Logo
< Emperyalist sisteme ve kapitalist düzene onay

İmralı savunmasının eleştirisi-1: İlk tepkiler üzerinden ön değinmeler


İmralı savunmasının eleştirisi-1

 

İlk tepkiler üzerinden ön değinmeler

H. Fırat

PKK çevreleri ve Kürt basını, İmralı duruşmaları başlayalı beri döne döne herkesi, bu arada elbette devrimci çevreleri, Öcalan’ın savunmasını iyi anlamaya ve doğru çözümlemeye çağırıyorlar. Fakat nedense herkese tavsiye ettiklerini kendileri yapmıyorlar. Öcalan’ın mahkemeye sunduğu kapsamlı savunmayı, yanısıra duruşmalardaki konuşmalarını, burada dile getirilen temel görüşleri ele alıp açıklıkla irdelemiyorlar, bundan özenle kaçınıyorlar. Bunun yerine, “barış ve kardeşlik çözümü”, “demokratik cumhuriyet çözümü”, “21. yüzyıl manifestosu” türünden, dıştan bakıldığında pek çekici ve yaldızlı, fakat gerçekte içi belirsiz ya da boş kalan formüller kullanarak durumu idare etmeye, böylece şaşkınlık ve gizlenemeyen bir huzursuzluk içindeki yursever kitleyi yatıştırmaya ve oyalamaya çalışıyorlar.

A. Öcalan’ın ortaya koyduğu “çözüm platformu”nu
içeriğinden giderek savunmak mümkün mü?

Bu davranış elbette nedensiz değildir. A. Öcalan’ın ortaya koyduğu yeni platformu gerçek içeriğinden giderek savunulabilmek için, bugüne kadar devrimcilik ve Kürt yurtseverliği adına ortaya konulan ve savunulan hemen herşeyi reddetmek gerekir. Buna ise yurtsever taban bir yana, kendileri bile hazır değiller. 20-30 yılın devrimci-yurtsever ideolojik ve moral birikimini bir kalemde silmek elbetteki kolay iş değildir.

Kürt basınında köşe tutmuş bir kısım liberal ise, Abdullah Öcalan’ın “bilinmeyen bir yolda” cesaretle yürüyerek “büyüklüğünü” bir kez daha gösterdiğini, herkesin ondan “sıradan militan tavrı” beklediği için ortaya çıkan durumu anlayamayarak büyük bir “şok” ve “şaşkınlık” içine düştüklerini söylüyor. Oysa Abdullah Öcalan, kendisinin de savunmasında döne döne vurguladığı gibi, gerçekte çok bildik bir yolda yürüyor. ‘93’den beri emperyalist sistemle ve Türkiye’nin kurulu düzeniyle uzlaşma ve anlaşma arayışı ile girilen bir yeni yoldu bu. Artık çoktandır çok bildik olan bu yolda süren yürüyüş, bugün gelip vardığı noktada teslimiyetle sonuçlanmış bulunmaktadır. Abdullah Öcalan savunmasında bir teslimiyet platformu ortaya koymuştur. Karşılığında ise Kürt dili ve kültürel kimliği ile birlikte PKK’nin tanınmasını ve sisteme kabul edilmesini istemektedir.

Sistemin egemeni ABD’ye ve Türk egemen sınıflarına adeta bir açık çek olarak sunulmuş bu platform karşısında “şok” ve “şaşkınlık” geçiren ise, ne sistemin egemenleri ve ne Türkiye’nin bağımsız düşünme ve gerçeğe dosdoğru bakma yeteneğindeki gerçek devrimcilerdir. Bu iki karşıt kesim de, Kürt hareketinin geldiği noktayı ve Öcalan’ın İmralı’da ortaya koyduğu yeni platformu önden iyi-kötü biliyordu. “Şok” ve “şaşkınlık” oyalamalarla yanıltılan yurtsever kitlede ve çıplak gerçeğe gözlerini kapayan kuyrukçu sol çevrelerde yaşandı, yaşanıyor.

