Logo
< Partiyi güçlendirmek, devrim davasını büyütmek için ileri!

“Sınıf eksenli parti” ve kadroların tayin edici önemi


“Sınıf eksenli partiye geçiş”in sorunları...

“Sınıf eksenli parti” ve kadroların tayin edici önemi

C. Bakır

Siyasal süreçlerde kimi kritik dönemler, devrimci partilerin niteliksel bir sıçramanın eşiğine geldikleri dönemlerdir aynı zamanda. Böylesi dönemler ya söz konusu partilerin bu aşamaya uygun bir dönüşümü gerçekleştirerek kendilerini yeni bir düzeyde var etmelerine tanıklık eder, ya da tersinden bu dönüşümü gerçekleştirememenin yarattığı bir dizi sorunla boğuşarak kısır bir döngü içinde gerilemelerini kaydeder. Burada sürece nesnel ve öznel yönden birçok faktör etki eder.

III. Kongre sonrası partimizin “sınıf eksenli parti!”ye geçiş olarak şiarlaştırdığı ve halen devam etmekte olan süreç de, komünist hareketin tarihinde dönem dönem birer sıçrama tahtası olarak tanımladığı atılımların yeni bir düzeyini ifade etmektedir. Parti geldiği yeni aşamayı ortaya koyarak ve bundan hareketle, tüm parti örgütlerine bir çağrıda bulunmakta ve ulaşılması gereken yeni hedefe işaret etmektedir.

Partinin kendini daha ileri bir düzeyde var edebilmesi, nesnel koşulların getirdiği sınırlamalar saklı tutulursa, parti örgütlerinin, belirlenen hedefler doğrultusunda, mevcut olandan daha ileri bir önderlik kapasitesi ve pratiği sergileyebilmelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu açıdan yeni bir düzey iddiası, her şeyden önce kendi içinde daha ileri bir düzeyin örgütlenmesine dönük yapılmış iradi bir müdahaledir aslında. Eğer partiyi canlı bir organizma olarak düşünürsek, ancak organizmayı oluşturan tüm hücreler misyonlarına uygun bir dönüşümü gerçekleştirdikleri takdirde sağlıklı bir büyüme süreci devam edebilir. Tersi durumda ise, zamanla organizma bütünlüğünün bozulmasına yol açacak bir sonuç kaçınılmaz olarak doğar.

Buradaki ilişki elbette karşılıklıdır. Nasıl ki mevcut organların ve tek tek kadroların yeni dönemin ihtiyaçları çerçevesinde örgütlenebilmeleri açısından partinin bir dizi pratik önlem alması, planlamalara gitmesi zorunluysa; aynı şekilde, bu planlamaların başarıyla hayata geçirebilmesi de, parti organlarının ve her bir kadronun, mevcut pratiğini aşacak yeni bir iddia ile ortaya çıkmasını, bu yönde süreklilik arzeden iradi bir müdahaleyi gerçekleştirmesini gerektirir.

“Sınıf eksenli parti!” şiarıyla somutlanan yeni sürecimiz çok çeşitli başlıklar altında ele alınıp işlenebilecekken (çalışma yöntem ve araçları sorunundan kadrolaşma sorununa, örgütsel inşadan örgütsel güvenlik soruna kadar bir dizi başlık çerçevesinde), biz burada konunun daha dar fakat önemli bir yanı, kadroların kendilerini yeni bir temelde örgütleyebilme görev ve sorumlulukları üzerinde durmak istiyoruz. 

“Zor dönem devrimciliği” tanımlamasıyla Habip ve Ümit yoldaşlar şahsında öne çıkarılan vurgulardan bir tanesi de, yoldaşlarımızın partinin gelişim süreçlerini kendi süreçlerine dolaysız bir şekilde yansıtmaları olmuştur. Yani partinin yeni bir iddia ve düzeyle ileriye atıldığı her dönemde, bu çağrıya cevap vererek kendi pratiklerine örnek birer iradi müdahalede bulunabilmişlerdir.

Böylesi bir yeti, parti ve devrim davasına duyulan inançtan ve davaya adanmışlıktan gelen güçlü bir misyon duygusuyla kazanılabilir ancak. Şüphesiz bugün her bir yoldaşımız, kendi içinde belli bir iddia ortaya koyarak, fedakarlıklar sergileyerek, devrim davası için emeğini ve katkısını partiye sunmaktadır. Ancak bahsedilen, bu katkıyı daha ileriye çıkarma bilinciyle kendini gözden geçirebilen, eksiklik ve yetersizliklerini bilince çıkarabilen ve tabii ki bunları aşma yönünde sürekli bir çabaya konu eden, kısacası kendi gelişim sürecine bilinçli bir yön veren iradi müdahaledir.

