Logo
< Yakın dönem deneyimleri üzerinden liseli gençlik çalışmamızın sorunları

Deneyimler ışığında üniversite çalışmamız üzerine düşünceler


Deneyimler ışığında üniversite çalışmamız üzerine düşünceler

 

(Bu metin düzenli raporlar kapsamında ünivesiteli bir yoldaş tarafından partiye sunulmuştur. Buradaki yayında belli kısaltmalar yapılmıştır...)

Bu yazı bir yanıyla bir “muhasebe ve iletim” niteliğinde, diğer taraftan ise bir dizi değerlendirme ve öneriler içermekte. Sürdürüp güçlendirmemiz gereken yanlarımıza kısaca değineceğim; zayıf ve aksayan yönlerimizi irdeleyen, çözüm yolları arayan bir yöntem izleyeceğim. Bunun üniversite çalışmamızın amaca uygun bir doğrultuda serpilip gelişmesine faydası dokunacağını umuyorum.

Sınıfın sesini üniversiteye ulaştırdık

Geride kalan öğrenim yılı içinde işçi sınıfının gündem ve mücadelelerini öğrenci arkadaşlarımıza taşımaya çalıştık. 1 Mayıs, 1 Nisan Tekel gibi işçi eylemlerine ilişkin faaliyeti çalışma alanımızda örgütledik. Siyasal hattımızı, örgütsel pratiğimizle tutarlı bir biçimde burada varedebildik. İş cinayetleri gibi konulara refleks gösterebildik. Bu konularda düzenlenen etkinlikleri elimizden geldiğince güçlendirmeye, öğrenciler içerisinde duyarlılık ve bilinç yaratmaya çalıştık. Tüm bunlar faaliyetimizin olumlu yönleri.

Ancak yanıbaşımızda ortaya çıkan Samatya Hastanesi şantiyesindeki, İSKİ’deki ve kısmen İstanbul İtfaiyesi’ndeki direnişlerin tamamen uzağında kaldık. Halbuki bu örnekler, tüm sene boyunca işlediğimiz sınıf mücadesinin hayattaki karşılığıydılar. En yakınımızdaki insanlarımızı bile oralara taşıyamadık. Üniversiteden örgütlenecek böyle bir destek kuşkusuz anlamlı olacaktı.

Öğrenci çalışması için bu gibi olanaklar iki sebepden dolayı çok daha önemlidir. Hem çok değişik toplumsal kesimlerden arkadaşlarımız, işçi sınıfının hiç de Kaf Dağı’nın ardındaki bir melaikeler topluluğu değil fakat kanlı canlı insanlar, üstelik mücadele eden insanlar olduğunu görecekler. Hem de bu direnişler, kadro tipimizin biçimlenmesinde ihtiyacını duyduğumuz türden -proleterce- bir katkı sağlayacaktır.

Ayrıca sınıf mücadelesini işlerken hiçbir zaman işçi direnişlerine üniversite cephesinden bir destek oluşturmakla sınırlı bir yaklaşım sergilemedik. Tüm bu meseleleri aynı zamanda, başta insanca yaşama-güvenceli gelecek istemi olmak üzere, gençliğin gündem ve talepleriyle bağdaştırmaya uğraştık. Bu da son derece olumlu.

 

Yakaladığımız doğru bir halka: Geleceksizliğe karşı mücadele

Uzunca bir süredir gençliğin geleceksizliğini, vurgulamanın ötesinde, üniversite çalışmamızın ve politikalarımızın neredeyse temel ekseni haline getirdik. Ve bunu kriz ve işsizlik gündemleriyle birleştirdik. Bunun birkaç nedenle son derece isabetli olduğunu düşünüyorum: Çünkü, bu işçi sınıfı ile öğrenci gençlik arasında bir kader ortaklığı, bir mücadele birliği oluşturmamızın somut-maddi zeminidir. Çünkü, geleceksizliğe karşı mücadele, eğitimin ticarileştirilmesi ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda giderek daha çok onların hizmetine sunulması önünde kurulan bir barikattır. Ve çünkü, krizin ekonomik, toplumsal ve siyasal etkileri tüm dünyada etkisini hissettiriyor. Kriz ve ABD’nin çözülen hegemonyası, yoğunlaşan saldırıları beraberinde getiriyor. Milyarlarda biriken bu hoşnutsuzluk ve öfke, bugün bazı özgün sebeplerden Türkiye’de şimdilik etkisi sınırlı da kalsa, değerlendirildiği oranda anti-kapitalist bir isyanın ve kalıcı mücadele mevzilerinin bir olanağıdır.