Biz komünistler Kürt hareketindeki tıkanıklığı tam zamanında tespit ettik ve bunu ‘92 Nisan’ında “Kürt Hareketi Yol Ayrımında” başlığı altında çözümleyip ilan ettik. Bugün Öcalan savunmasında sürece ilişkin olarak yaptığı açıklamalarla bizi olduğu gibi doğruluyor. Komünistler bir tıkanıklığı tespit etmekle de kalmadılar, bunun nedenlerini çözümlediler ve Kürt hareketinin emperyalist sistemle ve Türkiye’nin kokuşmuş kapitalist düzeniyle uzlaşmak yerine tutabileceği devrimci yolu ve bunun gereklerini de açıklıkla ortaya koydular. Fakat PKK “siyasal çözüm” eğik düzleminde kaymayı ısrarlı bir doğrultu haline getirdi ve bu ısrarın bugün onu getirdiği yer ortadadır.

Bunu görmek için İmralı duruşmalarını beklemek de gerekmiyordu. Komünist basında çok önceden, “Kürt hareketinin devrimden yüz çevirmenin ötesinde, sömürgeci rejim karşısında teslimiyetçi bir tutuma doğru hızla sürülendiği” dile getiriliyor, Kürt hareketinin “Öcalan çizgisi şahsında devrimden yüz çevirdiği” bir döneme girmiş bulunduğumuz açıklıkla tespit ediliyordu. Bunu tespit edebilmek için de, sürecin toplam seyri ve mantığı bir yana, Öcalan’ın İmralı’dan Nisan başında açıkladığı 8 maddelik platformun anlamına bakmak yeterliydi. İmralı duruşmalarıyla birlikte ortaya konulan tutum ve yeni platform bu açıdan esasa ilişkin yeni bir şey getirmiyor. Yalnızca önden açıklanan 8 maddeye teorik ve tarihsel bir temel kazandırıyor, bunu gerekçelendiriyor.

ABD emperyalizmi ve rejimin egemen odakları için de İmralı duruşmalarının başlamasıyla birlikte yaşananlar bir sürpriz değil. Tersine, herşeyi herkesten önce ve daha baştan en iyi onlar biliyorlardı. Bu konuda önden basına yansıyan sayısız bilgi ve belirtiden yalnızca dikkate değer bir örnek vereceğiz. TÜSİAD ve Genelkurmayın basındaki “görevli” kalemlerinden biri sayılan Ertuğrul Özkök, İmralı duruşmalarından neredeyse bir ay önce, köşesinde aynen şunları yazdı:

“Abdullah Öcalan geçen bayram sırasında savcıları çağırarak ek ifade verdi. Yakalandıktan sonra Türk bayrağını öptüğünü söylüyor. HADEP Kongresi’nde Türk bayrağının indirilmesini yanlış bulduğunu belirtiyor. Atatürk’ü büyük bir dahi olarak kabul ettiğini söylüyor. En önemlisi, Türkiye’den ‘Ülkemiz’ diye söz ediyor. Daha da önemlisi, yıllardır PKK’nın dilinde TC diye aşağılanmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kabul ediyor. ... Eğer Öcalan bu sözleri duruşma sırasında da tekrarlarsa, Türkiye’nin önünün açılması bakımından çok önemli bir fırsat yakalanabilir.” (Hürriyet, 3 Mayıs ‘99)

Özkök’ün bir ay önceden resmettiği tablo, duruşmalarda ortaya çıkan tablonun kendisidir. Sistemin egemenleri yeni platformu tüm kapsamıyla bilmekle kalmıyorlar, bundan nasıl yararlanabileceklerini de aylar öncesinden tartışıyorlardı. İmralı duruşmalarıyla birlikte ortaya konulan yeni tutum ve platformun rejimin egemenleri için bir yeniliği yoktu. “Şok” ve “şaşkınlık” onlar için değil, özellikle yurtsever Kürt kitleleri için sözkonusuydu. Gerçeklerin içyüzünü, varılan yerin anlamını hala da yeterli açıklıkta bilmeyen, bildiklerini de kolay kolay sindiremeyenler onlardır.

Öcalan’ın ortaya koyduğu “çözüm platformu”nun
tartışılması gerçekten bir “başarı” mı?

