Logo

20. Yılında Komünist Hareket... Geçmişi aştık, geleceği kazanacağız!


 20. Yılında Komünist Hareket...

 

Geçmişi aştık, geleceği kazanacağız!

I
Geçmişten köklü bir kopuş olarak
komünist hareketin doğuşu...

80’li yılların ikinci yarısı... Türkiye’de faşist darbe ve yenilgi sonrası dönem... ‘70’li yılların devrimci yükselişi içinde hızla güç kazanan devrimci örgütler, büyük bir bölümüyle tasfiye olmuş durumda... Ortama dağınıklık ve yılgınlık, devrimden ve örgütten kaçış, tasfiyecilik ve liberalleşme, düzene kaçış ya da ılımlı sol bir çizgide düzenin icazet alanına yönelme hakim...

1987 yılı... Ekim Devrimi’nin 70. Yılı... Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov dönemi... Gorbaçov’un Ekim Devrimi’nin 70. Yılı vesilesiyle yaptığı konuşma, sosyalizmle hiç bir ilgisi kalmamış yozlaşmış bürokratik rejimler için sonun başlangıcı oluyor... Bu arada Gorbaçovculuk ve özellikle de 70. Yıl konuşması, dünya solunda yeni bir tasfiyeci cereyan etkisi yapıyor. Bunun etkileri Türkiye’de de yankılanıyor, yenilginin ürünü tasfiyecilik yeni bir beslenme kaynağı buluyor...

1987 yılı... 12 Eylül karanlığının ardından sınıftaki hoşnutsuzluk birikimini yansıtan ilk işçi eylemleri... NETAŞ ve DERBY işçilerinin büyük yankı uyandıran, umut ve iyimserlik yayan grevleri... Öğrenci gençlik cephesinde ilk hareketlenmeler... Kürt halkının büyük ulusal uyanışı, Kürdistan dağlarında gittikçe güçlenen gerilla mücadelesi....

Ve yine 1987 yılı... Ağır ve kolay bir yenilgiye uğramış bulunan devrimci hareketten arta kalan sınırlı güçlerin ilk toparlanma çabaları...  Toparlanma çabalarına tartışmalar, arayışlar, ayrışmalar eşlik ediyor... Küçük-burjuva kimliğin belirlediği devrimci-demokrat hareket önemli bir yol ayrımında... Kolay yenilginin nedenleri üzerine devrimci muhasabe kritik bir önem taşıyor... Bu nedenlerin üzerine devrimci bir sorumluluk ve kararlılıkla gidilecek, böylece geçmiş ileriye doğru aşılacak mı, yoksa eski çizgiyle, bunun ürünü yapısal zaaflarla kalınan yerden devam mı edilecek?

Büyük yol ayrımındaki kritik soru buydu ve Komünist hareket bu soruya verilen devrimci yanıtın bir ifadesi olarak siyaset sahnesine doğdu. Geçmişin devrimci birikimini ve kazanımların sahiplendi, fakat aynı geçmişe damgasını vuran küçük-burjuva dünya görüşüne, çizgiye ve kültüre savaş açtı. Demokratizm yerine sosyalizm, küçük-burjuvazi yerine işçi sınıfı dedi. Küçük-burjuva sosyalizmine karşı proletarya sosyalizmi bayrağını yükseltti.

Nisan 1987... Komünistler bir bildiri ile yaşadıkları kopmayı ilan ediyorlar...

Mayıs 1987... Komünistler iki temel metinle ideolojik platformlarını devrimci kamuoyuna ilan ediyorlar.

Ve Ekim 1987... Gorbaçovculuğun Ekim Devrimi’nin son izlerine karşı bir haçlı seferi başlattığı bir tarihi kesitte, Komünistler EKİM ismini benimsiyorlar. “Yeni Ekimler İçin!” şiarıyla, devrimci bir yeraltı yayını olan EKİM’in yayınına başlıyorlar. “Herkes Kendi Bayrağı Altına!” şiarını yükselterek, devrimci harekette ilkelere dayalı bir iç ayrışma ve saflaşma çağrısı yapıyorlar.

Bu tarih ve bu adım, bir siyasal akım olarak komünist hareketin doğumunu işaretliyor. Parti sorununu sosyalizm ile sınıf hareketinin devrimci birliği olarak ele alan yeni türden bir hareketin doğumunu müjdeliyor.

