Logo

TKİP IV. Kongresi: Her alanda devrime hazırlanıyoruz!


TKİP IV. Kongresi toplandı!..

Her alanda devrime hazırlanıyoruz!

Geride bıraktığımız günlerde toplanan TKİP IV. Kongresi kapsamlı bir gündeme dayalı çalışmalarını başarı ile tamamlamış bulunmaktadır. TKİP IV. Kongresi partinin tüm temel örgütlerinin seçilmiş delegeleriyle temsil edildiği nispeten geniş bir bileşenle toplandı. Yaklaşık üç hafta süren kongre çalışmaları boyunca, partinin gündemindeki tüm temel ideolojik, politik ve örgütsel sorunlar ele alındı, ayrıntılara inen tartışmalar yapıldı, partinin önünü açacak verimli sonuçlara varıldı. TKİP’de artık sağlam biçimde kökleşmiş bulunan parti içi demokrasinin yeni bir göstergesi olan ve son derece devrimci bir atmosferde gerçekleşen IV. Parti Kongresi, kendi şahsında partideki ideolojik birliği ve ruhsal bütünleşmeyi de yeni bir düzeye çıkardı.

Yeniden inşa sürecinin son aşaması

Son beş sene içinde gerçekleşen üçüncü parti kongresi olması, TKİP IV. Kongresi’ne ayrı bir anlam kazandırmaktadır. 2007 yılında toplanan TKİP II. Kongresi’ni izleyen son beş yıl, partimizin her açıdan yeniden inşa edildiği bir süreci ifade etmektir. Bu dönem içinde parti örgütü, her bakımdan gerçek bir devrim örgütü yaratmak hedefine bağlı olarak baştan aşağı yeniden yapılandırıldı. Ve bu sürece, ideolojik kimliğe, devrimci örgüte ve çalışma tarzına ilişkin tüm sorunlar üzerine partinin çok yönlü yoğun bir eğitimi ve köklü bir dönüşümü çabası eşlik etti.

TKİP IV. Kongresi, bu yeniden inşa sürecinin yeni ve son aşamasını işaretlemektedir. Bu, parti eğer IV. Kongre’nin saptadığı yeni görev ve hedeflere ulaşmada da asgari bir başarı gösterirse, yeniden inşa sürecinin artık esası yönünden tamamlanacağı anlamına gelmektedir. Böylece TKİP, kendini sınıf mücadelesi görevlerine, ki partimiz için bu devrime çok yönlü hazırlık ile aynı anlama gelmektedir, her açıdan çok daha bilinçli, güçlü ve etkin bir biçimde hazırlamış olacaktır. Bu, devrimci sınıfı temsil eden bir parti olarak TKİP’nin toplum düzeyinde siyasal mücadele sahnesine daha etkin ve iddialı bir taraf olarak çıkması demektir aynı zamanda.

Soruna bu çerçevede bakan TKİP IV. Kongresi, tüm temel sorunlar üzerinden son beş yıllık yeniden inşa sürecinin genel bir bilançosunu çıkarmış, deneyimlerini özetlemiştir. Ulaşılan düzeyin ve elde edilen kazanımların yanısıra, hala da sürmekte olan sorunları saptayıp irdelemiştir. Sürecin genel bir başarıyla taçlandırılabilmesi için özellikle yüklenmesi gereken sorun alanlarına çubuk bükerek, partinin bu çerçevedeki yeni hedeflerini ve görevlerini tanımlamıştır.

TKİP IV. Kongresi, partide niteliği geliştirip pekiştirme sürecinin belli bir düzeye ulaşmış bulunduğunu saptamakta, bundan böyle niteliği yeni bir düzeyde geliştirmenin zorunlu koşulu olarak nicelik gelişmenin önemini vurgulamaktadır. Parti kongresi çalışmaları içinde başarılı ve verimli bir sınıf-kitle çalışmasının sorunları üzerinde özellikle durulmuş olması aynı zamanda bu amaca yöneliktir.

TKİP IV. Kongresi somut hedeflere ve başarı ölçülerine ilişkin tüm yerleşik kalıpların parçalanıp bir yana atılmasını, gerçek bir sınıf partisi olmanın bilinci, özgüveni ve iddiası ile sınıf kitleleriyle etkin bir birleşme çabası içine girilmesini, başta yeni seçilen Merkez Komitesi olmak üzere tüm parti örgütlerinin önüne temel önemde ve ertelenemez bir görev olarak koymaktadır.

Devrim tarihimizin en büyük kazanımı

TKİP IV. Kongresi'nin gerçekleşmesi iki anlamlı yıldönümüne denk gelmektedir. Bunlardan ilki Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının devrim davası uğruna ölümü yiğitlikle karşılamalarının 40. Yılı, ikincisi gelişmesini TKİP’nin kuruluşuyla taçlandıran EKİM’in siyasal mücadele sahnesine doğuşunun 25. Yılıdır. Bunlardan ilki devrim tarihimiz, ikincisi ise TKİP’nin kendi gelişim tarihi bakımından özel önem taşımaktadır.

Bu iki anlamlı yıldönümünü çalışmaları içinde ele alan TKİP IV. Kongresi, devrimci hareketimizin gelişim tarihi içinde bu iki olayın gerçekte birbirini tamamladığı düşüncesindedir. Deniz Gezmişler ‘71 Devrimci Hareketi’ni simgelemekte, ‘71 Devrimci Hareketi ise reformizden kopuşu ve devrim bayrağının yükseltilmesini temsil etmektedir. TKİP, bugünün Türkiye’sinde, Denizler’in açtığı devrim bayrağını tüm cephelerde tutarlılık ve kararlılıkla taşıyan, bunu devrim tarihimizin tüm kazanımlarını kucaklama ve yeni bir düzeyde yaşatma tutumu ve pratiği ile birleştiren tek gerçek devrimci partidir.

Bu rastlantı da değildir. TKİP bunu, halkçı küçük-burjuva çizgiden yirmibeş yıl önce yaşadığı köklü kopuşa, böylece sınıf devrimciliği çizgisine sağlam biçimde geçişine borçludur. Türkiye’de ilk kez olarak TKİP şahsında, devrimci teoriyi, devrimci programı, devrimci taktiği, devrimci örgütü ve devrimci moral değerleri birleştiren ve bütünleyen, daha da önemlisi, tüm bunları devrimci sınıf çalışması ve pratiği içinde maddi bir güce dönüştürmeye çabalayan, böylece tüm gelişimini proleter sınıf devrimciliği çizgisine oturtan bir komünist hareket ortaya çıkmıştır. Ve bu, halkçı küçük-burjuva akımların devrimci konum ve kimliklerini yitirdiği, ideolojik ya da örgütsel tasfiye süreçleri içinde bozulup dağıldığı, devrim davasıyla tüm bağlarını yitirerek düzenin icazet alanına kaydığı ya da şekilsiz mezhepler halinde yozlaştığı bir dönemde başarılmıştır.

TKİP IV. Kongresi, yirmibeş yılın sınavından geçmiş bu açık gerçeğin ışığında, TKİP’yi elli yılı bulan yakın dönem devrim sürecimizin en büyük kazanımı saymaktadır. Kendini önceleyen bütün bir devrimci birikimi özümseyen ve aşan, böylece sınıf devrimciliği çizgisine sağlam bir biçimde oturan TKİP, Türkiye’nin devrimci geleceğinin de gerçek temsilcisi ve biricik güvencesidir.

Parti, sınıf, devrim!

Dünya olaylarının gelişim seyrini ele alışta partimiz, komünist hareketimizin ortaya çıkışından beri korunagelen yöntemsel bir üstünlüğe sahiptir. TKİP dünya olaylarının seyrini tarihsel sürecin bütünlüğü içinde, marksist teorik-sınıfsal bakış ile tarihsel perspektifi birleştirerek ele almaktadır. TKİP IV. Kongresi, bu yöntemsel davranışa uygun olarak, öncelikle günümüz dünyasında temel süreçlerin genel gelişme çizgisi üzerinde durmuş, öne çıkan güncel gelişmeleri bunun içinde anlamlandırmış, asıl olarak da dünya olaylarının mevcut gelişme seyrinden çıkan temel stratejik ve taktik devrimci görevlere yoğunlaşmıştır.

