Logo
< Ekonomik kriz, olanaklar ve görevler

10. yıl kampanyası üzerine…


10. yıl kampanyası üzerine…

Partimizin 10. kuruluş yıldönümünü, faaliyet gücümüzü en ileri düzeyde seferber ettiğimiz bir kampanya ile geride bıraktık. Merkezi olarak “Parti, sınıf, devrim!” şiarıyla Ekim ayında başlatılan kampanya Aralık ayı içinde de sürdü ve sonuçlandı.

10. yıl kampanyası esasında oldukça erken bir tarihte tüm partinin önemli bir gündem maddesiydi. Parti saflarından çeşitli düşünce ve öneriler ileri sürüldü, konu çeşitli yönleriyle tartışıldı. Tüm bu tartışmalar, 10. yıl kampanyasının parti açısından tuttuğu özel yere, bu konuda parti saflarına egemen kolektif anlayışa, irade ve davranış birliğine önemli bir göstergeydi.

Zorlu sınavlarla geçen ilk 10 yıl

10. yıla atfedilen anlam şüphesiz bir yanıyla toplumsal-siyasal kültürün bir öğesi olarak böylesi yıldönümlerin sembolik değerinden ileri gelmektedir. Zira 10. yıl, toplumsal mücadele kültüründe bir tür kalıcılık, varlık hakkı ve yaşama gücü kazanmak anlamında simgesel bir değer taşımaktadır. Bu açıdan devrimci bir siyasal yapının 10. yılına verdiği önem özel bir açıklama gerektirmez.

Partimiz için 10. yılın, bu simgesel değerin ötesinde kendine özgü bir önemi ve anlamı da bulunuyor. Partimiz geride bıraktımız bu ilk 10 yılı aynı zamanda zorlu sınavlar dönemi olarak da yaşadı ve bu sınavlardan başarıyla çıktı. Daha kuruluşunun ilk aylarında düşmanın kapsamlı saldırılarıyla yüzyüze kaldı. Gerek karşı karşıya kalınan darbe karşısındaki politik-örgütsel tutumu, gerek düşman tarafından gözaltına alınan kadrolarının polis-işkence karşısındaki direngenliği, parti niteliği iddiasının ilk ağır sınamalardan başarıyla çıktığının bir ifadesiydi.

Bunu izleyen dönem sınırlı kadro ve örgütsel imkanlarla giderek ağırlaşan politik görevlerin göğüslenmeye çalışıldığı bir dönem oldu. Tam da partinin ağır darbeler aldığı döneme denk gelen teslimiyetçi ve tasfiyeci İmralı süreci bu sınamalardan biriydi örneğin. Sol harekette önemli sarsıntılara yolaçan ve solda tasfiyeci yeni süreçlerin önünü açan bu gelişmeyi, partimiz tam bir bilinç açıklığı ile yerli yerine oturtarak, ilkeli ve kararlı bir mücadelinin konusu haline getirdi. Devrimci tutum ve ilkelerle birlikte bizzat Kürt hareketinin kendi devrimci kazanımlarını da savundu.

Farklı örgütlerden 10 devrimcinin katledildiği Ulucanlar katliamı (26 Eylül 1999), yine aynı yıl içinde karşımıza çıkan bir diğer ağır sınavdı. Partinin kendi öz süreçlerinde yetişmiş önderlik kadrosu iki yoldaşımızı da ölümsüzlüğe uğurladığımız Ulucanlar Direnişi, partimizin içinde yer aldığı devrimci hareket payına devrimci dayanışmanın ve siper yoldaşlığının ileri örneklerinden biri olarak devrimci tarihimize yazıldı. Ulucanlar, zindanlar üzerinden devrimci harekete yönelen daha kapsamlı ve ağır bir saldırının ilk önemli halkasıydı. 17 Ocak uygulamaları, Bergama, Burdur vb. operasyonları olarak devam eden süreç, adım adım F-Tipi hapishanelerin açılışına doğru giderken, saldırı 2000 yılının Ekim ayında başlatılan Ölüm Orucu direnişiyle göğüslenmeye çalışıldı. Süreç 19 Aralık katliamı ve F-Tipi zindanların açılması şeklinde gelişti. Partimizin de içinde etkin biçimde yer aldığı devrimci akımlar saldırı karşısında direnişi seçti. Bu yönüyle sermaye iktidarı umduğu türden bir başarıyı elde edemedi.

