Logo
< 15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi

Sendikal örgütlülüğün durumu ve sendikal örgütlenme faaliyetinin esasları


 

Sendikal örgütlülüğün durumu ve sendikal örgütlenme faaliyetinin esasları

 

Sendikal örgütlüğün yıkımında
bürokrasinin rolü

Türkiye’de sendikal örgütlenme son on yılda çok büyük bir kan kaybı yaşadı. İşçi hareketinde 1987-91 yükseliş döneminin birikimleri, ‘91 yılının hemen ardından, özellikle ‘94’te büyük bir hız kazanan özelleştirme saldırısıyla birlikte birer birer kaybedildi. Saldırının başlıca hedefi durumunda olan KİT’lerdeki her özelleştirmenin ardından, öncelikle sendikal örgütlülüklerin dağıtılması hedefiyle nispeten ileri işçiler tensikattan geçirildi. Geride kalanların bir daha belini doğrultamaması için de yaygın bir şekilde taşeronlaştırmalara başvuruldu.

Bu saldırının zemini daha önce ‘91 Körfez Krizi bahanesiyle, o dönemin ileri çıkmış öncü işçi kuşağının biçilmesiyle döşenmişti. Bu kitlesel öncü işçi kıyımının engellenememesi, ‘94’ten itibaren gemi iyice azıya alan özelleştirme ve örgütsüzleştirme saldırısının karşısına dikilebilecek mücadele dinamiklerini fazlasıyla tahrip etmişti. O dönemde mücadeleyi omuzlayabilecek durumdaki işçiler de sendika bürokrasisinin oyalama, yorma, tepkilerin içini boşaltma manevralarına eklemlendiler. İstisna sayılabilecek (ve hala da mücadelelerini sürdüren) bazı işletmeler dışında, hiçbir yerde sendika bürokrasisinin inisiyatifini parçalayan, hiç değilse onu kaba satışlardan alıkoyan bir taban inisiyatifi geliştirilemedi. Her yenilgi bu işçi kesimindeki kırılmaya yeni kırılmalar ekledi, yılgınlık karakteristik bir hal aldı.

Sendika bürokrasisi ise, gerçek sınıfsal konumuna uygun olarak, bu tasfiye süreci boyunca sermayeye paha biçilmez hizmetler sundu. Bir çelişki gibi görünse de, üzerinde saltanat kurduğu sendikal örgütlülüğün eritilmesinde önemli bir rol oynadı. Sendikal örgütlülüğün güçten düşürülmesi ve pratikte işlevsizleştirilmesi burjuvazinin izlediği güncel saldırı programı çerçevesinde zorunluydu ve sendikal ihanet çetesi de bu zorunluluğun bilinciyle hareket etti. Bu yapılmadan, yani sınıfın örgütlülüğü ve dolayısıyla direnme gücü zayıflatılmadan, sınıf hareketi tekrar tekrar kırılmaya uğratılmadan, neo-liberal iktisadi-sosyal saldırıları hayata geçirmek kolay değildi. ‘90’lı yıllar için planlanan sert saldırı dalgasının başarıya ulaşabilmesi için, öncelikle 12 Eylül’e rağmen bir parça da olsa ayağa kalkabilmiş, bir takım siyasal öğeler de içeren sınıf hareketinin dumura uğratılması gerekiyordu. Örgütlülüğün sürekliliği durumunda, tabandan gelişen hareketlerin sendika bürokrasisini aşacak bir mecraya akması gibi bir tehlikeyle karşılaşılabilecekti. Bunun bilincinde olan ihanet şebekesi, bu nedenle elinden geleni ardına koymadı, bir parçası olduğu sermaye sınıfına hizmette kusur etmedi.

Örgütlenme anlayışında ve örgütlülük
bilincinde yaratılan tahribat

Sendikal örgütlülük eridikçe ve böylece tabanın direnci kırıldıkça, sendika bürokratları ihanet ve satışlarda daha da pervasızlaştılar. Örgütlenme ve örgütlülük bilincini köreltmekte önemli başarılar kazandılar. Öyle ki, uzun dönemdir yeni sendikalaşan işyerlerinde bizzat sendikal örgütlenmeyi sağlayan öncü işçilerin sistematik kıyımı, “örgütlenmenin bedeli” mantığıyla adetten sayılır hale geldi. Sendika ağaları, kıllarını kıpırdatmadıkları halde işçilerin kendiliğinden çabalarıyla yaratılan örgütlülüklerin kısa sürelerde tasfiye edilmesini ise, sendikaların güçsüzlüğü, dönemin zorlukları, sınıfın bilinçsizliği gibi argümanların ardına sığınma arsızlığıyla karşılıyorlar.

