Dünyada ve Türkiye’deki güncel kadın hareketi ile partinin kadın çalışması, TKİP VI. Kongresi’nin ana gündemlerinden biriydi. 8 Mart bağlamında demokratik kadın hareketi konulu tartışma ise bunun alt başlıklarından biri oldu. Kongre tutanaklarından buraya aldığımız bölüm, bu alt başlığa ilişkin tartışmaların belli ölçülerde kısaltılmış biçimidir...
Ms: 8 Mart ve kadın eylemleri bizim için yeni bir tartışma konusu değildi. Biz, Kadın Bürosu’nun tartıştığı çerçevede, 8 Mart üzerinden değil ama kadın eylemlerine bakış açısı, bunlara nasıl yaklaşmamız gerektiği üzerine tartışmalar yürütüyorduk. Kendi payımıza kafa karışıklığı yaşamadık. Daha önceki tartışmalardan bu konuda ortak bir fikrimiz vardı. Ama uygulama konusunda alanlarda birtakım tartışmalar oldu. Bugüne kadarki tutumumuzla çelişen bir tablo olduğu iddia edildi. Bazı bölgelerde Gece Yürüyüşü’ne katılımı da etkileyen tartışmalar oldu.
8 Mart yürüyüşüne katılıma ilişkin politik yayın organında bir yazı çıkmıştı. Tartışmaya yolaçan bu yazının zayıflığı oldu. Politikayı net ve güçlü bir şekilde ortaya koyamaması karmaşaya yolaçtı. Sürece müdahalemizi de zayıflattı.
Ne: Parti olarak ‘90’lı yıllardan itibaren 8 Mart üzerinden reformist solla bir ayrışma süreci yaşadık. Devrimci 8 Martlar’ı örgütlemek üzerinden tanımlamalar yaptık, ayrı 8 Martlar örgütlemek yoluna gittik. Şimdi farklı bir tutuma döndük. Buna bu kadar kolay adapte olunması benim adıma şaşırtıcı. Zira 8 Mart ayrışma süreçlerimiz, buna ilişkin tanımlamalarımız kesin hatlara sahipti, hatta biraz fazla köşeliydi. Bundan keskin bir kopuş yaşayıp yeniden 8 Mart yürüyüşlerine katıldık. Bunun gerekçelendirilmesi çok zayıftı, oysa bu daha güçlü bir biçimde yapılabilirdi. Ben yürüyüşlere katılma konusunda kesinlikle bir sorun görmüyorum. Benim tartışmam, izlediğimiz politikadaki bu beklenmedik değişimin güçlü bir biçimde gerekçelendirilememesi üzerinedir. Bu nedenle yerelimizde önemli tartışmalar ve eleştiriler oldu.
Ch: Öncelikle şaşırtıcı yanlış anlamayı ortadan kaldırmak gerekir. Parti 8 Mart politikasını değiştirmiş değil. Öyle anlaşılıyor ki, kadın hareketine ilişkin genel bir konuyu alıp özel olarak devrimci 8 Mart tartışmasına indirgemişiz, böylece kendimizi çıkmaz bir yola sokmuşuz. Parti 8 Mart politikasını değiştirmiş değil, bunu önemle yineliyorum.
8 Mart dünya komünist ve işçi hareketinin yüz yıllık tarihiyle sıkı sıkıya bağlantılı bir özel gündür. Devrimci içeriği, sınıfsal niteliği, enternasyonalist karakteri belirgindir. ‘90’lı yıllardaki 8 Mart tartışması ve ayrışması, 8 Mart’ın bu devrimci, emekçi ve enternasyonalist karakterini korumak amacına dayalıydı. Bu öneminden bugün de hiçbir şey yitirmiş değil. Dolayısıyla Parti’nin 8 Mart’a ilişkin politikasının değişmiş bulunduğu iddiası tümüyle anlamsızdır.
