Logo
< Kürt hareketinde son gelişmeler: Ayrışma ve yeniden saflaşma zorunluluğu

Bütünsel bir tasfiyeci platform


 

Bütünsel bir tasfiyeci platform

H. Fırat

Öcalan’ın İmralı savunması tepeden tırnağa bir tasfiyeci proje ve platformdur. Bu büyük tasfiyeci proje ve platform, yalnızca Kürt halkının gerçek eşitlik ve özgürlük umutlarını, bu umutlar uğruna yarattığı büyük devrimci birikimi değil, Türkiye’nin devrimci birikimini de hedef almaktadır.

Buraya kuşkusuz bir anda gelinmedi. Öcalan’ın da savunmasında birçok kez belirttiği gibi, “bu yönlü bir yoğunlaşma” ve buna uygun düşen pratik yönelimler, ‘93’ten beri adım adım geliştirildi ve uygulandı. ‘90’lı yılların başında karşı karşıya kaldıkları yol ayrımında, ‘89 yıkılışını izleyen son derece elverişsiz tarihsel ortamın da özel etkisiyle, devrimi derinleştirme değil sistemle ve düzenle uzlaşma çizgisi izlemeyi seçenlerin varacağı yer, sonuçta  sistemle ve düzenle barışma ve bütünleşme olabilirdi. Öcalan’ın İmralı savunması, bunun tüm sonuçlarına vardırıldığı; bu savunmanın genel ideolojik ve tarihsel mantığı çerçevesinde, geriye herhangi bir dönüş yolunun ve imkanının bırakılmadığı bir büyük tasfiyeci manifesto olmuştur.

Burada Öcalan destekçileri ve mazeretçilerinin bilerek görmezlikten geldikleri, değinmemeye özel bir özen gösterdikleri önemli bir olgusal gerçek var. Öcalan savunmasında ısrarla, ben şimdiki platformuma bir anda ya da salt İmralı’ya kapatıldığım için değil, ‘92’-93’lerden itibaren adım adım geldim diyor. Yaşanan sürecin İmralı’da tam bir sıçramaya, tümüyle bir konum ve saf değiştirmeye vardığını gözden kaçırmamak kaydıyla, Öcalan iddiasında kuşkusuz haklıdır.

Oysa komünistler ile bir kısım devrimci çevreler, “siyasal çözüm” çizgisi ile girilen bu yön değişimine daha ilk adımlarında işaret ettikleri için, başından itibaren ve bugüne kadar, ısrarla haksız değerlendirmelerde ve eleştirilerde bulunmakla itham edildiler. Bu konuda kaba biçimlerde suçlandılar, açık ya da örtülü tutumların hedefi oldular.

Bunu burada hatırlatmamızın nedeni, hiç de bugün tümüyle haklı çıkmış olmamıza işaret etmek değildir. Bunu hatırlatmamızın asıl nedeni düne değil bugüne ilişkindir. Bugün gelinen duruma ve ortaya konulan büyük tasfiyeci platforma ilişkin olarak ortaya koyduğumuz değerlendirme ve eleştirilerin de, tıpkı geçmişteki gibi ucuz demagojik ithamlara ve suçlamalara konu edilmesi, hırçınlık ve gericilikle karşılanmasıdır. Oysa biz tümüyle nesnel bir durumun adını koyuyoruz ve bu topraklarda büyük emekler pahasına yaratılmış devrimci birikimin düzenle barışma ve bütünleşme süreci içerisinde tasfiye edilip boşa çıkarılmasına karşı duruyoruz. Bu bizim komünist devrimciler olmamızın, devrim için ve sosyalizm uğruna verdiğimiz mücadelenin en doğal bir gereğidir.

Evet, zaman geçmiş sürece ilişkin olarak bizi tümüyle haklı çıkardı. İmralı savunmasında ifadesini bulan çizginin niteliği, anlamı ve işlevine ilişkin olarak, gelecekte bir kez daha tümüyle haklı çıkaracaktır.

