Logo

TKİP V. Kongresi tutanaklarından - Sınıf çalışmasının sorunları


Ender: Yazılı sunumda sınıf çalışmamızın önemli sorunlarına işaret ediliyor. Yoldaş sözlü sunumunda da bazı noktaları daha somut açmış oldu. Tabii ki tartışılan tek tek alanlarda yaşanan zayıflıklar değil, toplam zayıflığımızdır. Bu zayıflıkta partinin birikim ve deneyimlerinin yeterince içselleştirilememesi önemli bir rol oynuyor. Elbette bu sorunun tek başına sınıf çalışmasına ilişkin temel değerlendirmelerimizi ya da sınıf çalışması deneyimlerimizi incelemekle çözülemeyeceği, pratikte bunları hayata geçirecek bir açıklıkla bütünleştirebilmek gerektiği açık. Sorun bunu başaramamaktan çıkıyor. Bölgelerde fabrikalara dönük çalışmalar yürütüyoruz. Stratejik fabrikalara yönelimi yıllardır tartışıyoruz. Gerçekten içselleştirememişsek bu meseleyi, zorlanma yaşadığımızda yönelimimiz zayıflamaya başlıyor.

Örneğin bölgemizde bir fabrikaya yönelmiştik. Fabrikada yoldaşlarımız çalışıyordu ve canlı bir çalışma yürütmeyi başarabilmişlerdi. Ama yoldaşlarımız işten atıldılar. Fabrikaya ilgimizin zayıflamaması gerektiği üzerine ciddi tartışmalar yürütsek de, sonuçta müdahale giderek zayıfladı. Oysa böyle durumlarda yerel örgütler güçlü bir irade koymayı başarabilmeli, ısrarla müdahalelerini sürdürmelidirler.

Diğer bir mesele nitelikli kadro sorunu. Nitelik ne kadar yükselirse, müdahalemizin gücü ve başarı şansı da o ölçüde artıyor. Niteliği güçlendirmenin önemli ayaklarından biri güçlü bir sınıf kavrayışı geliştirebilmekse, diğer bir yanı da geçmiş mücadele deneyimlerinden gereğince öğrenebilmektir. Dünya ve Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihini, tarihe mal olmuş mücadele deneyimleri incelemeli, irdelemeli, bugüne ışık tutabilecek sonuçlar çıkarmaya çalışmalıyız.

Özellikle de Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihini doğru kavramak önemli. Gelişim dinamikleri, imkanları vb.’ni kavradığımızda, kendi toplumumuzu daha iyi tanıdığımızda, çalışma alanlarında karşı karşıya kaldığımız zorlukları daha rahat aşabiliriz. Metal sürecinde müdahale planında eksiklikler ve zayıflıklar yaşasak da, imkanlarımızın sınırlı olmasına rağmen anlamlı bir rol oynayabildik. İşçi sınıfını giderek daha yakından tanımış olmanın bunu kolaylaştırdığını düşünüyorum.

Kendi sınıf hareketi tarihimizi incelediğimizde, bugüne ışık tutabilecek deneyimlerle de karşılaşıyoruz. Örneğin, biz bugün taban örgütlülüklerine dayalı bir sendikal hareket vurgusu yapıyoruz. Böyle bir örgütlenme sınırlı da olsa Türkiye’de yaşanmış. 1974’lerde kurulan ASİS isimli bir sendika var. Ağaç ve Sanayi İşçileri Sendikası. Beşbin kadar üyeye ulaşabilmiş, bir dönem DİSK’e üye olmuş. Dikkate değer deneyimleri var bu sendikanın. Bütün işçiler çalıştıkları fabrikalarda kendi kararlarını kendileri alıyorlar. Sendikal bürokrasi oluşmamış, ciddi bir işçi denetimi var. 8 ay süren grevleri var, işçilerin sonuna kadar götürdükleri bir grev bu. Çünkü grev kararını işçiler kendileri alıyorlar. Sınırlı kalmış, bugüne çok fazla taşınamamış ama önemli örnekler var sınıf hareketimizin tarihinde. (...)

“Bağımsız sendika” tartışmaları konusunda ise bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. “Bağımsızlık” bir konfederasyondan bağımsızlık gibi algılanabiliyor ya da “bağımsızlık” adına çok uç tartışmalar yürütülebiliyor. Buna müdahale etmek gerekir. Bana göre bağımsızlıktan anlaşılması gereken, düzenden, sermayeden, sermayenin her türlü uygulama ve dayatmalarından bağımsız olmaktır. “Greif kriterleri” olarak tanımladığımız devrimci sınıf ilkelerine ve değerlerine dayalı bir çizgide hareket etmektir. Kısacası devrimci sınıf konumu ve tutumuna dayalı devrimci bir sınıf sendikası olabilmektir.

Sınıf hareketine devrimci müdahale kapsamında bir noktaya daha değinmek istiyorum. Öyle politikalar vardır ki, doğru bir eksende ele alınamadığında, kısa vadede bir takım kazanımlar sağlasa bile, uzun vadede soruna dönüşebilir. Ocak ayındaki metal grevinde Birleşik Metal şu politikayı öne çıkardı: “MESS’den istifa et gel!” Metal işçileri belli bir aşamada bu politikayı sahiplenen bir tutum sergiledi. Aslında kısa vadede baktığımızda, bir fabrikayı MESS’den koparmak, onu ileri taşımak için anlamlı bir politika gibi görünüyor. Ama öte yandan bu aynı politika işçiler arasında parçalanmaya yol açıyor. MESS kapsamında 40-50 fabrika birleşmiş. Biz birleşik bir sınıf hareketi yaratmak, işçilerin ortak mücadelesini örgütlemek istiyoruz. Bizim saptadığımız her politika sınıfı birleştirici olabilmeli. Belki kısa vadede maddi sonuçlar elde edemeyebiliriz ama her adımımızı uzun vadeli düşünmeliyiz.

Örneğin biz Greif’ta kısa vadeli, günü kurtarmak üzerinden düşünmüş olsaydık, “makul” bir sözleşme çerçevesinde sendika bürokrasisinin bir takım tekliflerini kabul edebilir, sendikada bazı koltukları da tutabilirdik. Ama o zaman sınıf mücadelesi ilkelerinden taviz vermiş olurduk. İşçi sınıfına taşıyacağımız mesajı taşıyamamış, Greif kriterlerini yaratamamış olurduk. Kısa vadeli maddi kazanım elde etsek de, öbür tarafta işçi sınıfı hareketinin önüne koyduğumuz kriterleri var edemezdik.

Son bir nokta; Greif gibi, “metal fırtına” gibi süreçlerde, kendi dünya görüşümüzü ve temel politikalarımızı uygun yol ve yöntemlerle işçilere taşımayı başarabilmek durumundayız.

 

Uğur: Yapılan sunum üzerinden belli bir doygunluğa ulaşıldığını düşünüyorum. Ek olarak birkaç noktaya değinmek istiyorum.

