Logo
< Gelişen sınıf hareketine müdahalenin imkanları ve sorunları

Sınıf saflarında biriken mücadele dinamiklerini ileriye taşımak


Sınıf saflarında biriken mücadele dinamiklerini ileriye taşımak


Hem sınıf hareketi hem sol güçler açısından ayrı bir yeri olan bahar süreci, bu yıl daha geniş bir döneme yayıldı. Diğer mevzi direnişlere ek olarak geçen yılın son günlerinde başlayan TEKEL işçilerinin uzun soluklu mücadelesi, kış ortasında Ankara’nın ayazına bahar esintilerini taşıdı. Sermayenin başkentine direniş çadırları kuran TEKEL işçileri, mücadele rüzgarını ülke sathına yaymayı başardılar.

17 Ocak, 4 Şubat eylemleriyle bahar dönemini erken başlatan TEKEL işçileri, Mart ayı başında Ankara’daki direnişin bitirilmesinden sonra, gittikleri illerde de hareketlilik içinde yerlerini alarak baharı ısıtmaya devam ettiler. Birbirine eklenerek gerçekleşen 8 Mart, 21 Mart, 1 Nisan eylemleri, başta İstanbul Taksim’deki olmak üzere 1 Mayıs kutlamalarıyla doruğa ulaştı.

‘71 başkaldırısında şehit düşen devrimcilerin yaygın bir biçimde anılmasıyla devam eden süreç, 26 Mayıs genel iş bırakma eylemi ile yeni bir ivme kazanabilecekken, bu olanak, Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu, suç ortakları ve kuyrukçularının uğursuz çabalarıyla büyük ölçüde heba edilse de süreç devam ediyor. Metal TİS’leri ve UPS başta olmak üzere sürmekte olan bir dizi direniş bahar sürecinin hareketliliğini önümüzdeki aylara yaymaya adaydır.

Sermaye iktidarı sınıf çatışmasını şiddetlendirmek için gerekeni yapıyor!

‘99’da mezarda emeklilik saldırısına karşı ayağa kalkan işçi sınıfı, yüzbinlerin katıldığı merkezi Ankara eylemi ile sermaye iktidarını uyarmış, daha güçlü eylemlerle saldırıyı püskürtme kararlığında olduğunu, egemenlere korku salacak tarzda hissettirmişti. Ancak dönemin Ecevit başbakanlığındaki İMF-TÜSİAD kuklası koalisyon hükümeti, emekçilerin 17 Ağustos Marmara depreminde enkaz altında kalmalarını fırsat bilerek, sözkonusu yasayı bir gece yarısı operasyonuyla mecliste onayladı. Sermayenin sınırsız ve arsız saldırıları o günden beri aralıksız devam ediyor.

2001 Şubat krizini izleyen erken genel seçimle işbaşına gelen AKP hükümeti ise, mecliste ele geçirdiği çoğunluktan da güç alarak, önceki sermaye hükümetlerinden çok daha pervasız bir biçimde saldırgan icraatlara girişti. Öyle ki, 12 Eylül cuntasının el atmaktan çekindiği hakları bile gasp etme cüretini kendinde bulabildi.

Bu gözü dönmüşlüğün sergilenebilmesi elbette sınıf hareketinin bir türlü içine sıkıştırıldığı cendereyi parçalayamamasıyla ilgilidir. Zira bu dönemde mevzi direnişler dışında kayda değer bir hareketlilik yaşanmamış, ancak 2008’de sınıf cephesinde kısmi bir hareketlilik görülmeye başlamıştı. 2007’den sonra Taksim’in kazanılması için 1 Mayıslar’da sergilenen militan direnişler de sınıf cephesinde yankı yarattı. Yeni eylemlerle farklı bir şekilde devam eden bahar süreci ise, işçi sınıfı saflarındaki mücadele eğilimine yeni bir ivme kattı.

Belli bir gelişim seyri izlemekle birlikte, hareketin verili koşullardaki düzeyi henüz saldırıları püskürtebilecek güce ulaşamadı. Nitekim bunun farkında olan sermaye iktidarı saldırıları sürdürmek konusunda kararlı görünüyor. Dizginsiz sömürüye maruz kalan işçi sınıfı ile diğer emekçi kesimler hak gaspları, kölece çalışma koşulları, düşük ücret, işsizlik, yoksulluk ve sefalet altında bunaltılırken, sermaye cephesinde yeni saldırı hazırlıkları yapılıyor. Hedefte kıdem tazminatının kaldırılması, bölgesel asgari ücret uygulaması, esnek çalışmanın tüm üretim ve hizmet alanlarına hakim kılınması var.