TKİP III. Kongresi’nden bu yana yaşanan tüm yeni gelişmeler, partimizin girmiş bulunduğumuz yeni tarihsel döneme ilişkin değerlendirmelerinin isabetliliğini ve önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. 2009 yılında toplanan TKİP III. Kongresi, partimizin o güne kadarki değerlendirmelerini genelleyerek durumu şöyle özetlemişti: “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir...” (TKİP III. Kongresi Bildirisi).

O günden bugüne olup biten herşey bu değerlendirmeyi daha açık, daha somut, daha kuvvetli bir biçimde doğrulamaktadır. Günümüz dünyasında her gerçek devrimci partinin temel görevi, bu yeni tarihsel döneme her alanda ve her düzeyde en iyi biçimde hazırlanmaktır. Bu hazırlığın olağanüstü önemini son yılların gelişmeleri, özellikle de Arap dünyasında başgösteren, dünya ölçüsünde büyük yankılar yaratan ve bu arada dünya ve Türkiye solundaki büyük kafa karışıklığını açığa çıkaran geniş çaplı toplumsal olaylar bir kez daha göstermiştir.

Tunus ve Mısır’da milyonlarca insanı haftalar boyu sokaklara döken halk isyanları, dünya ve Türkiye solunun bir kesimi tarafından açık ya da örtülü biçimde emperyalizmin bölgeyi yeniden düzenleme hesabının bir ürünü sayılırken, öteki bir kesimi tarafından ise sınıfsal bakımdan şekilsiz ve politik bakımdan yönsüz bir yığın patlaması olmaktan öteye gidemeyen bu aynı olaylar kestirmeden “devrim” olarak nitelenebilmiştir. Bu iki değerlendirmede ortak olan yön, bilimsel bakıştan ve devrimci konumdan yoksunluktur. İlki geniş çaplı bu kitlesel patlamaların emekçi insanın ruhunda, bilincinde ve davranışında yarattığı ve etkisi kesin olarak yarının yeni mücadelelerine kalacak olan değişimleri görmezlikten gelirken, ikincisi devrimi şekilsiz ve kendiliğinden bir yığın patlamasına indirgemekte, devrimci sürecin öznel yönünü tümüyle gözden kaçırmaktadır.

Tunus-Mısır olayları ilkin, onyılların baskı, sömürü ve emperyalizme uşaklık politikalarının en durgun görünen toplumlarda bile ne denli muazzam bir sosyal-siyasal patlayıcı madde birikimi yarattığını, bunun en beklenmedik olaylarla nasıl alev alabildiğini ve emekçilerin muazzam yığınını haftalarca yatışmayan bir öfke ve mücadele kararlılığı ile sokağa dökebildiğini göstermiştir. Aynı olaylar ikinci olarak, ezeni ve ezileni kapsayan genelleşmiş bir ulusal bunalıma ve normal zamanlarda tümüyle atalet içinde olan milyonlarca emekçideki geniş çaplı hareketlenmeye rağmen, eğer toplumun emekçilere önderlik etmek yeteneğine sahip sınıfı gerekli devrimci insiyatifi ortaya koyamıyorsa ve devrimci parti çok yönlü çabalarıyla bunu kolaylaştıran, güçlendiren ve yönlendiren bir konumda değilse, olayların devrime doğru büyüyemediğini ortaya koymuştur.

Bu iki sonuç bir arada, bir yandan en durgun görünen toplumlarda bile devrimin büyük potansiyel olanaklarını, fakat öte yandan ise devrimci sınıf ile devrimci partinin hazırlığının olayların seyrindeki belirleyici önemini göstermektedir. Devrimler tarihi devrimci durumların ancak devrimci sınıf hazırsa devrime dönüşebildiğine ve devrimin ise ancak devrimci sınıfa önderlik edebilen devrimci partiler tarafından zafere taşınabildiğine tanıklık etmektedir.

2009 yılında toplanan TKİP III. Kongresi’nin yükselttiği “Parti, sınıf, devrim!” stratejik şiarının anlamı ve önemi buradadır. Bu şiar devrimci parti ile devrimci sınıfın devrimci organik birliğini vurgulamakta, bunu da devrimin kendisine ve elbette ki zaferine bağlamaktadır. Böylece hem bugünün en temel, en öncelikli görevine, yani devrimci parti ile sınıfın devrimci birliğine, hem de bunun devrimin ve zaferinin biricik gerçek güvencesi olacağı olgusuna bir arada işaret etmektedir. Bugünün dünyasında devrimci partinin toplumun gerçekten devrimci biricik sınıfıyla devrimci organik birliği, toplumsal çatışmayı devrime doğru büyütmenin ve devrimin zaferini hazırlamanın zorunlu koşuludur. Devrim için devrimci sınıfın hazırlığı ve inisiyatifi, devrimin zaferi içinse öncü devrimci parti, olmazsa olmaz koşullardır.

Bütün bunlardan günümüz dünyasında her gerçek devrimci partiyi bekleyen en temel, en dolaysız, en öncelikli görev de kendiliğinden çıkmaktadır: Kendi toplumunun işçi sınıfını devrime hazırlamak, kendi devrimci hazırlığının esas kapsamını bununla anlamlandırmak, aynı anlama gelmek üzere, parti ile sınıfın devrimci birliğini hergünkü mücadele içinde geliştirip güçlendirerek geleceğe taşımak. Bu aynı zamanda bugünkü koşullarda proleter dünya devrimi sürecine en büyük, en anlamlı katkı, dolayısıyla proletarya enternasyonalizminin de en temel gereklerindendir.

Dünya olayları ve devrimin sorunları

TKİP IV. Kongresi, günümüz dünyasındaki gelişmeler kapsamında, devrimci siyasal mücadele açısından özel bir önem taşıyan aşağıdaki hususlara ayrıca dikkat çeker:

- Günümüz dünyasında yaygın ve zengin bir sosyal mücadeleler tablosu ile yüzyüzeyiz. Tunus ve Mısır’dan Yunanistan’a ve İspanya’ya, İngiltere ve ABD’den Hindistan’a ve Çin’e kadar, alabildiğine geniş bir alanda seyrediyor toplumsal olaylar, sınıf mücadeleleri, geniş çaplı sınıf ve kitle hareketleri. Bu sosyal mücadeleleri, yeni biçim ve yöntemler de içeren bu kitle hareketlerini büyük bir dikkatle izlemek ve onları sistemli biçimde Türkiyeli emekçilerin gündemine taşımak özel bir öneme sahiptir. Olayların gerisindeki dinamikleri, bunların gelişim seyrini, ortaya çıkardığı yeni deneyimleri, yeni mücadele ve örgüt biçimlerini, öte yandan burjuva gericiliğinin bunları karşılama tarzını, bloke etme, saptırma ve denetim altına alma yol ve yöntemlerini izlemek, anlamak, bundan sonuçlar çıkarmak, her devrimci partinin güncel görevidir ve geleceğe hazırlığının bir parçasıdır.

- Son yılların toplumsal mücadeleleri bir yandan adeta zincirleme olarak ülkeden ülkeye yayılma eğilimi gösterirken, öte yandan farklı bölge ya da ülkelerdeki bu mücadeleler arasındaki politik ve duygusal etkileşim dikkati çekmektedir. Tunus’ta başlayan bir halk isyanı bir anda tüm Arap dünyasına şu veya bu düzeyde yayılabilmektedir. Mısır’daki geniş çaplı kitle hareketinin moral etkisi ABD’nin eyaletleri ya da İspanya’daki kitle mücadeleleri üzerinden yankılanabilmektedir. New York’ta ortaya çıkan “Wall Street’i işgal et!” eylemleri bir dizi başka ülkeye yayılabilmektedir. Henüz büyük ölçüde kendiliğinden ortaya çıkan bu enternasyonalist etkileşim, yakınlaşma ve dayanışma eğilimlerinden geleceğin devrim mücadeleleri için çıkarılması gereken sonuçlar üzerinde önemle durulmalıdır. Emekçiler aynı cephede bulunduklarını, ulusal ve uluslararası düzeyde ortak düşmana karşı savaştıklarını, henüz dar sınırlar içinde de olsa eylemli biçimde ortaya koyabiliyorlar. Bu olgu, bu mücadelelerin devrimci bir önderliğe, dolayısıyla programa ve yöne kavuştukları bir durumda, devrimci enternasyonalizme kazandıracakları muazzam güç konusunda şimdiden bir fikir vermektedir.