II
Komünist hareketin ilk büyük sınavı

Tarih Mart 1991... Ekim 1. Genel Konferansı’nın toplandığını kamoyuna açıklayan bildiri şu sözlerle başlıyor: “Mevcut tüm örgütlerimizin seçilmiş delegeler temelinde tam ve geniş bir temsiline dayanan EKİM 1. Genel Konferansı toplandı...”

Oysa çok değil, yalnızca üç yılı biraz aşan bir süre önce, hemen herşeye sıfırdan başlanmıştı. Elde ne örgütsel bir yapı ne de herhangi bir kadro birikimi vardı. Ve yalnızca üç yılı biraz aşan bir süre sonra, komünist hareket ideolojik, politik ve örgütsel bütünlüğü içinde bir siyasal güç idi artık. Geniş bir örgütsel temsile dayanan EKİM 1. Genel Konferansı bu gelişmeyi simgeliyordu. İdeolojik bir çıkış, kararlı ve inatçı bir çaba içinde kendi maddi karşılığını da yaratmıştı. Üstelik yenilginin tasfiyeci etkilerinin hala da sürdüğü, dahası dünyadaki ‘89 çöküşüyle yeni bir güç ve ivme kazandığı bir tarihi evrede...

Bu, komünist hareketin ilk büyük sınavı idi. Bu sınav, en elverişsiz koşullarda yola çıkıldığı halde, kısa zamanda siyasal ve örgütsel varolma hakkı kazanılarak verilmişti. Geleneksel küçük-burjuva hareketten köklü kopuşun derin ideolojik-politik anlamı, hayat içinde karşılığını bularak kanıtlanmıştı.

Fakat bu yalnızca bir başlangıç sınavı idi. Asıl sınav partinin inşası üzerinden verilmeliydi. Partinin ideolojik ve örgütsel temelleri yaratılmalı, partileşme çabası sınıfla devrimci birleşme çabası içinde ete kemiğe büründürülmeliydi. Zaman komünistlerin bu sınavı da alınlarının akıyla vereceğine çok geçmeden tanıklık edecekti.

III
1987-1991: Büyük kitle hareketi dalgası

1987-1991 yılları... Sınıf hareketinin büyük dalgasının yaşandığı yıllar... Başlangıçta sınırlı bazı grevler olarak başlayan hareket, yıldan yıla güç kazanarak ‘89 Baharında büyük patlamasını yapıyor. Türkiye’yi sarsan bu görülmemiş genişlikteki hareket ‘90 yılında da devam ediyor. Yaygın işçi eylemleri sonbaharda büyük bir grev dalgası ile birleşiyor ve yılın sonuna doğru, Zonguldak madenci fırtınası ile doruğuna ulaşıyor.

Aynı dönemde, daha somut olarak da 1990’dan itibaren, sahneye kamu emekçileri de çıkıyor. Yaygın eylemliliğe yoğun bir örgütlenme çabası eşlik ediyor, hemen tüm işkollarında kamu emekçileri sendikaları kuruluyor ve geniş bir kitle tabanı kazanıyor.

Dönemin yaygın işçi-emekçi hareketliliği, Kürdistan’da patlak veren Serhildanlarla yeni bir boyut kazanıyor. Kürt ulusal uyanışı, sürekli güç kazanan gerilla hareketi ile kent ve kasaba merkezlerindeki kitle hareketinin birleştiği bir gelişme aşamasına ulaşıyor.

Kendi cephesinden öğrenci gençliğin de yer aldığı bu ‘87-‘90 hareketliliği, özellikle de işçi hareketi, henüz dağınıklık ve tasfiyeci bir karmaşa içindeki Türkiye solu üzerinde geçici bir moral etki yaratıyor. ‘70’li yılların halkçı akımları, geçmiş bilinçlerinde ideolojik bir yenileme yaşamaksızın, bir anda “işçici” oluyorlar. Ortama devrimci bir iyimserlik hakim, yeni bir devrimci yükseliş beklentisi var.

