Logo

TKİP V. Kongresi sunumlarından - Alevi sorunu ve Alevi hareketi


1995 Mart’ında toplanan EKİM 3. Genel Konferansı’nın “Din, Dinsel Akımlar, Laiklik ve Alevilik Sorunu” başlıklı temel metni Alevi sorunu ile ilgili olarak şu gözlemi içeriyordu:

“... Gerek toplam nüfus içinde önemli bir niceliği oluşturmaları, gerek en yoğun ve en şiddetli baskılarla yüzyüze olmaları, gerekse de emekçi kesimden Alevilerin bu çifte ezilmişliğin ve baskıların sağladığı itkiyle geçmişten bu yana ilerici-devrimci muhalefete özel bir yakınlık duyuyor olmaları, bu soruna özel bir önem kazandırmaktadır.” (Ekim III. Genel Konferansı / Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler, Eksen Yayıncılık)

Aradan geçen yirmi yılın ardından gelinen aşamada sorunun kapsamı çok daha genişlemiş ve dolayısıyla taşıdığı önem daha da artmıştır. Buna rağmen partinin Alevi sorunu ve hareketine gerekli ilgiyi gösterdiği söylenemez.

Emperyalistler ile işbirlikçilerinin bölgede etnik, dinsel, mezhepsel çatışmaları körüklediği, iliklerine kadar mezhepçi olan dinci iktidarın Türkiyeli emekçileri mezhepsel temelde parçalamaya çalıştığı dikkate alındığında, Alevi sorununa daha yakın ilgi göstermek yakıcı bir ihtiyaçtır. Hem sorunun yeni boyutlar kazanan güncel seyrine dair kapsamlı değerlendirmeler yapmak, hem devrimci siyasal faaliyette somut bir taktik-politik hat oluşturmak göreviyle karşı karşıya bulunuyoruz.

 

Yakın tarihte daha da ağırlaşan Alevi sorunu

Alevi sorunu yüzyılları bulan bir arka plana dayanmasına rağmen, ancak son yarım asırdan beri ülke gündeminde belirgin bir yer tutmaya başladı. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak yaygınlaşan kırdan göçle kentlere akan Aleviler, 1960’lı yıllarda varlıklarını hissettirmeye başladılar. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel nezdinde girişimde bulunarak Hacı Bektaşi Veli dergahının yeniden açılmasını sağlayan Alevi aydınlar, aynı yıllarda Türkiye Birlik Partisi'ni (TBP) kurdular. TBP ilk dönem belli bir beklenti yaratmış, Alevi nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerde yüksek oy almayı başarabilmiştir. Ancak CHP çizgisine yakın bir programla ortaya çıkan bu parti, giderek zayıflamış, ardından ise 1978'de kendini feshederek CHP’ye iltihak etmişti.

‘60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) de geniş destek sunan Alevi emekçiler, özellikle de genç kesimleri, ‘71 Devrimci Hareketi’nde olduğu kadar 1970'li yıllara yayılan devrimci dalgada da önemli bir rol oynamışlardır. Alevi emekçileri devrimci hareketin verimli doğal tabanı sayan sermaye devleti, faşist tetikçileri kullanarak gerçekleştirdiği provokasyonlarla Alevi katliamlarına başvurmuştur. Faşist 12 Eylül cuntasının hazırlık sürecinde Maraş, Çorum, Malatya, Yozgat gibi kentlerde katliamlar gerçekleştirilmiş, Antakya'da ise Alevi emekçilerle kaynaşan devrimcilerin hazırlıklı olmaları sayesinde, “Maraş senaryosu” başarısızlığa uğratılmıştır.

12 Eylül 1980'de Amerikancı askeri darbe ile başa geçen faşist cuntanın hedefinde de devrimci hareket ile sınıf hareketinin yanısıra Alevi emekçileri vardı. Sınıf hareketinin dinamikleri ile devrimci hareketi faşist zorbalıkla ezen cunta, namluların gölgesinde Alevi köylerine cami inşa edip imam atayarak, Alevi emekçiler üzerindeki zulmü de doruğa çıkarmıştır.

1991'den itibaren devletin gündeme getirdiği kirli savaşın öncelikli hedefi Kürt hareketi/halkı olsa da, devrimciler ile Alevi emekçiler de bu kıyım politikasının hedefindeydi. ‘93'te Sivas, ‘95'te Gazi katliamlarıyla Alevi emekçilere saldıran kontr-gerilla, devletin resmi politikasını icra ediyordu.

