Logo
< Sınıf eksenli emekçi kadın çalışması

Sermayenin “önleyici vuruş”una karşı işçi sınıfının devrimci enerjisini örgütlemek!


Sermayenin “önleyici vuruş”una karşı işçi sınıfının devrimci enerjisini örgütlemek!

Emperyalist-kapitalist düzeninin efendileri, sömürü, yağma ve köleliğe dayalı saltanatlarının devamını sağlamak için, hizmetindeki görevlileri her zaman yeni araç ve yöntemler keşfetmeye yöneltirler. Zira insanın insan tarafından sömürüsüne dayalı bu düzen, uzlaşmaz sınıf çelişkileri sürekli üretmektedir. Döne döne üretilen bu çelişkiler sınıf çatışmalarını süreklileştirmekle kalmaz, bu çatışmaların işçi sınıfı ve emekçi müttefikleri lehine çözülmesi için uygun zeminler de hazırlar. İşte bu olgu, kapitalist asalaklarla onların devletinin başındaki militarist-bürokratik kastın en büyük korkusudur.

İşbirlikçi burjuvazi, onun egemenlik aracı olan devlet aygıtının tepesindekiler ve düzene akıl hocalığı yapan görevliler, kapitalist üretim ilişkilerinin kaçınılmaz sonucu olan sınıf çatışmalarının, eninde sonunda bu düzenin sonunu getirebilecek bir niteliğe bürünmesinin kaçınılmaz olduğunun bilincindedirler. Bu bilinç, kapitalistleri ve onların devletini, insanlığı barbarlığa sürüklemekten başka bir işe yaramaz hale gelen düzenlerini korumak için her yola başvuracak kadar vahşileştirir.

Düzen karşıtı hareketleri güçlenmeden ezmenin
taktiği olarak “önleyici vuruş!”

“Önleyici vuruş” yeni bir taktik olmamakla birlikte (örneğin İsrail’in Haziran 1967’de Arap devletlerine saldırısı da “önleyici vuruş” kapsamındaydı) Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’u vuran 11 Eylül saldırılarından sonra, düzen bekçisi cellat takımının temel politikalarından biri olarak uygulanmaya başladı. Madrid ve Londra’da gerçekleşen bombalı saldırıları bahane eden kapitalist devletler, namluları pervasızca muhalif güçlere yönlettiler. Bu gerici devletler artık hedef almak istedikleri kişi, örgüt veya partileri “terörist” ilan etmeyi, saldırıya geçmek için yeterli sebep sayıyorlar.

Bu süreci sevinçle karşılayan Türk sermaye devletinin şefleri de, hem gerici faşizan zihniyetleri, hem emperyalist güçler adına yarım asır boyunca tetikçilik yapmış olmalarınr etkisiyle daha da azgınlaştılar. Neoliberal saldırılar, devlet terörü ve ırkçı-şoven histerinin tırmandırılması, Kürt halkının özgürlük özlemlerine saldırı, komşu halkları kıyımdan geçiren emperyalist-siyonist güçlerle suç ortaklığı... İşbirlikçi sermaye iktidarının suç listesini kabartan bu saldırı furyası açık ki, işçi sınıfını, emekçileri ve ezilen Kürt halkını hedef almaktadır. Hem içe hem dışa dönük bu saldırganlık, “önleyici vuruş” doktrinine tastamam uymaktadır. Görünen o ki, Washington’daki efendilerini örnek alan Ankara’daki rejim bekçileri, “önleyici vuruş” doktrinini iç politikanın merkezine yerleştirmiş bulunuyorlar.

Rejimi koruma kaygısının dayattığı politika!

“Önleyici vuruş” doktrinini formüle eden ABD emperyalizminin görevli “akıl hocaları”, burjuva yasallığını ayaklar altına alan bu tercihe elbette durduk yerde başvurmadılar. Onlar, hizmetinde oldukları dünya jandarmasının bu konumunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu saptayarak, ABD savaş makinesinin son teknoloji ürünü silahlara dayalı gücünü en yıkıcı biçimde kullanması gerektiğini savundular. Amerikan tekellerinin Beyaz Saray’daki temsilcileri de bu politikaya onay verdiler. Kısacası, bu fütursuz saldırganlık, emperyalist Amerikan rejiminin açmazlarının ürünüdür.

Washington’daki efendilerinin izinden giden işbirlikçi Türk burjuvazisi ve onun devletinin de giderek saldırganlaşmasının bir nedeni yayılmacı emellerin depreşmesiyse, diğeri kokuşmuş kapitalist rejimlerinin açmazlarını zora dayalı politikalarla dengeleme ihtiyacıdır. Sermaye düzeninin yapısal kriz içinde debelenmesi, burjuvazinin yönetme işini esas olarak zor aygıtına havale etmesini koşullamaktadır.