Bölgemizde yaşadığımız son üç-dört yıllık süreçten çıkardığımız belli sonuçlar var. Birincisi, belirlenen fabrikalar üzerinden hedefli çalışma yürütmeye çalışıyoruz ancak bölgeye hakimiyetteki zayıflık hedefleri isabetle saptamayı zora sokuyor. Biz bunu dönem dönem yaşadık. Bir yoldaşın gazete ilanı üzerinden gittiği fabrika hedeflediğimiz bir fabrika değildi. Oysa bize belli imkanlar açtı, buradan alınan bir mesafe oldu. Hedeflerin doğru saptanabilmesi için bölgenin iyi tanınması, en önemlisi de bölgedeki fabrikalara ilişkin bilgilerin “güncellenmesi” gerekiyor.

İkincisi, belli yoldaşları soktuğumuz fabrikalarda çalışmayı o yoldaşların üzerine bırakabiliyoruz. O fabrikaya müdahaleyi ekip işi olarak hayata geçiremiyoruz. Yoldaşın inisiyatifi, kapasitesi ne ise, fabrikada çalışmanın sınırı da o düzeyde kalabiliyor. Hedefli ve yöntemli çalışma dediğimiz yerde, o fabrikayı dışardan çok yönlü bir biçimde kuşatabilmemiz gerekiyor. Burada boşluk bırakabiliyoruz. Yük orada çalışan yoldaşın ya da dayandığımız işçinin üzerine kalabiliyor. Onun başarısızlığını da gerekçe haline getirebiliyoruz. Eğer dayandığımız zeminler varsa, oralara dönük özgün ekipler oluşturmalıyız. Düzenli toplantıların yapılacağı bir süreci işletebilmeliyiz. Bunu planlayan da bizzat bölge örgütü olmalıdır.

Bir başka nokta, direnişlere müdahale sorunu. Belli direnişler yaşanıyor, bütün güç ve olanaklarımızı oraya yöneltebiliyoruz. İşi gücü bırakıp o direnişin kazanımı için çaba harcayabiliyoruz. Ama direniş kazanımla da sonuçlansa, kaybedilse de, kalıcı kazanımımız olmayabiliyor. Direniş kazanıyor, işçilerle ilişkimiz bir süre sonra sıradan bir ilişkiye dönüşebiliyor. Ya da direniş bitiriliyor, işçiler bizimle görüşmede istekli davranmayabiliyor. Biz direnişin kazanımı için yüklenmede başarılıyız, direnişe ilişkin politika üretebiliyoruz ama özellikle öne çıkan işçileri kazanmak noktasında aynı yoğunlukta yüklenmiyoruz. Oysa işçiler direniş sürecinde buna daha açık oluyorlar. Normal zamanlarda politik yayın organınla ile gittiğinde bazı yerlerde belki geri işçilerin tepkisi ile karşılaşabilirsin ama direniş sürecinde gittiğinde çok daha farklı bir ilgiyle karşılanabiliyorsun. Bu açıdan yaşadığımız zayıflığı artık aşmak durumundayız.

(...)

 

Dilan: Son birbuçuk yılın önemli üç direnişi üzerine tartışma yürütülürken, vurgulanan beş nokta var. Bunlardan ikincisi, stratejik fabrikalarda derinleşen çalışma üzerine. Bu konuda aslında çok şey söylendi ama gene de ben bunun çok daha özel bir tarzda vurgulanması ve belli yanlarıyla açılması gerektiğini düşünüyorum.

Stratejik fabrikalara dayanan çalışmanın tayin edici önemini yoldaş sunumunda ifade etmiş oldu. Biz bu noktada belli sıkıntılar yaşıyoruz. Hedefleyeceğimiz fabrikalar üzerine tartıştığımızda, bu fabrikalarda bugün için sonuç alma noktasında yaşayacağımız sıkıntılar öne çıkabiliyor. Hedeflerimizi saptarken, içerde bir yoldaşın ya da bir işçi ilişkisinin olup olmaması çok belirleyici olabiliyor. Birçok örnekte yaşadık bunu. Hedeflediğimiz fabrikanın toplamında sınıf hareketi açısından ne ifade ettiği, bölgedeki çalışma açısından nerede durduğu, sözkonusu fabrikada bir gelişme yaşandığında bölgede nasıl bir etki yaratacağı gibi önemli sorular ve sorunlar bir yana bırakılabiliyor. Daha çok içerde bir ilişki, dolayısıyla somut bir müdahale bağlantısı olup olmadığına bakılıyor. Kuşkusuz müdahalenin önemli bir ayağı, içerden bu tür ilişkilerin varlığıdır. Ama tek kriter, dahası esas kriter bu olmamalıdır. Oysa bu, yaşadığımız tartışmaların ve yaptığımız tercihlerin belirleyici bir yanı olabiliyor.

Bir başka eğilim, bugün için orta ölçekli belli fabrikalara yönelmek, buralardan sonuç almak biçiminde kendini gösteriyor. Bunun gerisinde de daha kolay sonuç alınabileceği beklentisi var. Oysa bu fabrikalarda hedeflediğimiz sonuçları alabilmek için de yine uzun soluklu bir çalışmayı düşünebilmek gerekiyor.

Öte yandan, stratejik fabrikaların büyük bir çoğunluğu sendikalarda örgütlü fabrikalar. İçerden dayanağa sahip olunamadığı koşullarda, buralarda yıllarca çöreklenmiş anlayışları kırmanın zorluğu bir başka tartışma noktası olabiliyor. Daha bakir bir yerde çalışma yürütme tercih edilebiliyor. Ayrıca, orta ölçekli olsun olmasın, içerde konumlanmış yoldaşlar, tanıdığımız işçiler varsa, yönelimimiz bu fabrikalara kayıyor.

Buna, yerel planda bazı yoldaşların tartışması, dolayısıyla yerel bir eğilim biçiminde bakmamak gerektiğini düşünüyorum. Ocak’ta yaşanan metal grevinde, stratejik önemdeki fabrikalarda olmamanın elimizi kolumuzu nasıl bağladığını tartıştık. Olmamak, yalnızca içerde insanımızın olmaması da değil. Buralara daha sistematik yönelimlerden yoksun olmanın sıkıntılarını da fazlasıyla hissettik.

Ocak’taki metal grevini de bu yönüyle tartışmak gerekiyor. Grev kararlılığı sergileyen fabrikalar bizim daha sık gittiğimiz fabrikalardı aslında. Ama daha sistematik kuşatamamanın sonuçlarını yaşadık. Ocak’taki grevin yasaklanmasından sonra grevi devam ettirme eğilimi fazlasıyla vardı işçilerde. Kuşatabilmiş olsaydık, belki fiili greve dönüştürmenin imkanları doğabilirdi. Çünkü bu enerji fazlasıyla vardı ama sonuçta bürokratlar tarafından bastırılmış oldu.