Fakat son tahlilde F-Tipi saldırısı devrimci hareket için temel önemde bir mevzi kaybıyla, bu anlamda fiziki yenilgisiyle sonuçlandı. Önemli kadro kayıplarının da yaşandığı bu dönemin giderek bu şekilde netlik kazanmasıyla birlikte, fiziki yenilgi giderek ideolojik, siyasal ve moral olumsuz sonuçlar da üretmeye başladı. Devletin aynı dönemde gündemleştirdiği AB “demokratikleşmesi” ise, tam da bu olumsuz zemin üzerinde, geleneksel küçük-burjuva akımlardaki çok yönlü tasfiyeci çözülmeyi hızlandırdı. Kürt hareketinde İmralı ile başlayan tasfiyeci sürecin giderek sindirilmesi (böylece ilke yoksunu kuyrukçu cephenin genişlemesi), devrimci örgüt sorunundaki hassasiyetin yitirilmesi ve nihayet 3 Kasım seçimleri (2002) vesilesiyle kendini gösteren reformist-parlamentarist cereyanın devrimci olmak iddiasındaki bir dizi çevreyi de ardından sürüklemesi, tüm bunlar birarada sözkonusu tasfiyeci çözülmenin ifadesi oldular.

Bütün bu dönem boyunca partimiz, bir yandan ideolojik, siyasal, moral savrulmalara karşı ilkelere dayalı bir mücadele yürütürken, diğer yandan da kadrosal ve örgütsel alanda yaşadığı yetersizliklere rağmen, gelişen süreçlere ve politik gündemlere etkin bir müdahale gerçekleştirmeye çalıştı. Bu zorlu dönemde hem çeper kitlesini büyüttü, hem de politik faaliyet kapasitesini arttırdı. Kürt ulusal sorunu, “AB demokratikleşmesi”, emperyalist savaş-saldırganlık, düzen içi çatışmalar-taraflaşmalar, seçimler, 8 Mart ve 1 Mayıs gibi tarihsel mücadele günleri vb. bir dizi konuda, devrimci ilke ve görüşleri kararlılıkla savunmaya dayalı bir taktik siyasal hat izledi.

Geride kalan 10 yılın en ayırdedici yönlerinden biri ise, sınıf hareketi en geri konuma çekilmişken, partimizin tüm bunları ısrarla sınıf çalışması ekseninde yapmış olmayı başarmasıdır. Parti, özellikle ilk yıllarda örgütsel ve kadrosal planda yaşadığı zorlanmalara rağmen, sınıfa genelden ve yerellerden kesintisiz biçimde devrimci müdahalelerde bulundu. Bu sayededir ki bugün sınıf hareketi içinde artık elle tutulabilir olan kendine özgü bir yer kazandı.

Son 10 yıl aynı zamanda gerek dünyada gerekse Türkiye’de polis rejiminin özel bir tarzda ve çok yönlü olarak pekiştirilidiği bir tarihi evreyi işaretlemektedir. Burjuva gericiliği bununla bir yandan geleceğe, geleceğin büyük sosyal çatışmalarına bugünden hazırlık yaparken, öte yandan halihazırdaki her türden muhalif ve devrimci örgütsel yapıyı tasfiye etmeyi hedeflemekte idi. 11 Eylül 2001 olayları sonrasında bu alandaki çabaların tüm dünyada yeni boyutlar kazandığını ve Türk burjuva gericiliğinin de bundan en iyi biçimde yararlandığını biliyoruz. Parti tüm bunların bilincinde olarak devrimci örgüt sorununda çok özel bir hassasiyet gösterdi ve içinden geçmekte olduğumuz dönemde bunu devrimci olmak iddiasının sınandığı temel önemde bir mihenk taşı saydı.

Komünistler olarak siyasal sahneye çıkışımızın 20. yılını, işaret ettiğimiz güçlüklerden kaynaklı olarak uzun bir süre boyunca ertelemek durumunda kaldığımız II. Parti Kongre’sini gerçekleştirmiş olarak karşıladık.

Bütün bu güçlüklerin üstesinden gelebilmiş olmak, üstelik bunu, parti niteliği iddiasını yükseklerde tutarak ve devrimci ideoloji ve ilkelerden sapmadan başarmak, 10. yıldönümünün Partimiz özgülündeki anlam ve önemine açıklık getiriyor.

İllegal araçlara dayalı yaygın bir seslenme

Partimizin işaret ettiğimiz başarılı sınavları üzerinden haklı bir kıvanca konu ettiği 10. yılını, II. Kongre’nin iradesi çerçevesinde, örgüt ve kadro sorunlarımızı çözmek yönünde atılan yeni adımlarla karşıladık. Bu bağlamda 10. yıl, partimizin II. Kongre’si tarafından saptanmış yönelimlerin tüm parti saflarında ortak bir silkinişe, yenilenmeye, canlanmaya dönüştürüldüğü bir yıl oldu.

