AKP-MHP iktidarının pervasız saldırıları ülkenin dört bir yanında on binlerin sokaklara dökülmesine, bir halk hareketinin fitilinin ateşlenmesine yol açtı. Faşist baskı ve zorbalığa karşı sokağa ilk çıkan ve meydanların yolunu açan ise üniversite gençliği oldu. İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesine ve hemen ardından gözaltına alınmasına tepki olarak İstanbul Üniversitesi’nde bir araya gelen gençlik, dinci-faşist rejime karşı ilk eylemi gerçekleştirdi. Faşist tek adam rejiminin yüzlerce polisle kurduğu barikatlar gençliğin öfkesi ve kararlı tutumuyla yıkıldı. Barikatları aşa aşa ilerleyen gençlik Saraçhane’ye yürüdü. Saraçhane’de ise belediye binasının önünde durmadı, Taksim’e giden Bozdoğan Kemeri’nin önünde konumlandı.
Bu ilk eylem, başta üniversite gençliği olmak üzere bütün bir topluma cesaret verdi, yol gösterdi. Daha ilk günden gençliğin patlayan öfkesi düzen muhalefetine desteğin çok ötesine geçti. Önüne kurulan barikatları aşan gençlik, belediyenin önünde edilgen bir şekilde beklemek yerine AKP-MHP iktidarının cisimleştiği polis barikatının karşısında durmayı tercih etti.
Sokaklar, kampüsler, meydanlar...
Direniş her yerde!
Halk hareketi boyunca üniversiteli gençlik günlere yayılan kitlesel eylemler gerçekleştirdi. İstanbul’da kampüslerde bir araya gelen üniversiteliler Beyazıt Meydanı’nda, Beşiktaş Meydanı’nda ve Maçka’da yapılan öğrenci buluşmalarına akın etti. Üniversiteliler adına son yılların en kitlesel yürüyüşleri ve eylemleri gerçekleştirildi. Direniş dalga dalga yayılarak büyüdü. Bir yandan Saraçhane, diğer yandan ise gençliğin kendi eylem ve çağrıları odak oldu.
İstanbul’un yanı sıra Ankara ve İzmir başta olmak üzere birçok kentte binlerce gencin katıldığı eylemler ve yürüyüşler düzenlendi. Ankara’da üniversiteliler ODTÜ ve Hacettepe başta olmak üzere hem üniversitelerde hem de Kızılay’da militan eylemler gerçekleştirdiler. Aynı şekilde İzmir’de de Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinde eylemler yapıldı, kent kitlesel eylemlere sahne oldu.
Akademik boykot
Bir yandan eylemler devam ederken, öte yandan ODTÜ öğrencilerinin çağrısı ve akademik boykot tartışmalarıyla büyüyen direniş kampüslere taşındı. Zira üniversiteler gençlik cephesinde büyüyen tepkinin merkezleriydi. Dolayısıyla ODTÜ öğrencilerinin çağrısı birçok üniversitede karşılık buldu ve akademik boykot kararları alındı. Kimi üniversiteler de öncülüğünü reformist gençlik örgütlerinin yaptığı sosyal medya ve Whatsapp grupları açıldı. Bu gruplarda irili ufaklı online toplantılar yapıldı. Ardından başta ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İTÜ, Hacettepe, Ege, YTÜ, Marmara Üniversitesi gibi köklü devlet üniversitelerinin yanı sıra Yeditepe, Bilgi, Koç Üniversitesi vb. özel üniversitelerde akademik boykot başladı.
Akademik boykotun başladığı ilk gün genel olarak öğrencilerde bir kafa karışıklığı vardı. Zira boykotun süresi, nasıl yapılacağı ve en önemlisi de taleplerinin ne olacağı konusunda bir belirsizlik hakimdi. Kimi üniversitelerde merkezi, kimi üniversitelerde ise fakülte fakülte forumlar gerçekleştirilmeye çalışıldı. Buralarda taleplere dair tartışmalar yürütüldü.
Ancak boykotun ilk gününden ilerleyen günlerine değin taleplerin belirlenmesinden boykotun örgütlenmesine kadar tüm üniversitelerde farklı süreçler yaşandı. Farklı üniversite ve fakültelerde “Diploma iptali geri çekilsin!”, “Kulüp ve topluluklara dönük baskı ve yasaklar son bulsun!”, “Kayyım uygulamaları son bulsun!”, “Gözaltılar ve tutuklamalara son verilsin!” gibi talepler öne çıktı.
