Logo

TKİP’nin 13. Yılı: Güne yükleniyor, devrime hazırlanıyoruz!


TKİP’nin 13. Yılı etkinliğindeki konuşma:

Güne yükleniyor, devrime hazırlanıyoruz!

 

Değerli dostlar, yoldaşlar...

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 94’üncü, partimizin kuruluşunun 13’üncü yıldönümünü kutlamak için bir kez daha bir aradayız. Türkiye Komünist İşçi Partisi adına sizleri en içten devrimci duygularla selamlıyoruz...

“İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği Gecesi”ne hoş geldiniz!

2009 sonbaharında toplanan TKİP III. Kongresi, dünya ölçüsünde olayların seyrine ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yapmıştı: “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek, yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de..."

Bu bir tarihsel dönem değerlendirmesidir. Partimiz yıllardır bunun üzerinde özel bir biçimde durmaktadır. Zira günümüz dünyasında olup bitenleri doğru bir biçimde anlamlandırabilmek, bunu da temel ve güncel devrimci görevlere doğru bir biçimde bağlayabilmek, ancak bununla olanaklıdır. Girilmiş bulunulan tarihsel döneme ilişkin açık bir bilinciniz yoksa eğer, olayların ayrıntıları içinde kaybolursunuz. Olup bitenleri birbirleriyle bağı ve bütünlüğü içinde değerlendiremezsiniz. Bunu yapamadığınız bir durumda ise, devrimci bir parti olarak sizi bekleyen görevleri gerçek kapsamı ve derinliği ile ele alamazsınız.

TKİP III. Kongresi değerlendirmesi, “İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır" diyor ve "Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır" diye ekliyor. Aradan geçen iki yıl üzerinden olayların genel tablosuna bakalım: Sistemin tümü genel bir ekonomik krizin pençesinde debelenmeye devam ediyor. Kriz şirketlerin ve bankaların ardından, artık ülkeleri de iflasa sürüklüyor. Trilyonlarca dolarlık kurtarma paketlerine rağmen, krizin hafiflemesi bir yana, genel bir ekonomik çöküş korkusu bugün her zamankinden daha büyüktür. Krizin son elli yılın en büyük emperyalist projelerinden biri olan Avrupa Birliği'ni sarsan boyutlara ulaşması, onun kapsamı ve derinliğinin yeni bir göstergesi olmuştur.

Bütün bunlarla sistemin çok yönlü bunalımının ekonomik temeline işaret emiş olduk yalnızca. Bunu, bu temel üzerinde yaşanan ve günden güne ağırlaşan çok boyutlu bir sosyal ve politik kriz tamamlamaktadır. Dünyanın dört bir yanında işçilerin ve emekçilerin günden güne büyüyen ve yayılan isyanı, bunun en dolaysız bir göstergesidir, ki buna birazdan ayrıca değineceğiz.

Bunalımlar alanından savaşlar alanına geçiyoruz. Günümüz dünyasında ekonomik ve sosyal bunalımlar gerçeğini, militarizm, emperyalist saldırganlık ve savaşlar tamamlamaktadır. Afganistan ve Irak'ın ardından, salt petrolünü yağmalamak üzere Libya'da son altı ayda otuz bin kişinin katledilmesi, Afganistan ve Irak'ın ardından bu kez Libya'nın yakılıp yıkılması, bunun bir göstergesidir. Emperyalist barış dönemi yerini artık emperyalist savaşlar dönemine bırakmıştır. NATO bir savaş makinası olarak altmış yıldan beri vardır, ama bir savaş makinası olarak işlemesi son on küsur yılın bir olgusudur. Kapitalizmin tarihinde militarizm hiçbir dönem bu denli çığırından çıkmamıştı. Emperyalist dünyada silahlanma yarışı hiçbir dönem bugünkü boyutlara ulaşmamıştı. Bütün bunlar, sona erişi tantanayla ilan edilen soğuk savaşın yerini bir sıcak savaşlar dönemine bıraktığının göstergeleridir.