ABD taşeronluğu kapsamında “bölgesel güç” olma hazırlıklarını sürdüren sermaye iktidarı, içeride işçi ve emekçilere tam bir sömürü cehennemi hazırlayarak bu işe girişmeyi hedefliyor. İşçi sınıfı saflarında mücadele eğiliminin güçlenmekte olduğu bir dönemde hayata geçirilmek istenen saldırı planı, beraberinde sınıf çatışmalarının daha da keskinleşmesini getirecektir.

İşçi sınıfının hak kayıplarını geri almak için direnme kararlılığı göstermeye başladığı, bu bilincin sınıf saflarında yayıldığı dikkate alındığında, önümüzdeki dönemde işçi sınıfı ile sermaye arasındaki çatışmanın ivme kazanması kaçınılmaz görünüyor. Egemen sınıflar bu çatışmayı keskinleştirmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Bunu yapmak zorundalar, zira sömürü ve kölelik temeline dayalı düzenlerini koruma telaşı, onları bu pervasızlığı sürdürmek mecburiyetinde bırakıyor.

Sömürü ve köleliğe karşı mücadele dinamikleri birikiyor

İşçi sınıfı ve emekçileri hedef alan sistemli saldırıların uzun süre karşılıksız kalması beklenemez. Nitekim verili koşullarda pek çok handikapla karşı karşıya bulunmasına rağmen, işçi sınıfının farklı bölükleri direnme kararlılığı sergiliyorlar.

Sınıf saflarındaki mücadele eğilimi, susup kabullenmenin kapitalistlerin daha pervasız davranmalarına yolaçtığının bilince çıkarılmasıyla güçleniyor. Bu bilinç, işçi sınıfını eylemsizliğe iten korku duvarlarında kayda değer gedikler açıldığına da işaret ediyor.

Sınıf hareketinin zayıf olduğu dönemler, egemen sınıfların yaydığı gerici ideolojilerin işçiler arasında etkili olmasına zemin hazırlıyor. Son on yılda dinci gericiliğin, ırkçı şovenizmin, cinsiyetçi ayrımların belli bir yaygınlıkta sınıf saflarında karşılık bulması bir rastlantı değil. Buna karşın, en etkili ideolojik zehirleme bile, kapitalist üretim sürecinin sömürü ve köleliğe dayalı olduğu gerçeğini uzun süre gizleyemez.

Kabullenmişlik sınırının aşılmaya başlamasıyla, gerici ideolojilerin sınıf üzerindeki etkileri zayıflamaya, sınıf saflarındaki yapay bölünmeler aşılmaya başlar. Bunun en somut örneği, TEKEL Direnişi sırasında, işçilerin bir kısmında birikmiş olan Kürt halkına dönük önyargıların kısa sürede önemli darbeler almış olmasıdır. Yine TEKEL işçisi kadınların direnişte oynadıkları etkin rol de cins ayrımcı zihniyete etkili bir darbe indirmiştir.

İnsanca çalışma ve yaşam koşullarına duyulan özlemin tetiklediği mücadele eğilimi, bu yapay ayrımları aşmanın zorunluluğunu işçilere hissettiriyor. Burjuva ideolojilerinin etkisindeki işçiler bile, patronlara ve onların düzenine karşı birlik olup mücadele etmeden bir şeyleri değiştirmenin mümkün olmadığını artık görebiliyorlar. TEKEL direnişi ve Taksim’deki görkemli 1 Mayıs kutlamaları da bu değişimde etkili olmuştur.

Gerici ideolojilerin etkisinin kırılmaya başlaması, işçi sınıfının devrimci harekete karşı oluşmuş önyargılarına da etkili darbeler indiriyor. İşçi sınıfının deneyimleri, insanca çalışma talebinin, insanca yaşam özleminin bu düzende mümkün olmadığının hissedilmesini sağlıyor. Bu da, sömürü ve kölelikten arınmış bir toplum özleminin oluşmasına zemin hazırlıyor.