Mevcut olanla yetinen, rutinin dışına çıkamayan bir kapasite belki günü kurtarabilir, fakat hiçbir biçimde geleceği kazanamaz. Zaten böylesi bir pratiğin partimizin sürekli öne çıkardığı “inisiyatifli kadrolar” beklentisine bir yanıt oluşturmayacağı da yeterince açıktır.

Zaman hızla akıp giderken, kitle hareketinin uzun yılları bulan durgunluğu vb. nedenlerle sınıf mücadelesinin farklı sorunları ve zorluklarıyla uğraşırken, kadroların ihtiyaca yanıt verecek bir pratiği sergileyebilmeleri, daha fazla ve süreklileşen iradi bir çabayı gerektirmektedir. İlerlemeyenin gerileyeceği diyalektik kuralı üzerinden de bakıldığında, mevcut durumumuzu sürekli sorgulayan bir bakışa sahip olmak çok önemlidir. Şüphesiz gelişim süreci düz bir çizgi ilerlemez. Bununla birlikte, gerekli olan bakışa sahip olunduğu ve buna uygun iradi müdahaleler gerçekleştiğinde yeni bir ivme yakalanabilecektir.

Tarihte bir özne olabilme iddiasıyla yola çıkmak, aynı zamanda kendi iradesine bilinçli bir yön verebilme çabasıdır. Nesnel süreçlerin tüm dezavantajlarına ve sınırlılıklarına karşın komünistlerin iradelerini ve eylemlerini belirleyecek olan temel faktör, kendi örgütlü bilinçleridir. Bilinç açıklığı ise her şeyden önce belli bir teorik-ideolojik birikimi gerektirir. Bu bakımdan kadroların kendi teorik-ideolojik donanımlarını artırma noktasında gösterecekleri her çaba, kendi eylem ve iradelerine bilinç unsuru katabilme ve bunu daha ilerden yapabilme çabası anlamına gelecektir aynı zamanda.

O halde, partinin gelişim süreçlerine ayak uydurabilme noktasında her bir kadronun kendine öncelikli olarak sorması gereken sorulardan biri, bu süreçte ideolojik-teorik düzeyini ne kadar ilerletebildiği olmalıdır. Nitekim partimizin “nitelikli kadro” ihtiyacı vurgusunun bir yanını bu nokta oluştururken, konu “partinin ideolojik düzeyinin kadrolara maledilebilmesi” çerçevesinde de çözülmesi gereken öncelikli sorunlardan biri olarak tanımlanmaktadır.

Her bir kadronun Marksizmi ve onun bilimsel yöntemini kavrama noktasında göstereceği çaba mücadeleye, mücadelenin sorunlarına ve kendi pratiğine dair daha derinlikli düşünebilmesini ve sonuçlar çıkarmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde, partinin temel yayınları ve değerlendirmeleri üzerinden parti çizgisinin kavranmasına dönük her çaba, partili düzeye ulaşabilmenin temel önemde bir güvencesi olacaktır.

 Teorik-ideolojik eğitim çalışmalarının muhakkak ki kollektif bir yönlendirme ve planlamaya tabi tutulması gerekmektir. Bununla birlikte, her bir kadro kendi gelişim süreçleri ve ihtiyaçları bakımından bireysel temelde de etkin bir çalışma yürütebilmelidir ve bunun için hiç de kollektif planlamaları beklememelidir.

Günlük siyasal faaliyetin koşuşturmacası içerisinde bu konuya yeterince zaman ayırma olanağından yoksunuz denebilir. Buradan gelen güçlükler kuşkusuz vardır. Ama yine de zaman sorunu her şeyden önce kendi yaşamımızı yeteri oranda planlama ve disipline etme sorunudur. Bu noktada yapılacak planlamalar ve uygulamalar her bir kadronun kendi çabasına, özverisine ve becerisine kalmıştır. Sonuçta Bolşeviklerin deneyimini anlatan onca romandan da görebildiğimiz kadarıyla, kadroların teorik-ideolojik birikimlerini geliştirmeye dönük faaliyetleri, bunun için ayrılmış özel zaman dilimleri sonucunda değil, tam da konunun hangi yakıcı ihtiyaca denk düştüğün bilinciyle ve kadroların özverili çabaları sonucunda gerçekleşmektedir.

