Logo
< Partimizin düşünen önderleri savaşan neferleri -II

Parti ruhu ve parti bilinciyle kazanılan bir direniş mevzisi daha...


 

Parti ruhu ve parti bilinciyle kazanılan bir direniş mevzisi daha...

(Aralık ’98 tutuklanması…)

Otobüse binmeden önce dikkatimi çeken biri oluyor. Daha sonra aynı otobüse onun da bindiğini farkediyorum. Öncesinde, en azından yakın zamanlarda dikkatimi çeken şeyler olmadığı için biraz garipsiyor, yine de dikkati elden bırakmıyorum. Ben otobüsten inene kadar yerinde oturan kişinin, indikten sonra otobüsün arkasına geçtiğini görüyorum. Çevreme baktığımda başka birini daha farkediyorum. Takip şüphelerimin yoğunlaşması üzerine, hızla ne yapabilirim diye düşünmeye başlıyorum. Bulunduğum kenti tanımamak bir dezavantaj. Yürümeye başlıyorum, hem zaman kazanmak, hem de bu arada düşünmek için. Çok fazla düşünmeye zaman kalmıyor. Bir telefon kulubesine giriyorum, çıkmamla birlikte etrafımı saran birkaç kişi ağzımı ve gözlerimi kapatarak beni yolun kenarındaki bir taşıtın içine atıyor. Hızla üzerimi ve çantamı arıyorlar. Kafamı örtüp bastırdıkları için ne onları görüyorum, ne de götürüldüğüm yeri. Bu arada telsizle haberleşiyorlar, telsizden diğer ekiplerin gideceği semtin ismini söylüyorlar. Böylece alınmamın benimle sınırlı olmadığını anlıyorum. Üzerimde onların işine yarayacak herhangi birşey bulamıyorlar.

Şubeye getiriliyorum. Ünlü DAL! Bir odaya alıp üzerimden çıkanları kaydediyorlar. Ve “imzadan imtina ediyorsun herhalde” diye soruyorlar. “İmzalamayacağım” diyorum. Götürüp bir hücreye atıyorlar. Birileri gelip gidiyor, ellerindeki “ava” şöyle bir bakıyorlar. Bir süre sonra gözlerimi bağlayıp adli tıpa götürüyorlar. Usulen muayeneden sonra, tekrar şubeye getiriliyorum.

Akşam saatlerinde ilk sorguya alınıyorum. İlk söylev, nasihatlar, ardından tehditler ve konuşacak mısın soruları... Bu arada devletin güçlülüğü, bu işlerin sonu olmadığı, artık onların elinde olduğum, konuşmaktan başka bir çarem olmadığı, oradan konuşmadan kimsenin geçemediği, direndim diyenlerin hepsinin konuştuğu, konuşmadan oradan çıkamayacağım, bunun için baştan zorluk çıkarmamam gerektiği, vb. üzerine alışıldık işkenceci vaazı veriliyor. Bütün konuşmaları dönüp dolaşıp konuşacak mısın noktasına geliyor. Başka söze gerek duymadan “konuşmayacağım! susma hakkımı kullanacağım!” diyorum. Alınmamla birlikte açık olan tavrımı bu cevapla net ve pürüzsüz bir biçimde ifade ediyorum.

Tavrım için onlara açıklama yapma gereği duymadım. İşkencehanede işkencecilerin elindeydim. Ya onurum, devrimci komünist kimliğim gereği onların zulmüne boyun eğmeyerek davama, ideallerime, yoldaşlarıma ve partime layık olacaktım; ya da onlar karşısında diz çökerek, onurumu ve yaşamıma anlam veren tüm değerlerimi ayaklar altına aldıracaktım. Devrimci komünist kimliğim gereği doğal olarak direnmeliydim. Ve direnecektim! Bu temel neden bir yana, insan onurunu korumanın gereği bile kendi başına yeterlidir işkenceci güruhun zulmüne geçit vermemeye.

Cevabım üzerine biraz daha konuştuktan sonra, sertleşmeye, küfür ve tehditlerle üzerimde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Bir süre devam ediyor bu. “Günah bizden gitti, biz kötü muamele yapmak istemiyoruz, ama siz de başka dilden anlamıyorsunuz” diyerek oturduğum sandalyeden kaldırıyorlar. Yüzüme, göğsüme karnıma yediğim yumruklardan sonra, bir işkenceci saçlarımdan kavrayarak odanın içinde çevirmeye başlıyor. Kah yere atıyor, yine saçlarımdan kaldırıyor, çevirip duruyorlardı. Bir süre devam ediyor bu fasıl. Küfür, tehdit, hakaretler, bu arada “konuşacak mısın”, “tamam mı, devam mı” soruları... Daha sonra tuvalete götürüp, çırılçıplak tazyikli suya tutuyorlar. Hassas bölgelere, özellikle de kafama ve vajinal bölgeye tutuyorlar suyu. Bu arada “konuşacak mısın” soruları devam ediyor. Ne kadar sürüyor, zamanı tahmin etmek güç. İlk seansı bitiriyorlar. İlk karşılaşma onlar adına bir hezimet. Tekrar sorgu odasına getiriyorlar. Soğuk hava akımı gelen bir yerde, ayakta bekletiyorlar. Bundan sonra konuşmazsam hep ayakta tutulacağımı, buna ne kadar dayanabilleceğimi vb. söylüyorlar. Gece ikinci defa tazyikli suya alıyorlar. Yine birşey alamayacaklarını anladıklarında tekrar sorgu odasına getirip bırakıyorlar. Artık hep ayakta tutuluyorum. İşkenceciler gelip gidiyor. Hiç yalnız bırakmıyorlar. Konuşmayı, konuşturmayı deniyorlar, sonuç alamayacağını anlayan çekip gidiyor.