- Gerek sistemin bütünsel bir bunalım içinde debelenmesi, gerekse bunun yolaçtığı toplumsal çalkantılar, geniş çaplı kitle hareketleri ile halk isyanlarına varan mücadeleler, doğal olarak dünya ölçüsünde devrimci akımlara güç ve moral vermektedir. Fakat büyük bölümüyle geride kalmış bir dönemin ürünü bu akımların gerçek manada kendilerini bulabilmeleri ve yeni tarihsel döneminin gerektirdiği devrimci önderlik ihtiyacına yanıt verebilmeleri, ancak köklü bir biçimde yenilenebilmeleri ile olanaklıdır. Bunun bir yanı 20. yüzyılın büyük bir bölümüne damgasını vurmuş her türden ideolojik bozulmanın etkilerinden köklü biçimde arınmak, öteki yanı ise aynı yüzyılın zengin deneyimler içeren bütün bir devrimci sürecinden en iyi biçimde öğrenmek ve bunu toplumsal gelişmenin ortaya çıkardığı yeni sorunlara bilimsel devrimci yanıtlar üretmekle birleştirmektir.

- Batılı emperyalist ittifakın yeni NATO konsepti, bu emperyalist savaş makinesinin artık yalnızca emperyalistler arası rekabet ya da emperyalist yayılma ve nüfuz mücadelelerinde değil, yanısıra da sosyal mücadelelerin önünü almada da kullanılacağını açıklıkla göstermektedir. Bu nedenle NATO sorunu, güncel devrimci siyasal mücadeleyi olduğu kadar devrimin gelecekteki akibetini de en dolaysız bir biçimde ilgilendirmektedir. Türkiye’nin bir NATO ülkesi ve üssü olduğu da düşünülürse, bunun biz Türkiyeli devrimciler için apayrı bir anlamı ve önemi vardır. NATO sorunu dolaysız bir biçimde Türkiye devriminin stratejik bir sorunudur. Bu olgu, işçi ve emekçilerin devrimci bilincini ve eylemini geliştirmeye yönelik gündelik politik çalışmada, bu emperyalist savaş aygıtına ilişkin gerçeklerin de sistemli biçimde kitlelere taşınmasının özel önemini göstermektedir. NATO’nun icraatları düzenli biçimde teşhir edilmeli, sosyal mücadeleler ve geleceğin devrimleri karşısında nasıl bir rol oynayacağı döne döne ortaya konulmalı, sıradan emekçinin bilincinde bu konuda devrimci bir açıklık yaratılmalıdır.

- Günümüzde Avrupa’da neofaşist akımların, islam dünyasında ise gerici dinci akımların öne çıkması ve önemli bir toplumsal destek kazanması olgusu dikkat çekicidir. Bu olgu, toplumsal-siyasal bunalım ile onun günden güne büyüttüğü toplumsal-siyasal hoşnutsuzluğun dolaysız bir yansımasıdır. 20. yüzyılın tarihsel deneyimlerinin de gösterdiği gibi, devrimci partinin ve sınıfın hazırlıksız olduğu her durumda, toplumsal bunalımın hoşnutsuzluğa ve yeni arayışlara ittiği kitlelerin bu türden sahte muhalif gerici düzen akımlarının tuzağına düşmesi her zaman ihtimal dahilindedir ve bu devrim için en büyük tehlikelerden biridir.

Dünya olaylarının düğüm noktası

Türkiye’yi çevreleyen bölgeler içinde özellikle Ortadoğu bir dizi açıdan özel bir önem taşımaktadır. İlkin bu bölge, konumu ve barındırdığı stratejik kaynaklardan dolayı halen dünya olaylarının ağırlık merkezidir; değişik türden çatışmaların, emperyalist nüfuz mücadelelerinin, özellikle de emperyalist müdahale ve savaşların ana sahnesidir. İkinci olarak, bölgedeki bir dizi ülke halen siyasal istikrarsızlık, toplumsal hareketlilik ve iç çatışma içindedir. Üçüncü olarak, Türk burjuvazisi ve devleti, tarihsel davranış çizgisini sürdürerek, halen bu bölgede emperyalizmin taşeronu ve vurucu gücü olarak hareket etmektedir. Dördüncü olarak, bölgedeki gelişmelerin toplam tablosu Kürt sorununu bölge genelinde önplana çıkarmakta, Kürt hareketlerine önemli bir güç ve etkin bir konum kazandırmaktadır.

Ortadoğu’ya uluslararası düzeyde özel bir önem kazandıran bütün bu faktörler, Türkiye’nin dış politikası kadar iç politikasını da en dolaysız bir biçimde etkilemekte, dolayısıyla biz Türkiyeli devrimciler için ayrı bir önem taşımaktadır. TKİP IV. Kongresi bu kapsamda aşağıdaki hususlara ayrıca dikkat çeker:

- Geniş biçimiyle Ortadoğu, gittikçe kızışan emperyalist nüfuz mücadelelerinin halen de esas alanı durumundadır. Libya’ya emperyalist müdahalenin ardından aynı şeyin bu kez Suriye üzerinden daha dolaylı bir biçimde yapılması, bu arada İran’a yönelik olarak ağırlaştırılan kuşatma ve savaş tehditleri, bunun yeni göstergeleridir. Türk devleti bütün bu olaylarda emperyalizmin safında ve tam hizmetindedir. Halen Türkiye toprakları Ortadoğu halklarına yönelik bu emperyalist saldırı ve savaşların ana üssüdür.

- Kıyasıya bir emperyalist nüfuz mücadeleleri alanı olan Ortadoğu, Libya savaşının da gösterdiği gibi, artık NATO için dolaysız bir müdahale ve savaş alanıdır. Bunun halen Suriye üzerinden yapılamaması, daha doğrusu ancak dolaylı biçimler içinde yapılabilmesi, emperyalist dünyadaki güç dengelerinin bir sonucudur. Rusya ve Çin’in tutumları böylesi bir müdahaleyi şimdilik gemlemekte, böylece aynı zamanda sistemdeki emperyalist hegemonya bunalımının da yeni bir göstergesi olmaktadır.

- Ortadoğu’nun bir dizi ülkesindeki yozlaşmış rejimlerin işleri artık eskisi gibi götüremeyecekleri açığa çıkmıştır. Tunus, Mısır ve Yemen gibi ülkelerde bu, geniş çaplı kitle hareketlerinin basıncı altında, herbiri birkaç onyıldır başta bulunan diktatörlerin harcanmasıyla ve böylece olayların şimdilik denetim altına alınmasıyla sonuçlandı. Libya ve Suriye gibi ülkelerde ise rejime karşı hoşnutsuzluk emperyalist odaklar tarafından kolayca saptırıldı ve gerici iç savaşlara yönlendirildi. Böylece sonuçta açık ya da dolaylı biçimde emperyalist müdahalelerin dayanağı haline getirildi. Libya’da doğrudan emperyalist yıkım savaşı biçimini alan bu müdahale, halen Suriye’de daha dolaylı biçimler içinde sürdürülmektedir.

- Arap dünyasındaki büyük toplumsal kaynaşmalar, devrimci parti ve sınıfın hazırlıksız olduğu, böylece olayların seyrinde etkin bir rol oynayamadığı durumlarda, emperyalistlerin ve işbirlikçi sınıfların özellikle islami akımları kullanarak düzeni nasıl ayakta tutabildiklerine tanıklık etti. Tunus ve Mısır’daki büyük toplumsal patlamalar büyük ölçüde gerici dinci akımlar eliyle kontrol altına alındı. Böylece emperyalistler ve işbirlikçi egemen sınıflar, üstelik demokrasiye geçiş aldatmacasıyla ve parlamenter biçimler içinde, düzenlerini yeni biçimler içinde restore etmek olanağı buldular. Libya’da gerici dinci akımlar emperyalizmin vurucu gücü olarak hareket ettiler ve halen Suriye’de de böyle hareket etmektedirler.