‘90’lı yıllardan itibaren bazı devrimci çevrelerle birlikte Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak 8 Mart’ın tarihsel devrimci geleneğini korumak mücadelesi verdik. Onun devrimci içeriğini boşaltmaya, emekçi karakterini ikinci plana itmeye yönelik güçlü bir reformist-feminist cereyana karşı bir mücadeleydi bu. Türkiye’nin o günkü feminist kadın hareketi, 12 Eylül yenilgisinin dolaysız bir ürünüydü ve bu niteliğiyle fazlasıyla tartışmalıydı. 12 Eylül yenilgisinin üzerine ‘89 çöküşüyle dünyadaki gelişmeler de binince, yenilginin yan ürünü her türden akım gibi feminist akım da güç kazandı. Kürt hareketinin kadın sorunundaki feminist tutumu ve desteği ile de birleşince, 8 Mart kutlamalarının özünü çarpıtan güçlü bir odağa dönüştü. Kürt hareketinin ağırlığı altında reformist sol da hızla aynı kulvara girdi. Kadın sorunu ve 8 Mart üzerinden sözkonusu politik ayrışma bunun ürünüydü. Aslında dar anlamda feminist hareketten çok, onunla aynı yaklaşımlara sahip Kürt hareketi ve reformist solun oluşturduğu bir ağırlıktı bu. Salt kadınlara dayalı biçimiyle ve dolayısıyla salt erkek egemenliğine bir tepki halinde yozlaşan 8 Mart politikası ve pratiği böyle çıktı ortaya.
Partimiz bunun karşısına doğal olarak açık ve kararlı bir tutumla çıktı. Sınıfsal ve siyasal açıdan devrimci 8 Mart’ı savundu. Gerçekte savunulan 8 Mart’ın yüz yıla yaklaşan uluslararası devrimci geleneği idi. Partinin bu politikasında bir değişiklik yok, olamaz da. Öte yandan 8 Mart’ın reformist solda ele alınış tarzı da gerçekte yeni değil, onlar da bir tarihsel geleneğin izinden yürüyorlar. Burjuva feminist ve oportünist geleneği sürdürüyorlar. Nitekim bu türden bir ayrışma ve karşı karşıya geliş daha geçen yüzyılın başında var. Rusya’da Bolşevikler kadın-erkek işçilerin ve emekçilerin birleşik 8 Mart’ını savunuyorken, bunun karşısında burjuva feminist akımlar ve Menşevikler salt kadınlardan oluşan kutlamaları savunuyor. Bu çok dikkate değerdir, çok açıklayıcıdır, ‘90’lı yıllardaki ayrışmanın derin tarihsel kökleri yönünden de çok öğreticidir.
Parti için yeni olan, dinci-faşist iktidarın her alanda izlediği cinsiyetçi politikaların geniş kadın kitlelerinde yarattığı tepki ve bunun ürünü olan kadın hareketidir. Gücü ve yaygınlığıyla bu hareket bugünün Türkiye’sinde özellikle önemlidir. Kadın Bürosu Raporu’nun da önemle işaret ettiği gibi, kadın hareketindeki bu büyüme salt Türkiye’ye özgü de değildir. Dünyanın birçok yerinde benzer gelişmeler ve bunun ürünü yeni bir kadın hareketi dalgası var. Sorun bunu görmek, anlamlandırmak, desteklemek ve elbette bu harekete bizzat katılmaktır. Bunun 8 Mart kutlamaları ya da solun bir kesiminin 8 Mart’ın devrimci sınıfsal içeriğini çarpıtması olgusuyla bir alakası yok. Bu daha değişik bir durum. Bu sizin dışınızda ilerici demokratik bir kitlesel kadın hareketidir. Sorun bu harekete karşı tutumdur. Bu harekete ilgi göstermek, onu destelemek ve olanaklı ölçülerde ona devrimci müdahaledir.
Bu sizin 8 Martlar’ı devrimci bir biçimde ele almanıza ve örgütlenmenize engel değil. Geçmişte bunu yaptığınız halde şimdi yapamamanız hiç de değişen politikadan dolayı değildir. Bunun nedeni, bu türden bir 8 Mart’ı bugünün koşullarında örgütlemekte yaşadığınız zorlanmadır. Koşulların ağırlığı altında kitle desteğinizdeki daralmadır. Dün birlikte 8 Mart örgütlediğiniz devrimci çevrelerdeki dağılmadır vb. Buna rağmen yerel örgütlerimiz bugün de olanakları el verdiği ölçüde 8 Mart’ı çeşitli devrimci etkinliklere konu ediyorlar. Bu çabalar güçlendirilerek sürdürülmelidir. Ama bu sizin ‘90’lardaki feminist sol gösteriden tümüyle farklı olarak, dinci-faşist iktidarın hoyratlığına karşı ayağa kalkan kadın kitlelerine, bunun oluşturduğu harekete ilgisizliğinizi de getirmemeli. Bu harekete her vesileyle ve elbette 8 Mart vesilesiyle de katılmak durumundasınız. Bu kendi güç ve olanaklarınızla örgütleyebileceğiniz devrimci 8 Mart etkinliklerine ne engeldir ne de ona bir alternatif.