 

Kadın sorununun üstünden atlıyoruz

Sol hareketin genelinde olduğu gibi biz de kadın sorununa gereken önemi vermiyoruz. Çalışmayı çoğunlukla 8 Mart öncesindeki birkaç haftaya sıkıştırıyoruz. Oysa emekçi kadınların mücadele dinamizmi Türkiye devrimi için muazzam bir dinamik oluşturmaktadır. Öte yandan kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine önderlik sorumluluğu herkesten çok komünistlerin omuzlarındadır.

(...)

Esnek araçların kullanımında belli bir mesafe katettik

Başta üç senedir yerelimizde çıkan dergi olmak üzere bir dizi esnek aracı, kampanyalarımızı güçlendirmenin, alanı politikleştirmenin etkili bir vasıtası olarak kullandık. Doğrudan parti çalışmasıyla tanışmakta zorlanacağımız sayıda ve çeşitlilikte öğrenci ile böylelikle ilişkiler kurduk.

İkinci dönem geleceksizlik konusunu bu araç ve beraberindeki bir karikatür sergisiyle derinleştirdik. Yine bu ad altında, biri direnişteki işçilerin katıldığı, diğeri “Anayasayı Tartışıyoruz” başlıklı iki etkinlik düzenledik. İkisi de gerek içerik gerekse çağrı açısından zayıf etkinliklerdi. Yakın çevremizi ikna ile uğraşırken dışa dönük fazla bir şey çıkamamış oldu.

Yine de herşeye rağmen, solun atıl ve eylemsiz olduğu bir dönemde doğru bir irade ve inisiyatifti. Hiçbir şey değilse, belli bir aradan sonra bir başlangıçtı. Ve başlamayan şey ilerlemez.

Nitekim senenin sonunda gerçekleşen “Ahmed Arif, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal Etkinliği” diğerlerinden farklı bir yerde duruyor. İçeriğin hazırlanmasından yerin ayarlanmasına, gelecek insanların çağırılmasına kadar pek çok kişinin sorumluluk ve inisiyatif aldığı, koşuşturduğu ve gönüllü bir çaba ortaya koyduğu bir etkinlik oldu. Müzik Kulübü, Tiyatro Kulübü gibi öbekler de çalışmanın bir parçası haline getirilebildi. Elbette etkinliğe konu olan kişilerin tarihi şahsiyetleri bu sahiplenmede etkili oldu.

Bu esnek aracımız bir dönem boyunca EG çalışmasını örgütleyen sınırlı enerji ile ilerletilmeye çalışılmıştı. Halbuki şimdi bu esnek çalışma, önceki senelerde başarıldığı gibi, öz örgütlülüğünü doğurabileceğinin ve kendini yeniden üretebileceğinin sinyallerini vermiş oldu.

(...)

Soruşturma karşıtı mücadele ve kampanyamız

İdare baskısı, soruşturma terörü üniversitede sol, toplumsal içerikli siyaset yapan neredeyse herkesi etkiliyor. Devrimci olmaya falan da gerek olmuyor. Dolayısıyla buna karşı mücadele basit bir duyarlılık meselesi değil, üniversitedeki devrimci faaliyet için bir varlık-yokluk meselesi.

Sol gençlik örgütleriyle ilgili yaptığımız iddiasızlık, siyasetten uzaklaşma gibi tespitlerimiz ne yazık ki gerçeği yansıtıyor. Bu örgütlerin birçoğu sorunu kabul edip mücadele etmek yerine her seferinde bize çizilen sınırları kabullenip geri adım atıyor. Hatta kitle faaliyeti yürütmemeyi seçebiliyor.

Geri kalan azınlıksa durumun öneminin ve ciddiyetinin farkında değil. Bir mücadele hattına, hele bu konuda ortaklaşmaya ihtiyaç bile duymuyor. Ve sanırım örgütlü siyasetle uğraşan geniş bir kesimi kestiği halde, önümüzdeki dönemde de beklediğimiz türden bir örgütlü destek gelmeyecek. Özellikle İstanbul’daki üniversitelerde grupların çoğu aşağı yalaktan su içmiyor ve kibri bir üstünlük sayıyor.