Olgular, işçi sınıfı saflarında mücadele eğiliminin güçlendiğini, yeni kayıplara tahammül sınırının daraldığını, sermayenin gaspettiği hakların yeniden kazanılmasının mümkün olduğunun anlaşılmaya, sarsılan özgüvenin yeniden güçlenmeye başladığını gösteriyor.

Tüm bunlar, sınıf hareketinin gelişimi önünde ciddi engellerin bulunduğu, gelişimi kösteklemek için pusuya yatan güçler olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ancak sözünü ettiğimiz mücadele dinamikleri, sermaye cephesinin sınıfın önüne diktiği engelleri yıkmanın da dinamikleri aynı zamanda.

İhanetçi kast teşhir oluyor

TEKEL Direnişi ve onunla içi içe geçen bahar sürecinde sendikal bürokrasiye karşı biriken tepkilerin eylemli bir tarzda açığa çıkması, sınıf hareketi açısından önemli bir gelişmedir. Zira sendikalara çöreklenen bu hain kastın sınıf üzerindeki etkisi halen devam ediyor. Bu etki hareketin gelişimi önündeki en büyük engellerden biri durumunda.

Sınıf hareketini belli ölçüde dizginleyebilen, özellikle eyleme geçen sendikalı işçileri kontrol eden ve her hareketlenme girişimini baltalamaya çalışan sendika bürokrasisinin hegemonyası bu bahar sürecinde etkili bir sarsıntı geçirdi. Öncü TEKEL işçilerinin 4 Şubat eylemi, 1 Nisan Ankara eylemi ve Taksim’deki 1 Mayıs kutlamasında bu ihanet şebekesini hedef alan müdahaleleri, sendika bürokratlarının sınıf nezdinde giderek teşhir olduğunun göstergeleri.

Buna rağmen sendika bürokratları, 26 Mayıs eylemini boşa düşürmek için manevra yapmaktan geri durmadılar. Öncü işçilerin eylemle ortaya koydukları tepkilerine karşın yozlaşmış sendikal kastın bu cüreti gösterebilmesi, dışa vuran tepkinin henüz bu hainlerin altındaki toprağı çekmeye yetmemesinden kaynaklanıyor.

Pervasız ihanetlere imza atan bu kasta karşı somut olaylardan da yararlanarak etkili bir mücadele örgütlemenin önemi yeterince açıktır. İşçiler nezdinde saygınlıkları kalmasa, bahar sürecinde daha bir teşhir olsalar da, bu hainler şebekesinin birçok sendika üzerindeki egemenlikleri devam ediyor. Bütün bunlar bu ihanet şebekesinin üzerinden ateşi eksik etmemenin önemini ortaya koyuyor.

Sendika bürokratlarının yanısıra, işçi sınıfına ihanet eden bu yozlaşmış zihniyete destek veren, ona koltuk değnekliği yapan reformist sol akımların suç ortaklığı üzerine de gidilmelidir. Böylelerine karşı ideolojik mücadele ve siyasal teşhir ihmal edilmemelidir. Zira reformistlerin sendikal bürokrasi ile suç ortaklığı bu hain kastın işini kolaylaştırmakla kalmıyor, bazı öncü işçilerde kafa karışıklığına da yol açabiliyor.

Biriken öfkeyi mücadele kanallarına akıtmanın önemi

İşçi sınıfı saflarında kendini hissettiren, kimi eylemlerle dışa vuran mücadele isteği ve kararlılığı, sermayenin lehine olan durumu tersine çevirebilecek potansiyellerin birikmekte olduğuna işaret ediyor. Elbette bu kadarı yeterli değildir. Bu potansiyeli açığa çıkartacak, sınıflar mücadelesinde örgütlü, etkin, dönüştürücü bir güç olarak rol oynamasını sağlayacak öncü müdahalelere de ihtiyaç vardır.

Etkili direnişlerin yarattığı kendiliğinden ve dolayısıyla geçici yönelim dışında geleneksel solun sınıfa uzaklığı, bu alanda komünistlere düşen sorumluluğu alabildiğine arttırıyor. Verili koşullarda devrimci siyasal faaliyeti sınıf eksenli yürüten tek güç olan komünistler, doğal olarak sınıfa dönük öncü müdahalenin esas sorumluluğunu da üstlenmiş oluyorlar. İşçi sınıfıyla kurulan organik bağların düzeyi gözönüne alındığında, TKİP’nin zorlu bir görevle karşı karşıya olduğu açıktır.