Dinci-faşist iktidarın cinsiyetçi politikaları, ortaçağa özgü gerici yaklaşımlarının giderek kamusal politikalar haline getirilmesi, bunun günden güne bir basınca dönüştürülmesi, kadına şiddet ve cinayetlerin boyutlanması, vb... Her sınıftan, her toplumsal katmandan, her eğitim ve kültür düzeyinden kadınlar bütün bunlara karşı büyüyen bir tepki içindeler. ‘90’lı yıllarda yaşanan, ifade uygunsa moda bir feminizmdi. Bugün ise kadın kitleleri geçmiş kazanımlarıyla birlikte temel hak ve özgürlüklerini savunuyorlar. Bu bir toplumsal hareket, ilerici demokratik bir kadın hareketidir. Biz bunun dışında olabiliriz. Ama ezilen ulusun, ezilen cinsin, ezilen mezhebin, baskı altındaki kültürlerin her türden demokratik tepkileri bizi yakinen ilgilendirir. Kaldı ki bu aynı harekete emekçi kadınlar da etkin bir şekilde katılıyorlar. Olay dünün feminist çevrelerinin solun desteğindeki 8 Mart seremonilerini çoktan aşmış durumda. Bir kısım yoldaşımızın hala da göremediği ya da anlayamadığı bu.
Merkez Komitesi’nin partinin dikkatini bu yeni olguya çekmesi ve bunun ifadesi bir politika ortaya koyması, aynı zamanda bu yeni kadın hareketiyle ilgili partiden akan bilgi ve gözlemler sayesinde olmuştur. Örneğin Kartal’da bir kadın eyleminde, kadın eylemciler çevredeki erkekleri dayanışmaya ve bizzat eyleme katılmaya çağırıyorlar. Bu tutumu dün eylemlerden erkek kovan feminist hafifliklerle karşılaştırınız! Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ağır koşullarla sıkı sıkıya bağlı bir tutum değişikliğidir bu. Dinsel gericiliğin topluma her alanda ve cinsiyet ilişkileri alanında da dayattığı sonu gelmez saldırılara karşı kadın kitlelerinde bir öfke ve tepki birikimi ile yüz yüzeyiz. Hangi sözüm ona devrimci gerekçelerle böyle bir hareketin dışında kalabiliriz? Bu eylemlere mutlaka katılmak ve olanaklı olduğunca etkilemek, daha ileriye taşımakla yükümlüyüz.
Politikamızdaki tek “değişim” işte bu. Ve bu, 8 Mart’taki ayrışmayı da, buna neden olan temel ayrım noktalarını unutmanızı gerektirmez. İşçi sınıfı içinde güç olunuz ve 8 Martlar’da kadın-erkek işçileri omuz omuza sokağa dökmeye bakınız, partinin o çok sahip çıkılan 8 Mart politikası bunu gerektiriyor. Greif Direnişi tam da buna bir örnek değil miydi? Sınıf eksenli 8 Mart kutlamasının gerçek anlamını göstermedi mi bize?
Ne: Benim tartışmam 8 Mart’ta kadın eylemine neden katıldığımız konusunda değil. Partinin bir kadın hareketi tanımı var ve bu harekete nasıl müdahale edileceği konusunda politika somutlanmış değil. Biz orta sınıf ağırlıklı bir ilerici kadın hareketi diye tanımlıyorsak ve buna da müdahale etmemiz gerekir diyorsak, bunun nasıl yapılabileceği de somutlanmalıdır.
Ch: Bu 8 Mart olabilirdi, 25 Kasım ya da Özgecan Aslan olayı da olabilirdi. Kadınların özel bir tepkiye konu ettiği şu veya bu yasanın çıkışı olabilirdi. Diyanet’in bir kararına, yorumuna ya da resmi tanımla “fetva”sına duyulan bir tepki de olabilirdi. Sonuçta bu, şu veya bu vesileyle kendini ortaya koyan bir demokratik kitle hareketidir. Geliştiğinde ya da patlak verdiğinde onu desteklemekle, olanaklı ölçüde ona katılmakla yükümlüyüz. Sonuçta dinsel-faşist gericilik bir ağırlık olarak toplumun üstüne çöküyor. Buna karşı ilerici her tepkiyi, her direnişi ya da eylemi selamlamak, desteklemek ve katılmak bizim görevimizdir.