Şöyle de düşünebiliriz. Bugün, kitle hareketinin en durgun olduğu bu dönemde bile ideolojik-teorik birikimimizi geliştirme çabasının önüne zaman yetersizliğini koyarsak, yarın kitle hareketinin yükselişe geçtiği bir dönemde, önümüze çıkacak devasa görev ve sorumlulukların kapsamı düşünülürse, gerekli olan zaman dilimini nasıl bulacağız?

Tekrar hatırlatmak gerekir ki, zaman sorunu her şeyden önce kendi yaşamımızı ne oranda örgütleyip disipline edebildiğimizle alakalıdır. Her bir kadro siyasal faaliyetini, örgütsel yaşamını sürekli bu gözle irdeleyebilmeli, gerekli muhasebeyi yapabilmelidir. Şüphesiz planlarımızla günlük hayatın akışı birçok noktada örtüşmeyecek, bir dizi aksamaya neden olacaktır. Ama önemli olan bir çalışma tarzı olarak bir sistematiğe kavuşmak, faaliyetimize de bu temelde yön verebilmektir. Tersi durumda, günün koşuşturmacası içerisinde verimsiz, sonuç alınamayan ve kendiliğindenci bir çalışma tarzına düşeriz. Açıktır ki kendi örgütsel yaşamını, siyasal faaliyetini örgütleme becerisi göstermeyenler, kitlelerin mücadelesini örgütleme başarısını hiç göstermezler.

İdeolojik-teorik birikimi artırma yönünde işlevli araçlardan biri de yayınlara düzenli katkı sunulmasıdır. Yazı yazma faaliyeti en çok zorlandığımız ama gelişim süreçlerimiz açısından en işlevsel araçlardan biridir. Bu sayede düşünsel bir yoğunlaşmaya gidilerek bu konudaki atalet kırılabilmektedir. Yanısıra, düşüncelerin yazıya dökülmesi üzerinden belli bir emek gerektiren bir faaliyettir de.

Yazı yazma noktasında en çok sıkıntısı duyulan sorun, yazacak konunun bulunamamasıdır. Aslında bununu kendisi düşünsel ataletin en somut bir göstergesidir. Zira bu, siyasal faaliyetimizde bir dizi sorunla karşılaşırken ve bunları aşmaya dönük çeşitli müdahalelerde bulunurken, bu deneyimlerin sonuçlarını irdeleyip kollektif bir tartışmaya açma çabasından geri durduğumuzun bir ifadesidir. Oysa parti tüzüğümüzde bu konu, parti üyeleri için hem bir hak, ama hem de yerine getirmeleri gereken temel önemde bir görev olarak tanımlanmaktadır.

Her bir kadronun kendisine sorması gereken soru, sıkıntının gerçekten yazacak konunun bulunup bulunamamasından mı, yoksa siyasal faaliyetimize bu gözle bakıp irdeleyebilme çabasına yeterince girişemediğimizden mi kaynaklandığı olmalıdır. Siyasal faaliyetimizde olumlu olumsuz birçok deneyimle karşılaşıyoruz ve parti üyeleri olarak bunlara ne kadar kafa yoruyoruz? Örneğin çalışmada karşılaştığımız bu tür deneyimleri kısa notlar haline getirmek ve derli toplu bir yazı konusu etmek yönünde ne kadar çabalıyoruz? Böyle pratik bir çözüm bile bizleri sistematik bir düşünsel yoğunlaşmaya itecektir. Bu durum raporlara da işlevsellik sağlayacaktır.

Yazı yazma noktasında ataletin bir diğer nedeni de, düşüncelerin kağıda dökülmesi noktasında yaşanan zorlanmadır. Bu emek faaliyeti kimi yoldaşlarımız için tam bir işkence olarak tanımlanabilmektedir. Elbette bu yetenek zamanla, sürekli bir çaba göstererek kazanılacak, gelişebilecektir. Önemli olan burada da bu ısrarı ne kadar gösterebildiğimizdir.

Birçoğumuz Jack London’ın Marten Eden romanını okumuşuzdur. Roman kahramanının yazı yazma noktasında gösterdiği çaba ve özverinin bir süre sonra nasıl meyvesini verdiğini görebiliyoruz. Elbette yayınlara katkı sorumluluğu ve bu noktada kendisini aşmaya dönük sürekli bir iradi çaba açısından Habip yoldaşın pratiği benzersizdir bizler için. Yoldaşın yaşamı ve pratiği, sorunumuzun nerede yattığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Daha ileriden bir iddia, yeni bir düzey için pratikte ilke ve kurallara dayalı devrimci bir örgütsel yaşamın kurulması da son derece önemlidir. Parti tüzüğümüz, pratiğimizi hangi norm ve ilkeler ışığında örgütlememiz gerektiğini somutlayan bir rehberdir bizim için. Parti tüzüğümüz yalnızca bir kurallar manzumesi değil, fakat bütün bir ideolojimizin özünü ve ruhunu yansıtan temel bir belgedir. Bu bakımdan pratiğimizi tüzüğümüzde belirtilen ilke ve esaslara göre örgütleme çabası, partili kimliğe ulaşabilme çabasıdır aynı zamanda.