Metal fırtınası süreci ise zayıflığımızı daha fazla yüzümüze vurdu. Ayağa kalkmış ve öfkesini dışa vurmuş büyük bir işçi kitlesi ve burada bizim politik müdahalemizle aldığımız sonuçlar vardı. Yönlendirebiliyorduk, bir etki alanımız vardı. Ama gene aynı sorunla karşı karşıyaydık. Buralara tam nüfuz edememenin ya da belli olanaklara sahip olamamanın yarattığı dezavantajları fazlasıyla tartışmış bulunuyoruz. Tabii metal fırtınasında birçok fabrikada içerde olmamamıza rağmen yaratabildiğimiz önemli bir etki vardı. Belki Ocak grevindeki gibi olsaydı yanımızdan akıp gidecekti, imkanlarımız bu kadar diyebilecektik. İkincisi bu yönüyle farklı olsa da, asıl sorun alanını ortadan kaldırmıyor. “Enginleri fethetme” ruhundan bahsediyoruz ama yüklenilmesi gereken zorlu alanlardan kaçış bizi ufkumuzu daraltan bir yere doğru savuruyor.

Diğer yanı, uzun vadeli ve soluklu bir çalışmanın altını sık sık çiziyoruz. Yöneldiğimiz bir fabrikaya ilişkin uzun erimli bir plan yapıyoruz, buna göre konumlanmak ve hareket etmek gerektiğini tartışıyoruz. Ama fabrikadaki süreçleri doğru okuyamayarak zamansız müdahaleler yapmak ya da zamanı gelmeden öne çıkmak, bizi mevzilerimizi kaybetme sıkıntısıyla karşı karşıya bırakabiliyor. Bu aslında çalışmaya uzun soluklu bakamamakla, buna göre konumlanamamakla bağlantılı bir sorun. Yapılan planlama çerçevesinde hareket etmek gerekirken fevri çıkışlar yaşanabiliyor, bu da süreci ileri taşımak bir yana, fabrikadan atılmamıza yolaçabiliyor.

Bölge örgütlerinin çalışmayı daha sistematik bir biçimde irdelemesi, ufkunu daraltan eğilimleri kırmak için sürekli çaba harcaması gerekiyor. Deneyimlerimizden öğrenmek diyoruz ama kimi zaman kendi deneyimlerimizi bile süzgeçten geçirmek noktasında sıkıntı yaşıyoruz. Kendi deneyimlerimizi irdeleyebilsek bir adım ötesine götürebiliriz ama biz yeniden deneyerek öğrenme eğilimi sergileyebiliyoruz.

 

Nehir: Tartışmalarımızda sınıf çalışmasında mesafe almanın, belirlenen hedeflere yönelik yöntemli bir yüklenmeden geçtiğini vurguladık. Ben sorunun çözümünün bir yanının da nitelikli organ toplantıları olduğunu düşünüyorum. Fabrika çalışmasının yalnızca içerde çalışan kişi ya da kişilerin omuzlarına bırakılmaması gerektiğini uzun dönemdir tartışıyoruz. Sonuçta bunu planlayacak, fabrika çalışmalarına yön verecek olanlar, yerel yönetici organlarımız olmalıdır. İşlevli organ toplantıları üzerinden daha nitelikli tartışmalar yapabildiğimizde, çalışmanın sorunlarına ve ihtiyaçlarına hakimiyet sağladığımızda, doğru ve zamanında müdahale imkanını da bulabiliriz.

Nitelikli organ toplantıları yapamadığımızda, verimli tartışmalar yürütmek de mümkün olmuyor. Sorun ne, biz neden mesafe alamıyoruz? Bunca yıldır yaptığımız vurgulara rağmen, belli bir ısrarın ardından niye hedeflerimizden vazgeçiyoruz? Bu tartışmalardan gerekli sonuçları çıkarabilme için daha nesnel değerlendirmeler yapabilmemiz gerekiyor. Bu başarılamadığında, kişisel tartışmalara dönüşebiliyor, sorun kişiselleştirilebiliyor. Bu da tartışmanın özünün kaybedilmesine yolaçıyor. Bu durumda da sonuç almak mümkün olmuyor.

Öte yandan, kendi kadrosal birikimimiz ile çevremizdeki insanların niteliğine baktığımızda, şöyle bir durumla karşılaşabiliyoruz. Fabrikalarda dayanmaya çalıştığımız öncü işçilerin devrimcilik iddiaları zayıf olurken, fabrikaya soktuğumuz kadrolarımızın ise böyle bir çalışmayı yürütmek açısından yetenekleri sınırlı olabiliyor. Bu da bizi bir kez daha organ ya da ekip tartışmasına getiriyor. Varolan tabloyu değerlendirebilecek, müdahale edebilecek ve yetenekleri sınırlı insanlardan anlamlı işler çıkarabilecek bir süreci örgütleyebilecek olan, bizzat organın kendisi ya da kolektif bir ekiptir.

Bazı marjinal çevrelerin pratiğinden sözedildi. Son yıllarda gözlemleyemedim ama öncesinde kendi alanımda karşılaştığım örnekleri var. İktidar hedefi olmayan bu türden bir çevrenin insanları değişik fabrikalarda çalışıp ilişki çıkarma başarısı gösterebiliyorlar. İşçilerin sosyal ortamına girerek bir işçi ilişki ağı yaratabiliyorlar. Bizim için ise bir bölgede çalışma yürütmek işçilerin sosyal yaşamının içinde olmak anlamına gelmiyor her zaman. Bu da aşılması gereken zayıflıklarımızdan biri diye düşünüyorum.

 

İdil: Sözlü sunumda da, yazılı sunum metininde de şu noktanın altı çiziliyor: Bizim sınıf çalışmasına dair, bunun nasıl yapılacağına dair bir kafa açıklığı sorunumuz yok, bir tutarlılık sorunu var, ısrar sorunu var, bir yoğunlaşma sorunu var diyoruz. Bence en temel sorunumuz, çok kolay vazgeçebiliyor olmamızdır. Böyle bir sıkıntımız var. Evet, doğru politikalar belirliyoruz, doğru hedefler koyuyoruz, bir direniş sürecinde, bir hareketlilik sürecinde olabilir bu, ama bu süreç geride kaldıktan sonra, işçilerdeki hareket anındaki ilgi geriye düştükten sonra, biz de onlarla birlikte çok çabuk vazgeçiyoruz, ısrarcı davranamıyoruz.

Belki biraz ayrıntı olacak ama bu çerçevede Bosch sürecine değinmek istiyorum. Bosch’da Türk Metal’den Birleşik Metal’e geçiş sürecinde bazı işçilerle ilişki kurmuştuk. Dört-beş kadar işçi idi bunlar ama kendi bölümlerini tutan, sözü geçen, güvenilir işçilerdi. Bu işçiler bu geçiş sürecinde çok yıprandılar. Birleşik Metal’in yasalcı tutumu nedeniyle sıkıntı yaşadılar. Fabrikada öncü konumunda oldukları için kendi arkadaşlarından gelen bir basınçla yüzyüze kaldılar. Bizimle kurdukları ilişkiden dolayı Birleşik Metal onları komitelerden çıkardı. Ayrıca fabrika yönetimi baskı yaptı, bölümleri, vardiyaları değiştirildi. En son Birleşik Metal ile Türk Metal aynı sözleşmeye imza attıktan sonra büyük bir güvensizlik oluştu işçilerde, büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Bizimle görüşmeleri sıkıntılı bir hale geldi.