İstanbul’da akademik boykot süreci
Akademik boykot üzerinden İstanbul’da sürecin ilerleyişine dair örnekler vermek anlamlı olacaktır. İstanbul’daki Akademik boykot forumlarında, daha önce okullarda ÖTK mekanizması için çalışma yürüten reformist gençlik örgütleri, boykotun aşağıdan yukarıya doğru örgütleneceğine dair tartışmalar açtılar. Bunun için bölüm, fakülte, üniversite seçimleri yapacaklarını ifade ettiler. Ancak süreç sağlıklı ilerletilmedi. Fakülte ve üniversite temsilcileri çoğunlukla bu örgütlerden insanlar üzerinden belirlendi.
Süreç içerisinde hareketin kendiliğinden ileri çıkarttığı öncüler başta olmak üzere, boykot ve eylemlere katılan öğrencilerin bir kısmı temsilcilerin demokratik yollarla seçilmediğini forumlarda veya yaptıkları tartışmalarda sıklıkla ifade ettiler.
Örneğin İstanbul’da bu temsilcilerin oluşturduğu “İstanbul Boykot Komiteleri Koordinasyonu”nun öğrencilere yaptığı eylem çağrıları, öğrenciler tarafından “Bu eylem kararları ve eylem yerleri neden forumlarda belirlenmiyor. Biz tartışmaların parçası olamıyoruz, karar alma mekanizmalarında yokuz, kararlar tepeden inme” gibi tepkilerle karşılandı. Sürecin örgütlenişine dair benzeri tepkiler kimi forumlarda ve öğrencilerin tartışma zemini olan sosyal medya ve Whatsapp gruplarında sürekli olarak dile getirildi.
Yine de bütün eksikliğine ve tartışmalı yanlarına rağmen boykot komitelerinin (dolaysız olarak buradaki reformist gençlik örgütlerinin) çağrısı ile kitlesel eylemler gerçekleştirildi.
Ancak söz konusu “eylem komiteleri”nin eylemlerin sorumluluğunu almakta yetersiz kaldıkları görüldü. Örneğin “25 Mart Büyük Maçka Yürüyüşü”nde eylem komitesi, devrimci şiarların yer aldığı flamalara dönük saldırılarda faşist provokasyona zemin hazırlayan bir tutum aldı. 27 Mart’ta ise kendi yaptığı eylem çağrısına “eylem zayıf geçecek”, “polis kuşatması ve gözaltı saldırıları var” vb. bahanelerle son anda gitmeyerek (kimi üniversitelerden komiteler son anda eylemin planlayıcısı olmaktan çekildiğini söylerken, kimisi ise alana hiç gitmedi) oradaki gençliğin tepkisini çekti
Bütünüyle bakıldığında, üniversitelerde gerçekleştirilen “akademik boykot”un boykottan çok üniversiteler merkezli kitlesel gençlik eylemleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Gençlik neden sokakta?
Üniversite gençliğini kitlesel olarak harekete geçiren en temel etken, haklarının sistematik olarak gasp edilmesi, özgürlük alanlarının gerici-faşist iktidar tarafından zorbaca baskılanması ve her geçen gün derinleşen geleceksizlik sorunu oldu. Zira gençlik, ekonomik-mali krizin yıkıcı sonuçlarını doğrudan yaşıyor. Yoksulluk, okurken çalışmak zorunda olmak, en temel ihtiyaçlardan dahi yoksun kalmak, eğitim hakkının gasp edilmesi, özgürlüklerine dönük saldırılar kriz koşullarında alabildiğine yoğunlaşmış ve yaygınlaşmış durumda. Bütün bunlar gençlik cephesinde öfkeyi mayalıyordu. Gençliğin öfkesini patlatan ise AKP-MHP iktidarının sonu gelmez zorbalığı oldu.