Laik duyarlılıklara dayalı olarak tabandan gelen kemalist kitle tepkisi konusunda da aynı şeyi söylemiyor muyuz? 30. Yıl Konferansı buna ilişkin politikamızı özlü bir biçimde ortaya koymadı mı? Halen orta sınıfların rengini verdiği ilerici kadın hareketi de bu kapsamda bir olgudur. Bu bizim ne öncelikli yönelimlerimizi, ne tercihlerimizi, ne de kadın sorununu ele alışımızı etkileyen bir durumdur.
Dolayısıyla devrimci 8 Mart eyleminden bunun için vazgeçmiş değiliz. Ayrı bir eylemi kendi başımıza örgütlemekte zorlanıyoruz. Eskiden devrimci gruplarla güç birliği halinde örgütlüyorduk. Yapabiliyorsak bugün de yapalım. Daha dar etkinlikler biçimine geçişimiz bir zorunluluğun ürünü oldu. Daha mütevazi etkinlikler yapıyoruz ama sonuçta hala da yapıyoruz.
Reformist sola bu konudaki eleştirilerimiz öneminden ve gücünden hiçbir şey kaybetmiş değil, kaybetmemelidir de. Biz solun bu soruna yaklaşımını, kadın sorununu dar cinsiyetçi bir alanda, kadın-erkek ilişkileri alanında tanımlayan ve dolayısıyla kadınlardan oluşan 8 Mart eylemleri formülasyonu ve pratiklerine vardıran tutumunu teşhir ve mahkum etmeye devam etmeliyiz.
Nb: Bence partinin politikalarının köşeliliğinden ziyade, bizim algılarımızda köşeler oluşmuş durumda. Kadın sorununa bakış bir çizgi sorunudur. Kadın sorununun kaynağına ve çözümüne dair bir çizgimiz var. Bu çizginin hayata geçirilmesi süreçlerinde, güncel gelişmeler çerçevesinde bir politikaya konu olması kapsamında ortaya çıkan sorunları tartışıyoruz. Koşullar farklılaştığında taktik politika da doğal olarak buna göre şekillenmek durumundadır.
Bu sorun karşımıza geldiğinde, çalışmayı yürüten bir dizi yoldaşımızın 8 Mart’ın özellikle 12 Eylül sonrası gelişim sürecine dair fikirlerinin olmadığı açığa çıktı. 8 Martlar eskiden de birleşik eylemlere konu oluyordu. Belli bir tarihte devrimci bir ayrışmaya konu edilene kadar bunlar birleşik eylemlerdi. Feminizm marjinal bir akımdı o dönemde. Bir yerden sonra 8 Mart’ın içinin boşaltıldığı bir süreç yaşadık.
Ch: Kürt hareketinin ağırlığı olmasaydı bu yaşanmazdı muhtemelen, bunu da unutmayalım.
Nb: 8 Mart üzerinden yürüttüğümüz böyle bir tartışma. Evet gece yürüyüşleri yıllardır gerçekleştiriliyor. Ama işin diğer boyutu, bu topraklarda son yıllarda artık önemli bir dinamik ve duyarlılık alanı var. Çocuk istismarına, kadına yönelik şiddete vb.’ne karşı binlerce insan sokaklara akıyor. Bizden bağımsız gelişen bu harekete müdahalenin sorunlarını tartışıyoruz. Bu gece yürüyüşleri ve diğer eylemlere katılım kapsamında bence en temel eksikliğimiz, sürece müdahale politikamızı güçlü bir şekilde ortaya koyamamamız oldu. Güncel gelişmelere dair bakışımızı yayınlar üzerinden, yeri geldiğinde kimi platformlar üzerinden güçlü bir tartışmaya konu edemedik. Eleştirilebilecek en temel alan bu.
(Ara tartışmalar…)
Ch: Sorun büyük ölçüde konuya ilişkin metnin zayıflığından çıkmış görünüyor. Buradaki tartışmalar da bunu gösteriyor. Sözkonusu metin, geçmiş tartışmanın ve ayrışmanın anlamını açıklıkla ortaya koymalı, bunu da yeni durumun somut tahlili ve bunun gerekleriyle birleştirmeliydi. Geçmiş ayrışmanın anlamı, önemi ve hala da ilkesel geçerliliği açıklıkla vurgulanmalı, bu bugün yeni olanın ne olduğunun açık bir sunuluşuyla birleştirilmeliydi. Yeni olan neyse o ortaya konulabilmeliydi. Bu durumda anlaşılması ve kabul görmesi bir güçlük taşımazdı. Ama eski politikadan yeni politikaya geçiyoruz temelsiz söylemi ya da iması, doğal olarak zihinleri karıştırır ve haklı olarak tartışmalara neden olur. Yaşanan da biraz bu.