***

Öcalan savunmasının “Kişisel Durumum” başlıklı bölümünde şunları söylüyor:

“Başlangıçta her bakımdan kişi ve kültür, dil inkarına dek baskı ortamı nasıl ki şiddete götürdüyse, özellikle doksanlı yıllara kadar, daha sonra sınırlı özgürleşme olanağı belirince giderek bu benim için anlamını yitiriyordu. Siyasetin daha uygarlaştırıcı demokratik yöntemi etkili olmaya başladı. Doksan üçten itibaren daha sıkça dile getirdim. Şiddeti devletle ulaşılması halinde gerçekten bırakmak her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyordu. Bunda imkan, olanak azlığından ziyade anlamsızlığı, kadar amaca demokratik siyasetle varılabileceği kanısı temel rol oynuyordu.

“Bu konuda en temel eksikliğim ateşkes sürecini derinliğine ve devletin yaptığı hazırlıkları çok iyi görüp değerlendirememe ve böylelikle tarihi bir fırsatı kaçırma olarak değerlendiriyorum.”

Burada ve savunmanın tümünde şiddeti “uygar demokratik yöntemler” ya da “demokratik siyaset” türünden burjuva yutturmacalarla kategorik olarak karşı karşıya koyan, ezilen sınıfların haklı devrimci şiddetinin derin demokratik özünü ve amacını gözlerden gizleyen görüşleri şimdilik bir yana koyuyoruz. Sistemin ve düzenin safına geçenler  doğal olarak onun diliyle, onun kitleleri aldatmaya yönelik  ideolojik argümanlarıyla konuşurlar.

Yukarıdaki sözlerin devamında, ‘93’ten sonraki sürecin “pek anlamı olmayan bir tekrarlama” süreci olduğu söyleniyor. Bu fikri Öcalan  savunmasının başka yerlerinde de sık sık yineliyor. Bu düşüncenin gerisinde sözkonusu sürece bugünden bakmanın getirdiği bir tutum var. Sonunda varılacak yer bugün varılmak istenen devletle barışma ve düzenle bütünleşme olduğuna göre, bu anlamsız tekrardan ve onun yarattığı acı kayıplardan kaçınmak gerekirdi demek istiyor Öcalan. Buna ilişkin gözlem ve değerlendirmelerinde, İmralı savunması, bu anlamsız tekrarın ve kayıpların esas sorumlusu olarak belirgin biçimde PKK’yi görüyor.

Buna ilişkin  bazı pasajları daha önceki bölümlerde aktarmıştık. “Devlet aslında bu yıllarda genelde olduğu gibi ciddi (bir) kabuk değişikliği”nden geçiyordu diyen Öcalan, PKK’nin dünyadaki gelişmelerle birlikte devletteki bu kabuk değiştirmeyi (sözde yumuşama ve demokratik açılımlar yapma eğilimini) göremediğini, eski çizgisinde ve dolayısıyla “kendini geliştirmeden ziyade aşırı tekrarda” direndiğini, böylece süreci zora soktuğunu söylüyor. Öcalan adeta devrimciliği zamanında tam olarak terketmeyen, bunu sürece yayarak süründüren PKK, aradaki kayıp ve acılı yılların sorumlusudur demeye getiriyor. (Bkz. “PKK’de Dönüşüm Sorunları” başlıklı bölüm).

Şöyle devam ediyor Öcalan:

