Logo
< Kitle eylemine önderlik alanındaki zayıflıkları aşmalıyız! - M.Efe

Kalıpları kıralım yoldaşlar! - D.Yılmaz


Kalıpları kıralım yoldaşlar!

D. Yılmaz

“Kalıpları kırmak”, IV. Parti Kongresi’nin özel vurgularından biri oldu. Parti eğer kabuğunu kırıp serpilip güçlenecekse, her bakımdan kendisini sınırlayan yıllar içerisinde oturmuş kalıplarını kırmalıydı. Bu da düşüncede, eylemde, örgütte baştan aşağı bir iddia, ruh ve yenilenme çabası demekti. Parti işçi sınıfına yakışır bir politika, eylem ve örgütlenme kapasitesine kavuşmalı, bunun için de, her türlü darlık devrimci bir tarzda aşılmalıydı. İşte kongre bu temel düşüncelerle, partiye, parti örgütlerine, kadrolarına “kalıpları kırın” çağrısı yapıyordu.

IV. Kongre’nin üzerinden uzunca sayılabilecek bir zaman geçti. Bu arada Haziran Direnişi gibi ülkedeki siyasal şartları baştan aşağı değiştiren, böylelikle onyılları bulan zor dönemin artık bir parça aşılmasını sağlayan sarsıcı bir olay yaşadık. Peki aradan geçen bunca zaman içerisinde ve nispeten ortaya çıkan bu olumlu şartlarda, bu çağrıya hem tek tek kadrolar olarak hem de parti örgütleri olarak ne kadar yanıt verebildik? Her şeyi eskisi gibi sürdürüyor muyuz, yoksa değişim yolunda mıyız? Değişiyorsak aldığımız mesafe, yüzyüze kaldığımız zorluklar nelerdir? Her şey eskisi gibi sürüyorsa neden? Çıkış için bir yol mu bulamıyoruz, bunu yapacak gücümüz mü yok? Alışkanlıkların gücü mü, kadrosal yetmezlikler mi, nesnel zorluklar mı?

Sorular çoğaltılabilir. Fakat burada özellikle önemli olan, bu soruları soruyor, parti örgütlerimi ve kadrolar olarak kendimizi bu sorularla tartıyor, değerlendirebiliyor muyuz? Sorunlarımızı bu genel politik-örgütsel çerçeve içerisinde tanımlayabiliyor muyuz? Eğer bu sorulara olumlu bir yanıtımız varsa, zayıflıklarımıza rağmen yolumuz açık demektir. Fakat yanıtımız olumsuzsa, bu mesafe almakta zorlanacağımızı gösterir. Çünkü sorunlarını anlama çabası gösteremeyenler, onları aşma gücü ve olanağı bulamazlar. Bunun için burada tek tek kadrolar ve parti örgütlerine bu soruları sormaya, çalışma ve örgütsel yaşamlarını bu temelde sorgulamaya çağırıyoruz.

Bununla birlikte, bazı gözlemlerden hareketle, bu tür bir sorgulamayı kolaylaştırması bakımından bazı temel noktalar üzerinde durmak istiyoruz. Bunu özellikle, partide yer yer karşımıza çıkan, gelişmemizin önüne engel olarak çıkan bazı davranış kalıpları üzerinden yapmak istiyoruz.

Kesintisiz, yoğun ve yaratıcı bir düşünsel emek

Kongre materyallerinde partiyi güçsüz bırakan ve mesafe almasını engelleyen sorunların başında kadroların ideolojik-politik donanımlarındaki zayıflık sayılmaktadır. Bu, ideolojik-politik bir yetmezlik hali olarak ortaya çıkmakta, partinin düşünsel yaşamına katılmada, dünya görüşünü kavramada, sorunları üzerine düşünmede ve kalem oynatmada zayıflık olarak görünmektedir. Sonuçları ise, parti merkezine bağımlılık, politikada sekterlik ya da sağcılık, apolitizm, çalışmada yüzeysellik ve sürüklenme olmaktadır. Aslında sorunlarımızın kaynağında da önemli ölçüde bu alandaki zayıflığımız vardır. Hem kongre, hem de daha öncesinde bu sorunun ağırlığı üzerinde durulmuş, soruna müdahalenin adımlarından biri olarak Parti Okulları gibi özel organizasyonlar gündeme getirilmiştir. Ancak, belli bir yönelim olmakla birlikte, bu henüz sonuçlarını pratikte gereğince üretebilmiş değildir.