Onların ilgi kaybından kaynaklı biz de uzak kaldık. Görüşme periyodları uzadı. Eskisi gibi nüfuz edemiyorduk ama sonuçta ilişkiyi sürdürmeye çalıştık. Ve ilişkiyi sürdürme ısrarının sonuçlarını daha sonraki süreçte gördük.

Türk Metal’in yeniden yetkiyi almasından sonra yapılacak sözleşmede Türk Metal’e karşı basınç oluşturan ve fabrikayı diri tutan işçilerin hepsi Birleşik Metal’e geçiş sürecini örgütleyen işçilerdi. Ara dönemde hiçbir hareketlilik yoktu, büyük bir hayal kırıklığı vardı. İşçilere ulaşmada zorluklar yaşıyorduk. Daha çok sosyal zeminde bir ilişki sürdürüyorduk. Ama işte o süreç geldiğinde bu ısrarın kazanımı bize döndü.

Biz bu dönemde işçilerle çok nitelikli bağlar kuramamış olsak da gelişen süreçler üzerinden Bosch’a ilgimizi hep sürdürdük. İş kazası oldu, bir şeyler söyledik; yetki davalarını takip ettik, Bosch’un Birleşik Metal’e geçişinin ikinci yılında bu sürece ilişkin bir değerlendirme yaptık, vb... Sürekli olarak izledik ve müdahale etmeye çalıştık. Bosch son süreçte iyi bir zam aldığında, müdahalemizi oradaki işçilerle birlikte yaptık. Bu süreçte İşçi Birliği sayfası çok takip edilmeye başlandı. Fabrikada şu gelişme var, şuna yüklenmek lazım vb. diyerek, fabrikada bir atmosfer oluşturacak öneriler sundular.

Greif’taki gibi komite çalışması yapamadık ama belli sınırları olsa da bize bir takım olanaklar sağladılar. Fabrikalarında açıkça İşçi Birliği’ni savunuyorlardı.

Ben daha önce zaman zaman şöyle düşünüyordum. Görüşüyoruz, çaba harcıyoruz ama acaba doğru yapıyor muyuz, zaman kaybı mı bu çaba? Ama şunu görüyorsun sonuçta, onun dönemi de geliyor. O anki durgunluktan ya da ilgisizlikten dolayı ilişkiyi sürdürmekten vazgeçmememiz, daha inisiyatifli davranmamız lazım. (...)

 

Coşkun: Sınıf çalışmasında temelli sorunlarımızdan birisi, partinin toplam birikimine hakim olamamamız. Parti sınıf çalışmasında da, diğer alanlarda da fazlasıyla birikime sahip. Bu birikimin içselleştirilememesi, çalışmamızın çeşitli alanlarında karşımıza sorun olarak çıkıyor.

Partinin toplam birikimine, geçmiş deneyimlerine hakim değilsek, çalışma yürüttüğümüz alanlarda bir ivme kazanan, sonra tekrar geriye düşen bir tablo ile karşılaşabiliyoruz. Bu birikimi edinmediğimiz koşullarda, alta doğru çalışmayı çok sağlıklı öremediğimiz de açık. Öncelikli olarak bu birikimi özümsemek, alanlarda özgünleştirmek, ikincisi alt güçlere taşıyabilmek gerekiyor. Bu alandaki zayıflığı aşamadığımızda, çalışmanın ihtiyaçlarına doğru bir biçimde yanıt veremiyor, alttaki güçleri doğru bir biçimde konumlandıramıyoruz.

Bir başka sorun, çalışmayı ele alışta mekanik yaklaşım. Yoldaşlarımızın parti çalışmasına kendi bulundukları alan üzerinden bakmaları. Ama toplam birikimden bahsediyorsak eğer, her kadronun kendi bölgesinin yanısıra il çalışmasının toplam deneyim ve birikimine, yanı sıra partinin diğer çalışma alanlarının deneyim ve birikimine asgari düzeyde de olsa hakim olabilmesi gerekiyor. Örneğin Greif deneyiminden çıkarılan sonuçları kendi alanına taşıyabilmesi için öncelikle bu gözle bakabilmesi gerekiyor.

Bölge organlarında yeralan yoldaşlar aynı mekanik bakışı çalışma alanlarında da sergileyebiliyorlar. Bölge organı kendi içerisinde işbölümüne gidiyor. Diyelim bir yoldaş A fabrikasından, diğer bir yoldaş emekçi kadın çalışmasından, bir başka yoldaş başka bir alandan sorumlu. Bölge organında yeralan yoldaşlar X fabrikasındaki yoldaşın alanına ilgi duymayabiliyor, fabrikadaki çalışmayı geliştirme kaygısıyla hareket etmeyebiliyor. Başarılı bir çalışma için bu mekanikliği aşmak gerekiyor.

Sınıf çalışmamıza geçmek istiyorum. Parti güçlerimizin onda dokuzunun sınıf çalışmasında yeraldığını ifade ediyoruz. Gelinen aşamada tartıştığımız sorunların bazılarının artık geride kalması gerekiyor. Nedir bunlar? Uzun yıllardır fabrikalarda çalışıyoruz. ‘90’lı yıllardan itibaren anlamlı örnekler var. Fabrika çalışmasının ne olduğunu herhalde bizden iyi bilen kimse yoktur. Peki nedir fabrika çalışması? Herşeyden önce bölgeye hakimiyet anlamına geliyor. Öncelikle o bölgeyi tanımak, sınıf çalışmasının toplamı üzerinden, aynı zamanda siyasal faaliyetin toplamı üzerinden çalışma yürüteceğin alanların, öncelik tanıyacağın alanların fabrika üzerinden ayaklarını oluşturmak, stratejik fabrikaları belirlemektir. Yanı sıra orta vadede sonuç alabileceğin fabrikalar ile genel siyasal faaliyetini taşıyacağın fabrikalardır. Bunları ayrıştırmak gerekiyor.

Stratejik hedef olarak belirlediğimiz fabrikalar, çalışmayı öncelikli olarak taşıyacağımız alanlar olmak durumunda. Ancak ayrıştırma olmadığında, o stratejik hedef bir süre sonra silikleşebiliyor. Bir dönem yükleniyoruz, sonuç alamıyoruz. Bu bir süre sonra o fabrikaya ilgiyi azaltıyor. Fabrika genel bir sınıf çalışmasının bir alanı olarak kalabiliyor.

