesviye bölümündeki bir öğrenciden daha üstün tutulur. Yine teknik lise ve Anadolu meslek liselerindeki öğrencilere de “elit” kesim muamelesi yapılır.

Sonuçta tüm bu uygulamalarla meslek liselilerin bilincinde yaratılmak istenen; herkesin statüsüne göre bir değer taşıdığı, sorunların çözümü için tek çıkar yolun daha yüksek statülere ulaşılması olduğu ve her türlü sorunun çözümünün bireysel kurtuluş yollarında aranması gerektiğidir.

Meslek liselerinde verilen bu eğitimin pratikte yansımaları, gerek öğrenim süresince gerekse de öğrenim sonrası iş hayatında çarpıcı örnekler üzerinden görülebilir. Mezun olduktan sonra sınıfın yeni bir üyesi olmaktan başka bir şansı olmayan bu öğrencilerin öğrenim boyunca birbirlerine karşı bir aşağılama sıfatı olarak “amele” diye hitap etmeleri, sınıfsal aidiyet bilincinin ne kadar zayıf olduğuna da bir göstergedir aynı zamanda. Yine mezun olduktan sonra öğrenim süresince bilinçlerde yaratılan “satütüye verilen değerin” çalışma hayatında de kendileri şahsında gerçekleşmesini beklerler. Özellikle orta ölçekli ve küçük işletmelerde genç işçiler arasında önemli gerilimlere yol açabilen bu sorun patronlar için de işçileri bölmede bulunmaz bir fırsat doğurur.

Alınan eğitim düzeyine bağlı olarak bu bilincin daha köklü bir şekilde yerleştiği görülmektedir. Öğretim süresince daha “elit” bir muamele gören öğrencilerin öğretim sonrasında da sınıf işbirlikçiliğine daha yatkın bir pratik sergilemesi, buradan bakıldığında rahatlıkla anlaşılabilir. Örneğin, öğretimini iki yıllık meslek yüksek okulunda tamamlayan öğrencilerin, fabrika ve işletmelerde üretimden ziyade, vardiya sorumlusu, bölüm şefi, kalite kontrol vb. gibi “üretimin denetlenmesi” işinde çalışmak istemeleri bu durumun en dolaysız yansımalarından biridir. Kendilerini sınıfın bir parçası olarak görmeyen, daha üst mevkilere hatta idari bölümlere geçebilmenin hayallerini kuran bu genç işçiler, burjuvazinin yaratmak istediği işçi profiline de ışık tutmaktadır. Nitekim “kariyer yapma” hayallerinin en çok yankı bulduğu kesim bu öğrenciler olmaktadır. İş görüşmelerinde istedikleri pozisyona kavuşabilmek için kalifiye emek güçlerini bu yönde pazarlayan genç işçilerin, işe alındıklarında ise daha ileri mevkilere ulaşabilme kaygısıyla patronların hizmetinde canla başla çalıştıkları görülmektedir.

Bu örnekler, sermaye devletinin meslek liselerinde uyguladığı eğitimle nasıl bir sonuç almak ve nasıl bir işçi profili yaratmak istediğini göstermektedir. Son dönemde “Mesleki Eğitimin Yeniden Yapılandırılması” projesiyle bu noktada daha kapsamlı bir saldırı gündeme alınmıştır. Bu projeyle, bölümler arası geçiş imkânı tanınarak ya da sektöre dayalı bir eğitim devreye sokularak, öğrencilerin bölümler üzerinden yaşadıkları ayrışmaya son verilmektedir. Bu anlamda meslek liselerinin geleneksel “hiyerarşik” yapılanmasına da son verilmektedir. Fakat bu hiç de öğrencilerin düşünülmesinden değil, yine sermayenin böyle bir esneklikte işgücüne ihtiyaç duymasından ileri gelmektedir. Böylesi bir esneklik sermayeye istediği anda istediği kalifiye işgücünü sunarken, öğrenciler arasındaki rekabet ortamını kaldırmak şöyle dursun, daha derin bir temelde yeniden üretmektedir. Tek amacı daha fazla kar etmek olan bir ekonomik sistemin doğasına uygundur bu.