Özetle ve TKİP III. Kongresi değerlendirmesini izleyerek söyleyelim: Evet, insanlık yeni bir bunalımlar ve savaşlar dönemine salt tarihsel ölçülerle değil fakat fiilen de girmiş bulunmaktadır. Peki ya devrimler? Kuşkusuz henüz fiilen değil, ama tarihsel ölçülerle alındığında, gerçekte devrimler dönemine de girmiş bulunmaktayız. Buna ilk kanıtımız, teorik bakıştan ve tarihtendir. 20. yüzyıl tarihi, üstelik iki ayrı evre üzerinden, bunalımlar ve savaşları üreten o aynı koşulların, kaçınılmaz bir biçimde devrimlere de yolaçtığını göstermektedir.

İkinci kanıtımız ise günümüz dünyasında olayların somut seyridir. Dayanılmaz boyutlara ulaşmış ekonomik-sosyal sorunlar ile siyasal baskılara karşı dünyanın dört bir yanında emekçilerin kendiliğinden ayağa kalkışı, devrimci açıdan günümüz dünyasının en önemli olgusudur. Dünya ölçüsünde milyonlarca emekçiyi kapsayan geniş çaplı sınıf ve kitle hareketleridir, karşı karşı bulunduğumuz. Amerika'dan İngiltere'ye, Yunanistan'dan İspanya'ya, Tunus'tan Mısır'a, İsrail'den Şili'ye, Hindistan'dan Güney Kore'ye kadar artık hiçbir ülke, hiçbir bölge bu isyanın dışında kalamıyor.

Ayağa kalkan emekçiler dosdoğru kapitalist sömürü düzeninin mabetlerini suçluyorlar. Yaşadıkları sorunların kaynağı olarak bankaları, borsaları, kapitalist şirketleri gösteriyorlar. “Gerçek demokrasi!” istiyoruz diye haykıran emekçiler, böylece burjuva demokrasisinin kofluğuna ve ikiyüzlülüğüne de işaret etmiş oluyorlar. Ekonomik sistemle birlikte politik sistemden de umutlarını kesmekte olduklarının ilk işaretlerini veriyorlar.

Ve bütün bunlar, dünya komünist ve devrimci hareketinin en zayıf, en dağınık, en etkisiz olduğu bir dönemde, demek oluyor ki büyük ölçüde kendiliğinde yaşanıyor. Emekçi insanın sistemin karşısına, üstelik onun metropollerinde, üstelik devrimci bir önderlikten yoksun olarak bu dikilişi, bu sistemin gelip sınırlarına dayandığının, onun iflasının en dolaysız bir göstergesi, en tartışmasız bir ilanıdır.

Bu, bunalımlar ve savaşlarla pençeleşen insanlığın, gitgide yeni bir devrimler dönemine de yaklaşmakta olduğunun en dolaysız bir göstergesidir. Uzun onyıllar boyunca ana fay hatlarında muazzam enerjiler biriktiren büyük depremler, gelmekte olduklarını küçük öncü sarsıntılarla duyururlar. Bilim dünyası bu öncü sarsıntıları, gelmekte olan büyük depremlerin en dolaysız bir belirtisi sayar. Toplum yaşamında da bu tamı tamına böyledir. Devrimler büyük toplumsal depremleridir ve tıpkı depremler gibi gelişlerini öncü sarsıntılarla duyururlar.

Günümüz dünyasını saran, günden güne yayılan, bizzat sistemin kalbinde, emperyalist metropollerde kendini gösteren isyan dalgasını geleceğin büyük toplumsal depremlerinin ön belirtisi saymamak için kör olmak gerekir. Ya teorik ve tarihsel bilinçten yoksun olmak, ya da devrim davasından her türlü umudu kesmiş olmak gerekir.