Sendikaların en temel görevlerinden biri olan sendikal eğitim de rafa kaldırılmış durumda. Bazı sendikaların çeşitli işyerlerinden seçtikleri temsilcileri dönemsel olarak eğitim kamplarına götürmeleri ise, yalnızca sendikaların o anki yönetimlerinin kendi koltuklarını sağlama alma amacına hizmet ediyor. Böyle bir eğitim işçi temsilcilerinin sendika bürokratlarına bağlanmalarını amaçlıyor ve bunu sağlıyor.

Artık bir işyerinin sendikalı olmasından, önlerine sürülen temsilcileri ve delegeleri onaylamak dışında işçilerin kendileriyle ilgili hiçbir sorunda taraf olamadığı, asgari sendikal bilinç düzeyinden bile yoksun kaldığı bir işyeri anlaşılıyor. Böyle olduğu içindir ki, bir kez seçildikten ya da tepeden atandıktan sonra temsilciler yıllarca değişmiyor. Kimse o işçinin temsilcilik kriterlerini taşıyıp taşımadığıyla, temsilciliğin hakkını verip veremediğiyle ilgilenmiyor. Yeter ki temsilciler şube yönetimlerinin icazeti dışında bir adım dahi atmıyor olsunlar. Onlar için işyerinin örgütlü olması demek, yetkiyi elde tutacak sayıda işçinin sendika üyesi olması demektir. Hak arama, mücadele, hesap sorma bilinci gelişmiş, işyeri içinde bunun dayanaklarını yaratmış bir sendikal örgütlenme onlar için ihtiyaç olmak bir yana tehlike kaynağıdır. İşin ibret verici bir yanı da, sol, hatta devrimcilik adına konuşanların da, yıllardır bazı sendikal mevzileri ellerinde tuttukları halde, işyeri örgütlülüğünü artık yetkiyi elde tutacak sayıda işçinin sendikaya üye olması olarak görmeleridir.

Örgütlülükteki dağılmanın faturası

2000 yılına gelinmeden tablo aşağı yukarı bu hale gelmişti. Sermaye iktidarı, sendikal ihanet şebekesinin işçi sınıfı üzerindeki denetiminden aldığı güçle, bir yandan sınıfın sendikal örgütlülüğünü eritip, öncülük rolünü oynayabilecek işçi kuşaklarını kıyımdan geçirerek sınıf kitlelerini güçsüz ve çaresiz bir duruma düşürürken, öte yandan da ekonomik ve sosyal saldırılarını peyderpey hayata geçirmiş oldu. Bu tablodan güç alan hükümetler saldırının dozunu iyice kaçırdılar. Nihayet burjuvazi, son seçimlerden çıkan meclis aritmetiği sayesinde (ve gene sendika bürokrasisinin eşsiz hizmeti ile) kölelik yasasını onaylatıp işçi sınıfının tarihsel kazanımlarını bir çırpıda gaspettiğinde bile, sınıf cephesinden ciddiye alınabilir bir tepki gelişmedi.

Sendikal örgütlenmedeki aşırı zayıflamanın faturasını tek başına sendikalı işletmelerdeki işçiler ya da hedef tahtasında olan kamu işletmelerindeki örgütlü işçiler değil, onlarla birlikte tüm işçi sınıfı ve emekçiler ödüyorlar. Hatta faturanın en ağır bölümünü daha çok örgütsüz işçi kesimi ödemek durumunda kalıyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ağır faturalar ödemesi, İMF politikalarının katı bir şekilde uygulandığı son yıllarda artık süreklilik kazanmış durumda.

Yıkım politikalarının etkisi, özellikle son 5 yıldır işçi sınıfı ve emekçiler tarafından derinden hissedilmektedir. Fakat sınıf ve emekçi kitleler bu süre zarfında düzeni zorlayacak bir alternatif arayışa yönelemediler. Kuşkusuz bunun nedeni, ilkin yıllardır kitlelerin mücadele dinamiklerinde, örgütlerinde, bilincinde yaratılan çok boyutlu kırılma ve dejenerasyon; ikinci olarak da düzenin siyaset alanındaki başarılı manevralarıdır. İşbirlikçi büyük burjuvazi hem sistematik baskı ve terörle sürekli yıldırdığı işçi-emekçi kitleleri “AB’ye üyelik, demokratikleşme” hayallerine bağlayabildi, hem de İMF-TÜSİAD politikalarını tavizsiz uygulayabilen yeni hükümetler çıkarabildi.