Komünistler sınıfa öncü müdahale konusunda kendi görev ve sorumluluklarını etkin bir şekilde yerine getirirken, ilerici sendikalar ile işçi sınıfının öncü kesimlerinin yanısıra devrim ve sosyalizm mücadelesinde samimi olan güçlere de iddialarının gereklerini hatırlatmak durumundadırlar.

Harekete geçen işçi sınıfı eninde sonunda saflarından öncü devrimci bir kuşak çıkaracaktır. Ancak bu kuşağın sınıf hareketi saflarında etkili rol oynayabilmesi için de devrimci öncü müdahalenin büyük bir önemi vardır. O halde görev, etkili bir devrimci öncü müdahale örgütleyip, sınıfın öncü devrimci kuşağıyla mücadelenin sıcaklığı içinde buluşabilmektir.

15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor!

Şanlı 15-16 Haziran direnişinin 40. yıldönümünü geride bıraktık. İşçi sınıfı hareketinin önemli kilometre taşlarından biri olan bu bu görkemli eylemden çıkarılabilecek önemli dersler var. Bunlardan biri, taban örgütlülüğünün hareketin gelişimine yaptığı muazzam katkıdır.

Biriken mücadele dinamiklerine rağmen, halihazırda işçi sınıfının önemli zaaflarından biri taban örgütlülüklerinden yoksun olmasıdır. Sınıfın tabanda örgütlenmesi aynı zamanda sendikal demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bunun olmadığı yerde işçilerin süreçlere etkin katılımı hep zayıf kalacaktır. 15-16 Haziran direnişinin esas olarak işyeri komiteleri inisiyatifinde geliştiği dikkate alındığında, taban örgütlenmesinin hareketin gelişimi açısından taşıdığı önem daha iyi anlaşılır.

Öte yandan taban örgütlenmesi olmadan, sendikal alanda demokratik bir işleyişin yerleşmesi mümkün değil. Kendi öz örgütlenmeleri üzerinden söz söylemeyen bir sınıfın, sendikal mevzileri kötürümleştiren, işçi sınıfına yabancılaşmış bürokratik kast ile başetmesi de zor olacaktır. Zira bürokratik kast kendi içinde örgütlü, devletten ve kapitalistlerden destek alan soysuzlaşmış bir yapı oluşturmuş durumdadır.

15-16 Haziran direnişinin bıraktığı bir diğer önemli deneyim ise, farklı konfederasyon ve sendikalara bağlı olsa da, taban örgütlülüklerinin işçilerin birleşik direnişini örebileceğini kanıtlamasıdır. Türkiye işçi sınıfının mevcut koşullarda bu birliğe şiddetle ihtiyacı var. İşçi sınıfının çıkarları söz konusu olduğunda, farklı konfederasyonlara mensup olmanın hiçbir önemi yoktur. Bu yapay ayrımların üstesinden gelmek de, işçi sınıfı tabandan örgütlendiğinde zor olmayacaktır.

Nitekim 15-16 Haziran direnişini tetikleyen somutta DİSK’e yönelik saldırı olduğu halde, Türk-İş üyesi onbinlerce işçi de aynı kararlılıkla direnmiştir. Bu deneyim, sendikalara egemen hain kastı etkisizleştirmenin mümkün olduğunu somut olarak göstermesi açısından da büyük bir değer taşımaktadır.

Büyük direnişin bir diğer önemli deneyimi, işçi sınıfının burjuva yasalara bağlı kalmadan, meşru militan bir mücadele hattı izlemesinin en etkili yol olduğunu kanıtlamasıdır. Meşru militan bir mücadele hattı izleyebilmek bugün de sınıf hareketinin gelişimi açısından kritik bir yerde durmaktadır.

Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise şudur. Türkiye işçi sınıfının 40 yıl öncesine göre en önemli avantajı, yıllardır sınıf merkezli bir devrimci siyasal faaliyet yürüten komünistlerin devrimci sınıf partisini inşa etmiş olmalarıdır. İnşa süreci devam etse de, sınıfla organik birleşme noktasında katedilmesi gereken önemi bir mesafe olsa da, Türkiye işçi sınıfı devrimci öncü partisine kavuşmuştur. Bu, bundan sonraki 15-16 Haziranlar’da, işçi sınıfının kalıcı mevzilere ulaşmasının temel güvencelerinden biridir.