Gelelim öğrenci arkadaşlarımızın genelinin bu duruma yaklaşımına... Öğrencilerin geneli siyasetle şimdilik çok mesafeli. Dolayısıyla siyaset yapanların karşılaştıkları sorunları muzır bir azınlığın meselesi olarak görüyorlar. “Su testisi suyolunda kırılır.”, “Sen de rahat dur be kardeşim biraz!” türünden algılayışlar yaygın. Düzen siyasetinin ikiyüzlülüğüne ve genel alarak da siyasete karşı büyük bir antipati var. Ayrıca soruşturma ve cezaların çok da haklı olmadığını hissetmekle beraber, neredeyse hepsi kanıksamış durumdalar.

Kampanyamızın öğrenci kitlesi içerisindeki etkisizliğinin -kendi öznel zaaflarımız dışındaki- başlıca sebebinin bu olduğunu sanıyorum.

Peki bunu nasıl aşabiliriz?

Sanırım daha temel şeylerden başlamalıyız. Düşünce özgürlüğü üzerinden bir “aydın” duyarlılığı oluşturmaya çalışabiliriz. "Siyasetin yalnızca egemenlerin, ‘devlet büyüklerimizin’ harcı olmadığı, devrimci politikanın asıl bizim kaderimizi kendi ellerimize almamızın bir vasıtası olduğu” işlenebilir. Tüm bunlarda yaratıcı ve çarpıcı olmamız, güldürüyü ve bolca karikatürü kullanmamız elimizi güçlendirecektir. Özellikle mizah çok etkili bir silah.

 

Ajitasyon ve propagandada daha da derinleşmeliyiz

Soyut bir sosyalizm propagandası asla insanları devrimcileştirmekte yeterli değil. Güncel sorunları da aynı ustalıkla işleyebilmeli, bunlar ile nihai amacımız arasındaki bağı insanların zihninde de kurabilmeliyiz.

Devrimci-ilerici yayınların ve burjuva medyanın incelenmesini, vaktimizden çalmamak kaydıyla, ayrı bir iş olarak ele almalıyız. Siyasal gündemler kataloğumuzu çeşitlendirmemize önemli katkısı olacaktır bunun. Öne çıkartmak istediğimiz, gündemleştirmek istediğimiz başlıkları seçip vurucu bir tarzda kullanmalıyız. Buralarda düzenin teşhiri için sayısız malzeme var.

Ayrıca insanların arasında konuştuğu belli başlı şeyler üzerine sözümüzü söylememiz toplumsal ölçekte siyaset yapmanın bir gereğidir. Geçtiğimiz sene, hem pyo’larımız, hem yerel dergimiz, hem de duvar gazetesi tarzı araçlar oldukça kullanışlı olmuştu.

 

Eğitim sorunu

Teorik-ideolojik eğitim sadece partimizin çizgisini kavrayabilmek için gerekli değil. Aynı zamanda net ve berrak bir politik bakış açısı edinmemiz ve siyasal aklımızın gelişmesi için de olmazsa olmaz ihtiyaç. Üstelik ideolojik eğitim sorununu pratik bir sorun olarak da görüyorum.

Çevremizde mücadeleye kazanmamız gereken o kadar çeşit insan var ki, hepsi de ayrı bir dilden konuşuyor ve kafalarında farklı türden sorular ve (ön)yargılar var. Hepsinin birden üstesinden gelebilmemiz, bu insanları kazanabilmemiz, biraz da bu konularda donanımlı ve değişik toplumsal kesimlerin tartışmalarına aşina olmamızı gerektiriyor. Bunun için Marksizmin temellerinden bir dizi başka konuya kadar sağlam teorik bir eğitimi ustaca verebilmemiz gerekli.

Bu konuda birkaç önerim olacak:

Fasiküller halinde eğitim metinleri çıkartmak iyi bir fikir olacaktır.

Öncelikle eğitimin içeriğini merkezileştirmeliyiz. Bu hem orada başka, burada başka aktarılmasının önüne geçer. Hem de her yerelde bu eğitimi verecek yetişmiş insanlar olmayabilir, bu durumda işleri kolaylaştırır.

Ayrıca bu alandaki birikimimizi kalıcılaştırmalıyız. “Söz uçar yazı kalır.” Her seferinde yeni baştan başlamak büyük bir enerji ve vakit kaybı oluyor. Üstelik atlanan, eksik kalan yerler olma riski de var.