PKK çevreleri ve Kürt basınındaki kalemler Abdullah Öcalan’ın siyasal bir tartışma platformu yaratmış olmasını, ortaya koyduğu yeni platformun dünyada ve Türkiye’de yankı bulmasını büyük bir politik başarı sayıyorlar. Bu sözde başarı hiç de Abdullah Öcalan’ın “büyüklüğünü” bir kez daha göstermiş olmasından değil, fakat Kürt halkının bugüne kadarki devrimci birikimini en kötüsünden bir pazarlık masasına yatırmış olmasından gelmektedir. Abdullah Öcalan Kürt dili ve kültürel kimliğinin tanınması karşılığında bu birikimi sisteme entegre etme platformu ortaya koymuştur. Devrimcilerin teslimiyet platformu olarak nitelediği durum tam da budur. Böyle bir platform elbetteki ABD emperyalizmi ve rejim çeverelerinde ilgi görecek, tartışmalara yolaçacaktı. Açıkça dışa vurulmasa da bunun böyle olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz. Kaldı ki “sahibinin sesi” olmaktan başka bir özelliği olmayan yazarın söylediklerinden bu tartışmaların İmralı duruşmalarından çok önce başladığını da öğreniyoruz. Özkök yukarıda aktardığımız sözlerinin devamında şunları söylüyor:

“... terör örgütünün başındaki kişi artık gittiği yolun yol olmadığının farkında. Günlerdir bu sorunun çözümüne yardımcı olmak istediği yolunda ifadeler veriyor. Şimdi Türkiye akılla duygunun ortak tatminini sağlayacak bir noktaya doğru gidiyor. Yapılması gereken nedir? Her şeyden önce komplekssiz, mantıki bir çözüm bulmak. Olayı sadece ‘29. Kürt isyanını bastırdık’ boyutuyla görürsek mesele yok. Sorun çözülmüştür. Ama ya 30’uncu Kürt isyanı? Onu şimdiden önleme şansına da sahibiz. Bölgesinin süper gücü Türkiye, 15 yıldan bu yana ilk defa bu tarihi sorunu kesin ve kalıcı bir çözüme ulaştırma şansına sahip. Terörü ezmiş ama olayın insani boyutunu çözüme bağlamış, bütün insanlarını gönüllü bir vatandaşlık bağı ile devletine bağlamış bir Türkiye.”

3 Mayıs tarihli bu sözler, rejim çevrelerinin Öcalan’ın yapacağı savunmanın ana eksenini önden çok iyi bildiklerini gösteriyor. Yine bu sözler, Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu yeni siyasal platformun düzen çevrelerinde neden ilgiyle karşılandığını ve tartışmalara yolaçtığını da gösteriyor. Daha sonra üzerinde ayrıntılarıyla duracağımız gibi, Abdullah Öcalan’ın “barış ve kardeşlik çözümü”, gerçekte Türk burjuvazisini temel bir “iç engel”den kurtararak bölgenin lider gücü yapma çözümüdür.

Şu sözler Abdullah Öcalan’ın savunmasının “Sonuç” bölümünden alınmadır:

“Cumhuriyet tarihinin bu en zor sorunu çözümlendiğinde, Türkiye’nin iç barışında aldığı güçle bölgede lider bir ülke olarak hamle gücüne kavuşacağı kesindir. Ortadoğu’da liderlik dönemi Orta Asya’dan Balkanlar ve Kafkaslara kadar etkili olma anlamına gelecektir. Demokratik sistemin çözüm gücü, başta barış olmak üzere, birçok çelişki ve sorun olan bu bölgelere haklı bir müdahale ve desteğin verilmesi ve istenmesine de yol açacaktır. Bu, aynı zamanda gelişmiş ekonomi ve kültürel gelişmenin de taşırılarak zenginleşmeye yol açacaktır. Türkiye iki binli yıllara bu perspektifle girmektedir. Kürt sorunu ayak bağı idi.”

Bu sözleri daha önce “sahibinin sesi”nden aktarılan sözlerle karşılaştırın, burada amaçlar ve kaygılarda birebir bir örtüşme göreceksiniz. Siz kalkar yaptığınız yeni teorik ve tarihsel açılımlarla ortaya bir kurulu düzenle bütünleşme ve onu güçlendirme platformu koyarsanız, bu çerçevede Kürt halkının 20-30 yıllık devrimci birikimini düzen kanalları içerisinde eritme misyonuyla ortaya çıkarsanız ve konumunuz gerçekten buna müsaitse, elbetteki bu temele oturan “siyasal savunma”nız emperyalist çevrelerde ve düzen çevrelerinde özel bir ilgiyle karşılanır, bu “tarihi fırsat”tan yararlanmak üzerine ciddi ciddi tartışmalar yapılır. Bu türden bir tartışmayı başarı sayanlar, Kürt halkının bugüne kadarki devrimci birikimini, bu birikimin oluşturduğu gücü, bu gücün devrimci amaçlarla kullanılması durumunda rejim için ifade ettiği ciddi tehditi görmezlikten, bilmezlikten gelenler olabilir ancak.