Bu dönem boyunca afiş, bildiri, kuşlama, yazılamalar gibi çeşitli araçları olabildiğince yaygın bir şekilde kullanarak emekçi kitlelere seslendik. Kampanyanın parti örgütüne ve çeperine yönelik ayağı ise, örgütsel bir eğitim ve yenilenme süreci olarak örüldü. Faaliyetimizin giderek güçlendiği en önemli sanayi kentlerinde 10. yıl kampanyasını Ekim Devrimi’nin yıldönümü vesilesiyle örgütlediğimiz açık kitle etkinlikleriyle zenginleştirdik. Bu etkinlikler, parti sorununun Bolşevik deneyimi ve Ekim Devrimi şahsında bilince çıkarılmasının aracı haline getirilmeye çalışıldı. Ekim Devrimi’ne sahip çıkmanın gerçek anlamı ve somut karşılığı, belli başlı sanayi kentlerinde kitle çalışması eşliğinde dostun düşmanın görmezlikten gelemediği bir netlikte hayat buldu.

10. yıl kampanyasının kitlelere seslenme boyutunda, olabildiğince yaygın ve yoğun bir faaliyet örgütlemeye çalıştık. İllegal pratik faaliyetin çeşitli araçlarla sürdürüldüğü İstanbul’un sanayi havzalarını çevreleyen tüm çalışma bölgelerinde ve öteki bir dizi kentte çok sayıda parti bildirisi kullanıldı. Neredeyse o güne kadar yapılanları katlayacak ölçüde afişlemeler, pullamalar, kuşlamalar ve yazılamalar yapıldı. Bu bakımdan partinin, elindeki tüm imkanları kullandığını, kimi bölgelerde gücünü ve faaliyet kapasitesini sonuna dek zorladığını söyleyebiliriz.

Kampanyanın sorunları


Bütün bunlara rağmen, kampanyanın sınıf ve emekçi kitleler üzerinde hedeflenen etkiyi yarattığını söyleyemeyiz kuşkusuz. Bunun nedenlerinden biri, Türkiye’nin toplumsal-siyasal yaşamının düzen tarafından belirleniyor olması gerçeğidir. Kampanyamızın başlangıç aşaması, burjuva gericiliğinin Kürt hareketinin silahlı eylemlerini vesile ederek şovenizm histerisini bir kez daha alabildiğine kışkırttığı günlere denk geldi. Böylesi dönemlerde, düzenin ve devletin gerici propagandasının sersemletici cenderesinden kurtulamayan sınıf ve emekçi kitleler, genel olarak devrimci sosyalist propagandaya tepkisel, en azından ilgisiz bir tutum içine girebilmektedirler. Bugün düzenin en önemli başarılarından biri, belki de birincisi, “terör” demagojisinin özellikle sınıf kitleleri içindeki etkinliğidir.

Elbette kampanyayı güncel siyasal gelişmelerden kopuk ele almadık. Erken bir evrede, 10. yılda etkili ve güçlü bir kampanya sürdürme planı, gündemdeki kriz koşullarına devrimci önderlik misyonuyla örgütsel bir hazırlığın da önemli bir olanağı olarak değerlendirilmişti. Bakış ve ajitasyon-propaganda planında güncel olanla ne denli başarılı bağ kurulursa kurulsun, bunun verili koşullardaki etki alanı sınırlı kalabilmektedir. Bu sınır ise genelde sınıf ve kitle hareketinin tablosu, sol ve devrimci hareketin durumu, özelde ise bunlarla birlikte anlaşılabilecek olan kendi güç ve etki düzeyimiz tarafından çizilmektedir.

Esasında bu, sınıfın politik önderlik ihtiyacını henüz örgütsel düzeyde karşılayamamanın da bir ifadesidir. Nitekim devrimci bir sınıf partisinin en önemli niteliklerinden birini oluşturan proleter sınıf kimliği sorunu, partimiz somutunda, henüz yalnızca, tüm güçlüklere ve engellere rağmen ısrarlı bir siyasal sınıf çalışması yürütmek, parti örgütlenmesini bu temele oturtmak ve kadrolaşmayı da bu çalışma içinde gerçekleştirmek planında gösterilen inat ve kararlılık çerçevesinde bir anlam taşımaktadır. Bu kuşkusuz temel önemde bir yönelimdir ve partiye bu alanda ilk elle tutulur kazanımlarını da sağlamıştır. Fakat tüm bunlara rağmen bu alanda henüz yolun yalnızca başında bulunduğumuz da bir gerçektir. Sınıfla devrimci bir temelde birleşmek, partiyi bu anlamda sınıf hareketi ile sosyalizmin birliğinin gerçek maddi ekseni haline getirmek, önümüzde hala da çözülmesi gereken temel önemde bir sorun, ulaşılması gereken temel önemde bir hedef olarak durmaktadır.