Hem içeriğinin kapsamı, hem düzey olarak iki veya üç seviyeye ayırabiliriz. Belli bir birikimi olan kişilerin rahatlıkla anlayabildiği metinlerde, bu işle yeni haşır neşir olan birisinin anlamını bilmediği, idrak edemediği, çözemediği o kadar çok şey olur ki. Ve bizim insanımız genelde çok okumayı da sevmediğinden kitabı bir kenara fırlatıp atabiliyor. Eğitim çalışmalarında kaynakların okunmaması sık rastlanılan bir durum.

Elbette ben bu eksiklikler ve üşengeçlikle barışık olalım demiyorum. Ancak “profesyonel bir başlangıç” insanların kafasındaki soru ve sorunlar kataloğunu zenginleştirecektir. Ve konuya ilişkin artan bu soru işaretleri insanları meraklandırıp daha fazlasını okumaya itecektir.

Buna ek olarak bir “talimatname” gibi değil ama bu eğitim metinlerinin yanında eğiticilere, sunum yapacak kişilere daha verimli bir çalışma için yöntemsel önerilerde bulunacak bir dizi ipucu da hazırlanabilir.

Ayrıca bu gibi eğitim öbekleri bir kişinin konferans verir gibi konuşması, diğerlerinin edilgen dinleyiciler olarak kaldığı işleyişlerde gereken verimi sağlayamayabiliyor. Bunun yerine anlatıcının her hafta değiştiği, yuvarlak, herkesin birbirinin yüzünü görebildiği bir oturma düzeninde ve 3-8 kişi arası gruplarda daha katılımcı olunuyor. İlk zamanların acemilik ve çekingenliği yeni birilerinin söz almasıyla aşılabiliyor. Bir diğer nokta da bir sınama değil paylaşım atmosferinin yaratılmasıdır.

 

Örgütlenme ve kadrolaşma sorunumuz

Önümüzdeki dönem için bu çalışma alanında yoğunlaşmamız ve üstesinden gelmemiz gereken en büyük sorunumuz örgütsel varlığımızı kalıcılaştırmaktır. Mezuniyet, başka alana geçme, disiplin cezaları, örgütlü siyaseti bırakma vb. sebeplerden çıktılar yaşanabiliyor. Tüm bunlar bir çalışmayı zayıflatacak etkenlerdir. Fakat kalıcılık derken kişilerin sürekliliğinin ötesinde birşeyden bahsediyorum.

 

Atılım için öncelikle birikim

Elbette üniversitedeki çalışmamızın güçlenmesi, serpilip gelişmemiz, diğer alanları beslememiz istenilir bir durumdur. Hatta üniversitedeki, düzen güçleri de dahil, en etkili ve örgütlü politik özne olmayı hedeflemeliyiz.

Ancak böylesi bir sıçrama için ilk olarak ayaklarımızı sağlam bir zemine basmamız gerekiyor. Üniversitede çalışmayı yürütecek örgütün omurgasını çakmalıyız. Başlangıçta bu niteliği yakalayamazsak zaaflarımızı aşmak bir yana kronikleştiririz. Üstelik karşımıza çıkan olanakları hakkını vererek değerlendirebilmenin de, sağlıklı bir kadrolaşmanın da başlıca şartı, bunu omuzlayacak nitelikli ve kararlı bir ekiptir.

 

Niçin (gereğince) örgütlenemiyoruz?

Etrafımızda azımsanmayacak sayıda insan var. Tamamı da politik olarak bize yakınlık besliyor. Yüzleri bize dönük. İyi bir diyaloğumuz da var. Çiftçiler bile tohumu ekiyor, toprağı sürüyor, ekinleri suluyor. Ama senede birkaç kez mahsülün hasadını yapmasını da biliyor. Biz ise emeğimizin meyvelerini toplamayı genelde ihmal ediyoruz.

Uzun erimli düşünürsek, etrafımızda kaç kişinin olduğunun, nasıl iyi bir ilişki içinde olduğumuz, hatta bizimle eylemlere gelmelerinin, etkinliklerimize katılmalarının bile hiçbir anlamı ve kalıcılığı yoktur. Önemli olan kalıcı mevziler yaratabilmek, bu ilişkileri tanımlı ve örgütlü bir düzeye yükseltebilmektir. Öbür türlüsü sadece zahiri bir görüntüdür ve geçici olmaya mahkumdur.

 

Küllenen ilişkiler ve örgütsel normlar

Yüzünü bize dönmüş, bizle hareket eden, ancak ne kısa ne uzun vadede örgütlü mücadeleye girmek gibi pek bir niyeti olmayan bolca arkadaşımız var. Ne yazık ki bu durum sadece dostluk ilişkisi düzeyindedir. Bu arkadaşlardan daha fazlasını beklemek de yersiz olur. Elbette belli koşullar sağlanırsa birlikte olmamızın da bir sakıncası yoktur.