AKP-MHP iktidarı, adım adım inşa ettiği zorbalık rejimi ile bütün bir toplumu baskı altına alıyor. Hem dinci-gerici ideolojik saldırılar hem de temel demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırılardan toplumun ezici çoğunluğu payına düşeni fazlasıyla alıyor. Sokaklarda, kampüslerde, işyerlerinde yani yaşamın üretildiği her alanda rejimin faşist baskı ve zorbalık gün be gün tırmandırılıyor. İşçi ve emekçilerin hakları sürekli tırpanlanıyor. Grevler, hak arama eylemleri yasaklanıyor. Üniversitelerde ise kayyım rektörler tek adam rejiminin bir aparatı olarak çalışıyor. Üniversitelerde dinci-gerici iktidarın ideolojik referanslarına uymayan hiçbir söze, etkinliğe, düşünceye yaşam hakkı tanınmıyor. Gençlik söz söyleyemediği, en temel ihtiyaçlarından dahi mahrum kaldığı kampüslerde, yurtlarda ve sokaklarda kendini sıkışmış hissediyor. Bu boğucu kuşatmaya ekonomik krizin ödettirilmek istenen faturasının da eklenmesi, gençliğin öfkesinin büyüyerek kampüslerden sokaklara kitlesel olarak taşmasına yol açtı.
Bu öfke AKP-MHP iktidarının doğrudan sorumlusu olduğu ekonomik-sosyal yıkıma dönük bir öfkedir aynı zamanda. Bu öfke faşist tek adam rejiminin kalıcılaştırılmasına dönük bir isyandır. Kural tanımazlığa, pervasızlığa, en temel hakların dahi tek adamın iki dudağı arasından çıkan kararlarla askıya alınabilmesine dönük bir tepkidir. Gerici-faşist rejime yandaş olmayan kesimlere “söz hakkı tanınmaması”na dönük bir haykırıştır. Depremlerde, yangınlarda, kadın ve çocuk cinayetlerinde, genç intiharlarında sorumlu olan rejimin hesap vermemesine, kendisini her seferinde aklamasına dönük bir tepkidir. Bu direniş, bir yandan özgürlük alanlarına dönük saldırılara öte yandan dayatılan koyu geleceksizliğe karşı bir isyandır. Faşist tek adam rejiminin kalıcılaşması için yapılan saldırılara bir karşı koyuştur.
Yıllardır işçi ve emekçilerin yanı sıra gençlerin de umutları burjuva düzen muhalefetinin etkisiyle dört yılda bir yapılan göstermelik seçimlere endeksleniyordu. Ancak tek adam rejiminin İmamoğlu üzerinden burjuva düzen muhalefetini de hedef alarak saldırması, önünde engel olarak gördüğü her şeyi hoyratça bertaraf etmeye dönük politikaları, “seçimler” üzerinden yaratılan yanılsamayı da kitleler nezdinde tartışmalı hale getirdi.
Gençlik kitlelerinin başta İstanbul olmak üzere İzmir ve Ankara gibi metropollerde dile getirdiği “miting değil eylem!”, “kurtuluş sokakta, sandıkta değil!” vb. söylemler bu açıdan dikkate değer bir olgudur. Gençlik uzun bir aradan sonra yüzünü kitlesel olarak sokağa, fiili meşru mücadeleye dönmüştür. Hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine, dayatılan geleceksizliğe, faşist baskı ve zorbalığa karşı öfkesi büyüyen üniversite gençliği, edilgen bir konumda kalmayı bırakıp tüm enerjisiyle harekete geçmiştir.
Gençlik eylemlerinden bazı gözlemler
- Eylemlerde en çok tepki AKP-MHP iktidarına ve tek adam rejimine yöneliktir. Baskı, geleceksizlik, saldırılar hep tek adam rejimi ile ilişkilendirilmektedir. Eylemlerde sık sık Gezi Direnişi vurgusu öne çıkmaktadır. Sokağa çıkan gençlik Gezi Direnişi’nin iktidarı korkuttuğunu biliyor. İktidarın bu korkusunu büyütmek için “biz de sokaktayız” diyerek Gezi’yle bağ kuruyor.
- İlk gün Saraçhane’de atılan ve sonradan bütün eylem alanlarına yayılan “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil!” şiarının kitlelerde bir karşılığı oldu. Sokaktaki gençlik, siyasal iktidarın “seçimleri” ve sonuçlarını dahi tanımayabileceğini son saldırılar üzerinden gördü. Bir önceki başkanlık seçimlerinde gençlik kitleleri düzen muhalefetine belirgin bir umut bağlamıştı. Ama gelinen yerde seçimlerin yapılıp yapılmayacağını tartışıyorlar.