Kürt devrimcilerinin kendileri “çözüm platformu”nun
temel esasları konusunda gerçekten rahatlar mı?

Kaldı ki, Kürt hareketi saflarındaki bir kısım devrimciler bile ortaya konulan platformun kabul edilemezliğini kamuoyu önünde bir biçimde dile de getiriyorlar. Herşeye rağmen Kürt hareketi saflarındaki devrimci hassasiyetin ve kaygıların göstergesi olan bu tutumlara burada birkaç örnek vermek istiyoruz. 6 Haziran tarihli , “İmralı’daki Yargılama” başlıklı ve Ceyhun Süreyya imzası taşıyan bir yazıda (Özgür Politika), adeta Abdullah Öcalan’ın savunmasının örtülü bir eleştirisi yapılmaktadır. Abdullah Öcalan savunmasında, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yıkılışı “demokratik sistemin” büyük tarihi zaferi olarak niteliyor, dahası bunu sahiplenip yüceltiyor. Ve yine Abdullah Öcalan, tüm savunması boyunca, “günümüz demokrasileri” adı altında emperyalist ülkelerin siyasal düzenlerini yüceltip duruyor, onları örnek siyasal sistemler olarak sunuyor. Yine Abdullah Öcalan, “günümüz demokrasileri”nin egemen olduğu her durumda, devrimin, devrimci şiddetin, devrimci yol ve yöntemlerin anlamını ve işlevini tümüyle yitirdiğini, yitirmesi gerektiğini, bu düzen koşullarında sosyal barışın ve barışçı evrimin esas olduğunu, buna aykırı her durum ve davranış karşısında ise “demokrasilerin” kendini savunma hakkı bulunduğunu, tam bir “demokratik sistem” övgüsü içinde tekrar tekrar söyleyip duruyor.

Oysa bakınız tüm bu aynı konularda Özgür Politika’da yayınlanan “İmralı’daki Yargılama” başlıklı yazı neler söylüyor:

“Dünya, sosyalist sistemin çöküşüyle birlikte neoliberalizm adı altında yeni, inceltilmiş ama daha da acımasız bir düzeni yaşıyor. Neoliberal ekonomik saldırının, siyasal plandaki dayatması ‘dünya demokrasisi’dir. Özünde, bilinci yokedilmiş kitlelerin sahte katılım ve tercihleri vardır. Yönlendirilmede eğitim ve medyanın büyük belirleyiciliği öne çıkmıştır. Kapitalist vahşeti demokrasiyle, demokrasiyi de kapitalist sömürü ile eşitleyen ve kesin sınırını böyle çizen bir hegemonya; sosyalizmi ve ulusal kurtuluşçuluğu, ölümcül gerileme, verimsizlik, çağdışı, ve özgürlüksüzlük olarak lanse ediyor. Direneni ise gerek açık zorla, gerekse yalnızlaştırarak pes ettirmeye çalışıyor.

“Bu tek yanlı belirleme ve sınırlama, sosyalistlerin ve devrimci ulusal kurtuluşçuların ‘demokratikleşmeye’, toplumsal gelişmeye ve evrimcileşmeye doğru gerilemesinde belirleyici olmaktadır. Devrimci dönüşüme ve buna bağlı olarak devrimci strateji-örgütlenme-mücadele tarzına olan bilimsel inanç, güçler dengesi, reel politika, dayatmaları ile geriletilirken, bu büyük saldırıya karşı konulamayacağı propagandası da yaygınlaştırılmaktadır. Gerçekçilik adına, geçmiş mücadelelerin de değerleri tüketilerek, ‘demokrasi’cilik aldatmacasıyla sistemle uyuşmayı dayatan tüm güç ve anlayışlar, YDD’nin ekonomik sömürüsünü onaylayan, sınırlı siyasal-sosyal açılımları ile yetinmeye çalışan yeni insan tipleri hızla çoğalmaktadır.”