Oysa yapılmış bu merkezi müdahaleler bir yana, Parti tüzüğü parti üyesinin görevleri kapsamında en başta da şu görevi tanımlar: “Marksizmi-Leninizmi ve parti çizgisini sistematik bir biçimde inceleyerek ideolojik düzeyini ve kavrayışını sürekli olarak güçlendirmek. Bu çerçevede parti yayınlarını düzenli biçimde incelemek, bu yayınlara ve genel olarak partinin düşünce yaşamına katkıda bulunmak.”

Yine IV. Kongre, örgütsel-siyasal çalışmanın deneyimlerinin yerel örgütler tarafından düzenli olarak irdelenmesini ve yayınlar üzerinden parti ile paylaşılmasını temel önemde bir görev olarak tanımlamaktadır.

Temel bir parti görevi olan, parti tüzüğünce de parti üyesinin temel görevi sayılan bu alandaki zayıflık, daha kararlı bir yönelimle aşılmak durumundadır. Dolayısıyla tüm parti kadrolarının kendilerine, pratiklerine bu ölçü üzerinden bakmaları ve öncelikle şu soruları sormaları gerekir: Marksizmi ve parti çizgisini öğrenmek üzere sistematik bir çaba içerisinde miyiz? Güncel politik gelişmelere de yanıt bulmak üzere döne döne bu kaynaklara başvuruyor muyuz? Son dönemde yerelimizde yaşanan süreçler ve sorunlar üzerine kalem oynatabildik mi, parti yayınlarına son bir yıl içerisinde ne kadar katkı yaptık?

Eğer bu tayin edici alanda gelişme dinamizmi gösteremez ve mesafe alamazsak, politik mücadele alanında yüzeyselleşiriz ve bir yerden sonra da verimsizlik kaçınılmaz son olur. Kişi tekdüzeleşir, zamanla başarısızlık ve genel siyasal atmosferdeki gerilemelerin de etkisiyle devrimci heyecan ve azmini yitirir, gelişme dinamizmini de bitirir. Yine de devrimcilikte ısrar gösterse bile, bir yerden sonra hep belli sınırlar içerisinde kalır, koşulları oluştuğunda da sorunlu hale gelir.

Devrimcilik kalıplara sığmaz!

Geniş anlamda, yaşamda yerleşmiş kalıplardan söz edildiğinde, devrimcilikte de tehlike çanları çalıyor demektir. Çünkü devrimcilik ileriye yönelik sürekli bir yıkma ve yapma eylemidir. Düzenin kiri ve pasından kurtulmak, onunla her bakımdan (ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel) sürekli bir savaşım halinde olmak, bunun için de devrimci değerlerle silahlanmak, bu silahları etkin bir mücadele içerisinde kullanabilmek, bu yolda kesintisiz bir çaba göstermek demektir. Başka bir ifadeyle, partinin bir önderler örgütü olduğunu düşünürsek, her bakımdan önderlik etmek istediğimiz sınıfa yakışır bir devrimciliği yaratma, bunun için durmadan bıkmadan çalışma sorumluluğudur bu.

III. Parti Kongresi, hem tek tek kadrolar şahsında, hem de devrimci cüret bir göstererek toplamda partide bir devrimcileşme sorunu olduğuna dikkat çekmiş ve “Partiyi her açıdan devrimcileştirmek” şiarını yükseltmişti. Bu müdahaleye konu olan sorunlar büyük ölçüde II. Kongre’yi önceleyen açık çalışmanın baskın olduğu dönemin sorunlarıydı. Parti bu kapsamda birikmiş sorunlara ilk olarak II. Kongre’de neşter vurmuş, III. Kongre'de ise bu denli sert bir müdahaleyi gündeme getirmiştir. Bu çabanın IV. Kongre’de devam ettiğini biliyoruz.

Sorunlarına açık yüreklilikle yüklenen partimiz bu alanda önemli mesafeler almış, bugün sol hareket içerisinde hem devrimci sınıfın temsilcisi olma konumundan doğan bir ayrı yer edinmiş, hem de genel devrimcilik ölçüleri üzerinden ileri bir örnek haline gelmiştir.