Bu nedenle “sokak” eğilimi gençliğin belli bir kesimini etkiliyor olsa önemlidir. Zira sokağa çıkmak ve harekete geçmek kitlelerin bilincine fiili meşru mücadelenin önemini aşılıyor.
- Gerek kitle hareketi sürecinde öne çıkan slogan ve şiarlarda, gerekse gençliğin kendine özgü formüle ettiği taleplerde Gezi Direnişi’nin etkisi açıkça görüldü. İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere birçok şehirde “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı atıldı. Bu açıdan Haziran Direnişi sürecinde barikatlar aşılarak Taksim Meydanı’na girilmesi bugünkü hareket adına bir tür eşik sayıldı. Belli bir gençlik kitlesinin Saraçhane’de kürsü önünde yapılan mitinge katılmak yerine Bozdoğan Kemeri’ne yönelmesi bu bakış açısının bir sonucudur. Üniversite forumlarında ya da farklı mecralarda CHP mitinglerine gitmek yerine ayrı eylemlere gitmeyi tartışmak da bunun bir örneğidir.
- Devrimci mücadelenin birikimine ait olan “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Faşizme karşı omuz omuza!’ vb. sloganlar eylemlerde azımsanmayacak ölçüde kullanıldı ve sahiplenildi. Bu hareketin ileri yanlarını temsil etmektedir.
- Öte yandan milliyetçi ve burjuva cumhuriyete atıf yapan değerler, söylem, şiar ve marşlar da önemli bir gençlik kitlesi tarafından sahiplenildi.
Zorbalığa karşı özgürlük mücadelesini büyütmek için!..
Üniversite gençliğinin sürükleyici bir dinamik olarak içerisinde yer aldığı bir halk hareketi yaşandı. Sokaklar, kampüsler, kent meydanları dolup taştı. Gelinen yerde bu direniş tek adam rejiminin korkusunu büyüttü. Bu nedenle dizginsiz bir polis-yargı terörü devreye sokuldu, binlerce kişi gözaltına alındı, yüzlerce kişi tutuklandı. Açıkça görülmektedir ki, halk hareketi baskı ve zorbalıkla ezilmek isteniyor. Kitleler korkutularak yılgınlığa düşürülmek isteniyor. Bütün bunlara karşı yapılması gereken, zorbalığa karşı direnişi güçlendirmek, eylemli mücadeleyi sokaklarda, kampüslerde ve işyerlerinde büyüterek bir adım öteye taşımaktır.
Gençlik güçleri ise üniversiteler temelinde hareketin kalıcı mevzilerini yaratmak sorumluluğuyla yüz yüzedir. Bu konuda anlamlı çabalar olsa da, bu henüz hareketi ileriye taşımak ve muhtevasına etki etmek açısından yeterli değildir. Dolayısıyla üniversitelerin içerisinde daha güçlü süreçler örgütlenebilmeli, talepler belirlenip somutlanmalı ve ayağa kalkan üniversite gençliği kalıcı mevzilere kavuşturulabilmelidir. Bunun imkanları düne göre çok daha fazladır.
Gündemdeki halk hareketi heterojen bir yapıya sahiptir. Eylemlerde kimi zaman duyulan faşist söylem ve sloganlar bunun bir sonucudur. Fakat bu söylem ve şiarlar kitlenin genelinde kabul görmemektedir. Buna rağmen, kitle hareketini saptıran, burjuva milliyetçiliği üzerinden gölge düşüren bu faşist söylem, şiar ve sloganlarla mücadele etmek de büyük bir önem taşımaktadır. Bu da ancak kitle hareketinin geneline devrimci-ilerici söylemleri mal etmekle, üniversite zeminlerinde şekillenen mücadele dinamiklerine yapılacak müdahalelerle (talep belirlemekten, devrimci-ilerici şiar ve araçları öne çıkarıp etkili bir şekilde kullanmaya değin) mümkün olabilir.
Gençlik kitleleri uzunca bir süreden sonra yeniden bütün dinamizmi ile harekete geçmiştir. Zorbalığa karşı yüzünü özgürlüğe dönmüş, dinci-gerici iktidar ve düzen muhalefetinin yıllardır kriminalize etmeye çalıştığı sokak eylemleriyle tepkisini ortaya koymuştur. Meydanları, kampüsleri, sokakları dolduran öfke bu haramiler saltanatının ancak sokakta yıkılacağını bir kez daha göstermiştir.
İstanbul’dan bir genç komünist