Abartmasız her satırı Abdullah Öcalan’ın savunmasında ortaya koyduğu yeni liberal reformist platformun, onun “günümüz demokrasileri” ya da “demokratik sistem” adı altında övgüsünü yaptığı yeni dünya düzeni savunuculuğunun örtülü bir eleştirisi olan bu anlatım şu sonuca bağlanıyor: “YDD’nin ‘dünya demokrasisi’ sahte dayatmasının kesin ve net çizgilerle dışlanması ve mutlaka aşılması gerekiyor.”

Yazar adeta yaptığının Öcalan’ın savunmasının eleştirisi olduğunu okura duyurmak istercesine, sözü Öcalan’ın ilham kaynağı olarak gösterdiği Leslie Lipson’un “Demokratik Uygarlık” kitabına getirerek şunları söylüyor:

“Leslie Lipson’un ‘Demokratik Uygarlık’ (kitabı); yeni dönemin çözümlenmesi olarak, dünya devrimcilerine, özde artık mücadele edilebilecek hemen hiçbir insani ideal bırakmayan bir belirsiz ve düz toplum yaşamı önermektedir. Düne göre iyidir. Bugüne göre, hele yarının tehlikeli yokoluşuna doğru gidişine yanıt vermekten çok uzaktır.”

“Tüm devrimci aykırı sesleri ‘demokrasi’ söylemi ile sistematik bir şekilde bastıran ve korkunç eğitim-medya hegemonyası ile kendini dünyanın sonuna kadar egemen ilan eden, tek yanlı, değiştirilemez güç olarak dayatan YDD (ve onun Türkiye temsilcisi kemalist yapı) ya da piyasa ekonomisi, sınıfı, halkları, kendi sendikaları, partileri, örgüt ve kurumları ile tüketmenin ve teslim almanın çabası içinde.”

Yazarın bu teslim almaya karşı önerdiği tutum ise, “isyan ve direnme bilinci”ni diri tutmak ve güçlendirmek olmaktadır.

Yine Özgür Politika’dan 16 Haziran ‘99 tarihi, “Demokratik Cumhuriyet Nedir?” başlığı ve M. Sirac Bilgin imzası taşıyan bir başka yazıya geçiyoruz. Yazıda yazarın temel kaygısı ve tüm çabası, “Başkan Apo”nun ortaya attığı “demokratik cumhuriyet” kavramına ve çözümüne, Kürt hareketi için kabul edilebilir bir yorum ve açıklama getirebilmektir. Abdullah Öcalan’ın kavramlarına kabul edilebilir bir içerik kazandırma çabasının tüm temelsizliğine rağmen, yazarın kendi yönünden devrimci ve samimi kaygılarla hareket ettiğine de kuşku yok.

Daha sonra genişçe ele alacağımız gibi, Abdullah Öcalan’ın savunmasında, savunulan gerçekte kapitalist düzeninin biçimsel demokrasisi olmakla birlikte, “demokrasi”, “demokratik sistem”, “demokratik cumhuriyet” vb. kavramlar sınıflar ve toplumsal sistemler üstüymüş gibi sunuluyor. Öte yandan, her demokrasi gerçekte bir sınıf diktatörlüğünün de ifadesi olduğu halde, demokrasi ve diktatörlük kavramları birbirine mutlak biçimde dışlıyormuş gibi ele alınıyor. “Demokratik Cumhuriyet Nedir?” başlıklı yazının yazarı ise, bu konuda araya belirgin bir sınır çizerek söze başlıyor:

“... Cumhuriyet denilen kavramın içini dolduracak olan, bir üstyapı kurumu olan devletin, yani yönetsel baskı aracını elinde tutan sınıf ve tabakaların bileşimidir. Cumhuriyet, eğer demokratik sıfatını da taşıyacaksa, bilimsel olarak emekçilerin seçtiği bir yönetim biçimi olacaktır. Çünkü zamanımızın koşullarında bilhassa ince baskı ve kontrol mekanizmalarının çok geliştiği bu son dönemlerde, mali oligarşinin (ki şu anda dünyaya şekil vermeye çalışan ABD’nin sözcülüğünü yaptığı tekeller sisteminin dünyaya pompaladığı yeni düzen, mali oligarşiye hizmet eden bir düzendir) empoze ettiği cumhuriyet, ne denilirse densin, özünde demokratik olamaz.”