İşçi ve emekçiler yılların ürünü olan tepki birikimini, düzenin başlıca partilerini sandığa gömerek gösterdiler. Fakat bu ortaya daha da kötü bir parlamento bileşimi çıkardı. Eskilerin yerini çok daha sinsi ve saldırgan bir yenisi almış oldu. Sınıf ve emekçi kitlelerin ezici bölümü, düzenden bir beklentileri kalmadığı halde, örgütsüzlüğün, bilinç ve kültür bozulmasının, yoksulluğun, krizle terbiye edilmiş olmanın ve özellikle devrimci önderlikten uzaklığın yarattığı çaresizlikle, sermaye iktidarının işe koştuğu her sahte alternatife geçici de olsa bir beklentiyle yaklaşabildiler.

Yeniden güçlenen sendikal örgütlenme
eğilimi ve müdahaleler

Düzenin siyasal sahnedeki oyunlarda asgari bir başarı sergilediği, yanısıra sınıfın sendikal örgütlülüğünün görülmedik derecede kan kaybettiği tüm bu süreçte, çalışma koşullarının ağırlığından, ücret ve hak kayıplarından bunalan örgütsüz kesimlerde sendikal örgütlenme çabaları hiç eksik olmadı. Sendikaların halihazırdaki tablosuna, işçilerin kendiliğinden çabasıyla gerçekleştirdiği sendikal örgütlenmelerin sendikal bürokrasinin dolaysız katkısıyla sıkça tasfiye edilmesine, üstüne bir de tensikatlar yaşanmasına rağmen, işçilerin işyeri sorunlarından kaynaklı tepkilerinin geliştiği her durumda başvurdukları ilk adres yine sendikalar oldu. Çalışma koşullarının iyice ağırlaştırıldığı, ücret zamlarının iyice güdükleştirildiği son iki yılda, sendikal örgütlenme eğilimi çok daha yaygın ve güçlü hale geldi.

Sınıf ve emekçi kitlelerdeki tepki birikimi, düzenin yıkım politikalarını derinleştirmekten başka bir çaresinin olmaması, sendika bürokrasisinin sermayenin ihtiyaçlarına yanıt verirken kendi kuyusunu da kazması, böylece sendikal mevzileri ihanet şebekesinden temizleme olanaklarının nesnel olarak artması ve daha bir dizi olgu... Bütün bunlar, işçilerin sendikal örgütlenme eğilimine ve bu yönlü çabalara bilinçli ifadeler kazandırmaya, bu dinamiği doğru bir şekilde değerlendirmeye hayati bir önem kazandırmıştır. Nitekim Partimiz bunun bilinciyle hareket etmektedir; sınıf çalışmasında bunun gereklerine uygun bir konumlanma ve pratik içindedir.

Sendikal alanda sol akımların
pratiği

Kimi sol akımların bu yönlü çabalarına tanık olsak da, bunlar, sınıfa sistemli ve hedefli bir yönelimin/müdahalenin ifadesi değildir. Burada yalnızca liberal-reformist akım için bir kayıt düşülebilir. Fakat o da dahil sınıf içinde çalışma yürüten küçük-burjuva akımlar, bir takım sendikal mevzilerde yaşam alanı bulabilmelerine ve toplamında daha fazla olanağa sahip olmalarına rağmen, sendikal bürokrasiyi zorlayacak, onun karşısına dikilecek bir örgütlenme pratiğinden yoksundurlar. Zira sendikal örgütlenme çizgileri, bürokratların örgütlülük anlayışıyla büyük oranda örtüşmektedir. Bu anlayış, yukarıda da belirtildiği gibi, işçilerin sendikal ve siyasal eğitimi/bilinçlendirilmesine dayalı bir örgütlenmeyi değil, yetkiyi elde tutabilecek sayıda işçinin üyelik konusunda ikna edilmesini esas alır. Sayısız deneyimin de gösterdiği gibi, bu tür bir sendikalaşma, ya işçi kıyımı başta olmak üzere ilk saldırılar karşısında kolay çözülmelerle sonuçlanıyor, ya da eğer başarıya ulaşmışsa sendikal bürokrasinin denetim alanını ve konumunu güçlendiriyor. Küçük-burjuva akımlar tesadüfen işin bir parçası iseler, başarıdan paylarına düşen, sendikal bürokrasi zemininde ilkesiz flörtler oluyor.