Bu kirli ve kanlı mirası devralan dinci-gerici AKP iktidarı döneminde ise mezhepçilik tavan yaptı. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere gericiliğin şefleri açıkça Alevilik şahsında Alevi emekçilere kin kusmaya başladılar. IŞİD zihniyetinin versiyonlarından biri olan AKP, iliklerine kadar tarikatçı/mezhepçi politikalar izleyerek, Alevi sorununu daha da boyutlandırdı. Suriye’deki yıkıcı savaşı kışkırtan, ilk günden beri dinci çeteleri destekleyen bu iktidar, mezhepçiliği açık ve resmi devlet politikası haline getirdi.

Dinci iktidarın mezhepçilikte sınır tanımayan ilkel saldırganlığı, bölgedeki gelişmelerle de pekiştirildi. Özellikle Suriye'de dinci çeteleri iktidara taşımak için her türden kirli yola başvuran AKP iktidarı, bu konuda yaşadığı utanç verici hezimetin de etkisiyle, gelinen yerde mezhepçilikte ipin ucunu iyice kaçırmış durumda.

Dinci iktidarın emperyalizmin hizmetinde Suudi krallığı ve Körfez şeyhlikleriyle birlikte izlediği Ortadoğu ve Suriye politikaları, kitlesel cinayet şebekesi IŞİD’i bölge halklarının başına bela etti. Özellikle Arap Alevileri vahşi bir şekilde kıyımdan geçiren cihatçı çetelerin Hatay sınırlarına dayanması, iç politikada zaten ilkel mezhepçi bir konumda bulunan AKP iktidarının bu çetelere ölçüsüz desteği, Alevi emekçilerin mezhepsel ayrımcılığa karşı tepki ve duyarlılıklarını daha da büyüttü.

Emperyalistler ile işbirlikçilerinin bölgesel çapta yarattıkları mezhepsel kutuplaşma, AKP iktidarı eliyle pervasız bir biçimde işçi sınıfı ve emekçilerin saflarına da taşınıyor. Bu sorun yeni olmamakla birlikte mevcut dinci iktidar döneminde tehlikeli bir noktaya varmış bulunmaktadır. Din istismarından sadece siyasal iktidar değil fakat devasa boyutlarda ekonomik rantlar da devşiren AKP, işçi ve emekçileri mezhepsel temelde parçalayıp birbirine düşmanlaştırma politikasında fütursuzca davranıyor.

İşçi sınıfı ile emekçiler arasında etkili olan gerici önyargıların aşılması, ancak devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesi ölçüsünde mümkün olacaktır. Buna karşı gerici önyargılara karşı sürekli ve etkili bir gündelik mücadele, verili koşullarda çok özel bir önem taşımaktadır.

Bu noktada mezhepsel ayrımcılığı mahkum eden, bunun gerisindeki sınıfsal mantığı ortaya koyan, dinci iktidarın ve emperyalizmin kirli oyunların teşhir eden, Alevi emekçilerin maruz kaldıkları baskı ve ayrımcılığa kararlılıkla karşı duran, işçilerin birliği halkların kardeşliğine döne döne vurgu yapan taktik-politik hat, devrimci sınıf mücadelesini geliştirme çabasının temel gündemleri arasında yer almalıdır.

 

Alevileri asimile edip düzene bağlama çabaları

Alevi emekçileri asimile edip burjuva düzene bağlama çabaları, 12 Eylül faşist cuntasının Alevi köylere cami yaptırma furyası ile belirgin bir hal almıştı. Cunta koşullarında işbaşına gelen dönemin ANAP hükümetinin Hacı Bektaşi Veli’yi “Türk büyüğü”, “Müslüman tarihi kişilik” diye ilan edilmesiyle yeni bir boyuta taşındı. Hacıbektaş ilçesinde devlet güdümlü şenlikler düzenlenmesi, hükümet temsilcilerinin bu şenliklerde boy göstermesiyle, yüzyıllardan beri Alevileri katleden gerici rejim, tutum değişikliği izlenimi yaratmaya çalıştı. Oysa Hacıbektaş şenliklerine bakan düzeyinde gerçekleşen ilk katılımdan (1989) dört yıl sonra, yakın tarihimizin vahşi kıyımlarından biri olan Sivas Katliamı gerçekleştirildi. Şeriatçıları tetikçi olarak kullanan devlet, böylece Yavuz Sultan Selim çizgisini 20. yüzyıla taşıdığını göstermiş oldu.