Fabrika çalışmasına ilişkin somut deneyimlerimizden çıkardığım sonuçlara değinmek istiyorum. Fabrikada çalışma yürütmeyi hedefliyorsak eğer, o fabrikayı ayrıntılı olarak tanımak gerekiyor. Öncelikli olarak işçi profilini tanımak, fabrikanın sanayi içerisinde tuttuğu yeri tanımak, fabrikada çalışan işçilerin o fabrikaya özgü olarak yaşadıkları sorunları tespit edebilmek, diğer taraftan bölgedeki sınıfla ortak olarak yaşadığı sorunları tespit edebilmek. Tüm bunlar üzerinden politika belirleyebilmek. (...)

Hedeflediğimiz fabrikaya yönelik bir komite oluşturduktan sonra, doğallığında belli ilişkilere ulaşabiliyoruz. Bu ilişkiler ile fabrika komitesinin ilişkilenişi çok önemli. Çalışmanın adımlarını yeni attığınız dönemlerde işçiler tereddütle yaklaşabiliyorlar. Çünkü tepelerinde sürekli işsizlik kılıcı dolanıyor. O süreçte atacağınız adımlar, vereceğiniz güven çok önemli. İşçiler sizi çok iyi gözlemleyip bir yere oturtabiliyor. Güven verebilmişsen, sana doğru adım atabiliyor. Buradan yakaladığınız koşullarda ondan sonrası da önemli tabii ki. Ne yapmak gerekiyor? Bir yanı o işçi ile, onun tablosunu, durumunu da gözeterek eğitim çalışmalarına başlamak gerekiyor.

Fabrikada yaşanan sorunlar üzerinden süreçleri örgütlemek de önemli. Küçük de olsa eylemli süreçler üzerinden kazanımlar elde edildiğinde, işçiler birlikteliğin gücünü görmüş oluyorlar. Bu doğal olarak işçilerde güvenin oluşmasını sağlıyor.

Fabrikaya yönelik tanımlanan ekibin düzenli olarak bir araya gelmesi, bu gelişlerin bölge örgütü tarafından mutlaka denetlenmesi, sürecin seyrinin izlenmesi, gerekli yol ve yöntemlerin gösterilmesi ve pratikte önünü açacak şekilde ilgi gösterebilmesi gerekiyor. Sözkonusu komite toplanamadığında çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Kaçırılan bir ayrıntı, toplam süreci etkileyen bir sonuç yaratabiliyor.

İşçiler eğitimi bir başka önemli nokta. Fabrika özgülünde eğitimin konusu olabilecek çokça malzeme karşımıza çıkıyor. Öncelikle neden örgütlenmek gerektiği, bunun bir alt başlığı olarak sendikalar, sendikaların sınıf mücadelesindeki yeri, Türkiye işçi sınıfı hareketinde sendikaların ortaya çıkışı, oynadığı rol, taban örgütlenmeleri, vb...

Elbette işçileri eylemli süreçler üzerinden eğitebilmek, bunun için de birincisi fabrikadaki kendi sorunları üzerinden, ikincisi, genelde sınıfı ilgilendiren sorunlar üzerinden eylemli süreçlere çekebilmek gerekiyor. Eğitim meselesinin çokça eksik bıraktığımız yönü devrimci siyasal eğitim. Bu alandaki boşluk, direnişin ve örgütlülüğün sınırlarını belirliyor.

Eğitimin bir yanı da, o deneyimin sade ve anlaşılır bir dille diğer sınıf bölüklerine aktarılması. Bir fabrikada ördüğünüz bir süreç kendi sınırları içerisinde kalabiliyor. Onu havzaya ya da bölgeye yaydığınız, farklı deneyimlerle bütünleştirdiğiniz koşullarda daha farklı deneyimler ortaya çıkabiliyor. Metal sürecindeki etkileşimi biliyoruz. İşçi platformları ya da birlikleri üzerinden de bu deneyimleri diğer işçi bölüklerine aktarabiliriz.

Son olarak birikim meselesine bir başka açıdan işaret etmek istiyorum. Bir bölgede çalışan bir yoldaşımız bir dönem sonra başka bir bölgeye geçtiğinde, o bölgenin deneyimi de o yoldaşla birlikte gitmiş oluyor. Bölgeye yeni gelen yoldaş, o bölgeye hakim birileri olmadığında, bir dönem bocalamak durumunda kalabiliyor. İlişkilere hakim olabilmek, çalışma alanlarına hakim olabilmek için o deneyim ve birikimin aktarılabilmesi gerekiyor.

 

İbrahim: Vurgulamak istediğim belli başlı sorunları sunum yapan yoldaş uzunca anlatımı içerisinde ele almış oldu. Başka yoldaşlar da ifade ettiler. Onun için bir takım noktaların altını çizmekle yetineceğim.

Greif direnişinden bugüne, bizzat bu direniş içinde ortaya çıkan, işçi sınıfının devrimci geleceği açısından önemli deneyimler ve birikimler var ve biz bunları “Greif kriterleri” olarak tanımlamış bulunuyoruz. Bütün bu kriterlerin hayat bulacağı alan ise üretim birimleri, daha somut olarak fabrikalardır. Bu soyut söylemler ya da bugün Greif direnişinin kendi içerisindeki sınırlı deneyimleri değil, tam tersine, bütün altı çizilen olguların, gerek sendikal anlayış planında olsun, gerek taban örgütlenmeleri konusunda olsun, gerek eylem çizgisi üzerinden olsun, dönüp karşılık bulacağı tek alan fabrikalardır. Bu önemli olgu partiyi sınıfın organik parçası olma zorunluluğuna götürüyor. Bu birkaç yoldaşın bir fabrikaya girmesi değil, bütünüyle orada nefes alıp vermesi, bütünüyle oradaki süreçlerin içerisinde konumlanmasıyla çözülebilecek bir sorun. Bizim buna en yaklaştığımız yerlerde Greif çıkıyor. Bizim buna en yaklaştığımız yerlerde politik müdahale ekseninde metal fırtınası çıkıyor, tekil fabrika direnişleri çıkıyor. Ama buna yaklaşamadığımız, o eksene oturamadığımız her yerde de daha dışardan ve söylem bazında bir müdahale ile karşı karşıya kalıyoruz. Bence burada yakalanması gereken halka, bu yönüyle de aslında partinin yirmi küsur yıllık sınıf çalışması birikimini esas alarak, gündelik ezberleri bozmak olmalı. Öyle olmadığında, biz aslında sınıf çalışması yürütür gibi görünüyoruz ama buraya oturmayan her pratik daha sınırlı, daha kendiliğinden ya da başka türlü sonuçlar üretmekle yüzyüze kalıyor. Birinci nokta bu bence.