Komünistlerin sendikal örgütlenme faaliyeti, sınıfın ve sendikaların verili tablosunun yanısıra, bütün bu olguları da dikkate alacaktır. Kuşkusuz bu faaliyet, tabanın örgütlü gücünü yaratıp sendikaları ihanet şebekesinden temizlemek üzerine oturmalıdır. Edilgen bir konumda da olsalar bu şebekeye eklemlenmiş sol yaftalı ara kademe sendika bürokratları da bu hesaplaşmanın hedefidirler. Bu bilinçle hareket edilmediği, ilerici yanlar taşıyorlar diye bürokratik mekanizmada yer tutan bazı sendikacılara yönelik iyimser beklentiler içinde olunduğu durumda, emeklerin boşa gitmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Sözkonusu sendikacılara en doğru yaklaşım, bağımsız ve sınıf tabanına dayalı bir devrimci sendikal ve siyasal faaliyet üzerinden basınç yaratmak, böylece onları sınıf mücadelesi yönünde bir takım işler yapmak zorunda bırakmaktır. Siyasal sınıf çalışmamızın hissedilir bir gelişme düzeyi yakaladığı alanlarda, açıktan ihanet edenler dışında kalan sendikacılar bizi dikkate almak zorunda kalmaktadırlar. Komünistlere karşı birçok alanda gericilik yapanlar bile, bir parça istikrarlı ve hedefli bir sınıf çalışmamızın olduğu yerlerde açıktan gericilik yapamaz duruma gelmektedirler.

Sendikal örgütlenme faaliyetinin
temel noktaları

Sendikal faaliyette tümüyle kendi gücümüze, kendi örgütlenme politikalarımıza güvenmek durumundayız. Burada elbette örgütlenmeyi kendi inisiyatifimizle başlatma olanağı olan işyerlerinden söz ediyoruz. Bu tür işyerlerinde, tabanda az çok kararlı ve sağlam bir örgütlenme yaratmadan, mevcut sendikal yönetimleri işe bulaştırmamalıyız. Öylesine ki, sendikacıların karşısına ancak patronların faaliyetten haberdar olmasında bir çekincemizin kalmayacağı aşamada çıkılmalıyız.

Elbette bu düzeyi ancak yoğun bir emek ve ısrarlı bir çabayla yaratabiliriz. Bunun kalıcı bir kazanımla sonuçlanması biraz da faaliyete konu edilen işyerinin durumuna bağlıdır. Bugün içerden çalışma imkanımızın olduğu, kapısına kolay kolay kilit vurulamayacak işletmelerde, nesnel olarak sendikal örgütlenme faaliyeti başlatma imkanımız az ya da çok vardır. Süreci daha hızlı hale getirse de illa tepkilerin dışa vurduğu dönemleri (işyerindeki çeşitli uygulama ve dayatmalardan, ücret zamlarından vb. kaynaklı) beklemek gerekmiyor.

Olumlu ve olumsuz deneyimlerden yola çıkarak genel hatlarıyla bir sendikal örgütlenme faaliyetinin çerçevesini şöyle kurabiliriz:

İçerde çalışıyorsak, yaslanabileceğimiz güvenilir ilk ilişkiler üzerinden bir işyeri komitesi oluşturmaya çalışmalıyız. Fabrikanın ve işçilerin dikkatlice izlenmesi, imkanlar konusunda belli bir fikir oluşturacaktır. Örneğin çalışma sistemi nasıl kurulmuş, tek tek bölüm ve bantların yapısı, her bölüm ya da bantta çalışan işçilerin sayısı ve mümkün olduğu kadar ayrıntılı özellikleri, işçi kümeleşmeleri, bölümlerde, bantlarda ve gruplarda öne çıkan işçiler, bunlardan işçiler içerisinde itibarı ve güvenilirlikleri tartışmasız olanlar, sendikal çalışmanın sorumluluğunu omuzlayabilecekler vb.’nin belirlenmesi gerekir.

Komitenin mümkünse her bölümden işçiyi içermesi önemlidir, daha işlevli hale gelmesi aynı zamanda buna bağlıdır. Bu işçileri dikkatli bir araştırma ve gözlemle saptayıp, tanışmıyor olsak bile mutlaka bağ kurarak çalışmaya dahil edebilmeliyiz. Onları ikna edip bir ekip haline getirir getirmez, her bölümün kendi içinde, güven kriterini de hesaba katarak, küçük işçi gruplarıyla toplantılara geçebiliriz. Bu toplantılar yalnızca sendikaya üyelik için ikna amaçlı değil, temel sorunlarda eğitim içerikli de olmalıdır. Bu çalışmada belli bir mesafe aldıktan sonra, farklı bölümlerden işçilerin katılacağı daha kitlesel toplantılar yapabiliriz. Bu toplantılar, işçiler arasında güvenin güçlendirildiği, birliğin pekiştirildiği, olası sorunlar karşısında ortak hareket etmenin güvenceye alındığı, işçilerin ezici çoğunluğunun sendikaya hazırlandığı bir aşamanın ifadesi olacaktır.