Sermaye devleti 1995’te Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kirli provokasyonuyla katliamcılığını bir kez daha sergiledi. Sivas’ta şeriatçıları maşa olarak kullanmıştı, Gazi’de kontr-gerilla tetikçilerini kullandı. Bu katliamlarla, Alevi emekçiler şahsında, aynı zamanda ilerici değerler ile devrimci kazanımlar hedef alınmış oldu.

AKP’nin işbaşına gelmesi ve giderek iktidarı ele geçirmesi, Sivas kıyımını gerçekleştiren zihniyetin dolaysız biçimde iktidar olması demekti. Alevileri hedefleyen faşist politikaların en rezil icraatçıları olan ve iliklerine kadar mezhepçiliğe batmış bulunan başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP önde gelenleri, ihtiyaç duydukları her durumda ve özellikle de seçim süreçlerinde, mezhepçi söylemleriyle kin kustular. Bu zihniyet, tarihinin en pervasız dönemine ulaşmış durumda. Zorunlu din dersi saatlerinin arttırılması, dinci propagandanın anaokullarında başlatılması, çok sayıda okulun zorbalıkla imam hatip yapılması, tüm topluma “Sünni İslam’ı” zorla dayatması vb. vb…

Doğası gereği mezhepçi olan dinci gericilik, devşirdiği bazı dönek Alevileri de kullanarak, 2009’da Alevileri “havuç-sopa” politikasıyla ehlileştirme hamlesini başlattı. “Kürt açılımı”, “Roman açılımı” derken bir de “Alevi açılımı” gündeme getirdi. Birer aldatmacadan başka bir anlam ifade etmeyen “açılım zinciri”, doğal olarak herhangi bir sonuç yaratamadı.

Alevi sağından işbirlikçileri de yanına alan AKP, halen Aleviler üzerine yeni oyunlar oynamaya çalışıyor. Ancak bu türden girişimler artık ters tepiyor. Zira dinci gerici iktidar Alevi emekçiler nezdinde iyice teşhir olmuş durumda. AKP’nin Suriye’de IŞİD’e ve öteki cihatçı çetelere tam destek vermesi, bu durumu özellikle pekiştirmiştir.

 

AKP-Kürt Hareketi ilişkilerinin tetiklediği milliyetçilik

Dinci gericiliğin iktidarını tahkim etmesi, Sünni İslamcılığı yayma yönünde giriştiği pervasız hamleler, Suriye’deki yıkıcı savaşta cihatçılarla suç ortaklığı yapması vb… Tüm bunlar, Alevi emekçilerde AKP’ye karşı büyük bir güvensizlik ve yaygın bir tepki yarattı.

Ancak AKP’nin bu icraatları yoğunlaştırdığı süreç, “çözüm süreci” aldatmacası kapsamında Kürt hareketinin iktidarla pazarlıklar gerçekleştirdiği, Öcalan-MİT görüşmelerinin yoğunlaştığı bir döneme de denk düşüyordu. Çözüm süreci boyunca Kürt hareketinin AKP ile karmaşık ilişkileri, Alevi emekçiler arasında “PKK AKP’ye hizmet ediyor” algısının nispeten kolayca yaygınlaşmasına yol açtı. “Ulusalcı sol” denilen ve Alevi kitlelerle ilişkileri olan kesimlerin demagojik çabaları bu türden bir algının oluşmasını ayrıca körükledi. Kürt hareketinin Haziran Direnişi’nin ilk günlerinde AKP iktidarının yıkılmasından duyduğu kaygıyı açık etmesi ve direnişe mesafeli davranması, “PKK-AKP arasında gizli anlaşma var” algısını iyice pekiştirdi. KCK’nin Haziran Direnişi ile ilgili özeleştirisi ise, o toz dumanın içinde pek etkili olmadı.