İkincisi, toplam tartışmalar üzerinden benim dikkatimi en çok çeken, İdil yoldaşın Metal Fırtınası sunumu oldu. Orada bir hakimiyet var. Biz hedef gözettiğimiz alanlara hakim olabilmeliyiz. Bosch’da şu sorunlar vardı, öncü işçiler şöyleydi vb... Hakim olduğunuz yere daha güçlü müdahale edebiliyorsunuz. İlla içerde olmanız da gerekmiyor. Oradaki sorunları, çelişkileri, sıkıntıları bildiğinizde, müdahale etmeyi başarabiliyorsunuz. Gelişmelere hakim olduğunuz yerde doğru politikalar üretebiliyorsunuz. Gerisi soyut ve genel söylemler olarak kalıyor. Bu Greif’ta da böyleydi. İçerdesiniz, organik bir parçasısınız, kuşatıyorsunuz, sorunlarına hakim oluyorsunuz, doğru politikalar belirliyorsunuz ve müdahale ediyorsunuz. Bu yöntemsel bir mesele ve bunu gündelik çalışmada yeterinc esas alamadığımızı düşünüyorum. Sınıfın dışında olduğumuz anlamında söylemiyorum ama bunlar yerli yerine oturmadığı yerde sonuç üretmiyor. İkinci nokta bu: Hakim olmak!

Toplam tartışmalardan öne çıkarılması gereken bir başka nokta daha var. Biz devrim yapma iddiasıyla yola çıkmış, bu temelde irade beyanında bulunmuş bir partiyiz. Hedefimiz bu, devrimci iktidar bakışımız var. Türkiye toplumu kapitalist bir toplum, sınıflara bölünmüş, esas çelişkisi buradan gelişiyor. Bunun kendisini döne döne ürettiği alanlar da, üretim ilişkileri ve o temelde şekillenen toplumsal yapı oluyor. O halde bu toplumsal gerçekliği altüst edecek dinamikleri merkezi olarak da tartışabilmeliyiz. Bir Koç sermayesi var, Sabancı var, başka büyük tekeller var. Bunların belli faaliyet alanları var; Bursa, Kocaeli, İstanbul, Manisa, Trakya vb... Biz parti olarak yeni dönemde stratejik alanları merkezi olarak derli toplu ele alabiliriz. Buraları iktidar bakışıyla, sermaye iktidarının yeri geldiğinde soluğunu tıkayacak eylemli çıkışlara önderlik etme bakışıyla bugünden tartışabiliriz. Nitekim metal süreci üzerinden bir kez daha tartışmış bulunuyoruz. Sadece bölgelerin önündeki stratejik hedefler değil partinin önündeki stratejik hedefleri somutlamak anlamına geliyor bu. Bu, Bursa’nın önüne, İstanbul’un önüne bir takım fabrikaları çıkarıyorsa, bunlara ısrarla işaret etmek, buralara yönelik kısa ve orta vadede hedef ve planlamalarla girebilmek önemli görünüyor. Bugün girip yarın çıkacağımız fabrikalar olmamalı bunlar. Olabilir, sınıf mücadelesi bizi dışına atabilir, o gün için bizi söküp oradan atabilir ama eğer bu stratejik ise, bu esas ise, bu orda olmayı gerektiriyorsa, bugün atılırız, yarın yine gireriz. Kapıdan kovulursun bacadan girersin, yine orada olursun. Parti orada kökleşir ve o köke dayandığı oranda da gelişecek sınıflar mücadelesinde söz sahibi olmaya başlar. Bu yerel örgütler için de böyledir ama toplam parti örgütü açısından böyle bir strateji belirlemek önemli diye düşünüyorum.

Israr vurgusu yapıldı, bence de önemli. Hedeflediğimiz stratejik fabrikalara dönük ısrarlı ve istikrarlı bir çalışma yürütmeyi başarabildiğimizde, öyle ya da böyle dışına atılsak da, oradaki birikim, emek, çaba kalacaktır. Biz oradan sökülüp atılsak ya da bölge örgütümüz çökse bile, parti orada sıfırdan başlamak zorunda kalmayacak, bir birikim üzerinden yolunu devam edebilecektir. Temel vurgularımızın hayata geçmesinin yolu, gündelik çalışmamızın günümüze taşıdığı ancak bilince ve pratiğe oturmayan ezberleri yeniden gözden geçirmekten geçiyor.

 

Irmak: Değerlendirmelerimizi doğal olarak son üç yıl üzerinden, IV. Parti Kongresi’nde ortaya konulan çizgiyi ne ölçüde hayata geçirebildiğimiz üzerinden yapabilmek durumundayız. Buradaki sunumda ortaya konulan yeni durumlar üzerinden de tartışmalar yapmak gerekecek. Örneğin IV. Parti Kongresi’nde bağımsız devrimci sendika gibi bir gündemimiz yoktu. Aslında Greif ile birlikte gündemimize girmiş olsa da daha özgün bir durumla karşı karşıyayız. Bunun ötesinde işaret edilen sorunlar, bizim bugüne kadar tartıştığımız ancak aşmakta zorlandığımız sorunlar. Dolayısıyla, asıl olarak zorlandığımız alanlar üzerinden tartışarak daha somut sonuçlar çıkartmaya ihtiyacımız var. Bu açıdan toplam olarak eleştirel ve özeleştirel değerlendirmeler yapmak da bir ihtiyaç.Buradan bakıldığında, yapılan sunum ve ardından ifade edilenler, beraberinde yereldeki deneyimlerimiz üzerinden birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.

Bizim için asıl sorun irade sorunu! Belirlenmiş hedeflere yüklenme sorunu, uygulama sorunu, bu açıdan da tutarlılık sorunu! Tüm bunlarla birlikte yerel örgütlerimizin yönelimleri açısından artık daha da netleşme ihtiyacımız var. Bunu ne açıdan söylemek mümkün? Stratejik işletmeler üzerinden döne döne vurgu yapıyoruz. IV. Kongre’deki metinlerden birinde orta ölçekli işletmeler üzerinden çok daha somut bir vurgu da vardı. Esasen bizim bir dizi açıdan hedeflediğimiz işletmelerimiz şu son üç yıllık süreç içerisinde değişti. Değişiyor, niye değişmiş oluyor? Bir yandan çalışmada zorlanıyoruz. Hedef fabrikalara giremiyoruz, güç sorunu yaşıyoruz. Beraberinde mevcut insanlar üzerinden hedef fabrika tanımlaması yapabiliyoruz. Gelinen aşamada şekilsizlikten çıkabilmek gerekiyor. Bazı şeyleri hedef işletmelerimiz noktasında çok daha net tanımlamalarla birleştirebilmemiz gerekiyor.

Ben çalışmamızda yer yer belirlenen hedeflerde kolay değişiklikler yapılabildiğini düşünüyorum. Az önce bir yoldaş havza çalışmalarından bahsetti. Tabii ki havza çalışmalarında dinamik düşünebilmek durumundayız. Ama kurup dağıtan, kurup dağıtan biçimlerden de kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Yayınlarımızdan izleyebildiğimiz kadarıyla, bir yerde platform kuruluyor, bir yerde birlik kuruluyor, sonra dağılıyor. Tabii ki sınıf mücadelesi dinamiktir, aynı şekilde onun araç ve yöntemleri de. İhtiyaç ortadan kalktığında onlar da ortadan kalkabilir. Ama ben sorunumuzun tek başına bundan değil, daha hedefli davranma başarısı gösteremememizden kaynaklandığını düşünüyorum. En azından daha hedefli, daha yöntemli, yönelimlerimizi daha netleştiren bir bakışa ihtiyacımızın olduğunu, hele de V. Kongre sonrasında gerek fabrikalar açasından, gerekse yerel çalışmanın hedefleri açısından yönelimlerimizin çok daha belirgin ve net olması gerektiğini düşünüyorum.