Partimiz bu yakıcı ihtiyacın ve bu alandaki mevcut zayıflığın açık bilincinde olduğu içindir ki, 10. yıl kampanyasının temel şiarının yanı sıra kullandığı belli başlı şiarlarda da, sınıfı devrime ve sosyalizme kazanmak, partiyi bu çaba üzerinden büyütmek hedefini en özlü biçimlerde ifade etmiştir. Bu şiarlarda ifade bulan çağrı, her türlü imkanın, tüm kuvvetlerin ve toplam çalışmanın sınıfı devrime kazanmak, sınıf içinde güç olmak hedefine bağlanmasına yöneliktir.

Genel olarak açık kitle faaliyetimiz tam da sınıf zemininde yol alan ve bu dönemin öne çıkan gündemlerine sınırlarını zorlayan bir müdahale olarak şekillendi. Bu anlamda parti olarak güncellikten kopmadan yol almayı başardık. Fakat doğrudan parti adına seslenmenin olanakları hala da sınırlı olduğu için, açık siyasal çalışma ile parti ve 10. yıl kampanyası arasında olabildiğince dolaysız bir organik bağ oluşturmada yetersiz kaldık. Böyle olduğu ölçüde kampanyamızın kitlelere yönelik etkisi de sınırlı kaldı. Kampanyanın illegal propaganda materyallerine dayalı pratik faaliyet ayağıyla bu sınırlar elbette bir yere kadar aşılıyor. Bunu bugünkünden katbekat daha yoğun bir faaliyet düzeyine çıkarmak ve süreklileştirmek ise bir görev olarak duruyor önümüzde. Parti çalışmadaki ısrar ve kararlılığını koruduğu sürece bu görevin de üstesinden gelmeyi başaracaktır. Stratejik örgütsel yapılanmasını büyütecek, örgütsel ve kadrosal gelişim alanında mesafe aldıkça da ajitasyon-propaganda gücünü misliyle arttıracaktır. Bu açıdan sorun bugünle sınırlı bir sorun değildir. 

Bugünün sorunlarından biri, partiyi kitlelerle yüzyüze bir çalışmada da dolaysız olarak propaganda edebilmektir. Türkiye’nin son 15 yılının toplumsal-siyasal atmosferi, yanısıra kendi özgün sürecimiz, illegal bir konumdan parti adıyla kitle içinde çalışmayı oldukça zayıflatmış durumdadır. Nitekim kampanyamızın en önemli eksikliği de bu alanda yaşanmıştır. Programıyla, ideolojik-politik çizgisiyle, ilkesel konumuyla, tüzüğüyle, yarattığı değerler sistemiyle partiyi kitlelere tam da 10. Yıl bildirisindeki dille anlatmak, bu bağlamda yüzyüze propaganda, çok dar sınırlar içinde kaldı. Herhangi bir aracı olmadan, doğrudan parti adına partiyi işçi ve emekçilere anlatmanın, bunun için illegal irili ufaklı kitle toplantıları örgütlemenin gerek propaganda düzeyi, gerek örgütlenme işlevi bakımından benzersiz bir yeri olduğunu burada önemle vurgulamak gerekir.

Kampanyanın belki de bugüne ve yarınlara yönelik en önemli dersi de bu konudadır. Bugün krizin burjuvazi-proletarya, düzen-devrim, kapitalizm-sosyalizm ikilemini alabildiğince açık bir şekilde gündeme taşıdığı bir aşamada, demek oluyor ki devrimci ajitasyonun somut bir nitelik kazandığı bir dönemde, partinin kitlelerin karşısına doğrudan ismiyle, programıyla, örgütlenme çağrısıyla çıkmasından daha meşru bir şey olamaz. Dolayısıyla tüm örgütlerimizin, bir bütün olarak partimizin önünde, 10. yıl kampanyamız üzerinden yansıyanlardan gerekli sonuçları da çıkararak, günün siyasal önderlik ihtiyacına uygun bir ajitasyon, propaganda, örgütlenme niteliğini gerçekleştirme sorumluluğu durmaktadır.