Ms: Bu tartışmaların ön sürecinde, kadın sorununa ilişkin eğitim çalışmaları yaparken, feministlerin örgütlediği bir eyleme katılır mıyız, katılmaz mıyız tartışmasını da yapmıştık.
Ch: Amaca uygun buluyorsak tabii ki katılırız. Sonuçta feminist hareket de kadın hareketinin bir biçimi ve bileşeni. Bunu 8 Mart gibi devrimci kadın hareketinde çok özel yeri olan bir günle karıştırmak yalnıza kafa karışıklığını anlatıyor.
Ms: Bunu tartıştık. Feminizmin ilerici kadın hareketinin bir bileşeni olduğunu, dolayısıyla feministlerin örgütlediği eylemlere de yeri geldiğinde katılabileceğimizi vurguladık.
Ch: Kadın sorununa ilişkin temel değerlendirmelerimiz bunu açıklıkla ortaya koyuyor. Sol, sosyalizm adına kadın sorunu ve 8 Mart’ın yorumunu çarpıtıyor. Bizim solla ayrıştığımız konu tam da bu.
Ms: Bizim meselemiz zaten feminist hareket değil kadın sorununa bakış açısı. Yoksa 8 Mart ayrışması feminizme karşı mücadeleden doğmuş bir şey değil. Feminizmi kesen bir yanı var ama asıl mesele bizim kadın sorununu değerlendirmemizle alakalı. İkincisi, 8 Mart tartışmalarını belirleyen feminizmle kurduğumuz ilişki değil. Biz önemli olan yönünü öne çıkartamadık. Demin dile getirilen toplumsal hareket tanımlamasını çok vurgulayamadık. Biz bir dizi başka gelişmeye de pekala müdahale edebiliriz. Güçlü bir çevre hareketi geliştiğinde, bu bizim önceliğimiz değil diyebilir miyiz? Bir toplumsal tepki ve hareketlilik varsa, ona destek vermek ve mümkünse müdahale etmek senin görevindir. Burada da kadın sorunu üzerinden duyarlılıklar ortaya çıktı. Feministlerin yönlendirmeye, öncülük etmeye çalıştıkları bir hareket var. Bu harekete kim nasıl müdahale edecek, sorun buradan çıkıyor.
Ch: Devrimci 8 Mart’ı feministler değil, bizzat solun kendisi, yenilgi ve tasfiyeciliğin ürünü reformist sol bozdu. Kürt hareketi ile reformist solun bir kesimidir bunun asıl sorumlusu. Eskiden feministler 8 Martlar’da kendi kadın kortejleri ve mor renkleriyle yer alırlardı. Bu bir sorun oluşturmak bir yana bir zenginlikti. Ama Kürt hareketinin kuyruğuna takılan solun kendisi salt kadınlara dayalı kutlamaları eksen haline getirince, feministlere de böylece gün doğmuş oldu.
Ym: Türkiye’de ve dünyada bir kadın hareketi gelişiyor. Niteliği de isimlendirmesi de tartışılabilir ama somut bir olgu var, bir kadın hareketi var. Bugün Türkiye’de AKP’nin saldırılarına karşı az buçuk direnebilen en önemli dinamiklerden biridir bu. Kimi saldırılarda geri adım attırmayı da başarabilmiştir. Son dönemin mücadelelerine bakıldığında bu olgu açık olarak görülebilir.
Devrimci bir partinin bu hareketle ile bağ kurma sorunu ve görevi yeterince açıktır. Herhangi bir gerekçeyle bundan kendimizi azade tutamayız. Dikkat edin, bağ kurmaktan bahsediyorum, kadın hareketi ile birleşmekten bahsetmiyorum. Hiçbir gerekçe bunun önüne geçemez. Siz devrimciyseniz, böyle bir dinamik kendini ortaya koymuşsa, bu dinamiği kapsamanın yol, yöntem ve araçlarını bulmak, mümkünse yönlendirmek durumundasınız. Bu birinci nokta.