Örgütlenme sürecindeki
eğitimin önemi

Çalışmanın açık hale gelmesinin sakıncalı olmaktan çıktığı aşamaya, işçilerin ana gövdesinin patronlar ve sömürü düzeni konusunda olduğu kadar, sendika bürokrasi, sendikaların durumu vb. konularda da yeterince bilinçlendirilmesi üzerine oturan bir iç örgütlülüğün yaratılmasıyla ulaşılabilir. İç örgütlenme ancak işçilerin daha ilk süreçlerden itibaren kolay kırılamayacak direnişlere hazırlanmasıyla güçlendirilebilir. İşçilerde, hem temelde yaslanacakları gücün kendi özgüçleri olduğu, hem de örgütlenmeyi başarmanın ve hak kazanmanın yolunun üretimi durdurabilecek bir kararlılıkla hareket etmekten geçtiği bilinci, çalışmanın başından itibaren adım adım geliştirilmelidir.

Yalnızca bu kadarı bile, sendikal çalışmada işçilere yönelik çok yönlü eğitimin ihmal edilmeyecek bir temel görev olduğunu anlatmaktadır. Deneyimlerin de gösterdiği gibi, bunun ihmal edildiği yerlerde, içerde ne kadar güçlü görünürsek görünelim, gerek patronun saldırıları, gerekse sendika bürokrasisi karşısında yeterince hazırlıklı değiliz demektir. İşçilere güven veren bir çalışma kapasitesi sergilemeye başlar başlamaz, işçilerdeki öğrenme isteği genel bir hal almaktadır. Zamanında ve yerinde değerlendirmediğimiz bir durumda, bu isteği süreklileştirme ve yayma fırsatını da büyük oranda kaçırmış oluruz. Gerçek bir taban örgütlenmesine dayanmadan sendikalaşılan, dolayısıyla inisiyatifin kolayından bürokratlara geçtiği yerlerde, işçilerdeki ilginin hızla zayıfladığını ya da bizzat sendikacılar tarafından bilinçli bir şekilde kırıldığını sayısız deneyimden biliyoruz. Demek oluyor ki, verili koşullarda örgütlenme süreci, işçilerin sendikal ve siyasal müdahalemize yanıt verecekleri en elverişli dönemdir. Bunu zamanında ve gereğince değerlendirmek, müdahalenin karşılık bulmasını sağlayacak, belli bir istikrara ve güvenceye kavuşturacaktır.

Yine örgütlenme süreci işçileri devrimci ajitasyon-propaganda ve örgütlenmeye de açık hale getirmektedir. Genel kitle açısından sınırları olsa bile, faaliyetin öznesi haline gelenler/getirilebilenler açısından durum böyledir. Daha işin başında dikkatleri ileri çıkan böylesi işçilere odaklamak, onları daha ileri düzeyde kazanmaya çalışmak, giderek örgütlü bir parti birimi yaratmak, çalışmamızın en önemli kazanımı ve en sağlam güvencesi olacaktır. Bir sendikal çalışmayı etkili bir devrimci siyasal çalışmayla içiçe örmek ne denli hayatiyse, bu aynı çalışma içerisinde adım adım parti örgütünün çekirdeklerini oluşturmak da o denli önemlidir. Bu, Partimiz için temel önemde bir stratejik sorundur. Neticede sendikal çalışmanın önemine çubuk bükülmesinin gerisinde de, temelde, sendikal örgütlenme faaliyetinin sınıf hareketini geliştirip devrimcileştirme ve öncü kesimini partiye kazanma stratejik hedefi açısından önemli imkanlar barındırması yatmaktadır.

Bir kez daha vurgulayalım ki, bir fabrikanın ya da işyerinin siyasal sınıf çalışmamızda bir mevzi haline getirilmesi, böylesi mevzilerden alınan politik ve örgütsel güçle sendikaların ihanet çetelerinden temizlenip sınıf savaşımının etkili silahlarına dönüştürülmesi, partinin stratejik hedeflerine sıkı sıkıya bağlı, çok yönlü, sistematik ve istikrarlı bir çabanın ürünü olabilir ancak.

(Ekim, Sayı: 240, Aralık 2004)


Üste