“(PKK) 70'ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşmalıydı. Türkiye'yi, hem kuruluşunda hem 90'larda yaşadığı gelişmeyi de göz önüne getirerek yeniden çözümlemeli ve programını bu yeni gelişmelere dayandırmalıydı. Dünya çapında reel-sosyalizm çözülüyor, Sovyet sistemi dağılıyor, çözüm kör-topal bir demokraside görülürken bundan şüphesiz önemli sonuçlar çıkarılmalıydı. İdeolojik-ütopik bir söylemden öteye gitmeyen, ayrı parça ayrı devlet yerine, ortak anavatanın bir parçası olarak ana coğrafya kavramı ve gerçekliği de objektif olarak mümkünü çok zor bir parça devlet anlayışı yerine -ki kurulsa da kendini yaşatması mümkün olamaz ve gerekmezdi de- bunun yerine, dünya çapında gelişim gösteren aynı sınırlar dahilinde, ama demokratik bir toplum olarak Kürtlerin cumhuriyetle özgür birlikteliğini açık görmeli, göstermeliydi. Hele aşırı iç içe geçmişlik, yoğun asimilasyon, nüfusun neredeyse yarıya yakını farklı coğrafyada ise bulunacak çözüm ve tercih edilecek olanı da, derinleşmiş bir demokrasiydi. Bunun pratik dili kendini giderek yozlaşan ve çok acılara, kayıplara yol açan şiddet yerine siyasal-demokratik faaliyeti yoğunlaştıran bir eylem çizgisine yönelmeliydi. Giderek kirleşen savaşa son verme de usta ve sorumlu hareket etmeliydi. Artık orduya karşı sürgit bir gerillanın bile, eninde sonunda aynı çözüm noktasına gelmekten öteye rol oynamayacağını görmeli, kontrollü bir biçimde kendini siyasal-yasal bir seçeneğe dönüştürmeyi gündemleştirmeliydi. 93'ten sonra gerillada ısrar, tekrar yerine bunun tedbirlerini alabilmeliydi.  Devleti kullanan çetecilik ve gerilladaki aşınma her ne kadar sorumlu tutulsa da yine de doğrusu, 90 başlarındaki hem dünya hem devletteki gelişmeyi görüp yanıt oluşturmaydı.”

Bu sözler bir özeleştirel değerlendirme görünümü taşıyor. Ama burada devrimcilere özgü ve devrimci amaca yönelik özeleştirinin zerresi yoktur. Bu düzenin egemenlerine günah çıkarmaktır. Türk özel savaş kurmayları dolaylı yollardan (son olarak Şemdin Sakık’ın ağzından) PKK’nin barış isteminde samimi olabilmesi için, ideolojik-programatik planda iki temel koşulu birarada yerine getirmesi gerektiğini fısıldayıp duruyorlardı.

Bunlardan ilki PKK’nin sosyalizm iddiasını bir yana bırakarak emperyalist dünya sistemini ve Türkiye’nin kapitalist düzenini benimsemesi ve onaylaması idi. İkinci temel koşul ise PKK’nin ilk belgelerinde yer alan “bağımsız-birleşik Kürdistan” hedefinden vazgeçmesiydi. Öcalan savunmasının tümünde ve bu arada yukarıya aktardığımız uzun pasajda, bu iki koşulun gereklerini açık-seçik biçimde yerine getirerek düzenen egemenlerine güven vermeye ve onları  kendi tesmlimiyetçi platformu üzerinden bir barışa ikna etmeye çalışmaktadır. ‘90’ların başından itibaren bunu köklü bir konum ve program değişikliğiyle yapmadığı için PKK’nin sorumlu olduğunu söylemektedir.

Fakat burada hiç de ayrıntı sayılmaması gereken özel bir nokta var. Öcalan bu konuda  kendi sorumluluğuyla PKK’nin sorumluluğunu kendi lehine olarak birbirinden ayırmaktadır. Savunmanın “Kişisel Durumum” başlıklı ana bölümü tümüyle bu amaca yöneliktir. Örneğin orada şunlar söylenmektedir: “Kişisel düzeyde yine dikkate alınması gereken temel bir çalışmam, PKK'nin yetmişler dünyasından kalma program ve propaganda tarzını doksanlı yıllardan itibaren değiştirmeye ve aşmaya ilişkin çabalarımdır. ... Bunu ilgili devlet kuruluşları gayet iyi bilmektedir.”