- Olayların toplam tablosu bölgedeki dinci akımların ana gövdesinin emperyalizmin denetiminde ve hizmetinde olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı olguyu AKP iktidarı bünyesinde geniş bir koalisyon oluşturan ve tümüyle emperyalizmin hizmetinde hareket eden Türkiye’nin gerici dinci akımları üzerinden görmekteyiz.

Emperyalizmin bölgesel taşeronu

Türkiye halihazırda kendisini çevreleyen bütün bir bölgede, fakat özellikle de Ortadoğu’da, emperyalizmin taşeronu ve vurucu gücü konumundadır. Bu, gerçekte Türk burjuvazisinin ve devletinin II. Emperyalist Dünya Savaşı sonrasına damgasını vuran tarihsel davranış çizgisidir. Bununla birlikte AKP çatısı altında birleşmiş dinsel gericilik koalisyonu döneminde en ölçüsüz, en pervasız, en saldırgan halini almıştır. Kuşkusuz temelde bu, bugünkü dünya koşullarının, bunun Ortadoğu’ya yansımasının bir sonucudur. Sistem krizi emperyalist nüfuz mücadelelerini yeni bir düzeyde şiddetlendirmekte, bunun esas alanını da halen geniş biçimiyle Ortadoğu oluşturmaktadır. Bu da beraberinde işbirlikçi Türk burjuvazisinin ve devletinin emperyalizmin hizmetinde yeni roller üstlenmesini getirmektedir. Fakat yine de, bütün bir cumhuriyet tarihinin gördüğü en işbirlikçi iktidar olan bugünkü AKP iktidarı bu ihtiyaca yanıt verirken, işi aşırı pervasızlığa, kraldan çok kralcılığa vardırabilmektedir. Libya’nın ardından Suriye krizi de açıkça göstermektedir ki, o emperyalizm hesabına her türlü maceraya atılmaya fazlasıyla hevesli ve hazırdır. Bir bakıma da buna mecburdur; zira bugünün Türkiye’sinde elde ettiği konum, emperyalizmin, özellikle de Amerikan emperyalizminin desteğine sıkı sıkıya bağlıdır.

AKP iktidarı bununla da kalmamakta, yine emperyalist plan ve politikaların bir gereği olarak bölge düzeyinde mezhepçiliği kışkırtmakta, “Sünni ekseni” yaratma çabalarıyla bölge halklarına karşı ağır suçlar işlemektedir. Bölgedeki dinci akımların ana gövdesinin emperyalizmin denetimine ve hizmetine bu denli kolay biçimde girmesinde de AKP iktidarının yoğun çabalarının büyük bir katkısı vardır. Emperyalizmin “ılımlı islam” projesinin dolaysız bir ürünü olan AKP, kendi işbirlikçi modelini tüm bölgede “model ülke” Türkiye aldatmacasıyla yaygınlaştırmak gayretindedir. Halen Mısır, Tunus, Fas gibi ülkelerde AKP’yi model alan partiler işbaşındadır.

Türk burjuvazisi ve devletinin emperyalizmin hizmetinde bölge haklarına karşı işlediği tüm bu suçların karşısına dikilmek, bölge halklarıyla tam bir dayanışma içinde olmak, bölgenin tüm ilerici-devrimci güçleriyle yakın ilişkiler kurmak ve enternasyonal dayanışma içinde hareket etmek, Türkiyeli devrimcilerin temel önemde bir görevidir. Bu ilişkileri ve dayanışmayı günden güne büyütmek, bölge halklarına karşı zorunlu bir görev olduğu kadar Türkiye’deki devrimci süreçler bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Zira Türkiye devriminin gelecekteki kaderi bölge halklarıyla ilişkilere de sıkı sıkıya bağlıdır.

Türk burjuvazisi ve devleti emperyalizmin hizmetinde bölge halklarına karşı sistemli bir biçimde suç işlerken, yanısıra bölgesel düzeyde siyasal ve ekonomik çıkar peşinde koşarken, halklar arası tarihsel ve kültürel bağlardan, bunlardan kaynaklanan duygusal yakınlıktan da en rezil bir biçimde yararlanmaya çalışmaktadır. Bunun karşısında, açık bir olgu olan halklar arası bu bağları ve duygusal yakınlığı devrimci amaçlar doğrultusunda en iyi biçimde değerlendirmek de, aynı şekilde devrimci partinin temel görevlerinden biridir.

Uluslararasılaşan Kürt sorunu

Emperyalist müdahalelerin yanısıra toplumsal çalkantılarla yerleşik statükosu son yıllarda hepten altüst olan Ortadoğu’da Kürt sorunu gitgide önplana çıkmakta, Kürt hareketleri olayların akışında etkin bir konum kazanmakta, Kürt halkı gittikçe çoğalan kazanımlar elde etmektedir. Güney Kürdistan’da fiili Kürt devleti, Batı Kürdistan’da fiili özerklik ve Kuzey Kürdistan’da Türk devletini günden güne daha çok zorlayan kapsamlı mücadele, bir arada bunun ifadesidir.

AKP iktidarının emperyalizmin dümen suyunda İran’a cephe alması, Suriye’deki gerici iç savaşta aktif taraf olması ve bu arada “Sünni ekseni” yaratmak gayreti içinde Irak’ın iç işlerine karışması, Kürdistan’ı aralarında bölüşmüş bu dört devletin Kürt halkına karşı gerici tarihsel ittifakının zaafa uğramasına yolaçmış, bu ise Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi için daha uygun koşullar yaratmıştır.

Bu gelişmelerin toplamı Kürdistan’ın farklı parçaları arasındaki sınırları önemli ölçüde yıkmış, onlar arasındaki etkileşim büyük bir güç kazanmıştır. TKİP bu gelişmeyi Kürt halkının kendi istem ve eğilimleri yönünden tümüyle meşru görmekte, geleceğin toplumsal devrimi için de ayrıca önemsemektedir. Geleceğin toplumsal devrimi Türkiye’yi çevreleyen tüm bölgelerde kaçınılmaz sarsıntılara gebedir. Dört ayrı devlet arasında bölünmüş fakat farklı parçalar arasında yoğun bir ilişki ve etkileşim içindeki bir Kürdistan olgusu bunu ayrıca kolaylaştıracaktır.

Bütün kazanımlarına ve çoğalan avantajlarınaa rağmen bölgenin toplamında Kürt sorununun akibeti henüz belirsizliğini korumaktadır. Bunun gerisinde bölgenin yeni altüst oluşlara gebe olması gerçeği ile birlikte bölge gericiliğinin halihazırdaki gücü vardır. Belirsizliklerle dolu bu istikrarsızlık ortamında Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akibetiyle yüzyüze kalacaktır.

Halıhazırdaki Kürt ulusal hareketlerinin devrimci bir konum ve kimlikten yoksun olmaları Kürt özgürlük mücadelesinin en büyük sorunudur. Yine de mevcut Kürt hareketleri arasında konum ve kimlik bakımından temel önemde farklılıklar vardır. Güney Kürdistan’ın Kürt partileri tümüyle emperyalizmin hizmetinde hareket ediyorlarken, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt partileri, kuşkusuz büyük ölçüde pkk sayesinde, cepheden mücadeleye konu etmeseler bile emperyalizme karşı mesafeli durmakta, emperyalist planlara alet olmayı reddetmekte, tersine bölge halklarıyla yakınlığa ve dayanışmaya önem vermektedirler.

TKİP Kürt halkının Kürdistan’ın tüm parçalarında elde ettiği ulusal demokratik tüm kazanımları desteklemekte, bunları gaspetmeye ya da sınırlamaya yönelik tüm girişimlere karşı kayıtsız şartsız Kürt halkının yanında yer almaktadır.