Sonuçta rekabet anlayışı varlığını sürdürdüğü sürece bireysel kurtuluş fikri de belleklerde yerini korumaya devam edecektir. Esneklik uygulamalarının kalifiye işgücü piyasasındaki rekabeti daha da kızıştırması ise (sınıfı kendi içinde bölmesi ve çatışmalara yol açmasıyla) ciddi sorunlara yol açacaktır. Kısacası meslek liselerinde öğretim uygulamaları ne kadar değişirse değişsin, eğitimin özü her zaman korunmaktadır. Geleceğin genç işçilerinin sınıf bilince kavuşmaması için kafalarının bireysel kurtuluş yollarıyla doldurulup, sınıf işbirlikçiliği temelinde bir kimliğin kazandırılmasıdır bu.

Sermaye devleti, meslek liselilere ne kadar bireysel çözüm yolları sunsa ve sınıf işbirlikçiliği temelinde bir eğitim verse de, geleceğin bu genç işçi kuşağı üzerinde sıkı bir denetim kurmanın taşıdığı önemin bilincindedir. Zira emek sömürüsü var olduğu sürece sınıf mücadelesinin de var olacağı ve bu genç işçi kuşağının da eninde sonunda bu mücadelenin bir parçası haline geleceğini en iyi sermaye sınıfı bilir. Bu yüzden okullarda çok daha katı bir disiplin uygulanır ve baskı koşulları yaratılır. Her türlü cezalandırma yönteminin yanı sıra dayak olgusu sıradan bir hal alır. Kapı önlerinde kılık kıyafet denetimleri, saç baş kontrolleri rutin bir halde sürer gider.

Öğrencilere “disiplin kazandırma” adına gerçekleştirilen bu faşist uygulamaların gerçekteyse tek bir amacı vardır: Geleceğin bu genç işçi adaylarına daha okul yıllarında kurallara riayet etmenin, otorite karşısında itaatkâr olmanın öğretilmesidir. Okullarda disiplin yönetmeliği ve kurulları şahsında oluşturulan bu otorite, yarın fabrika ve atölyelerde sömürü çarkının daha iyi işletilebilmesi için patronlar, müdürler, şefler ve ustabaşları tarafından gerçekleştirilecektir. Hakkını arayıp sormayan, baskı ve dayatmalar karşısında tepkisiz kalıp riayet eden bir sınıf tablosu, sermaye sınıfının özlemlerinin başında gelir.

Yine meslek liselerinde dinsel gericilik etkin bir şekilde kullanılarak, öğrencilerin itaatkâr olduğu kadar kanaatkâr olarak da yetiştirilmeleri sağlanır. Kendisine verilenle yetinen, şükürcü bir anlayışla yetişen bu gençlerin fabrikalarda uygulanan düşük ücret politikalarına, hak gasplarına karşı ses çıkarmaları bu sayede engellenmiş olunur. En gerici müfredatlar bu okullarda uygulanır, her türlü gerici ideoloji öğrencilere empoze edilir. Böylece sınıf bilinci kazanılmasının önüne gerici barikatlar dikilmiş olur.

Meslek liselerini diğer liselerden ayırdeden en önemli özelliklerin başında, öğrenim sürecinin üretim süreciyle birleştirilmesi gelmektedir. Meslek liseli öğrenciler daha öğrenim aşamasında toplumsal üretime katılarak sınıfsal ilk deneyimlerini elde etmiş olurlar. Gerek okul içinde gerekse de fabrika ve işletmelerde staj uygulaması adıyla gerçekleştirilen bu pratiğin, öğrencilerin emek güçlerinden ucuz işgücü olarak faydalanılmasından başka bir amaca hizmet etmediği birçok örnek üzerinden görülebilir. Meslek liselerinde oluşturulan “döner sermaye” ile, öğrencilerin emek gücü ucuza hatta bedavaya getirilerek, okullar karlı birer işletme haline getirilir. Öyle ki kimi meslek liseleri, belirli iş alanında yaptıkları üretimle, adeta herhangi bir firma gibi piyasada kendilerini pazarlamakta, iş bağlamaktadırlar. Birçok meslek lisesinde, başta otomotiv, tekstil, elektronik olmak üzere daha bir dizi alanda büyük işletmelere taşeron üretim yapılmaktadır. Meslek liselilerin ödenmemiş emeğin gasp edilmesi üzerine gerçekleşen bu sömürünün gerekçesi de, “teorik eğitimin pratikle bütünleştirilmesi” olarak ifade edilir. Bu “bütünleşme” ucuz bir ücret karşılığında (asgari ücretin üçte biri) ya da tamamen karşılıksız olarak gerekleşir!