İkinci gün parmak izlerimizi almak için başka bir yere götürüyorlar. Orada benim dışımda birkaç yoldaş daha olduğunu görüyorum. Fiziksel olarak kötü, moral açıdan ise çok iyi görünüyorlar. İşler bitince tekrar sorgulandığımız mekana getiriliyoruz.

İlk yüklenmeden sonuç alamadılar. Gözaltına alındığım andan itibaren açlık grevine girmiştim, onların verdiği şekerli suyu da kabul etmiyordum. Fiziksel olarak zayıf düşmüştüm, Birkaç saat ayakta tutulduktan sonra yere yığılmaya başladım. Oturmamı konuşmam koşuluna bağladıkları için, geçici olarak oturtmaya çalışsalar da oturmuyordum. Yine sürekli konuşturmaya çalışıyorlardı. Başka bir gün şef konumundaki bir işkenceciyle sorgu odasında gözlerimdeki bağı çıkararak karşı karşıya getirdiler. Uzun bir söylev dinlemek zorunda kaldım. Sahte kimlikle yakalanmıştım. Masanın üzerinde taşıdığım kimlik bilgilerinin dökümünü veren nüfus fotokopisi ve sahibinin resminin fotokopisi olan bir kağıt gösterildi. “İsmin ne? kimsin?”le devam eden sorular... İsmimi söylemeden, konuşmadan oradan çıkacağımı sanıyorsam yanılıyordum, işkenceci takımına göre. Beni konuşturamazsa, silahını ve kimliğini bırakıp gideceğini söylüyordu bir işkenceci. Bir oturuyor bir kalkıyor, ismimi soruyor, elime kalem tutuştururak yazdırmaya çalışıyordu. Sözde sabrının zorlandığı yerde ise, fiziksel şiddeti devreye sokuyor, yüzümü yumruklayıp, tokatlıyor, ayağa kaldırıyor, ayakta devam ediyor. Tehditlerle dolu konuşmalardan sonra her seferindenet bir “konuşmayacağım!” cevabını almaları üzerine sonuçta çaresiz kalıyorlar ve tekmeleyerek aşağıya indiriyorlar. Sanki başka bir yere götürecekmiş gibi yapıyor, hücrelerin olduğu yere götürüp bırakıyorlar. Koridordaki gürültüden birçok gözaltı daha olduğunu anlıyorum. Bütün çabalarının boşa çıkması onları çılgına çeviriyor.

Ertesi gün bu defa gündüz son kez sorguya alınıyorum. Gözbağımı yarı açarak masanın üzerinde başka bir şubede çekilmiş fotoğraf ve gerçek kimlik dökümümün olduğu bir kağıt gösteriyorlar. “Evet buyum” dememi bekliyorlar. Konuşmaları sonuç vermeyince yine saçlarımdan bir süre odanın içinde çevirdikten ve yine cevap alamadıktan sonra tazyikli su için tuvalete götürüyorlar. Ayakta duramadığım için oturtarak tazyikli su veriyorlar. Bu arada başka işkence yöntemleriyle -tecavüz gibi- tehdit ederek sonuç almaya çalışıyorlar. Sonuçsuz kalınca seansı bitirmek zorunda kalıyorlar.

Bu bir irade savaşıydı ve onların yenilmekten başka alternatifleri yoktu. İşkenceciler devrimci irademizin gücünü ve sarsılmazlığını teslim etmek zorunda kalıyorlar, “Bunlar örgütsel tavır alıyorlar, hepsi anlaşmışlar sanki, militanlar konuşmaz tabi” gibi sözlerle yer yer serzenişte bulunuyorlardı.

Bir hafta dolmuştu, son gece adli tıpa götürdüler. Ertesi gün DGM’ye çıkarıldık. TKİP’ye üye olmaktan tutuklanarak cezaevine gönderildik. Aynı operasyon çerçevesinde alınan diğer tüm yoldaşlar da ifade vermemişler, hiçbir belgeyi imzalamamışlardı. Düşman karşısında toplu bir direniş sergiledik ve onları kendi inlerinde bir kez daha yenilgiye uğrattık.

Düşmanın işkencehanelerinde, baskı, zulüm ve zorbalığı karşısında direniş hattımızı belirleyen esasta komünist ideallere olan bağlılığımız, işçi sınıfının tarihsel devrimci rolüne ve onun gerçek öncüsü olan komünist partimize güven ve inanç oldu. İşçi sınıfının devrimci komünist partisinin militanları olarak sorumluluğumuzun bilinciyle hareket ettik ve bu muharebeden zaferle çıktık.

Partiyi kazandık! Partiyle kazanacağız!
Yaşasın devrim! Yaşasın sosyalizm!
Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

F. Sertaç
(Ekim, Sayı: 202, Mart ’99)


Üste