“İlgili devlet kuruluşları”nın iyi bildiğini, devrimci idealler uğruna savaştığını sanan PKK kadroları ve militanlarının da iyi bilmesi gerekirdi. Fakat bunun için açık ve dürüst politika tarzı şarttı. Ortadoğu’nun adına “reel politika” denilen karanlık ve her yana çekilebilir politika tarzı sayesinde, gerçek yıllarca onlardan saklanmıştır.  Köklü bir stratejik yön değişimi, yıllarca  devrimcilere ve kitlelere “taktik manevra” olarak sunulabilmiştir. Öcalan savunmasında “ilgili devlet kurluşları” hakkında önemli başka açıklamalar da yapıyor. MGK’da ve orduda geliştirilen ve “bize kadar da dolaylı yoldan ulaştırılan konsept”ten sözediyor.  Buna göre, “ilgili devlet kuruluşları”; “devletin yaşadığı değişimi, PKK’nin de göz önüne getirmesi ve kendisinden beklenen değişime yanıt vermesi” beklentisi içinde olduklarını bir yerlerden PKK’ye fısıldıyorlar. Sözü edilen güya “demokratik-laik cumhuriyeti” geliştirme ve güçlendirme “konsepti”dir. Öcalan’a göre, demokrasiyi geliştirme ve oturtma sürecinin öncü örgütleyici gücü olan ordunun PKK’den beklentileri şöyleydi:

“Bunun PKK'den istediği gelişme, giderek silahlı çatışmaya son vermek kadar ayrılıkçılık anlamına gelen programını da gözden geçirmek ve demokratikleşmeyle Kürt sorununa yavaş yavaş çözüm bulmak, açılan ve giderek açılacak yolda böyle yürümekti. Bu konsepti, perspektifi olumlu bulmanın bir önemli nedeni de pratik geçerliliğiydi. Devleti yıkmanın bile fayda sağlayamayacağı, ayrılıkçılığın yararsızlığı, en iyisinin devletin demokratik niteliğini geliştirmek gibi bir sonuca ulaşmamda, doğru bir kaynaktan çıktığına, gün gün kendisine kanal açtığına da tanık olduğum bu mesajlardan güç aldığımı da belirtmeliyim.”

Öcalan bunlara şu son derece anlamlı açıklamayı da ekliyor: “Yapıyı yeni konsepte yavaş da olsa bilgilendirerek hazırlamaya çalıştım. Bugüne bu yaklaşımla geldim.”

Bu, nereden nereye hangi hayaller ve aldatıcı yönlendirmelerle geldiğini de açıklıyor.  Öcalan’ın İmralı’daki tüm savunması, bu savunmanın tüm temel ideolojik ve tarihsel unsurları, benzer bir aldatıcı yönlendirmeye gereğince yanıt verme kaygısının da ürünüdür: Emperyalist sistemi ve kapitalist düzeni  tanıyıp onaylamanın ötesinde, ordunun yüceltilmesi ve sözde demokratik sürecin öncüsü ilan edilmesi, Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyet tarihinin bir Kürt yurtseverinin dilinde aşırı yadırgatıcı görünen aşırı yüceltilmesi,  Kürt ulusunun varlığını bile reddeden bir milliyetçilik anlayışının “kültür milliyetçiliği” adı altında olumlanması,  Kürt sorununun siyasal niteliğinin reddedilerek onun bir “dil ve kültür” sorunu düzeyine indirgenmesi, bu çerçevede  mevcut üniter devlet fikrinin teori düzeyine çıkarılması, ezilenler payına ve “uygar demokratik siyaset” adına şiddetin her türlüsünün kategorik olarak reddi, PKK adına günah çıkarmalar, vb., vb... Savunmanın bu türden unsurları, artı, duruşmalardaki davranışlar ve açıklamalar, bütün bunların hepsi, “dolaylı yoldan ulaştırılan konsept”in yeni aşamadaki gerekleridir. Öcalan bütün bu sorunlarda eski mevziler terkedilmeden, özel savaş kurmaylarını tatmin ve ikna edecek yeni değerlendirme ve nitelemeler yapılmadan, bir uzlaşma ve barış imkanı yakalamanın imkansız olduğunu düşünerek hareket etmiştir. Öcalan savunmasının bu amaca yönelik olduğunu işin aslında çok fazla gizlemiyor da. Fakat bu yolda ısrar edilirse, sonuç bir kez daha aldatılma, derin bir hayal kırıklığı ve Kürt tarihinin en büyük fiziki ve moral yıkımı olacaktır.