Fabrika çalışmalarımız açısından da, özel olarak vurgulandı, içerden konumlanma ve dışardan dövme ilişkisini doğru kurabilmemiz gerekiyor. Evet, içerden konumlanmakta zorluk çekiyoruz, ama dışardan dövmekten asla vazgeçmemek ve bunu da farklı gündemler ve farklı araçlarla yapabilmek noktasındaki ısrarımızı sürdürebilmek gerekiyor. Bu ikinci noktaydı.

Üçüncü nokta, aslında genel siyasal mücadelenin kimi gündemleri noktasında geride kalan üç yıllık sürece baktığımızda, bazı sürüklenmeler yaşadık. Bunu toplam olarak da vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Haziran süreci yaşanıyor, bu süreç bizi sınıf çalışmamızdan alıkoyuyor. Oysa Haziran süreci sınıfa gitmemiz, sınıfı o açıdan bilinçlendirmemiz, siyasallaştırmamız gereken bir süreçti. Toplam olarak bakıldığında, eylemden eyleme koşturuyorduk. Aynı zamanda sınıfa müdahalemizin en yoğun olduğu alanlarda Haziran sürecinde olumsuz tepkileri alabildik. Esenyurt örnektir, Gebze örnektir. Sadece Haziran süreci ile de sınırlı bir durum değil bu . Önümüzdeki süreçte de toplumsal hareketliliklerin farklı gündemleriyle karşı karşıya kalabiliriz. Dolayısıyla, hiçbir gelişmenin bizi sınıf yönelimimizden, sınıfa müdahaleden alıkoymaması, hiçbir şekilde sürüklenmeye izin vermememiz gerekiyor. Bunun için de özel müdahaleler bir ihtiyaç. Son üç yıllık süreçte bir dizi gündem ve gelişmede bunu yaşadık.

Dördüncü nokta, tartıştığımız sorunların hiçbiri örgütsel ve kadrosal sorunlarımızdan bağımsız değil. Bir dizi şeyi bununla birlikte değerlendirebilmek durumundayız.

Bölgemizdeki fabrikalara yeterince hakim değiliz tartışmasını da gelinen yerde geride bırakmalıyız. Bu, temelde örgütsel sorunlarımızla bağlantılı bir sorun. Burada vurgu daha güçlü örgütsel müdahalelere yapılmalıdır. Bölgede çalışan güçler değişse bile toplam parti birikimimizin aktarılması açısından boşluklar bırakmamalıyız. Dolayısıyla sorun, örgütsel müdahalelerimizi yeterince güçlü yapamadığımız üzerinden ele alınmalı.

Bir diğeri, kadro sorunlarıyla bağlantılı olan yanı; gelinen aşamada, açılış konuşmasında da vurgulandığı gibi, kadro sorunlarımızı sınıf mücadelesinin ve sınıf çalışmasının içinde çözeceğiz diyoruz. Bugün kadrolaşma planında zorlanıyoruz gerçekten. Bir dizi deneyimde yaşanıyor, gücümüz girdiği fabrikada çok tutunamıyor. Çıkartılıyor ya da kendini attıracak bazı zamansız ve hesapsız şeyler yapabiliyor. Ama sonuçta bu meseleyi de yoğunlaşan sınıf çalışmamız içerisinde aşabileceğimiz açık. Tek başına kadroya müdahale ile aşabileceğimiz bir sorun değil.

Bir diğer nokta, bir müdahale aracı olarak bültenler fazlasıyla önemli. Bültenlerimiz aslında zayıfladı ve sayıları azalmış durumda. İlginçtir, bir metal süreci yaşanıyor, o beş aylık süreçte bültenlerimiz çıkmıyor. Bu parti çalışmasının toplamı açısından bir zayıflık alanı. Bültenlerimizin sınıf çalışmasında ne kadar etkili araçlar olduğunu tüm deneyimlerimizden biliyoruz. Dili, içeriği, tarzı, anlatımı yönünden güçlendirilmesi, işçi yazılarıyla beslenmesi bir ihtiyaç.

Son bir nokta sınıfın eğitimi meselesi. Eğitim bizim için yeni olan bir şey değil, bu eğitim yapalım tartışması da değil. Eğitimi kolektifleştirelim, bu açıdan birikimimizi kolektifleştirelim. Biz IV. Kongre’de sıradan işçiye hitap edebilecek türden eğitim broşürleri hazırlanması kararı almıştık ama hayata geçiremedik. Bu süreçte bir dizi işçi okulu gerçekleştirildi, ama bunun materyalleri kolektif olarak değerlendirilemedi. Eğer kongremizden bazı sonuçlar çıkartıyorsak, sınıfın eğitimi meselesi bizim için temelli bir sorunsa, ki sınıfın eğitimi için çok değişik alanların çaba harcadığı biliniyor, bunları güçlendirmeli ve kolektifleştirmeliyiz.

 

Ender: Sınıf çalışmamızın sorunları üzerinden yaptığımız tartışmalar aslında çok yeni değil. Hayata geçiremediklerimiz üzerinden bir kez daha altını çizmiş oluyoruz. Ben bunlara ek olarak pratikte karşılaştığımız bazı sorunlara değinmek istiyorum.

Hedefli çalışma diyoruz, stratejik fabrikalar belirlemeliyiz diyoruz. Bunun da belli handikapları var. Belli fabrikaları hedef olarak seçtiğimizde, o fabrika dışındaki sorunlardan uzaklaşabiliyoruz. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı sorunlardan, toplumu ilgilendiren siyasal ve toplumsal sorunlardan kopabiliyoruz. Fabrikanın dar sorunlarına daralabiliyoruz. O fabrikadaki sorunların genelle bağını kuramıyoruz. Önemli handikaplarımızdan biri bence bu. Oysa, yoğunlaştığımız alan ile genelin bağını güçlü bir biçimde kurabilmek durumundayız. Bunu başardığımızda, o çalışmadan daha ileri sonuçlar alabileceğiz.

Örneğin Greif’ta taşeronluk sorunu vardı. Tek başına Greif işçilerinin yaşadığı bir sorun olarak ele almış olsaydık, genelle bağını kuramazdık. Taşeronluk sınıfın genelini ilgilendiren bir sorun. Hatta işçilerin yaşadığı sorunlardan biri olmaktan çıkmış siyasal bir soruna dönüşmüş bulunuyor. Çünkü sermaye iktidarının temel bir politikası bu. Sen bu sorunu alıyorsun, genele müdahalenin bir aracına dönüştürebiliyorsun. Bu sana ciddi soluklanma alanları yaratabiliyor, önünü açabiliyor. Yöneldiğimiz her fabrikaya, her birime buradan bakmalı, özeli genelle bütünleştirecek bir bakışla hareket etmeliyiz.