İkincisi, biz nihayetinde bilinen nedenlerle katılmadığımız bir eyleme katılmaya karar verdik. Arkasındaki gerekçe bence gayet sağlam bir gerekçedir, gayet anlaşılır, tok söylenebilir bir gerekçedir. Bu eylemler daha önce de oluyordu. Bugünkü kuvvette olmasa da gene kitlesel eylemlerdi. Feministlerin önde görüldüğü, feministlerin rengini verdiği, feminist kimliği çok açık olan platformların çağrılarıyla örgütlenmiş eylemlerdi bunlar. 8 Mart tartışması bu açıdan taktik planda pratik bir değişikliğe tekabül ediyor. Gece yürüyüşü diye adlandırılan eylemler feminist etkiyle büyüdü, ilerledi ve başka bir şeye döndü. Kadın kitlelerinin AKP politikalarına büyüyen tepkisi kendini bu eylemler üzerinden koymaya başladı.
Biz buna kayıtsız kalamazdık. Merkez Komitesi’nin kararı bu çerçevede çok doğrudur. Zayıflık şuradadır: Kadın Bürosu da dahil olmak üzere hiçbir il ya da yerel bunu önermemiştir, biz bu eylemlere katılmalıyız dememiştir. Oysa görülüyor ki, büyük çoğunluğumuz aslında böyle düşündüğü halde, tok bir şekilde, biz bu hareketle daha kuvvetle ilgilenmeliyiz denilememiştir. Sorunu yerinde bir tutumla Merkez Komitesi çözmüştür. Bence bu yönü, 8 Mart’ta aldığımız tutumdan daha önemli bir tartışmanın konusu.
8 Mart politikamızla ilgili sorun, gerekçelendirmenin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Tabii ki bazı yoldaşlar hem yanlış algıları, hem de bu açıklamanın zayıflığından kaynaklı tartışmışlardır. Önceden gitmedikleri bir eyleme gittikleri için bu normaldir. Ben diğer sorunu daha çok önemsiyorum. Ülkedeki gelişmeleri, yarattığı yeni durumu, gelişen iç dinamikleri cesaretle değerlendirememek bir zaafiyettir.
Nb: Yoldaşın söylediklerine ek olarak şu vurgulanabilir. Yeni bir durumla karşı karşıyayız. Gelişen bir kadın duyarlılığı var ama bu duyarlılığının kendisini ortaya koyacağı kanallar çok dar. Bugün devrimci bir sınıf hareketi ve onun etkisi altında gelişen bir kadın mücadelesi var da, feminist akımın etkisi altında gelişen eylemler üzerinden biz bir yere katılıyor değiliz. Bizim dışımızda bir gelişme bu. Giden yoldaşlar anlatıyorlar. Bu sorun karşısında tepkisi olan herkes oraya akıyor. Çünkü tek kanal orası.
Ch: Sosyalizmin sesi de orada büyük bir ilgi ve coşkuyla karşılanıyor. Bu da bizzat katılan yoldaşların kendi tanıklığı.
Nb: Biz güçlü bir damar olarak, devrimci politika ekseninde bir kadın mücadelesi geliştirebilsek, büyük bir kısmını oradan koparır alırız. Ama böyle bir durum yok. Nesnel bir durum var. Bu nesnelliği içerisinde kavranmadığında sorun çıkıyor.
Cr: Aslında bu sadece kadın eylemleri üzerinden yaşanan bir sorun da değil. Geçmişte başka bazı kitle eylemlerine katılım üzerinden de biz aynı sorunu yaşayabildik. Savaş karşıtı eylemlere katılım meselesi, Newroz eylemlerine katılım meselesi üzerinden... Aslında daha kapsamlı bir sorun bu.
Ym: Cr yoldaş tarafından yapılan son vurgunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bazen taktik sorunlar ile ilkesel sorunlar birbirine karışıyor. İlkesel olanın ne olduğu taktik olanın ne olduğu iyi ayrıştırılmalı. Sınıf çalışması oturumunda bunu toplu sözleşmeler sorunu üzerinden de tartışmıştık.
Son eyleme katılmamızın kadın sorununa yaklaşımla bir ilgisi yok. Yalnızca AKP karşıtı mücadelenin görevleri üzerinden bile bu eyleme katılınabilirdi. Ancak şunu da söylemek durumundayız. Nedeni biz olmasak da, zamanında büyük bir anlam ifade eden devrimci güçleri 8 Mart üzerinden ayrıştırma politikası bugün için pratik anlamını yitirmiş, dar bir biçime dönmüş durumdadır. Parti bunu da yüreklice söylemelidir. Dün bunun bir karşılığı vardı, bunda direnmemizin bir anlamı vardı. Biz bunda direndik ama sonuçta yalnız kaldık.