Aynı dönemde dünyada ‘89 yıkılışı yaşanıyor, ortalık toz duman, dünya solu büyük bir bölümüyle yıkılışın sarsıntı altında eziliyor... Fakat büyüyen ve yayılan kitle hareketi Türkiye’de bu yıkıcı etkiyi sınırlıyor. Halkçı akımlar, köklü yapısal zaaflarını sorgulamayı ve aşmayı bir yana bırakarak, gelişmekte olan kitle hareketi dalgası içinde kolayından güç olmayı, böylece yenilgiyi unutmayı/unutturmayı umuyorlar.

IV
1990’lı yıllar: Toplumsal durgunluk ve siyasal gericilik

Fakat iyimser beklentiler gerçekleşmiyor... 12 Eylül sonrasının bu umut ve iyimserlik yayan en önemli kitlesel kabarması, ‘91 yılı başında sona eriyor. Yiğit Zonguldak madencilerinin Mengen barikatlarında kırılan eylemi, büyük işçi hareketi dalgasının da sonunu işaretliyor. Körfez savaşını bahane eden sermaye iktidarı, Türkiye tarihinin bu en geniş katılımlı işçi hareketini kırmakla kalmıyor, hareketin önünü tutan öncü işçi kuşağını da sistemli bir çabayla fabrikalardan ve işletmelerden temizliyor. Bu işçi hareketinin sonraki dönemine de vurulan ve etkileri hala da aşılamayan büyük bir darbe oluyor.

1992 yılı Newroz’u ise Kürt hareketinin gelişme sınırlarını ortaya koyuyor ve onu tarihi bir yol ayrımı ile yüzyüze bırakıyor. Bu yol ayrımında seçilen yol, devrimci konumdaki Kürt hareketini zamanla bugünkü reformist çizgiye sürüklüyor... Aynı dönemde öğrenci hareketi yaşadığı kısırlığı bir türlü aşamıyor, dar bir çerçeveye sıkışıp kalıyor... Kamu çalışanları hareketi gelişimini herşeye rağmen sürdürüyor, fakat bürokratik-reformist önderlik altında bu hareketin olanakları da zamanla heba oluyor.

Bütün bu gelişmeler devrimci ve reformist kanatlarıyla Türkiye’nin geleneksel soluna egemen iyimser havayı da alıp götürüyor. Solda yeni bir tasfiyeci dalga başgösteriyor. ‘89 yıkılışının etkileri biraz gecikmiş olarak Türkiye solunda da yankısını buluyor. 20-30 yıllık parti ve örgütlerden bazıları tasfiye olup gidiyor... ‘70’li yılların en büyük örgütleri devrimle ideolojik ve örgütsel bağlarını kopararak düzenin icazetine sığınıyorlar, birer birer yasal partiye dönüşüyorlar. Halkçı akımlar sınıfa yönelim modasını kısa zamanda bir yana bırakıyorlar, yeniden geleneksel alanlarına, esas olarak da semtlere çekiliyorlar.

‘87-90 eylem dalgası, 12 Eylül sonrasının en önemli kitlese kabarması idi. Solu toplamında hazırlıksız yakaladı ve kalıcı mevziler yaratmadan kırılıp gitti. O günden bugüne Türkiye’de yaşanan, esası yönünden toplumsal durgunluk ve siyasal gericiliktir.

İşçiler ve emekçiler o günden bugüne elbette hep bir biçimde hareketlilik içinde oldular. Gösteriler, eylemler hiç eksik olmadı. Kitlesel katılımlı 1 Mayıslar yaşandı, Ankara’ya büyük yürüyüşler gerçekleşti, İstanbul’un semtlerinde kitlesel patlamalar oldu. Kürt halkı direnişini kesintisiz olarak sürdürdü.

Fakat tüm bunlar belli sınırlar içinde kaldı, büyüyen ve genişleyen birleşik bir dalgaya dönüşmedi. Türkiye toplumunun ancak böyle bir dalga ile temizlenebilecek 12 Eylül sonrası kirli havası, faşizm, şovenizm ve dinsel gericilikle iyiden iyiye zehirlendi... Halen de durum budur ve denebilir ki bugünün Türkiye’sine tüm bir 12 Eylül sonrası dönemin en kirli, en zehirli atmosferi hakimdir.