Ancak aramızdaki ilişkiyi tanımlayamamamız, örgütlenmemiz açısından ciddi sorunlara yol açıyor. Birlikte bol miktarda vakit geçiriyoruz. Etkinliklere, gazete okuma çalışmasına katılıyoruz. Bir kısmı iyi de konuşup tartışıyor.

 

Örgütlü ilişki ile arkadaşlık ilişkisi arasındaki ayrımın silikleşmesi

Yeni tanıştığımız, mücadele etmeye niyetli, “sıfır kilometre” arkadaşlarımıza da bu aynı ortamda davayı anlatmaya, onları örgütleyip kazanmaya çalışıyoruz. Ancak bu işlerde yeni, birçok şeyi yapmaya hazır olarak gelmiş arkadaşlarımız etraflarına bakıyorlar ve kendi kendilerine diyorlar ki, “demek örgütlülük dedikleri bundan ibaretmiş”, “aslında o kadar da kasmaya gerek yokmuş”. Çünkü etraflarında çok konuşan ama hiçbir şey yapmayanlar, yeni gelenlerin de kıstaslarını ve örgütlülük normlarını belirliyor. Çok geçmeden biz öncekilerin kendimize koyduğumuz sınırlar, yeni gelenlerin de sınırlılıklarına dönüşüyor.

Böylece arkadaş çevremize bir yenisi daha katılmış oluyor. Üstelik dışarıdan da böyle algılanmamıza yol açabiliyor. Kolektifimizin hepimizin sosyal ihtiyaçlarını da karşılamasından doğal bir şey yok. Hatta kendi örgütlenme sürecimde bu da önemli bir rol oynamıştır. Ancak sosyalleşme ihtiyacını karşılayıp mücadele ihtiyacına cevap vermeyen bir bileşim neye hizmet edebilir?

Bu grubun içerisindeki birinin diğerini geriye çekmesi ise sık rastlanan bir durum. Özellikle örgütün müdahalesinin olmadığı koşullarda maalesef yeni ilişkilerimiz de bu duruma eklemleniyor.

Hem çevre ilişkilerimizi daha tanımlı hale getirmeli, hem de yeni temas kurduğumuz insanları, gelecek vadedenleri soğuyup küllenmiş ilişkilerden ayrı ele almalıyız. Bu tabi diğerleriyle hiç ilgilenmeyeceğimiz anlamını taşımıyor.

 

İlişkilerimizi politikleştirmekte zorlanıyoruz

Birlikte hareket ettiğimiz insanlarla nadiren siyasi sohbetler gerçekleştiriyoruz. Bu olduğu zaman da “sol magazin” düzeyini geçmiyor. Siyasi tartışmaların neredeyse hiç olmadığı böyle bir ortamda yeni ilişkileri politikleştirmemiz de mümkün olmuyor. Bunu bir şekilde aşmalıyız.

 

Hedefli bir kadrolaşma politikası

Dışa dönük olmayan bir faaliyeti hiç doğru bulmuyorum. Ancak “onu da ‘bağlayalım’”, “şunu da kaçırmayalım” gibi bir düşünceye kapılırsak, maymun iştahlılık etmiş oluruz. Elimizdeki fırsatları da kaçırırız. Örgütlenmek, kadrolaşmak zor bir iş, yoğun bir çaba isteyen bir iş. Sosyal ilişkimiz çok önemli, ancak iki sohbet çevirerek kimseyi örgütlü mücadeleye kazandıramayız.

Bu konuda kafası net ve kararlı olmalıyız. Hedeflediğimiz, örgütlemeyi kafaya koyduğumuz görece az sayıdaki insanı belirlemeli, onlarla “özel bir tarzda” ilgilenmeliyiz. Hem yaşantılarını kuşatmalı, hem de büyük bir emek vererek üzerlerine düşmeliyiz.

 

Taze güçlere yönelmeliyiz

Bir insanı dönüştürmek için önce hayatına girmeliyiz. Okulun dışında, akşam evde de onunla vakit geçirmeliyiz. Ve her şeyden önce örgütlenme hedefimizi saptarken taze, istekli ve azimli unsurlara öncelik vermeliyiz. Hele ki proleter kökenli olanlarını kaçırmamalıyız.

Yoldaşça sevgiler...

Yalçın

24 Eylül 2010


Üste