Çürüyen düzen, tükenen cumhuriyet...

AKP, ’90’lı yıllarla birlikte oluşmuş yeni dünya koşullarında, emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin çıkar, tercih ve ihtiyaçlarına tam uyum gösteren, bunun gerektirdiği her açılıma hazır parti oldu. Böylece de onların etkin desteğini kazandı. Rejim krizi olarak kendini gösteren düzen içi çatışmada bu denli kolay üstünlük sağlamasının gerisinde bu gerçek var. Bu çatışma sürecinde ordu ve bürokrasiden tasfiye edilenler, bu yeni tercih ve ihtiyaçlara uyumda zorlanan, dolayısıyla sorun çıkaranlar oldular. Değişen koşullar karşısında soruna dönüşenler, durum öyle gerektirdiği için harcanıp bir yana atıldılar. Sermaye devleti kendini kurumsal yapı ve politikalar yönünden yeni koşulların ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçlara uyarladı, bunun icracısı olmak ise AKP’ye düştü. Kitlelere askeri vesayetin aşılması ve demokrasinin gelişmesi olarak sunulan aldatmacanın gerçek anlamı ve kapsamı bundan ibarettir.

AKP, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist devletler ittifakı ile tüm kesimleriyle işbirlikçi büyük burjuvaziye kusursuz hizmetinin karşılığını devlet iktidarında önemli mevziler ele geçirerek aldı. Bu da ona kendi ideolojisini, tercihlerini ve değerlerini topluma dayatmak olanağı sağladı. Emperyalist efendiler ile büyük burjuvazinin bazı kesimleri buradaki ölçüsüzlüklerden kısmen rahatsız olsalar bile, işin esasında bir sorun görmemektedirler ve dolayısıyla bu onların AKP’ye desteğini halen etkilememektedir.

Halihazırda AKP, başta ABD olmak üzere tüm batılı emperyalist odaklarla birlikte işbirlikçi büyük burjuvazinin tüm kesimlerinin de tam desteğine sahiptir. Çünkü o bugünkü koşullarda emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin ihtiyaçlarına en uygun düşen iktidar olduğunu tüm icraatlarıyla kanıtlamıştır. Düzen egemenlerinin düzen muhalefetine bugün için biçtikleri rol, AKP’yi dengelemekten, aşırılıklarını dizginlemekten ve bu arada ihtiyaçlara uygun düşen icraatlarında ise açık ya da örtülü biçimde desteklemekten ibarettir. Nitekim AKP iktidarıyla birlikte yaratılan yeni koşullara ve gündeme getirilen yeni politikalara uyumda zorlanmayan düzen muhalefeti de daha çok bu sınırlar içinde hareket etmektedir. “Yeni CHP” ile birlikte meydana gelen değişim bu ihtiyaca yanıt vermektedir. Şovenist çığırtkanlık dışında bir politikası ve işlevi kalmamış faşist MHP ise, bir dizi konudaki tutum ve davranışlarının açıkça gösterdiği gibi, gerçekte AKP’nin muhalefetteki bir uzantısıdır.

Burjuvazi 1920’ler Türkiye’sinde cumhuriyet biçimi içinde iktidar olurken dinin toplum yaşamındaki etkisini sınırlamış, cemaatleri ve tarikatları yasaklamış, “aklı hür” kuşaklar yetiştirmek iddiasında olmuş, “en hakiki mürşit ilimdir” söylemini sloganlaştırmıştı. Bugünse cemaatlere ve tarikatlara dayanan, dini toplum yaşamının tüm alanlarına ve başta eğitim olmak üzere kamu yaşamına dayatan, “dindar gençlik” yetiştirmekten sözeden ve Diyanet’i fetva kurumu haline getiren bir gericilik odağının arkasında durmaktadır. Bu, burjuva cumhuriyetinin evrimi içinde bugün vardığı yerdir, gerçekteyse resmi tükenişidir. Bu, egemen sınıf olarak burjuvazinin siyasal ve moral iflasıdır. Onun tüm kaygısı sömürü ve soygun koşullarının ne pahasına olursa olsun güvenceye alınmasıdır. Bunun ötesinde hiçbir değer artık onu ilgilendirmemektedir, kendi cumhuriyetinin kuruluş değerleri başta olmak üzere.

Cumhuriyet tarihi bütünlüğü içinde irdelendiğinde, kapitalist gelişmenin değişen koşulları içinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara bağlı olarak düzenli ve mantıklı bir evrim yaşadığı görülür. 1920’lerde dini toplum yaşamı içinde sınırlayarak işe başlayan cumhuriyet kurucusu CHP, 1940’ların değişen dünya ve Türkiye koşullarında onun etki alanını bizzat kendisi yeniden genişletme yoluna gitti. Onun bıraktığı yerden aynı işi 1950’lerde bu kez DP yeni bir düzeyde devam ettirdi. 1960’lardaki büyük sosyal uyanış ve bunun sola hızla güç kazandırmasının ardından ise, din ve dinsel gericilik burjuvazinin elinde artık devrime karşı bir dalga kıran olarak iş görmeye başladı. Bu çok bilinçli bir politikaydı ve aklı verense böyle durumlarda hep olduğu gibi emperyalist merkezlerdi.

’70’li yıllardaki devrimci yükselişin saldığı büyük korkunun ardından ise, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist ittifak ile başta TÜSİAD olmak üzere tüm kesimleriyle işbirlikçi büyük burjuvazinin tezgahladığı 12 Eylül askeri faşist darbesi, dinin ve dinsel gericiliğin önünü her cephede açtı. Bugünkü koşullarda cisimleşmiş ifadesini AKP şahsında bulan “Türk-islam sentezi” devletin resmi ideolojisi haline getirildi ve tüm topluma dayatıldı. Aynı politika ’90’lı yıllarda oluşan yeni dünya koşulları içinde bu kez “ılımlı islam” projesi halini aldı, yine emperyalist merkezlerde planlanarak. Sonuç olarak, toplamı içinde bugünkü dinci gerici iktidar, 12 Eylül faşist darbesiyle yaratılan yeni toplumsal, siyasal ve kültürel koşulların, aynı anlama gelmek üzere emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin izlediği politikaların en dolaysız bir ürünü oldu.

Tam da bundan dolayı AKP’ye karşı mücadele emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziye karşı mücadeleden ayrılamaz. AKP bir sermaye kliğinin değil fakat tüm kesimleriyle büyük burjuvazinin dolaysız çıkarlarının bugünkü temsilcisidir. Bazı sermaye kliklerinin onun iktidarından daha fazla yararlanmaları bu genel gerçeği değiştirmemektedir ve tüm sermaye kesimlerinin ona tam desteği bunun böyle olduğunu ayrıca göstermektedir. AKP’nin yaratmakta olduğu siyasal düzen, evrimi içinde burjuva cumhuriyetinin bugün vardığı yerdir. Bundan dolayıdır ki, AKP’ye karşı mücadeleyi cumhuriyeti savunmak mücadelesi olarak ele almak, tükendiği ve dolayısıyla aşılmayı beklediği bir aşamada onu yeniden diriltmeye çalışmak, gerici bir ütopyadır. Çürüme süreci içinde tükenen burjuva cumhuriyetinin gerçek alternatifi sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetidir. Olduğu kadarıyla burjuva cumhuriyetinin kuruluşu sürecinden gelen kazanımları yaşatmanın ve geleceğe taşımanın da bundan başka bir yolu yoktur.

Tükenen bir cumhuriyetten sözümona bir “demokratik cumhuriyet” çıkarmak peşinde koşmak da aynı ölçüde hayalci ve dolayısıyla gerici bir ütopya ile oyalanmaktır. Bu beklenti dünya olaylarının genel seyrine, girmiş bulunduğumuz tarihsel dönemin genel eğilimlerine, bunun bulunduğumuz bölgeye yansımalarına da aykırıdır. Kendi geçmişinden gelen ilerici değerlerden bile kopan, toplum yaşamının tüm alanlarını ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültüre göre yeniden şekillendirmeye çalışan, iç politikada polis rejimini kurumlaştıran ve dış politikada militarizmi ve saldırganlığı bir politika haline getiren bugünkü cumhuriyet, demokratikleşmeyi değil fakat yıkılmayı, yerini sosyalist bir cumhuriyete bırakmak üzere köklü bir biçimde aşılmayı beklemektedir.