V
Komünistler zor dönemde zoru başardılar

Kitlesel bir kabarmanın yaşandığı başlangıç yıllarında, Komünistler henüz bir ilk örgütsel ve kadrosal temel yaratmak uğraşında idiler. Bunda bir ölçüde başarı sağladıkları bir aşamada ise kitlesel kabarma artık geride kalmıştı. Dalganın kırıldığı tarih ile EKİM 1. Genel Konferansı’ın topladığı tarih aynıdır: ‘91 yılı başı...

Komünistler kitle hareketindeki kırılmayı izleyen ve solun hemen tümünü bir biçimde etkileyen tasfiyeci cereyana kararlılıkla direndiler. Bunun kendi saflarına etkisini de aynı kararlılıkla bertaraf ederek, parti inşa sürecini ilerletmeye ve partinin kuruluşuyla taçlandırmaya verdiler tüm dikkatlerini. İdeolojik gelişmeyi ihtilalci temellere dayalı örgütsel bir gelişme eşliğinde sürdürmekle kalmadılar, tüm güç ve enerjileriyle sınıfa yöneldiler. Büyük bir kararlılık ve inatla fabrika ve işletmelerde çalıştılar. Patlak veren işçi direnişleriyle her seferinde anlamlı bağlar kurdular. Geçici semt hareketlenmelerinin yarattığı yeni halkçı cereyana prim vermeyerek, sınıf çalışmasına yüklenmeyi inatla sürdürdüler. Bu çabalar içinde önemli deneyimler biriktirdiler ve bazı ilk kazanımlar elde ettiler. Gençlik hareketi içinde kazandıkları güç ve olanakları da bir biçimde bu çalışmaya yönelttiler.

Bütün bunlar siyasal polisin sonu gelmeyen ve her seferinde önemli kayıplara yolaçan saldırıları eşliğinde oldu. Bu saldırılara rağmen komünist hareket, örgütsel varlığını ve günden güne genişleyen faaliyet kapasitesini hiç kaybetmedi. Bir yeraltı yayını olan Ekim, bütün bu dönem boyunca, üstelik artık 15 günlük periyotlar halinde düzenli olarak yayınlandı. Komünistler bu arada legaliteden, legal araç ve olanaklardan da en iyi biçimde yararlanmaya çalıştılar. Düzenli periyodik yayınlar, kitaplar, bültenler, broşürler çıkardılar...  Özellikle siyasal poliste olmak üzere, mahkemelerde ve zindanlarda direnişçi bir kimliğin temsilcisi oldular. Habib Gül şahsında en iyi temsilcilerinden birini bulan direnişçi bir gelenek geliştirdiler, kendi direniş kültürlerini yarattılar.

Özetle komünistler, devrimci teorik gelişmeyi devrimci pratik çalışma ve eylemle birleştirdiler. Bunu, ihtilalci temellere dayalı bir örgütsel gelişme zemininde ve sınıfla devrimci birleşmeye kilitlenen bu süreç halinde yaşadılar.
Zor ve elverişsiz bir tarihi-toplumsal ortamda bu zorlu çaba, Kasım 1998’de tarihi bir başarıyla taçlandı. Geniş bir örgütsel temsile dayanan TKİP Kuruluş Kongresi, haftalarca süren yoğun çalışmasının ardından partinin kuruluşunu ilan etti.

VI
“Devrim tarihimizde bir kilometre taşı!”

 “Devrim tarihimizde bir kilometre taşı!”

TKİP Kuruluş Kongresi Bildirisi partinin kuruluşunu bu başlıkla bildiriyor ve atılan tarihi adımın anlamı hakkında şunları söylüyordu:

“Partimizin kuruluşu, insanlığı ve uygarlığı tükenişe ve yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı kendi coğrafyamızdan yükseltilen militan bir mücadele çağrısıdır. Partimizin kuruluşu, onyıllardır yıkılmayı bekleyen Türkiye’nin kokuşmuş ve çeteleşmiş kapitalist sömürü düzenine militan bir savaş ilanıdır. Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır. Ve nihayet partimizin kuruluşu, kapitalist sömürü düzenini tarihe gömecek ve bu uğurda tüm emekçilere önderlik edebilecek yetenekteki tek gerçek toplumsal güç olan işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının somut olarak karşılanmasıdır...”
Geçmişi devrimci temellerde eleştirip aşma çabasının ürünü olan TKİP, aynı zamanda kendini bu geçmiş içinde oluşan tarihi birikimin ürünü, mirasçısı ve yarınlara taşıyısı ilan ediyordu:

“Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye’de zafer ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mirası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı saymaktadır...