Aynı olgu fabrika ve işletmelerde görülen staj üzerinden de yaşanır. Patronlar bir işçinin yapabileceği işi daha fazla stajyere yaptırarak maliyeti azaltırlar. Dahası bu genç işçilerin emek gücünden sadece ilgili meslek dalında değil diğer alanlarda da faydalanır, her türlü angarya işi onların sırtına yüklerler. Bugün staj adı altında kendi mesleği ile alakası olmayan işlerde çalıştırılan meslek liselilerin sayısı hiç de azımsanmayacak bir orandadır.

Yine staj uygulamaları için çıkarılan kanunlarla sermayeye her türlü kolaylık sunulur. Bir yanı sigorta vb. maliyetlerin Milli Eğitim bütçesinden karşılanmasına dönük avantajlardır. Diğer yandan staj sözleşmelerinde grev kırıcılığını dayatacak maddelerle, işçilerin hak mücadelesinin engellenmesinde patronlara önemli kolaylıklar sunulur. Bu uygulamalar patronlara, işçiler arasında daha fazla rekabet ortamı yaratma fırsatı sağlar. Bu aynı zamanda çalışan işçilerin kendi içinde bölünmesine, stajyer işçilere karşı mesafeli bir yaklaşımın sergilenmesine neden olur. Sonuçta, yaptığı işten gerekli mesleki eğitimi alamayarak, bundan en olumsuz yönde etkilenenler stajyerlerin kendisi olur.

Meslek liselilerin stajyerlik adı altında sermayeye ucuz işgücü olarak peşkeş çekilmesi sistem tarafından da güvence altına alınır. Diploma alabilmeleri için bu sömürü çarkından geçmeleri zorunlu kılınır. Öğrencilerin geleceği, patron veya müdürlerin staj dosyasına yazacakları değerlendirme ve notlarla göre belirlenir. Yapılan değerlendirmelerin ve verilen notların hangi kriterler üzerinden gerçekleştirileceğiyse çok açıktır. Sömürü koşullarına, baskı ve dayatmalara kim daha çok riayet ederse onun puanı daha yüksek tutulacaktır. Dahası sınıf kardeşlerine kim ihanet ederse, onun pratiği örnek olarak gösterilecektir.

Bu yüzden de staj sömürüsünün meslek liselilerin yaşadıkları sorunlar arasında temel önemde bir yeri vardır. Tersinden, sağladığı fırsatlar bakımından sermaye için de vazgeçilmez önemde bir yeri vardır. Son yıllarda mesleki eğitim projelerine daha çok destek çıkması, meslek liselerine dönük daha kapsamlı yatırımlara yönelmesi, sermayenin bu alanı ne kadar önemsediğinin bir göstergesidir.

Genel hatlarıyla meslek liselerinde yaşanan sorunlara değindikten sonra bu alana yönelik yürütülecek faaliyette öncelikli olarak nelerin gözetilmesi gerektiğine de belli başlıklarla değinmek gerekiyor.

Çalışmanın politik hedefi her şeyden önce, sermayenin bu genç işçi kuşağını sınıfsal bilinçten yoksun bırakmayı ve sınıf işbirlikçiliği temelinde yetiştirmeyi hedefleyen gerici eğitiminin politik-ideolojik etkilerini kırabilmek olmalıdır. Sınıfı daha kolay teslim alabilmek için geleceğin işçilerini şimdiden hazırlayan sermaye sınıfı gibi stratejik bakış açısıyla hareket edilmelidir.