Bu gerçekleri hesaba katmalı, bununla birlikte kesintisiz bir devrimcileşme çabasını gösterebilmeli, daha çok da partinin devrimcilik ölçütleri üzerinden bunu yapmada zaman zaman sorunların ortaya çıktığını kabul etmeliyiz. İhtilalci ruh ve davranış çizgisi, günlük yaşamı ihtilalci bir ruhla örgütleyebilme ve disipline etme, düzenin kiri ve pasından arınma, devrim için her bakımdan donanma ve donatma, parti çıkarlarını her şeyin üstünde tutma, tüm bu bakımlardan güçlü bir gelişme ve güçlenme dinamizmi... Öyle ki devrimciliğimizin önüne hiçbir sınır koymamalı, hiçbir zaman mevcut olanla yetinmemeliyiz. Disiplinli, enerjik ve kararlı bir çabayla gücümüzü, kapasitemizi, yeteneklerimizi sürekli olarak geliştirmeliyiz.

Kendimizi ve çalışmamızı hem devrimin ihtiyaçları, hem de komünist bir insanın temel ölçütleri üzerinden yüreklice değerlendirmeli, zayıflıklarımızla da aynı yüreklilikle mücadele etmeliyiz. Unutmayalım ki, eğer bir kadro yerinde sayıyor ve bunu dert etmiyorsa, orada büyük bir tehlike var demektir. Zira değişim ve dönüşüm ancak içsel bir istek ve iradeyle mümkündür. Bu yoksa, en yetkin bir örgütçünün dahi yapabileceği bir şey yoktur. Devrimcilik bu istek ve iradeyle yaşamını devrimin ihtiyaçlarına uygun biçimde kurmak demektir. Bu zorlu ve kesintisiz bir çabayı gerektirir. Bu çabadaki zayıflık bir yerden sonra kabullenmeye dönüşür, bu ise sorunlar karşısında teslimiyet demektir. Bu türden bir teslimiyetin sonu ise kaçınılmaz biçimde devrimci kimlikte bozulma olur.

Örgütsel güvenlikte kalıplar ölüm demektir!

Örgütün düşman saldırılarına karşı hazırlıklı hale getirilmesi ve korunması bir parti için hayati önemdedir. Bunun için her an düşmana karşı uyanık olmak, onun sürekli olarak örgüte darbe vurmak üzere çalıştığını, bunun için sürekli yeni yol ve yöntemler geliştirdiğini bilmek gerekir. O nedenle örgütsel güvenlik alanında hiçbir zaman uyanıklığı elden bırakmamalı, siyasal ve örgütsel yaşamın her anında güvenliği gözeten bir sorumlulukla davranabilmeliyiz. Yaşamımızda, düşüncemizde ve eylemimizde doğal bir özellik haline getirmeliyiz.

Beraberinde savunma hatlarımızı geliştirmek ve güçlendirmek, varsa açıklarımızı tespit etmek ve güçlerimizi yetkinleştirmek için kesintisiz bir çaba içerisinde olmalıyız. Elbette bu sorun karşısında asgari bir başarı için elimizde hazır formüller yoktur. Sürekli bir yenilenmeyi ve gelişmeyi başaramayanlar açık vermekten kaçınamazlar. Çünkü sürekli olarak teknik/teknolojik bakımdan kendisini güçlendiren, sınırsız teknik ve insan olanaklarını örgüte darbe vurmak için seferber eden, işi gücü bu olan bir düşmanla yüzyüzeyiz. Dolayısıyla, hazır ve kalıplaşmış yöntemlerle böyle bir düşmanla başetmemiz mümkün olmaz. Yöntemlerimiz karşısında düşmanımız hızla tedbirler alır ve onları hızla eskitir.

“Bugüne kadar bir şey olmadı, demek ki kullandığım yöntemler işe yarıyor” demek, kendini kandırmak, yerleşik kalıplara boyun eğmekten başka bir şey değildir. Çünkü o güne kadar bir şey olmaması düşmanın sana ulaşmadığı anlamına gelmez. Sadece o gün için darbeyi vurmayı tercih etmiyordur, çünkü siyasal tercihleri bakımından henüz zamanı değildir. Ya da daha fazlası için kontrol altında tutuyordur. Alışılmış yöntemler ve rutin bir yaşam düşmanın işini kolaylaştırır. Rosa’nın “hareket etmeyen zincirlerini hissedemez” sözü bu duruma da uyuyor. Eğer bu alanda yerleşmiş bir rutin ve kalıplaşmış bir davranış çizgisi varsa, bizi yakalayan zincirleri hissedemeyiz. Ama rutinin dışına çıkıp düşmanımızın mevcut olanaklarını ve yöntemlerini gözeten bir davranış çizgisi geliştirirsek, o zaman harekete geçen düşmanımızın nasıl da görünür hale geldiğini görürüz.