“Fakat öte yandan partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmişin çok yönlü bir eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksik ve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrimci eleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel üzerinde devrimci bir yenilenmenin ifadesi olmuştur. Dünyada ve Türkiye’de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır.”

TKİP Kuruluş Kongresi bildirisi, partinin nihai hedefini ve temel niteliklerini şu sözlerle vurguluyordu:

Partimiz komünist sıfatı taşımaktadır, o komünizmin partisidir. Nihai hedefi, toplumun sınıflara bölünmesine kesin bir biçimde son vermektir. Böylece bu bölünmeden doğan her türlü toplumsal ve politik eşitsizliği tamamen ortadan kaldırmak, onun ürünü olan her türlü kötülüğü kökünden yoketmektir. Baskının, sömürünün, her biçimiyle köleliğin ilelebet yokedildiği evrensel bir toplum düzenine ulaşmaktır.

“Partimiz devrimci bir kimlik taşımaktadır; o devrimin, proletarya devriminin partisidir. Bugün partimizin önündeki temel devrimci görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkılması, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir...”

“Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimizin işçi sınıfının temel çıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları dışında bir amacı yoktur. İşçi sınıfı toplumumuzu bugünkü çürüme ve kokuşmadan muzaffer bir devrimle çekip çıkarma yeteneğinde olan tek gerçek toplumsal güçtür. Devrimimiz ancak bu sınıfın önderliğinde başarıya ulaşabilir. Partimizin temel tarihi misyonu bu doğrultuda işçi sınıfına yol göstermek, ona bugünkü mücadelesinde önderlik etmektir. Bunda başarılı olabilmek için işçi sınıfıyla et ve tırnak gibi kaynaşmak partimizin en acil görevidir. Bu tüm öteki emekçi katmanlara, toplumun tüm öteki ezilen kesimlerine başarıyla önderlik edebilmenin de biricik maddi güvencesidir.”

VII
Devirmeyen darbe güçlendirdi!

TKİP’nin kuruluşu 10 yılı aşan zorlu bir parti inşa sürecinin ürünü olmuştu. Bu süreç örgütsel bir inşa, kadrosal bir birikim, pratik bir mücadele deneyimi, direnişçi bir gelenek ve sınıf hareketiyle kurulan somut bağlarda maddi ifadesini bulmuştu. Partinin kuruluşu bütün bu alanlarda yeni bir düzeyde geçişe bir çağrıydı da.

Ne var ki karşı-devrim saldırısı buna izin vermedi. Sermaye iktidarı Partinin kuruluşunu parti örgütüne yönelik sistemli saldırılarla karşıladı. TKİP bu saldırılardan büyük yara aldı, fakat yıkılmadı. Partili kimliğe ulaştıran birikim bu türden saldırıları başarıyla atlatabilmenin de en büyük güvencesiydi. Partinin saldırılara bir yanıt olarak kaleme aldığı“Devrimeyen darbe güçlendirir!” başlıklı değerlendirmede bu şöyle ifade ediliyordu:

“Biz artık partiyiz; bizim artık bir adımız, bayrağımız, programımız, çizgimiz, değerler sistemimiz, geleceği kucaklama azmimiz ve işkenceci takımının bir kısmını şu günlerde ayrıca tanıma olanağı bulduğu davada sarsılmaz kadrolarımız var. Bu bir kimlik, bir kültür, sarsılmaz bir moral kuvvet, geleceği kucaklama iradesi ve hırsı demektir. Bu dokunulamaz ve yıkılamaz bir kuvvettir, bu partidir. Parti olmak herşeyden önce budur ve düzenin bütün bir saldırı ve şiddet aygıtının bunun karşısında yapabileceği bir şey yoktur. Bu olduğu sürece, aldığımız örgütsel darbeleri, yaşadığımız fiziki kayıpları kısa sürede misli ile telafi ederiz biz. Dahası yaşananların sağladığı paha biçilmez derslerle daha bilinçlenmiş, güçlenmiş ve bilenmiş olarak...”