Çalışmamızın her aşamasında meslek liselilere, yaşadıkları sorunların kapitalist sömürü düzeninden kaynaklandığı ve çözüm yolunun da ancak ona karşı verilecek bir mücadeleden geçtiği propaganda edilmelidir. Sermayenin sunduğu bireysel çözüm yollarının çare olmadığı döne döne teşhir edilmelidir. Nasıl bir statü sahibi olunursa olunsun krizler, işsizlik vebası vb. olgular üzerinden bireysel çözümlerin ham hayaller öteye geçemeyeceği anlatılmalıdır. Sınıfsal bir bilinç ve aidiyet duygusunun kazandırılması için toplumsal konumları hatırlatılmalı ve bu değerler yüceltilmelidir. Toplumsal sorunlara olan duyarlılığın artırılması için kendi yaşadıkları sorunlarla bunların arasındaki bağ güçlü bir biçimde işlenebilmelidir. Her türlü rekabetin bölünmeyi getireceği, eylemin ise birleştiriciliği anlatılmalıdır. Kendisine, sınıfına güvenmesi için sınıfın gücünü gösteren güncel ve tarihsel örnekler hatırlatılmalıdır. Tabii ki tek kurtuluşun, işçi ve emekçilerin kendi iktidarı olan sosyalizmden geçtiği propaganda edilmelidir.

Politik propaganda elbette, her bir meslek lisesine özgü sorunların işlenerek tepkilerin açığa çıkartılmasıyla, örgütlenme ve eyleme dönük çağrılarla birleştirilebilmelidir. Staj sömürüsü, baskıcı ve faşist uygulamalar, kılık kıyafet yasakları, dayak, bilimsellikten uzak gerici müfredatlar vb. konular ele alınıp işlenmelidir. Sermayenin bu alana dönük yeni proje ve uygulamalarının anlamı ve sonuçları anında teşhir konusu edilebilmelidir...

Meslek liselerinde yaşanan sorunlara karşı genel olarak şu talepler ön plana çıkarılabilir:

* Staj sömürüsüne son!

* Eşit işe eşit ücret!

* Angaryaya son!

* İşverenlerin ve temsilcilerin not verme yetkisine son!

* Grev kırıcılığına son!

* Stajyerlere örgütlenme ve toplusözleşme hakkı!

* Faşist disiplin yönetmeliklerine ve dayağa hayır!

* Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!

* Ortaçağdan kalma bir yarı-feodal uygulama olan çıraklık tasfiye edilmelidir!

* Her düzeyde parasız eğitim. 17 yaşına kadar zorunlu eğitim. Bilimsel, demokratik ve laik eğitim!

Bu alanda temasa geçilecek ilk güçlerle düzeylerine uygun bir eğitim çalışması üzerinden okuma grupları vb. ara örgütlenmelere gidilebilir. Daha sonra çalışma yürütülecek okullara dönük derinleşen bir faaliyet planı hazırlanabilir. Ulaşılacak birkaç meslek lisesinden sonra alana özgü bir bülten faaliyeti yürütülebilir. Elbette bültenin yanı sıra birçok araç ve yöntemle çalışma zenginleştirilmelidir.

Meslek liselerine dönük sistemli ve hedefli bir çalışma gelinen yerde ertelenemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır. İşçi sınıfının genç, dinamik ve kalifiye bir kesimi sermayenin ideolojik zehiriyle boğulmaktadır. Kazanıldığında ise sınıfın mücadelesine dinamizm kazandıracak çok önemli önemli bir potansiyeldir sözkonusu olan.

Başta liseli genç komünistler olmak üzere tüm komünistlerin önünde, bulundukları alanlarda böyle bir çalışmayı başlatma ve derinleştirme görevi durmaktadır.

Liseli Genç Komünistler


Üste