Yazık ki bunun her ikisi de tasfiyeci bir sürüklenme içindeki Türkiye solunun büyük bir bölümü için geçerlidir. Bundan dolayıdır ki, solun gitgide daha geniş kesimleri kendilerini devrime değil fakat reforma göre konumlandırıyorlar. Devrimci teoriden, devrimci programdan, devrimci taktikten, devrimci değerlerden, devrimci sembollerden genel bir kaçış halindeler. Kurulu düzeni temellerinden yıkmak hedef ve programından koparak, onu kendi temelleri üzerinde demokratikleştirmek çizgisine geçiyorlar. Devrimci örgütü tasfiye ederek ya da daha baştan ondan özenle uzak durarak, düzenin icazeti içinde legal yapılar olarak konumlanıyorlar. İşçi sınııfını devrimin biricik gerçek güvencesi olarak görmek, tüm güç ve olanaklarıyla onu devrimcileştirmeye, örgütleyip etkin kılmaya yönelmek yerine, yeni liberal birlik projeleriyle oyalanıyorlar. Dünün sözde büyük birlik projeleri olan oluşumların görkemli iflası orta yerde duruyorken, şimdi altında her kafadan bir sesin çıktığı şekilsiz Çatı Partileriyle boşa zaman harcıyorlar.

Türkiye Komünist İşçi Partisi bu genel körlüğün, bu devrimden kaçışın, bu tasfiyeci sürüklenmenin dışındadır. TKİP girmiş bulunduğumuz tarihsel dönemi devrimci bir partiye yaraşır biçimde değerlendirmekte, gelmekte olanı görmekte, tüm hazırlığını da buna göre yapmaktadır. O girilen tarihsel döneme ilişkin değerlendirmesini, tam da ondan gerekli devrimci sonuçları çıkarmak üzere yapmıştır. Devrimci teoriye, devrimci programa, devrimci taktiğe, devrimci örgüte, devrimci sınıfa, devrimici değerlere daha sıkı sarılmak üzere yapmıştır.

III. Kongresi üzerinden partimizin bu konuda, tarihsel dönem tespitinden çıkarılması gereken sonuçlara ilişkin sözü şu olmuştur: "Bu tespit partimizin tüm mücadele, çalışma ve örgütlenme çabasının belirleyici ana ekseni durumundadır. Partimiz tüm güncel devrimci görev ve sorumluluklarına buradan bakmakta, geleceğin büyük mücadelelerine bu bakışaçısı ile hazırlanmaktadır. Her biçimi ile burjuva gericiliğinin Türkiye toplumunu boğucu bir kuşatma altında tutması güncel olgusu geçici olmaya mahkumdur. Kapitalizmin onulmaz çelişkileri karşı konulmaz bir biçimde Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini bir kez daha devrimci sınıf mücadelesi alanına yöneltecektir. TKİP bu bilinçle, bundan beslenen bir devrimci güven ve iyimserlikle hareket etmekte, tüm güncel çabasını bu süreci hızlandırmaya yoğunlaştırmakta, bunu ise şaşmaz biçimde proletarya devrimi hedefine bağlamaktadır.”

TKİP'nin sözü işte budur ve bu söz onun tüm eyleminin, bütün bir gündelik çabasının temelidir.

 

Dostlar, yoldaşlar!

Halen gündemde tuttuğu yer nedeniyle genel bir ilgiye konu olan Kürt sorununa da kısaca değinmek istiyoruz. Geçen yılın Parti Gecesi'nde partimiz adına yapılan konuşmada, Kürt sorunundaki gelişmeleri özetlemiş, devletle Kürt hareketi arasında süren ve büyük umutlar yaratan gizli görüşmelere değinmiş ve ardından da, bütün bunlar "Kürt sorununun nihayet bir çözüm yoluna girmekte olduğunu mu gösteriyor?" diye sormuştuk. Yanıtımız ise şu olmuştu:

“Buna yanıtımız, hayır, hiçbir biçimde! şeklindedir. Gerekçemiz ise şudur: devletin amaç ve hedefleriyle Kürt hareketinin amaç ve hedefleri arasında derin bir uçurum vardır. Taraflardan biri kendi konumunu radikal bir biçimde terketmeden, bu uçurumu giderebilmenin bir olanağı da yoktur.