Türk Alevilerde Kürt hareketine karşı oluşan önyargıları ırkçı-şovenizme yaslanan MHP de istismar etmeye çalışıyor. Sivas kıyımı dışındaki Alevi katliamlarının tetikçisi olan faşist parti, oluşan siyasi atmosferi kullanarak, “Türk Alevi” emekçilerin en azından bir kesimi nezdinde “meşru” bir konum kazanmış görünüyor. Dinci gericiliğe karşı biriken haklı ve meşru tepki, sınıf hareketinin zayıf olduğu, devrimci hareketin ise belli alanlara daraldığı bir dönemde, kısmen de olsa ırkçı-şovenizmin değirmenine su taşıyabiliyor. Yine de bu etkinin geçici olduğu söylenebilir; zira olayların gitgide daha açık hale getirdiği gibi, faşist parti dinci partinin koltuk değneği olarak hareket ediyor ve en kritik durumlarda onun mezhepçi politikalarına tam destek veriyor. Şovenizmin tuzağına düşen Alevi emekçilerinin bunu görmesi ve anlamlandırması zor olmayacaktır.

 

Alevi hareketinde sınıfsal bölünme

Son 25 yılda hem yurtdışında hem ülkede kurulan çok sayıda dernek, vakıf, kültür kurumu ve federasyonlar Alevi kimliğini temel alıyor. Bu kurumların söyleminde Alevi kimliği ortak bir nokta oluştursa da, temeli sınıfsal olan farklı eğilim ve pratik tutumlarla birbirinden ayrılmaktadırlar.

Genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, Alevi hareketinde üç farklı çizgi olduğunu söylemek mümkün. Kurumları da farklı olan bu eğilimlerin en sağcısı, dinci gericiliğin temsilcisi olan AKP ve devletle işbirliği yapacak denli gerici bir konumdadır. İkinci eğilimi, CHP ve “ulusal sol”a yakın bir çizgide bulunanlar temsil etmektedir. Üçüncü eğilim ise, aralarında devrimci hareketin eski kadrolarının da bulunduğu, kendini sosyalist olarak gören ilerici kesimlerden oluşmaktadır.

İlk iki eğilim düzenle uyumlu bir çizgide bulunmakta, genel bir ifadeyle Alevi burjuvazisinin konum ve tutumlarını yansıtmaktadırlar. Elbette bunlar emekçilerin belli bir kesimini de etkiliyorlar. Özellikle CHP çizgisine yakın duran kesim, sol/laik söylem kullanarak, düzenden hiçbir çıkarı olmayan Alevi emekçilerin azımsanmayacak bir kesimini etkileyebiliyor. Dinci gericiliğin mezhepçilikte sınır tanımayan pervasızlığı ise, işe yaramadığı bilinse de, “kötünün iyisi” diye CHP’ye verilen desteğin devamını sağlamaktadır.

Sol/sosyalist bir söylemle hareket eden üçüncü eğilim ise, fiilen reformist solun Alevi kurumlarındaki izdüşümü sayılabilir. Kimi zaman devrimcilere kapılarını kapatacak düzeye inen bu kesim, reformist sola paralel biçimde düzenle açık çatışmadan uzak durmaktadır.

Alevi hareketindeki bu farklılaşmanın temelinde son tahlilde sınıfsal konum farklılıkları vardır. Mezhep ayrımcılığının etki ve sonuçları tüm Alevi toplumun kesiyor olsa bile, bunun oluşturduğu sorunun anlamına, kapsamına ve çözümüne yaklaşım, sınıfsal konum, çıkar ve özlemlere göre farklılaşmaktadır. Dolayısıyla mevcut parçalanmışlık kaçınılmazdır ve olumlu bir gelişmenin ifadesidir.

Sözkonusu ayrışmayı sınıfsal zeminlerde derinleştirmek, sağcı ya da ulusal sol çizgideki burjuva akımların Alevi işçi ve emekçileri üzerindeki etkisini kırmak önemli bir ihtiyaçtır.