Bugünün Türkiye’sinde mevcut gerici dengeleri altüst edebilecek biricik toplumsal güç işçi sınıfıdır. Gericilik atmosferini dağıtmak, kent ve kır yoksullarının hoşnutsuzluğunu düzen karşıtı bir mecraya taşımak, böylece devrimci süreci ilerletmek, devrim davasını büyütmek ancak bu sınıfa dayanmakla olanaklıdır. Kürt sorununu bugünkü kısır döngüden kurtarmak, ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesini devrimi büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfı hareketinin devrimcileşmesiyle, toplumda etkin bir güç olarak öne çıkmasıyla olanaklıdır. Bu kuşkusuz kolay değildir; ama başka bir yol, başka bir çıkış, başka bir çözüm yoktur. “Ulusal cumhuriyet” ya da “demokratik cumhuriyet” projeleri, toplumsal temelden yoksun, devrimin potansiyellerini düzenin çatlakları içinde eritmekten başka bir sonuç vermeyecek olan gerici ütopyalardır.

AKP, kesintisiz on yıldır emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin tam desteğine sahiptir. Fakat bu AKP’nin onlar için vazgeçilmez olduğu, bu desteğin bu biçimiyle hep de süreceği anlamına gelmemektedir. AKP’ye düzen egemenlerinin on yıllık desteğini sağlayan yalnızca onun yeni ihtiyaçlara yanıt verebilen konum ve tutumu değil, fakat aynı zamanda geniş bir seçmen desteğini elde etmek ve tutabilmek yeteneği olmuştur. Fakat bir dizi etken üzerinden çoğalan işaretler, bu dönemin sonuna yaklaşıldığını göstermektedir. AKP iktidarı halihazırda iç ve dış politika cephesinde kendisini hızlı bir yıpranma süreci içine sokacak geniş bir sorunlar yelpazesi ile yüzyüzedir. Tam da böyle bir dönemde AKP ile düzen ilişkisini doğru bir biçimde ele almak ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi düzenin aşılması devrimci perspektifine bağlamak daha da hayati bir önem kazanmıştır.

Kısır döngü içinde çözümsüzlük

Kürt sorunu Türkiye’nin temel gündemlerinden biri olmayı sürdürüyor. Çatışmalı durumun yeniden tırmanması bir yandan devletin Kürt açılımının iflasını, öte yandan sorunun kısır bir döngü içindeki çözümsüzlüğünü göstermektedir.

Devletin Kürt açılımı bir ihtiyaçtan doğmuştu. Emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin yeni bölge politikaları, içerde bu sorunun yatıştırılmasını ve denetim altına alınmasını gerektiriyordu. Bölge düzeyinde Kürtleri emperyalizmin ve gericiliğin saflarında mevzilendirmek de bununla olanaklıydı. Sözde Kürt açılımı, bunun sınırlı bazı tavizlerle başarılabileceği inancına ve bu arada silahlı biçimiyle Kürt hareketinin şu veya bu biçimde tasfiye edileceği hesabına dayanıyordu.

Üç yıllık bilanço ve bugün gelinen yer, bu inancın boşluğunu ve bu hesabın dayanaktan yoksunluğunu tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. Kürt sorunu yatıştırılmak bir yana daha da uyarılmış, çözümünü daha şiddetli bir biçimde duyuran ve dayatan bir hal almıştır. Silahlı biçimiyle Kürt hareketi tasfiye edilmek bir yana, politik, askeri ve moral bakımdan daha da gelişmiş ve güçlenmiştir. Daha da önemlisi, Türk devletinin de özel katkılarıyla bölgede yaratılan yeni koşulların ardından daha geniş imkanlara ve manevra alanına kavuşmuştur.

Yine de ufukta herhangi bir çözüm olanağı görünmemektedir. Halihazırda sorun uzun yılları bulan kısır döngüyü sürdürmektedir. Bunun sermaye düzeni yönünden nedeni bellidir. AKP iktidarı şahsında sermaye devleti, Kürtlerin bir ulus olarak varlığını, dolayısıyla bundan doğan meşru ulusal haklarını red ve inkar çizgisini sürdürmektedir. Ulusal sorunda gerçek özgürlük ve tam eşitlik, sermaye düzeninin bütün bir doğasına aykırıdır. Bunu anlayamamak ya da anlamazlıktan gelmek ise, kısır döngünün Kürt hareketine ilişkin yönünü ortaya koymaktadır.

Partimiz Kürt hareketinin bu alandaki tutarsızlığını, devletin Kürt açılımına ilişkin değerlendirmelerinde açık bir biçimde ortaya koymuştur: “Kürt hareketi devrime dayalı programını çoktan bir yana bırakmıştır. Düzenle barışmaya ve bütünleşmeye dayalı bir strateji izlemektedir ve yürüttüğü mücadelenin bunun önünü açacağına inanmaktadır. Ama tutarsızlığı, bir yandan düzenle barışma çizgisi izlerken, öte yandan gerçekte ancak o aynı düzenin aşılması ile elde edilebilecek bir ulusal istemler bütünüyle hareket etmesindedir. Bu halen Kürt hareketinin akıl almaz çelişkisidir. Devrimle elde edilebilir olanı kurulu düzenle pazarlıkların ürünü anayasal reformlarla elde edebileceğini sanmak, ham hayallerle oyalanmaktır. Kürt hareketi tutarlı olmak istiyorsa iki şeyden birini seçmek zorundadır. Ya ulusal eşitliğe dayalı siyasal istemlerden vazgeçmeli, ya da bunun gerici burjuva düzeni ile pazarlıklarla, dolayısıyla anayasal reformlarla elde edilebileceği hayalinden. İkisinden de vazgeçmemek, bir çıkmaza saplanıp kalmakla aynı anlama gelmektedir.” (Devletin Kürt Açılımı, Ekim, Ekim 2009)

Sorunun ağır açmazını oluşturan ve dolayısıyla çözümsüzlüğü süreklileştiren durum, halen de budur. Kürt ulusal hareketi yönünden sorun temelde stratejik çizgi sorunudur, çözüme götürecek bir stratejiden yoksunluktur. İzlenen stratejik çizgi ile bu elde edilmek istenen hedefler arasındaki yapısal uyumsuzluktur. Kürt hareketi ya mevcut stratejisini değiştirmek ya da ulaşmak istediği stratejik hedeflerin kapsamını değiştirmek ikilemi ile yüzyüzedir.

Kürt ulusal hareketinin mevcut stratejisine tam destek veren, onun demokratik cumhuriyet programına eklemlenen ve bu çizgi üzerinden Halkların Demokratik Kongresi (HDK) çatısı altında birleşen kuyrukçu sol gruplar yelpazesi, böylece devrimle her türden bağı kestiklerini de tartışmasız biçimde ortaya koymuş oluyorlar. Zira bu stratejide ve bu programda devrimci olan hiçbir şey yoktur. Bu, düzen içi bir anayasal reform programıdır. Kurulu düzeni kendi temelleri üzerinde demokratikleştirme programıdır, “1920’lerde kurulmuş cumhuriyeti demokratikleştirmek” hedefi bu anlama gelmektedir. Bu program, sorunlu stratejisinden dolayı olduğu kadar girmiş bulunduğumuz yeni tarihi dönemin eğilimlerine aykırılığından dolayı da hayalcidir ve özünde gericidir.

Çürümüş ve tükenmiş bir cumhuriyeti sosyalist bir işçi-emekçi cumhuriyeti ile aşmak, günümüz Türkiye’sinde biricik gerçek devrimci programdır. Kürt halkının meşru ulusal haklarını ve mücadele içinde elde ettiği tüm kazanımları kararlılıkla savunan TKİP, her temel toplumsal-siyasal sorunu olduğu gibi Kürt sorununu da toplumsal devrim perspektifi içinde ele almakta, ulusal sorunda gerçek özgürlüğün ve tam eşitliğin ancak kurulu düzenin aşılması ile olanaklı olduğunu bir kez daha vurgulamakta, köklü ve kalıcı bir çözümün tüm milliyetlerden işçi sınıfı önderliğinde birleşik bir devrim mücadelesinden geçtiğinin altını çizmektedir.