Bu sözleri, en ufak bir zorlamaya girişmeksizin ve abartmaya düşmeksizin, Öcalan’ın savunmasının “günümüz demokrasileri” adı altında ABD ve İngiltere’nin siyasal sistemlerini yücelten tutumuna bir yanıt sayabiliriz.

Aynı yazarın bir başka dikkate değer tutumu, emperyalizm olgusu ve Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı gerçeğine ilişkin düşünceleridir. Bunlar Abdullah Öcalan’ın savunmasında tek kelime ile olsun bahsi geçmeyen sorunlardır. “Demokratik Cumhuriyet Nedir?” başlıklı yazı bu konuda şu son derece anlamlı değerlendirmeyi yapıyor:

“Bu açıdan bakıldığında, Türkiye halkları sadece yönetimi elinde tutan faşist klikle değil, onun yularını elinde tutan ve içsel bir olgu haline gelmiş olan emperyalizmle de karşı karşıyadır. Öyleyse sorun bir de bölgesel düzeyde bağımsızlık sorunudur. Bölge düzeyinde direniş odaklarının tümüne savaş açmış olan emperyalizm, Türkiye ve İsrail’i Ortadoğu Halkları’na karşı bir truva atı gibi kullanma eğiliminde olduğunu saklama lüzumu bile hissetmiyor. ... Bunun bizim için anlamı, bölge halkları bölük-pörçük mücadele sahasına girmemeli, mücadeleyi organize güçlendirecek bölgesel bir cepheleşme kapımızı çalmaktadır.”

Buradaki devrimci anti-emperyalist vurguları* Abdullah Öcalan’ın savunmasında ortaya konulan tutumla karşılaştırmak gerçekten dikkate değerdir. Abdullah Öcalan savunmasında, Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin bölgede bir lider ve müdahale gücü olarak karşı konulmaz bir konum kazanacağını, dahası bunu hak edeceğini söylüyor. Böylece, Türk burjuvazisinin yayılmacı heveslerine dolaysızca, ABD’nin Türkiye’ye bölgede biçtiği role ise dolaylı bir biçimde destek sunmuş oluyor.

Ve son olarak, M. Can Yüce imzalı ve “Newroz Gülümüz Sema Yüce’ye Mektup” başlıklı yazıdan (Özgür Politika, 16 Haziran ‘99) yorumsuz olarak bazı pasajlar:

“... Bugün ise kara bir bulut dolaşıyor üstümüzde, ufkumuzu karartmak isteyen, doğrultumuzu saptıran, eksenimizi kaydırmaya çalışan... Ama aşacağız, çok zorlansak da özgür ufuklara, sevginin sınırsız özgürce çiçek açtığı düşler ülkemize ulaşacağız.”
“Zorluklarımızı biliyoruz. İçinden geçmekte olduğumuz sürecin hassaslıklarını da. Cümle iblisler, bu dönemeci kendileri için bir final haline getirmek istiyorlar. Bunun için de en yaşamsal noktalarımıza oynuyor, oradan bizi yere çalmak istiyorlar. Ama en kutsal değerlerlerimiz şehitlerimizden aldığımız güçle, sizin kanınızla, bedenlerinizde yükselen alevlerle çizdiğiniz yaşam ve savaş doğrultumuzu korumaya, bu çizgiyi zaferle taçlandırmaya kararlıyız. Size verdiğimiz ve her fırsatta tekrarladığımız sözümüz budur. Geçen yıl sana yazdığım mektupda da yazmıştım: Acılarımız o kadar büyük ve derin ki, ülkemizin dört bir yanında özgürlük ve zafer bayrağımızı dalgalandırdığımızda, ancak bu, bu acılarımızı bir ölçüde dindirebilir. Evet, sadece bir ölçüde... Elbette orada durmayacağız, özgür ufuklara, oradan da yıldızlara yol almayı sürdüreceğiz. Özgürlük ve sevginin hüküm sürdüğü düşler ülkemize ulaşana dek.”