 

Dinciliğin yayılması ve Alevi kimliğinin öne çıkması

Alevi işçi-emekçiler ‘60’lı-70’li yıllarda sol/sosyalist harekete katılarak, varlıklarını hissettirmeye başladılar. Hem TİP’e oy desteği sağlayan, hem de (özellikle gençlik kesimiyle) devrimci harekete katılan Alevi emekçiler, sınıf hareketinin güçlü olduğu, toplumsal muhalefetin kitleselleştiği dönemlerde, mezhepsel ezilmişlikten kaynaklanan sorunlarla sınırlı bir konum ve tutumu öne çıkarmaya eğilim duymadılar. Bu anlaşılır bir davranıştı. Zira devrim mücadelesi, tüm toplumsal ve siyasal sorunlar gibi, demokratik bir mücadele olan mezhepsel ayrımcılık ve baskıya karşı mücadeleyi de içeren ve aşan bir mücadeledir. Kapsayıcı ve birleştiricidir. Dolayısıyla genel devrim mücadelesinin güçlü olduğu bir dönemde, emekçiler için salt mezhepsel ezilmişlikle sınırlı bir mücadele kaçınılmaz olarak önemsizleşir ve geri plana düşer.

12 Eylül faşist darbesi ile birlikte genel toplumsal muhalefete ve devrimci harekete acımasızca saldıran faşist cunta, buna paralel olarak planlı biçimde dinci gericiliğin önünü açtı. Bu arada Alevilere karşı da zorla asimile etme politikası izledi. Bu dizginsiz gericilik süreci, ‘90’lı yılların başından itibaren dinci gerici akımın belirgin bir şekilde güç kazanmasıyla sonuçlandı. Aynı dönemde, Sovyetler Birliği’ndeki çöküşün ve dünya ölçüsünde devrim mücadelelerinin dibe vurmasının da sağladığı iklimde dincilik, Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında güçlenmeye başladı. Sosyalizme saldırının yoğunlaştığı bu koyu gericilik döneminde, milliyetçilik ve dincilik emekçilerin bir kısmını da anaforuna alarak alabildiğine güçlendi.

Güçlenen egemen din ve mezhepler olduğu için, etnik, dinsel, mezhepsel baskı ve ayrımcılıklar da arttı. Bu da doğal olarak karşı bir tepki ve direnç yarattı. Bu koşularda, Alevi hareketinin güçlenmesi, mezhepsel kimliğe yönelimin yaygınlık kazanması anlaşılır bir durumdur. Devrim mücadelesinin güçlü olduğu dönemde mezhepsel kimliği geri plana itenlerin, rüzgarın gericilikten yana estiği ve devrimci alternatifin alabildiğine zayıfladığı bir dönemde, alt kimlik ekseninde birleşip, baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri şaşırtıcı değildir.

Bu mücadele haklı, meşru ve ilericidir. Bununla birlikte gücünün sınırları vardır. Sınıfsal heterojenlik ve buna bağlı olarak hareket içinde burjuva katmanların gücü ve etkisi, beraberinde düzen sınırlarına hapsolmayı getirmektedir.

Bu durumun nesnelliğini ve geçiciliğini anlamak, buna uygun taktik politikalar saptamak gerekir. Mezhepsel baskı ve ayrımcılığa karşı Alevi emekçilerin mücadelesinin desteklemesi, ama gerçek çözümün, ancak her tür baskı ve ayrımcılığın kaynağı olan kapitalizmin yıkılmasıyla mümkün olacağının vurgulanması, işçi ve emekçi Alevilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması temel önemdedir.

Zira baskı ve ayrımcılığa karşı tepki, mezhepsel alana sıkıştığında devrimci hareketi negatif yönde etkiler. Oysa bu tepkinin ayrımcılığa karşı mücadele sınırında kalmaması, bu ayrımcılığın kaynağı olan düzene karşı mücadeleye, yani devrim ve sosyalizm mücadelesine kanalize edilmesi, devrimci hareket için önemli bir avantaj olacaktır. Şu veya bu düzeyde devrimciliğini koruyabilen geleneksel akımların bile rahatsız edici ölçüde “Alevicilik” çizgisine kaymaları açık olgusu karşısında, bu sorumluluk esas olarak devrimci sınıf partisine düşmektedir.

 

Alevilik salt bir mezhep mi?

Dinler ve mezhepler konusundaki ilkesel marksist tutum açıktır. Nitekim EKİM III. Genel Konferansı’nın (Mart 1995) konuya ilişkin değerlendirmesinde de ilkesel bir çerçeve isabetle çizilmiş, taktik tutum ve görevler de buna göre saptanmıştır.