Daha ileri bir iddia, yenilenmeye açık olmayı gerektirir. Tüzüğümüzde yer alan eleştiri-özeleştiri mekanizmasını ne kadar işletebilirsek, o oranda da yenilenebilir, dönüşüm sürecimizi hızlandırabiliriz. Özeleştiri kendi pratiğimizi sorgulamaya dönük bir müdahaleyken, eleştiri ise faaliyetimize duyduğumuz sorumluluk ve misyon bilincinin bir gereğidir. Bu mekanizmaları kendi süreçlerimizde işlevsel kılabilmek, sadece söyleneni uygulayan “memur tipi” kadro pratiğine düşmekten de kurtaracaktır bizleri.

Partinin denetimine açık olmak, denetim mekanizmalarının çalışması yönünde kendi payımıza düşen sorumluluklarımızı yerine getirmek, dönüşüm süreçlerimizin sağlıklı bir zeminde ve partinin müdahaleleri çerçevesinde gerçekleşmesine imkan sunacaktır. Bu noktada rapor mekanizması temel bir araç olmakla birlikte, bireysel mektup vb. yollarla parti önderliğiyle sürekli iletişim içerisinde bulunmak büyük bir önem taşımaktadır. Bir partide bu kanallar ne kadar işlevsel ve etkin kılınabilinirse, o ölçüde partinin kendi güçlerini tanıma, doğru zaman ve zeminlerde doğru müdahalelerde bulunabilme imkanlarına sahip olunabilinir. Bu açıdan bu mekanizmaların hem kendi gelişim süreçlerimiz, hem de partinin önderlik niteliğinin güçlendirilmesi bakımından ikili bir işlevi vardır.

Elbette bu durum tüzüğümüzün açıklık ilkesiyle de ilişkilidir. Kendi gerçekliğimizi, eksiklik ve zaaflarımızı ve yapabileceklerimizi tüm açıklığıyla ortaya koyabilmek, partinin kadrolarını tanıması, gücünü bilmesi ve buna göre adım atmasını kolaylaştıracaktır. Bu noktada sağlam bir bakış ve duruşa sahip olamadığımız sürece, devrimci iddiamız temel önemde bir boşluk içerecektir.

İşaret ettiğimiz bu hususlar devrimci bir örgütlülük içerisindeki kadrolardan beklendiğine göre, kadroların buna uygun bir dönüşümü gerçekleştirebilecekleri zeminler de doğal olarak bulundukları organlardır. Bireysel temelde göstereceğimiz her bir çaba organlar şahsında kollektif bir iradeye ve denetime tabi kılınmalıdır. Şüphesiz organların düzeyi kollektifi oluşturan bileşenlerin niteliği ve uyumuyla alakalı olmakla birlikte, kollektif iradenin en önemli görevlerinden biri de bu niteliği ve uyumu en üst seviyeye çıkarabilmektir. Bu çaba noktasında bileşenleri motive etme, yönlendirme, müdahale etme sorumluluğuna sahiptirler. Bu yüzden, burada kadroların dönüşüm süreçleri açısından yapılan her vurguyu aslında tüm kolektifler üzerinden de anlamamız gerekir.

Yine belirtmek gerekir ki, bu dönüşüm sürecinin sağlıklı bir zeminde gerçekleşebilmesi, ancak yüzü sınıfa dönük etkin bir kitle çalışması içerisinde mümkündür. Bu zeminden kopuk her çaba, nesnel-toplumsal zeminini yitirmesinden kaynaklı, daha başından sakatlanmaya ve başarısız kalmaya mahkumdur.

Partimizin “sınıf eksenli partiye geçiş!” şiarıyla somutladığı çağrıya verilecek yanıt, tüm kadro ve militanların parti ve devrim davasına adanmışlıklarını yeni bir sınanma alanı olacaktır. Partimizin Türkiye sol hareketinin bugüne kadarki tüm devrimci birikimi ve mirasını temsil eden tek devrimci parti konumunda olması, TKİP’li militanlar olarak üzerimizdeki görev ve sorumluluğun ağırlığını ortaya koymaktadır.

O halde bu misyon duygusuyla güne yüklenmeli, geleceği kazanmalıyız!