“... Senin kişiliğinde somutlaşan öncü kadın, dünya devrimine doğru evrilen devrimimizin öncüsüydü. Öncülüğe göz dikenler böyle yaklaşmak durumundadırlar. Elbette bu salt bir cins öncülüğü değildi, bu, çok yönlü bir devrim öncülüğüdür. Şunun için vurguluyorum: Biz kendimizi ne ulusal devrimle sınırlandırdık, ne de kadın devrimiyle. Devrimimiz bunları da içeren bir dünya devrimi perspektifine oturuyor. Daraltma çabaları var, orta sınıfların marjinalleştirme eğilimleri tehlikeli boyutlar kazanmıştır. Ama şehitlerimizin yarattığı dünya devrimi çizgimizin bütün bunların üstesinden geleceğine inanıyoruz.”

Tüm bu örnekler gösteriyor ki, İmralı duruşmalarıyla birlikte ortaya konulan reformist teslimiyet platformu konusunda Kürt hareketi saflarındaki bir kısım devrimci de yeterince rahat değil.

Bu durumda yapılması gereken, Öcalan’ın yazılı savunmasını ve bu savunma çerçevesinde mahkemede geliştirdiği politik platformu kamuoyu ve kitleler önünde tüm açıklığıyla enine boyuna tartışmaktır. Bunu herkesten çok, Abdullah Öcalan’ın “barış ve kardeşlik çözümü” doğru anlaşılmalıdır deyip duran PKK çevreleri ile tüm Abdullah Öcalan özürcüleri yapmak durumundadır.

BDGP bileşenleri ya susuyor
ya da kekeliyor

Abdullah Öcalan’ın savunmada ortaya koyduğu teslimiyetçi platform daha en baştan itibaren TKİP, DHKP-C ve TİKB tarafından doğru teşhis edildi ve açık bir eleştirinin konusu yapıldı. Başından itibaren bir devrimden yüz çevirme çizgisi olan “siyasal çözüm” çizgisi karşısındaki konumları, bu üç hareketin yeni gelişmeler karşısında sağlam ve ikirciksiz durmalarının da bir açıklamasını vermektedir bize.

İrili-ufaklı ona yakın grubun oluşturduğu BDGP, güya Kürdistan ve Türkiye devriminin birleşik mücadele platformudur. Ama aradan haftalar geçtiği halde, tüm dünyanın ve Türkiye’deki tüm temel siyasal akımların tutum ve değerlendirmelerine konu olan Abdullah Öcalan’ın savunması hakkında bu sözde birleşik devrimci platformun hala ne bir tutumu ne de değerlendirmesi sözkonusudur. PKK’nin “siyasal çözüm” çizgisinin bir biçimsel “baskı gücü” olmaktan öteye gerçekte hiçbir anlamı ve ciddiyeti olmayan bu girişimin son gelişmeler karşısındaki bu durumu, onun ciddiyetsizliğine yeni bir göstergedir.

Toplam olarak BDGP için sözkonusu olan, aşağı-yukarı onun tek tek bileşenleri için de geçerlidir. Birilerinin kapsamlı bir devrimden yüz çevirme platformu karşısında “Yaşasın devrim!” diyebilmek için iki haftalık bir süreye ihtiyaçları olmuştur. Böyleleri öncü değil en halisinden kuyrukçular olabilir ancak. Öncülük önden görebilmeyi gerektirir. Oysa bunlar gelişmeler ayan-beyan yaşandığında bile onu görebilme yeteneğinden yoksundurlar. Basit bir gerçeği dile getirebilmeleri için, aradan bir süre geçmesi, dahası birilerinin bu kısık sesli kekelemeye ortam hazırlaması gerekmektedir.

Bu hareketlerin tabanındaki samimi devrimcilerin, bu son gelişmeler karşısında, bu sözde öncülüğü sorgulamaları artık bir zorunluluktur.

(Devamı...)


*
Zamanında buraya aktardığımız bu devrimci düşüncelerin yazarı, M. Sırac Bilgin, çok geçmeden genele uyum sağladı ve uzun bir dönem için İmralı çizgisinin izleyicilerinden biri oldu. Bugün ise ABD emperyalizmini, onun Ortadoğu’ya savaşa dayalı müdahalesini ve siyonist İsrail’i savunuyor. İki düşünsel konum arasındaki bu belirgin uçurum, son 6 yılda Kürt hareketinde, özellikle de onun sözde aydın geçinen öğelerinde yaşanan ideolojik ve ahlaki çürümenin boyutlarını bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.


Üste