Bu aynı yıllar Türkiye’de siyasal gericiliğin adeta şaha kalktığı bir dönemi işaretliyordu. Öcalan’ın emperyalist-siyonist bir komplo ile teslimi, TKİP’nin kuruluşunun hemen sonrasına denk geldi. Bu gelişme ve bunu izleyen İmralı teslimiyeti, Türkiye’de burjuva gericiliğine büyük bir moral güç ve inisiyatif kazandırdı. Türkiye solu üzerinde yeni bir tasifiyeci basınç oluşturdu. Önce Ulucanlar ve ardından 19 Aralık katliamına varan hücre saldırısı, hemen bunun sonrasına geldi. Büyük bedellere malolan Zindan Direnişine rağmen saldırı püskürtülemedi. Ardından dünyada 11 Eylül sonrası terörizme karşı savaş histerisi başgösterdi ve Türk burjuva gericiliği bundan da en iyi biçimde yararlandı. Öte yandan, ipleri emperyalizmin elinde olan dinsel gericilik odakları AKP eliyle yoksul yığınların geniş kesimlerini denetim altına alarak düzene bağladılar. Bu gelişme ve azdırılan şovenizm, sınıf ve kitle hareketinin gelişimini zora sokarak, burjuva gericiliğini ayrıca rahatlattı. Bu çok yönlü gericilik ortamında solda tasfiyeci çözülme ve savrulmalar yeni bir güç kazandı. Solun geniş kesimleri burjuva parlamentarizmi çizgisine kaydı.

TKİP yaralarını işte böylesine elverişsiz bir zaman kesitinde sardı. Darbenin ardından ortaya koyduğu güvenli sözlerinin temelsiz olmadığını kanıtladı... Devirmeyen darbe güçlendirdi... Saldırının yaraları adım adım sarıldı ve parti çok yönlü bir pratik-örgütsel gelişme sürecine oturdu.

TKİP bugün her açıdan en güçlü dönemindedir. Soluk soluğa bir çalışma ve mücadele pratiğinin içindedir. Sosyalizmle sınıf hareketinin devrimci birliğini sağlamak inat ve kararlılığını her zamankinden daha güçlü bir biçimde sürdürmektedir. Bu özelliği ile o bugünün Türkiyesi’nde sınıf çalışması ile özdeşleşmiş tek devrimci siyasal harekettir.  Fakat o aynı zamanda büyük kentlerin yoksul semtlerinde, kamu emekçileri arasında, üniversiteli ve liseli gençlik içinde de etkin bir çalışma yürütmektedir. Sınıf eksenli çalışmanın oturması, öteki emekçi katmanlara yönelik çalışmaya yönelimi kolaylaştırmaktadır.

VIII
Güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz!

Türkiye’de ‘60’lı yılların büyük sosyal uyanışına, düzen sınırlarını ve kurumlarını aşamayan bir burjuva sosyalizmi damgasını vurmuştu. ‘70’li yıllardaki büyük halk hareketine ise, ufku demokrasiyi ve bağımsızlığı aşamayan devrimci küçük-burjuva sosyalizmi damgasını vurdu. Bu iki akımdan ilki bugünün reformist sol çevreleri şahsında, ikincisi ise bazı devrimci-demokrat gruplar şahsında halen de varlığını sürdürmektedir. Fakat gerçekte ikisinin dönemi kesin olarak kapanmıştır, üstelik daha ‘80’li yıllarda. 12 Eylül yenilgisi burada bir dönüm noktası olmuş, ‘89 yıkılışı ise bunu pekiştirmiştir.

Türkiye’nin gelmesi kaçınılmaz yeni devrimci yükselişine işçi sınıfı damgasını vuracaktır. Komünistlerin 20 yıl önce yükselttiği ve TKİP ile taçlandırdığı proletarya sosyalizmi bayrağı, bu yeni döneme ideolojik ve örgütsel bir hazırlıktır. Türkiye’nin devrimci geleceği, bu hazırlığın her alanda ve her açıdan güçlendirilmesine, işçi sınıfı içinde ete kemiğe büründürülmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu başarıldığı ölçüde, geleceğin devrimci yükselişine proletarya eksenli devrimci sosyalizm damgasını vuracaktır.

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!