Öcalan iki halkın tarihi, kültürel ve toplumsal yakınlığı ve içiçe geçmişliği konusunda kendi başına alındığında doğru ve anlamı değerlendirmeler de yapmaktadır. Fakat onun buradaki kaygısı PKK “ayrılıkçılığı”nı, bu arada genel olarak “ulusal ayrılıkçılığı” mahkum etmek,  Kürtleri mevcut düzen tabanı üzerinde ve üniter devlet bünyesinde bir kültürel alt kimlik olarak durumlarını kabullenmeye razı etmektir. Yani bir kez daha doğru şeyler yanlış amaçlara bağlanmıştır.  Oysa aynı nedenler iki halkın ve elbette tüm öteki milliyetlerden işçi ve emekçilerin birleşik devrimci mücadelesi için bir temel olarak da ortaya konulabilirdi.

Bu vesileyle kısaca hatırlatılması gereken bir önemli nokta var. PKK’nin devrimciliği hiçbir biçimde ayrı bir mücadele yolu tutması ve ayrı bir Kürt devleti kurma stratejisinden gelmiyordu. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin tahrif edilmiş yorumuyla da bağlantılı olarak Öcalan savunmasında sık sık bu anlama gelen değerlendirmeler yapıyor. Ayrı bir devlet kurma hedefini kendi içinde amaçlaştırmak, devrimciliğin değil milliyetçi dargörüşlülüğün ve içe kapanmanın bir göstergesi olabilir ancak. PKK’nin devrimciliği buradan değil, anti-emperyalist, anti-sömürgeci, anti-feodal ilkelere dayalı programından, bu programın marksist düşünce ve sosyalizm idealinden etkilenmesinden, bu temel üzerinde PKK’nin emekçi sınıfların çıkarlarına ve özlemlerine yakınlığından geliyordu. Ve elbette programatik amaçlarına  devrimci yol ve yöntemlerle ulaşma pratiğinden geliyordu. Bir başka ifadeyle, PKK’nin devrimciliğe yüz çevirmesi, onu emperyalist dünya sistemiyle ve Türkiye’nin kurulu düzeniyle karşı karşıya getiren devrimci ilkelere yüz çevirmesiyle başlamış, süreç ilerleyerek bugünkü noktaya varmıştır.

Ve bugün, tam da tüm bunlar toptan reddedildiği ya da terkedildiği içindir ki, devrimcilikten kopuluyor, reformist kimlik açıkça yüceltiliyor, düzenle ve devletle yeniden bütünleşme birileri için tek gerçek “yaşam gerekçesi” haline geliyor.

Öcalan’ın tasfiyeci projesinin Kürt sorunu ve Kürt halkının devrimci birikiminden öteye, Türkiye’nin devrimci birikimini tasfiye etmeyi de hedeflediğini, düzen egemenlerinin buradan da iştahlandırılmaya çalışıldığını belirtmiştik. Tasfiyeci projenin özetini oluşturan “Demokratik Birlik Çözümü İçin Tezler”in beşincisi şöyle başlıyor: “Silahlı çatışma ortamının ortadan kalkması, yıllardır yasadışı konmda olan birçok örgütü, demokratik ortamla bütünleşmeye itecektir. Öçellikle çıkarılacak bir af ve yasa, siyasal çalışmanın önü açık tutulduğunda, demokratikleşmenin daha da kökleşmesine yol açacaktır.”

Bu sözlerde aşırı bir subjektivizm ve Türkiye’nin gerçeklerinden uzaklık vardır.  Solu terbiye ederek düzenin legalitesi içine çekmek Özal’dan beri devletin temel bir politikasıdır ve yeni kabul edilen “Siyaset Belgesi”nde bu alanda sağlanmış başarı olumlanmakta, dolayısıyla aynı politikanın sürdürülmesi devletin bu gizli anayasasında kayda geçirilmektedir. Bunu şunun için söylüyoruz. Düzenin legalitesi içine yerleşmek, burada ehlileşip çürümek niyetinde olan sol çevrelerin önü zaten açıktır, bunun için hiç de “silahlı çatışma ortamının ortadan kalkması” gerekmektedir. Öcalan  son seçimlere sosyalist olmak iddiasındaki dört yasal partinin katıldığını unutarak konuşmaktadır.