Bunun için örgütsel güvenlik alanında da kalıpları kırmak, ihtilalci bir ruh, düşünme ve davranma çizgisini bu alanda da varetmek zorundayız. Bu ise üst düzeyde bir uyanıklık, teknik becerimizi geliştirme, süreklileşmiş bir yaratıcı düşünsel emek ve pratik demektir.

Sınıf ve kitle çalışmasında darlığı aşmak kalıpları kırmakla mümkün!

II. Kongre’den başlayarak tüm kongreler genel olarak kitle çalışmasında, ama özellikle de sınıf eksenli çalışmadaki darlıklarımızın üzerinde döne döne durmuştur. Son olarak “başarılı ve verimli bir sınıf-kitle çalışmasının sorunları” üzerinde özellikle duran IV. Kongre, “niceliksel gelişmenin önemi”ni vurgulayarak şu çağrıyı yapmıştır:

“TKİP IV. Kongresi somut hedeflere ve başarı ölçülerine ilişkin tüm yerleşik kalıpların parçalanıp bir yana atılmasını, gerçek bir sınıf partisi olmanın bilinci, özgüveni ve iddiası ile sınıf kitleleriyle etkin bir birleşme çabası içine girilmesini, başta yeni seçilen Merkez Komitesi olmak üzere tüm parti örgütlerinin önüne temel önemde ve ertelenemez bir görev olarak koymaktadır.” (IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)

Kongre materyallerinde, sorunun kapsamı ve mahiyeti ile aşılması yönünde ortaya konulan yaklaşımlar son derece somut ve işlevseldir. Propagandanın içeriğinden örgütsel ve kadrosal niteliğe, yayınlardan çalışmanın eylemli bir hat üzerinden örgütlenmesine kadar uzanan geniş bir kapsamda, çalışma tarzı başlığı altında sorunlarımız kadar çözüme yönelik yaklaşımlar da net biçimde ortaya konulmuştur. Kongreden kısa bir zaman sonra, bu süreçte ortaya çıkan deneyimlerden de hareketle kaleme alınan “Çalışma tarzında köklü bir değişim ihtiyacı” başlıklı Ekim başyazısı da (Sayı: 287, Şubat 2013) konuyu özellikle tıkandığımız noktalar üzerinden irdelemiştir. (Bu vesileyle bu yazının bir kez daha incelenmesini öneriyoruz.)

Son derece yakıcı ve önemli olan bu soruna ilişkin tüm açıklıklara ve tanımlanmış somut görevlere rağmen alınan mesafe hala da sınırlıdır. Bazı yerellerde sınıf içerisinde anlamlı mevziler, sınıf eksenli bir çalışmada alınmış gözle görülür mesafeler olsa da, henüz genelde parti bu açıdan eşiği aşmış değildir. Genel ve yüzeysel bir seslenme faaliyetiyle yetinmek, siyasal süreçlere güçlü refleks eylemlerle yanıt üretememek, ısrarlı ve kararlı bir fabrika yönelimi yerine kolayı seçip genel siyasal süreçlere ve zeminlere eğilim göstermek, fabrika çalışmasında sistematik ve politik bir yoğunlaşmayı başaramamak... Düne göre daha ileri bir noktada olsak da, hala da almamız gereken mesafe olduğu yeterince açıktır.

Haziran Direnişi'nin sunduğu olanakların yanısıra, son dönemde bazı yerellerde, özellikle de siyasal gericiliğin etkin olduğu yerellerde kazanılan başarılar, partiyi fazlasıyla zorlayan bu sorunun pekala aşılabileceğini göstermektedir. Bunun için tüm kadro ve yerel örgütlerin sorgulayıcı bir çaba ve yerleşik kalıpları bir bir kıran devrimci bir irade göstermeleri şarttır. Elbette bunu yaparken başarılı deneyimlerimizden de öğreneceğiz. Bu vesileyle belirtelim ki, bu deneyimlerin irdeleyici bir yöntemle tüm partiyle paylaşılması büyük önem taşımaktadır.

Uzlaşma, kabullenme, yetinme!

Son olarak belirtelim ki, kalıpları kırmak için hem kendimize ve hem de yoldaşlarımıza karşı acımasız davranmalıyız. Rutinle, gerilikle, yetinmecilikle, ataletle, alışkanlıklarla uzlaşmamalıyız. Tüm bunların üzerine devrimci bir savaş ruhu ve başarma azmiyle gittiğimizde, hiç kuşku yok ki kazanan biz olacağız.


Üste