Halkçılığın tükenişi ve reformizmin gücü

TKİP III. Kongresi toplandığı dönemin verileri üzerinden sol harekete ilişkin şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Devrimci ve reformist kanatlarıyla geleneksel sol hareket, ’90’lı yılların ortasından itibaren sürekli bir gerileme ve çözülüş süreci içerisindedir. Bu süreç içerisinde reformist akımlar daha da sağa kayarlarken, halkçı devrimci-demokrat akımlar bir yandan örgütsel bir tasfiye, öte yandan devrimci kimlik yönünden sürekli bir erozyon yaşayageldiler.

“Bu sürecin gelinen yerde bir devrimci irade kırılmasına vardığını, devrimci hareketimizin en temel ilkesel ve ideolojik kazanımlarının adım adım terkedildiğini görüyoruz. Birbirini izleyen yeni tasfiyeci yönelimler, devrimin stratejik sorunlarına ve önceliklerine tam bir ilgisizlik, Kürt sorunundaki kuyrukçu sürüklenişler, reformist solla ilkesel ve ideolojik ayrım çizgilerinin silinmesi, ihtilalci örgüt sorunundaki ilkesel ve pratik duyarlılığın fiilen bir yana bırakılması, bir arada bunun güncel yansımalarıdır.” (TKİP III. Kongresi Bildirisi, Kasım 2009)

Aradan geçen üç yılın ardından bugün bu değerlendirmeye eklenecek pek az şey var. Soldaki gelişmeler bu değerlendirmenin isabetliliğini tüm açıklığı ile göstermiştir. Türkiye solunda artık genelleşmiş bulunan eğilim, devrimden ve dolayısıyla devrimci örgütten kaçıştır. Başlıca reformist sol gruplar için bu yeni değildir, onlar için bu süreç 12 Eylül yenilgisi ile başlar. Yeni olan, yakın yıllara kadar herşeye rağmen devrimcilikte ısrar edenlerin tutumundaki belirgin değişimdir. ’90’lı yılların ortalarında başlayan yeni tasfiye sürecinin ardından gelinen yerde bir dizi ara akım devrimci kimlik yönünden artık tükenmiş durumdadır. Bunlardan bazıları reformist odaklaşmalara eklemlenirken, öteki bazıları fiziken de tasfiye olmuşlardır. Bu, Türkiye devrimci hareketinin bir dönemine damgasını vuran halkçı devrimciliğin çözülüşü ve tükenişidir.

Ara akımların tasfiyesi ile birlikte solda tablo artık çok daha net bir görünüm kazanmıştır. Artık sahnede kendi konum ve kimliklerini açık ve net bir biçimde temsil eden üç temel akım vardır. Küçük-burjuva sosyalizminin reformist kanadı esas olarak TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri tarafından temsil edilmektedir. Küçük-burjuva sosyalizminin devrimci kanadını kentsel tonda DHKP-C ve kırsal tonda MKP temsil etmektedir. Devrimci proletarya sosyalizminin temsilcisi ise TKİP’dir.

 ’90’lı ilk yıllardan farklı olarak bugünün Türkiye’sinde birleşik bir ağırlık oluşturan bir devrimci hareket olgusundan sözedecek durumda değiliz artık. Geleneksel halkçı devrimci akımlardaki geniş çaplı çözülme ve tasfiye bu zemini ortadan kaldıralı yıllar oldu. Bu olgu reformist akımlara geniş bir alan açmakta, onların gerçekte devrimin potansiyelini oluşturan güçleri saflarına çekmelerini ve devrimci kimlik yönünden sürekli heba etmelerini kolaylaştırmaktadır.

Bu durumu gözönünde bulunduran TKİP IV. Kongresi, bir yandan reformist akıma karşı sistemli bir ideolojik mücadele ile politik teşhir görevine işaret ederken, öte yandan partinin sınıf hareketi ekseninde devrimci bir güç odağı olarak öne çıkmasının özel önemine dikkat çeker.

Parti ve yeniden inşa süreci

TKİP başından itibaren gerçek bir devrim örgütü olarak inşa edilmeye çalışıldı; devrime yürümek iddiasındaki her ciddi devrimci partide olması gerektiği gibi. Bu inşa sürecinin dünyada ve Türkiye’de bir siyasal gericilik, genel bir sosyal durgunluk dönemine denk gelmesi, sol hareketin geneline egemen tasfiyeci süreçlerin basıncı altında ilerlemesi, onu sancılı hale getirdi ve hedeflenen sonuçların elde edilmesini geciktirdi. Gelişme temposunu sınırladı, sınıfla devrimci birleşme sürecini güçleştirdi ve böylece TKİP’nin solda, giderek de toplum düzeyinde bir güç odağı olarak öne çıkmasını zora soktu. Bütün bunlar ayrıca parti bünyesinde sorun, zaaf ve zayıflıkların ortaya çıkışını kolaylaştırdı ve tersinden, bunlara müdahaleyi, bu müdahaleden beklenen sonuçların istenilen düzeyde alınmasını da güçleştirdi.

Bütün bu nesnel ve öznel güçlüklere rağmen, geleneksel solun sonu gelmez tasfiyeci süreçler içinde devrimci olan herşeyi tükettiği bir dönemde, TKİP sağlam temellere dayalı ihtilalci bir örgüt olarak şekillenmeyi başardı. Gelinen yerde TKİP’nin ihtilalci kimliği, teorik ve ilkesel temel, program ve strateji, taktik ve örgüt, direnişçi kimlik ve moral değerler yönünden sağlam biçimde güvence altına alınmıştır. Ve TKİP, tüm bunlara yıkılmaz bir proleter sınıfsal temel kazandırmak üzere yoğun ve inatçı, sabırlı ve soluklu bir çaba içerisindedir.

TKİP’nin 2000’li ilk yıllarla birlikte netleşen yeni tarihsel dönem değerlendirmesi, onun her alanda ve her bakımdan kendini gerçek bir devrim örgütü olarak geliştirme çabasına yeni bir düzeye çıkardı, ona yeni bir güç ve ivme kazandırdı. Buna yönelik görevler daha somut, daha canlı ve daha coşkulu bir anlam kazandı. Bundan böyle TKİP için sorun, devrime genel bir hazırlık olmaktan çıktı, gelmekte olan yeni devrimler dönemine tüm cephelerde bilinçli bir somut hazırlık halini aldı.

TKİP III. Kongresi, partinin tarihsel dönem tespitini ele alırken, bundan çıkan devrimci siyasal ve örgütsel bakışaçısını şöyle özetledi: “Bu tespit partimizin tüm mücadele, çalışma ve örgütlenme çabasının belirleyici ana ekseni durumundadır. Partimiz tüm güncel devrimci görev ve sorumluluklarına buradan bakmakta, geleceğin büyük mücadelelerine bu bakışaçısı ile hazırlanmaktadır. Her biçimi ile burjuva gericiliğinin Türkiye toplumunu boğucu bir kuşatma altında tutması güncel olgusu geçici olmaya mahkumdur. Kapitalizmin onulmaz çelişkileri karşı konulmaz bir biçimde Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini bir kez daha devrimci sınıf mücadelesi alanına yöneltecektir. TKİP bu bilinçle, bundan beslenen bir devrimci güven ve iyimserlikle hareket etmekte, tüm güncel çabasını bu süreci hızlandırmaya yoğunlaştırmakta, bunu ise şaşmaz bir biçimde proletarya devrimi hedefine bağlamaktadır.”