“Devletin bunu yapmayacağını, doğası gereği yapamayacağını biliyoruz. Büyük burjuvazinin tüm kesimlerinin Kürt açılımı üzerinden vardığı mutakabat, sorunun gerçekten çözümü değil fakat sınırlı bazı tavizlerle yatıştırılması ve denetim altına alınması, bu arada silahlı biçimiyle Kürt hareketinin tasfiye edilmesidir. Bunun karşısında Kürt hareketi ise ilk aşamada bölgesel özerklik olmak üzere özgürlük ve eşitlik istemektedir. Bu, sorunu devletle uzlaşarak çözmeye çalışan, silahlı direnişi de bu doğrultuda bir baskı aracı olarak kullanan Kürt hareketinin büyük bir açmazıdır da. Partimiz devletin Kürt açılımını değerlendirirken bu açmaza vurgulu bir biçimde işaret etmiş, ancak devrimle elde edilebilir istemlerin kurulu düzenle pazarlıkların ürünü anayasal reformlarla elde edilebileceğini sanmanın ham hayallerle oyalanmak olduğunu vurgulamıştır. Halen de aynı görüşteyiz. Kürt hareketi bugünkü konumundan ve istemlerinden köklü tavizler vermedikçe, devletle sürdüğü bildirilen müzakerelerden hiçbir sonuç çıkmayacaktır.”

Tekrar hatırlatıyoruz, bunlar bir yıl önce yine böyle bir etkinlikte dile getirdiğimiz görüşler idi. Yazık ki olayların seyri değerlendirmelerimizi olduğu gibi doğruladı. Devletin amaç ve hedefleriyle Kürt hareketinin amaç ve hedefleri arasındaki derin uçurumun pazarlık masalarında aşılamayacağı, taraflardan biri konumunu radikal bir biçimde değiştirmedikçe, bu pazarlıklardan hiçbir sonuç çıkmayacağı, bütün açıklığı ile ortaya çıktı. Sonuçta aynı kısır döngüye, yeni bir kısır çatışma dönemine yeniden dönülmüş oldu. Yazık ki toplumu şovenizmle sersemleten zemine kan taşımak ve iki kardeş halk arasındaki gönül bağını daha da zayıflatmak dışında, bu yeni çatışma döneminden de bir sonuç çıkmayacaktır.

Bu çatışmada kurulu düzen, tümüyle haksız fakat kendi yönünden tümüyle tutarlıdır. Zira kendi doğasına uygun düşmeyen bir çözüme yanaşmamaktadır. Tersinden ise bu Kürt hareketi davasında tümüyle haklı fakat çözüm arayışında aynı ölçüde tutarsızdır. Devrime dayalı stratejiyi terketmenin ardından hala da ancak devrimle elde edilebilir olanı düzenle pazarlık masalarında elde edebileceğini sanmak, bu tutarsızlığın özü ve esasıdır. Bu tutarsızlığı sürdürmek, bir kısır döngü içinde dönenip durmak demektir. Kürt hareketi bu tutarsızlığı sürdürdüğü sürece, onlarca yıl daha direnmeyi başarsa bile bir çözüm elde edemeyecektir. Fakat bu arada Türkiye ve Kürdistan’da toplumun devrimci olanakları, kısır bir silahlı çatışmanın sürekli kan taşıdığı şovenizm atmosferinde döne döne tüketilmiş olacaktır.

Tercih yapması gereken Kürt hareketidir. Gerçek özgürlük ve tam eşitlik istiyorsa, devrime seçmeli, Türkiye'nin emekçileriyle birleşik bir devrimci mücadeleye yönelmelidir. Yok eğer sorunu kurulu düzen zemininde, kokuşmuş bir cumhuriyeti sözde demokratikleştirmek üzere, devletle pazarlık masasında çözmek istiyorsa, bu durumda gerçek özgürlük ve tam eşitlik hayallerinden vazgeçmelidir.

Partimiz Kürt halkı için gerçek özgürlük ve tam eşitlik istiyor. Bununsa iki halkın kurulu düzene karşı birleşik devrimci mücadelesi ile olanaklı olduğunu savunuyor. Kurulu düzen aşılmadıkça ulusal sorunun köklü ve kalıcı bir çözümü yoktur. Devrimci teori bunu söylüyor, tarih bunu kanıtlıyor, Kürt soru eksenli son otuz yıllık çatışmanın seyri bunu doğruluyor.

Hepinizi bir kez daha içten devrimci duygularla selamlıyorum.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

29 Ekim 2011


Üste