Alevilik sorununun güncel ve tarihsel arka planına bakıldığında, olgunun dinsel bir alt kimlik olan mezhepten öte olduğu görülüyor. Tarihsel arka planda, merkezi otoriteye/egemen sınıflara karşı isyanların Alevilik görünümünde ortaya çıkması ve bunun yüzyıllara yayılması, dini inanca felsefi boyutlar katmış, döneminin ilerisinde olan belli değerlerin benimsenip yaşatılmasını olanaklı kılmıştır.

Feodal sömürüye mezhepsel baskının eklendiği gözönüne alındığında, sosyal sorunlardan kaynaklı olan halk isyanlarının mezhepsel kimlikle ifade edilmesi o çağda kaçınılmazdı.

Dolayısıyla o isyanların ve sözlü edebiyat üzerinde yarattıkları etkinin yaygınlaşması, bunun kuşaktan kuşağa yeniden üretilerek 21. yüzyıla kadar taşınması, Alevilik olgusuna sosyal/kültürel bir boyut kazandırmıştır.

Elbette ‘60’lı-70’li yıllarda, gençliği başta olmak üzere Alevi işçi-emekçilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine yoğun bir şekilde katılmaları, esas olarak sınıfsal bir tutumun dışavurumu olmuştur. Ancak bilindiği üzere baskı ve sömürüye maruz kalan işçi emekçiler Alevilerden ibaret değildir. Buna rağmen devrim ve sosyalizm mücadelesine yönelim, Alevi emekçileriyle kıyaslanmayacak düzeyde kalmış ve bu durum halen devam ediyor.

Devrime/sosyalizme bu yönelimin temel nedenlerinden biri, Aleviliğin “mezhepten öte” sosyal/kültürel/felsefi boyutlar taşımasından kaynaklanıyor. Bu olgunun gözden kaçırılmaması, Alevi işçi ve emekçilerin yeniden devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması açısından önem taşıyor.

Kapitalizmin egemen olduğu koşullarda Aleviliğin ilerici/insancıl değerleri, doğal olarak kendini üretmekte zorlanıyor. Zira 'insan-insan' ilişkileri yerine 'meta-meta' ilişkilerini egemen kılan kapitalizm, ilerici/insani olan her şeye düşmandır. Aleviliğin belli tarihsel koşullarda yaratılan ilerici/insani değerlerini daha üst düzeyde içermek ve daha da ileriye taşımak ancak devrim ve sosyalizm mücadelesinin gelişmesi ve zafere ulaşmasıyla mümkündür.

Alevilik değerleri arasında yer alan “kadın-erkek eşitliği, dayanışma, paylaşım, ırkçı-mezhepçi zihniyetin reddi (72 millete bir nazarla bakmak)” gibi değerleri geliştirmek, öte yandan ise baskı, sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık gibi musibetleri ortadan kaldırmak için, bu sorunların kaynağı olan kapitalizmle hesaplaşmak zorunludur. Kronik yapısal krizler döneminde bulunan kapitalist sistem, demokratik hakları geliştirmek bir yana, onyılların mücadeleleriyle kazanılan hakları da gaspetmek için saldırıyor. Mezhepsel baskılar dahil, demokratik sorunları daha da ağırlaştırıyor.

Gelinen yerde faşist baskıların artması, polis devletinin tahkim edilmesi, mezhepsel baskıyı da derinleştiriyor. Sünni bir tarikat zihniyetini temsil eden dinci-gerici iktidar hem mezhepçiliği körüklüyor, hem sıradan demokratik hakların kullanılmasına bile tahammül edemiyor.

Bu koşullarda Alevi işçi ve emekçilerinin sınıfsal/mezhepsel baskıya karşı etkili bir mücadele yürütebilmeleri, her tür kötülüğün kaynağı ve yeniden üreticisi olan kapitalizme karşı meşru-militan mücadele saflarına katılmalarıyla mümkündür.

Bu genel doğruya rağmen, verili koşullarda Alevi emekçilerin burjuva gericiliğinin etkisinden kurtulup kitlesel şekilde devrimci mücadeleye katılmaları, eskisi kadar kolay değildir. Bu, ancak mezhepsel baskı ve ayrımcılığa karşı kararlı bir duruş sergileyen devrimci alternatifin güçlendirildiği ve belirgin şekilde kendini ortaya koyduğu koşullarda mümkün olacaktır.


Üste