2007 yılında toplanan TKİP II. Kongresi ile başlayan dönem, partimiz için, bu tür bir hazırlıkta bir dönüm noktasını işaretlemektedir. Bu dönem içinde parti örgütü baştan aşağı yeniden biçimlendirilmiş; dünya görüşü ve ideolojik donanım sorunu, örgütsel yapı, yaşam ve işleyişe ilişkin sorunlar, çeşitli yönleriyle kadro sorunları, illegal örgüt ve legal çalışmanın sorunları, örgütsel güvenlik sorunları, politik önderliğe dayalı çalışma tarzı sorunu, inisiyatifli yerel çalışma sorunu, ve bütün bunlarla birlikte tüm kapsamıyla sınıf çalışmasının sorunları, partinin bütününde döne döne tartışılmış, sürekli bir eğitime konu edilmiş, böylece sağlanan açıklıklar temelinde partinin yeniden inşa süreci ileriye taşınmıştır.

Aradan geçen beş yıl içinde parti tüm bu sorunlarda önemli mesafeler katetmiş, partinin gelişme süreci gelip yeni bir eşiğe dayanmıştır. TKİP IV. Kongresi tüm bu sürecin genel bir bilançosunu çıkarmış, şu temel önemde sonucun altını çizmiştir: Partide tüm bu sorunlar üzerinden yaratılan bilinç açıklığı parti için en önemli bir kazanımdır. Parti artık açık bir doğrultu kazanmış, bir gelişme çizgisine oturmuştur. Bakışaçısından gelen engeller esası yönünden aşılmıştır. Bu durumda bundan sonrası öncelikle tutarlılık, dolayısıyla uygulamadaki kararlılık sorunudur.

Beş yıla sığdırılan üç parti kongresi, bir dizi Parti Okulu etkinliği ve nihayet partide kurumlaştırılan canlı devrimci iç yaşam ile elde edilen açıklıkların ardından, partinin sorunu artık temelde bir tutarlılık sorunudur. Tutarlılık, ulaşılan açıklıkları hayata geçirmedeki şaşmaz ve kesintisiz çabada, bu doğrultudaki inat ve kararlılıkta somut anlamını bulmalıdır. Bu olduğu takdirde, sorunların hiç değilse bugünkü biçimiyle geride kalması yalnızca bir zaman, demek oluyor ki sabır ve soluk işidir. Yeni parti kongresinin tüm bu sorunlar üzerine yaptığı yeni değerlendirmeler, sağladığı yeni açıklıklar, bu süreci ayrıca kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. TKİP IV. Kongresi yeniden inşa kapsamında bu türden sorunların ağırlıklı gündem oluşturduğu son kongredir, öyle olacaktır.

Proletarya sosyalizmi dönemi

Dünya ölçüsünde büyük sarsıntılar yaratan ’89 yıkılışının hemen sonrasında, 1991 yılı başında toplanan EKİM I. Genel Konferansı, dünyada ve Türkiye’de geleneksel sol hareket için bir dönemin kapandığını ilan ediyordu:

“İçinden geçmekte olduğumuz tarihsel anın ayırdedici özelliklerinden biri de, dünyada ve Türkiye’de sol için bir dönemin kesin bir biçimde kapanıyor olmasıdır. Dünya komünizminin yaşadığı yozlaşma, ortaya revizyonist, popülist ve bu ikisinden de izler taşıyan bir tür ilkel ve dogmatik marksist akımlar çeşnisi çıkarmıştır. Gerici burjuva propagandanın ‘sosyalizmin yıkılışı’ olarak sunduğu şey, gerçekte uluslararası dayanaklarıyla birlikte tüm bu ideolojik akımların yıkılışıdır. Bunun kendisi, Türkiye’de ve dünya ölçüsünde, Marksizm-Leninizmin gerçek devrimci temeli üzerinde bir yeniden şekilleniş ve yükselişin zeminidir. Tarihsel deneyimin özümsenmesi temeli üzerinde yükselen yeni tip marksist-leninist sınıf partilerinin ortaya çıkacağı bir dönem olacaktır bu.” (Değerlendirme ve Kararlar, s.126)

Yirmiiki yıl öncesine ait bu değerlendirme zamanın sınavından geçmiştir. Sonucu görmek için, bugünün Türkiye’sindeki geleneksel sol hareket tablosuna bakmak ve bunu o gün için henüz yeni yeni filizlenmekte olan komünist hareketin bugünü ile karşılaştırmak yeterlidir.

Türkiye’nin son elli yılının ilk iki on yılı, kısa aralıklarla geniş çaplı bir toplumsal uyanışa ve devrimci yükselişlere sahne oldu. Bunlardan ilkine, ’60’lı yılların ikinci yarısındaki gelişmelere, farklı tonlarıyla burjuva sosyalizmi damgasını vurdu. Bu, orta sınıf aydınlarının damgasını taşıyan, orta sınıf özlemlerine denk düşen, dolayısıyla kurulu düzenin temellerini hiçbir biçimde aşmayan ve düzen kurumlarına (anayasa, parlamento, ordu, bürokrasi vb.) bel bağlayan reformist bir sosyalizm türüydü. İkincisine, ’70’li yılların ikinci yarısını kaplayan yeni devrimci yükselişe ise çok değişik tonlarıyla halkçı küçük-burjuva sosyalizmi damgasını vurdu. Bu, küçük-burjuva katmanlara dayanan, küçük-burjuvazinin devrimci ufkunu yansıtan, özlemlerini demokrasi ve bağımsızlık istemleri üzerinden ülküleştiren, kurulu devlet düzenini hedef alan fakat temelde kurulu toplumsal düzeni aşamayan bir sosyalizm türüydü.

Türkiye’de ’80’li yılların başında yaşanan ağır yenilgi ile dünyada ‘80’li yılların sonunda yaşanan büyük yıkılış, bu iki sosyalizm türünün olaylara damgasını vurabildiği dönemin de sonu anlamına geliyordu.

1980’lerin ikinci yarısında, daha somut olarak da 1987’de, dikkate değer bir rastlantı olarak iki gelişme birbirine paralel düştü. Toplumsal cephede işçi sınıfı hareketi belirgin bir ağırlıkla öne çıkarken, sol hareket bünyesindeki iç ayrışma ve saflaşmadan EKİM şahsında komünist hareket doğdu. Aradan geçen yirmibeş yıl içinde işçi sınıfı hareketi toplumsal cephenin önplanındaki yerini korurken, komünist hareket solda devrim bayrağını tüm cephelerde yükseklerde tutan tek hareket olarak orta yerde duruyor.

Bu dönemin özgünlüğü, dünyada ve Türkiye’de bir siyasal gericilik, bir sosyal durgunluk dönemi olmasıdır. Şimdilerde bunun aşılmakta olduğu bir geçiş evresindeyiz. Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğinde büyük toplumsal sarsıntılar, toplumsal devrimlere doğru büyüyebilecek büyük birikimler var.

TKİP geleceğe buradan bakıyor. Tüm alanlarda, tüm cephelerde devrime hazırlık, onun tüm çalışmasının ve mücadelesinin kalbinin attığı şaşmaz hedeftir. Bu hazırlığın tayin edici halkası sınıfla devrimci temellerde birleşmektir, sınıf hareketini devrimcileştirmektir, sınıfı geleceğin devrimine çok yönlü olarak hazırlamaktır. TKİP’nin uzun yılları bulan çabalarına, bu doğrultuda elde ettiği son derece önemli deneyimlere ve bu alandaki ilk önemli kazanımlara rağmen, partiyle sınıfın devrimci birliği hala de çözülmeyi bekleyen bir sorundur. Türkiye’nin devrimci geleceği bu sorunun çözümüne bağlıdır. Türkiye’de olayların yeni dönemine proletarya sosyalizminin damgasını vurabilmesi bu doğrultuda alınacak esaslı mesafeye bağlıdır.

TKİP’nin tüm çalışması ve mücadelesi, bu tayin edici çözüm halkasına odaklanmıştır. Bu onun, bu ülkenin inanılmaz fedarkarlıklar göstermiş ve büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş geçmiş devrimci kuşaklarına karşı manevi borcu ve geleceğin toplumsal devrimine karşı tarihi sorumluluğudur.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

TKİP IV. Kongresi

Ekim 2012


Üste