Bir başka sorunumuz şu. Bizim ötemizde de grevler, direnişler vb. yaşanıyor, biz buralara da yerinde bir tutumla müdahale ediyoruz, başarısı için çabalıyoruz. Grevlerin, direnişlerin maddi kazanımlarla sonuçlanması kuşkusuz önemli. Ama bizim için daha önemli olan, oradaki öncü işçileri ileriye çekip kendi siyasal çizgimize kazanmak. Bu konuda hataya düşüyoruz. İşçiler kazansın da, nasıl kazanırsa kazansın diye bakıyoruz. Tüm güç ve olanaklarımızı bunun için seferber ediyoruz. Aynı emeği öncü işçileri kazanmak için harcamıyoruz. Eğer uzun vadeli düşünüyorsak, devrimci bir sınıf hareketi yaratmayı hedefliyorsak, gittiğimiz her yerde öncelikle, biz burada hangi işçileri kendi siyasal çizgimize kazanabiliriz sorusunu önümüze koymalıyız. İkincisi, bunları kazanmak ve eğitmek için neler yapabiliriz ve onlar üzerinden diğer işçilere nasıl müdahale edebiliriz? Bu bakış açısıyla hareket etmeliyiz.

Bu bizim IV. Parti Kongresi öncesinde zayıf kaldığımız bir yaklaşım tarzıydı. “Bizim için sınıfın davası önemli” gibi söylemlerle gidiyorduk. Ama “sınıfın davası” için de sınıfın partisinin sınıf içerisinde güç olması önemli! Meseleyi böyle ortaya koymak gerekiyor.

Grevlere, direnişlere müdahalede yaşadığımız başka sorunlar da var. Bizim UPS’ye, Türk Hava Yolları’na, başka direnişlere sistemli müdahalelerimiz oldu. Bülten çıkarttık, bildiri çıkarttık, başka süreçler yaşandı. Biz bu süreçlerde hep sendikal bürokrasi gerçeği ile karşı karşıya geliyoruz. İşçilere bu gerçeği, sendikal bürokrasinin oynadığı rolü anlatmaya çalışırken yanlışlar yapıyoruz. Örneğin THY’de bunu anlatırken, bu sendika size ihanet ediyor, şöyle yapıyorlar, böyle yapıyorlar dedik, işçiler bir daha bizi o kapıdan içeriye sokmadılar. Ama biz bunun yerine şunu söyleyebilirdik: Buradaki bu sorunu aşmak için komiteler kurmanız gerekir. Grev bir haktır, senin bu hakkını kullanmanı üzenin yasaları engelliyor, sen de işçi sınıfının mücadele yasalarıyla hareket etmelisin, vb... Bu tarz önerilerle gitmiş olsaydık, onları sendikanın geriliğiyle karşı karşıya getirmiş olacaktık. İşçilerin sendikaya güven duyduğu bir noktada sen bu haindir, işçi satıcısıdır vb. dersen, oradan kovulursun. Müdahalemizde kullanacağımız dil ve üslup, tarzımız ve yöntemimiz büyük bir önem taşıyor. Son birkaç yıl içerisinde en fazla karşılaştığımız sorunlar oldu bunlar. Bu konularda politikada esneklik dediğimiz şeyi hayata geçirebilmemiz gerekiyor.

Bir başka nokta, çalışmamızı planlarken, çeperimizdeki güçleri doğru bir tarzda konumlandırmak sorunu. Kim neyi başarabilecekse onu istemeliyiz. Örneğin, bölgemizde bir stratejik fabrika var, bakıyoruz, buraya yönlendirebileceğimiz kim var? Bunu kaldıramayacak bir çevre ilişkimiz var, henüz gelişimi ona uygun değil. Buna rağmen zorla oraya yönlendiriyoruz. Bu sonuçta o fabrikadan sonuç alamamamız gibi bir tablo açığa çıkartıyor. Aynı zamanda o yoldaşın yıpranmasına, kendisine güvenini yitirmesine neden oluyor.

Biz son 7-8 aydır bu konu üzerine tartışıyoruz. Bir takım planlamalar yaptık, adımlarını attık, bunun sonuçlarını almaya başladık. Kim ne verebilecekse! Bu partinin kadroları var, kadrolarından çok fazla şeyi istemek durumundayız. Deneyim ve birikimi yetersiz olsa bile gidecek, sınırlarını zorlayacak, sonuç alıcı bir çalışmayı örgütlemek için elinden gelen çabayı sarfedecek. Ama yeni gelişen bir yoldaşımız ya da çevre gücümüz varsa, bunu gözetmek zorundayız. Biz önüne yapabileceği işi koyarsak, kendine güven duymasını sağlar, ufkunu açar, pratik içerisinde eğitilmesini sağlamış oluruz. Daha ileri sonuçlar almaya da başlarız. Böyle bir örneğimiz var. Yıllardır bölgede hiçbir fabrikaya girip çalışmayan ama çevremizde duran samimi bir yoldaşımız vardı. Bu tarz adımlar attığımızda, bir süre sonra kendisi fabrikaya girip sınıf çalışması yürütme ihtiyacı duydu. Bizim yönlendirmemiz olmadan hedeflediğimiz bir fabrikaya girdi ve istikrarlı bir biçimde çalışıyor.

Bizim ihtiyaçlarımız var, evet. Ama bazı ihtiyaçları karşılamayı kısa vadeli düşünmemeliyiz. Hedefli bir tarzda hareket ettiğimiz, o yoldaşı şuraya hazırlayalım, bunun için de şu adımları atalım dediğimiz bir durumda sonuç alırız. Öbür türlü, “bunun çapı bu kadar” türünden yargılarla hareket ediyoruz. Kendi eksikliğimizi görmüyor, karşımızdaki insanın eksikliğine bakıyor, tabloyu oradan yorumlama yanlışına düşüyoruz.

Başka bazı örneklerde de benzer bir hataya düştük. Ama kendi eksikliklerimizi tartıştığımızda, o insanımıza taşıyabileceğinden daha fazla yükü yüklemeye çalıştığımızı gördük. Bu bakışla yaklaştığınızda sorunu çözebiliyorsunuz. Herkese yapabileceği işi vermeli ve fazlasını oradan doğru istemeliyiz.

Deneyimlerimizin paylaşılması ve genelleştirilmesinin önemi açık. O kadar çok deneyimimiz var ki, yerel parti örgütlerine ve tek tek yoldaşlarımıza bu konuda önemli görevler düşüyor. Ama merkezi önderliğe daha fazla görev düştüğünü düşünüyorum. Yerelin göreceği yer doğal olarak sınırlı. Yereller kendi deneyimlerini aktarır ama parti merkezi bunları alır, süzer, genelleştirir ve partinin önüne koyar. Bugünkü tablomuzu aşabilmemiz için merkezi önderliğin bu konuda daha yönlendirici olması gerekiyor.


Üste