Türkiye’de illegal örgütlenme temeline dayalı siyasal mücadeleyi seçen akımlar bu duruma hiç de “silahlı çatışma ortamının” mağduru olarak düşmüş değildirler. Bu bir devrimci perspektif, politika ve örgütlenme sorunudur. Türkiye’de PKK ve onun taraf olduğu “silahlı çatışma ortamı” yokken de çok sayıda illegal devrimci örgüt vardı. Dolayısıyla devrimci perspektife dayalı olarak düzenin icazet sınırları dışında siyasal ve örgütsel yaşamını sürdüren devrimci akımlar, “silahlı çatışma ortamı” bitse de varlıklarını kendi perspektiflerine uygun olarak sürdürmeye devam edeceklerdir. Öcalan’ın sözünü ettiği duruma ayak uyduracak olanlar zaten PKK’den ayrı düşünülemeyecek olan birkaç önemsiz ve itibarsız siyasal çevreden ibarettir. Devrimci örgütlerin düzenin icazet sınırları dışında illegal temeller üzerinde siyasal ve örgütsel varlıklarını sürdürmelerini 12 Eylül’ün özel koşullarına bağlamak, PKK’nin yasadışılığını “tüm partilerin yasaklanması” türünden acı ve gülünç kaçan nedenlerle izah etmek, İmralı’daki Öcalan’ın içine düştüğü içler acısı durumu gösterir yalnızca.

Fakat Öcalan’ın söylediklerinin asıl önemli noktası şu sözlerdedir: “Klasik ve fazla demokratik değeri olmayan siyasal çalışma dönemi geride kalmıştır. Bu sol için daha da geçerlidir. Kendini yenileme ve yasallaşma, bununla birlikte toplumun önündeki sorunlara gerçekçi demokratik çözüm projelerini koymakla ortaya çıkma, bunun için kapsamlı ittifakları gerçekleştirme, gelişmenin iktidarlaşmanın kaçınılmaz gereğidir. Klasik söylem, örgüt ve kadro anlayışları toplumun gündemini yakalayamaz. Bu anlamda kendini aşamayan örgüt ve kadro anlayışları kadar, demokratik yenileme, gerçek çözüm projeleri geliştirmeyen siyaset ve örgütler döneminin kapandığı iyi anlaşılmalıdır.”

Burada özellikle ‘89 yıkılışından beri; solun devrimci özünü ve içeriğini boşaltmaya, onu ehlileştirerek düzenin yasal icazetçi çerçevesine eklemlemeye çalışan neo-liberal söylemin bir benzeri ile karşı karşıyayız. Öcalan’ın burada asıl söylemek istediği şudur: Devlet PKK ile anlaşır, PKK’yi kendi yasallığı içerisine alır, böylece Kürt halkının büyük devrimci birikimini boşa çıkarmayı başarırsa, bu solun devrimci kesimlerine büyük moral ve maddi darbe olacaktır; onları yalnızlaştırarak, ya sisteme yasallığına entegre olma ya da tecrit ve marjinalleşme ikilemiyle yüzyüze bırakacaktır. Öcalan’ın bu söylediklerinde elbetteki gerçeklik payı vardır. Fakat yalnızca bugüne kadar PKK’nin kuyruğunda dolanıp duran, bağımsız devrimci bir konum, tutum ve bilinçten yoksun olanlar payına.


Açıklama:

Devam edeceği bildirilen eleştiri burada kesilmiş, daha sonra aynı yılın (1999) Eylül ayında “Kürt Hareketinde Son Gelişmeler” dizisiyle devam etmiştir. 9 bölümlük bu değerlendirme bu buradaki dizinin dolaysız bir devamı ve tamamlayıcısı olarak okunabilir...


Üste