“Önleyici vuruş” işçi sınıfının örgütlü
karşı koyuşu ile boşa çıkarılabilir

“Önleyici vuruş” doktrinindeki pervasızlık yeterince açıktır. Ancak “temel felsefe” olarak bu doktrini seçen işbirlikçi burjuvazinin pervasızlığını salt rejimi koruma içgüdüsüyle açıklamak yeterli değildir. Zira ilki kadar önemli bir diğer faktör de, işçi sınıfı hareketinin verili zayıflığıdır. Devrimci hareketin zayıflığına eşlik eden tasfiyecilik de, sermaye sınıfı ve iktidarını rahatlatan önemli etkenlerdendir.

“Önleyici vuruş” doktrini burjuvazinin özel bir tercihinden çok, kapitalizmin dolaysız ürünü olan çelişkilerin egemenler katında yarattığı kaygılardan kaynaklanmaktadır. Zira açık zora başvurmak düzenin çirkin suratını örten maskeleri parçalamakla kalmaz, emekçilerle ezilen hakların tepkilerinin birikmesini de kaçınılmaz kılar.

Tepki birikimi, ırkçı-şoven histeri ve dinci gericiliğin işçi sınıfı saflarında yarattığı bilinç bulanıklığına rağmen sürüyor. Sorun, biriken tepkiyi zincirlerinden kurtarıp düzene yöneltebilmektir. Bu ise, taktik politikanın buna göre saptanmasını, güç ve olanakların bu yönde seferber edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Devrimci politik faaliyeti bu zeminde örmek tüm devrimci akımların görevidir kuşkusuz. Ancak bu böyle olmakla birlikte, devrimci bir sınıf hareketi yaratma hedefiyle sınıf zemininde ısrarla çalışan yegâne güç partimiz TKİP’dir. Demek oluyor ki, işçi sınıfını ırkçılığa, dinsel gericiliğe, emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı mücadele saflarında birleştirme çabası esası yönünden komünistlerin omuzlarındadır. Bu ise devrimci sınıf çalışmamızın önemini bir kat daha arttırmaktadır.

Irkçı-şoven histeri ve dinsel gericiliğin sınıf saflarında yarattığı tahribat bugün şiarlarımızı sınıfa taşıma çabamızı, emekçi kitleleri etkilememizi zora sokmaktadır. Ancak komünistlerin devrimci siyasal çalışması bu türden engellere takılamaz. Karşılacağımız olumsuz tepkilerle ne olursa olsun, partinin devrimci şiarlarını inatla sınıfa ve emekçi müttefiklerine taşımaya devam edeceğiz. Ancak bu kararlılığımız, verili durumu gözeten bir üslup kullanmamıza engel olmamalıdır. Mesajlarımızın ırkçı-şoven önyargılara takılmasına engel olacak bir dil ve üslubu tutturabilmek durumundayız. Özellikle yerel yayınlar ve özel sayılar sözkonusu olduğunda, buna daha fazla özen gösterebilmeliyiz. Bunu başaramadığımız koşullarda, partinin şiarlarını sınıfa taşımak için harcadığımız emeğe rağmen, çabamız büyük ölçüde boşa düşecektir.

Sömürü ve kölelik ilişkileri temeli üzerine kurulu kapitalist düzenin her gün yeniden ürettiği çelişkiler, yanısıra sınıfı ve emekçileri hedef alan neoliberal saldırıların pervasızlığı, sınıfa seslenme konusundan bize fazlasıyla malzeme sunmaktadır. Gözden kaçırılmaması gereken kritik noktalardan biri, bu seslenişin parça-bütün diyalektiği kurularak gerçekleştirilebilmesidir. Asgari ücret sorunundan sosyal hakların gaspına, sendikasız-sigortasız çalıştırmadan örgütlenme önündeki yasal ve fiili engellere kadar tüm sorunları, ırkçı-şovenizmi, dinsel gericiliği, Kürt halkına düşmanlığı ve egemenlerin emperyalist-siyonist saldırganlarla suç ortaklığını teşhir etmenin olanağına çevirmeliyiz.

Irkçı-şovenizmin ve dinsel gericiliğin sınıfın ve emekçi kitlelerin saflarında yarattığı tahribatı gidermek kolay değil kuşkusuz. Ama bunu başarmanın biricik yolu devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesidir. Bu ise, işçi sınıfının devrimci enerjisini açığa çıkartma çabasına daha yoğun bir enerji ile yüklenmeyi gerektirmektedir.

Devrimci sınıf çalışmamız sermaye iktidarı ile arkasındaki emperyalist güçleri teşhir etmekle kalmayacak, buna karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği şiarını öne çıkartacak, bölge halkları başta olmak üzere kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelede enternasyonal dayanışmanın önemi ve gerekliliğine de çubuğu bükecektir. Her çalışma ajitasyon-propaganda, örgütlenme ve eylem bütünlüğü içinde ele alınıp pratiğe geçirilmelidir. Bu başardığımız koşullarda, parça parça da olsa işçi sınıfının devrimci enerjisini açığa çıkartma süreci işleyecektir. Gerici cendereyi parçalamanın ve “önleyici vuruş”u tersine çevirmenin yolu buradan geçmektedir.

(Ekim, Sayı: 249, Aralık 2007)