Logo
< Deprem deneyimlerinden…

Devrimci parti ve legal alanın kullanımı


E. Doruk

Devrimci bir parti açısından, farklı alanlarda ve mecralarda (illegal, yarı legal ya da legal), çeşitli araç ve yöntemlerle sürdürülen siyasal çalışma özü itibariyle bütünlük arzeder. Bu bütünlük üzerinden devrimci siyasal faaliyetin esasını, devrimci program ve politikalar doğrultusunda işçi sınıfı ve emekçilerin bilincini ve eylemini geliştirmek, bu çaba içerisinde sınıfın ileri kesimlerini örgütlü bir güç haline getirmek ve yarının devrimci süreçlerine hazırlamak oluşturur. Bu bağlamda siyasal mücadele ve çalışmanın, işçi sınıfının gündelik mücadelesini ilerletmekten tarihsel eylemine hazırlamaya, dahası gelecekte sosyalizmin inşası ve sonrasına değin kesintisiz olarak sürdürülmesi gerekir.

Bu denli tarihsel ve güncel öneme sahip bir çalışmanın biricik güvencesi ise, devrimci bir programa sahip, illegal-ihtilalci temellere oturmuş, devrimci sınıf partileridir. Bir başka ifade ile, siyasal mücadele ve faaliyetin gerisinde illegal temellere dayalı devrimci bir örgüt yoksa, siyasal faaliyetin geleceği ve sürekliliği de güvenceden yoksun demektir.

Bunun açık bilincine sahip olan burjuvazi, işçi sınıfının siyasal bir güç olarak karşısına çıkmasını engellemek ya da geciktirmek için, sistemli olarak devrimci parti ve örgütlere saldırır. Etkisiz hale getirmeye, devrimci konumunu sarsmaya, güçsüz düşürmeye ve siyasal etki alanını alabildiğine daraltmaya çalışır. Elbette bu kapsamlı saldırıları devreye sokarken, devrimci parti ve örgütleri kendi denetimi altına almanın ve sistemli olarak legalize etmenin yollarını da arar. Tüm bunların sonuç üretmesi ise, son tahlilde o anki sınıflar mücadelesinin seyrine, mevcut güç dengelerine, devrimci parti ve örgütlerin çizgilerine, devrim konusundaki irade ve kararlılıklarına, toplamında ise dönemin tarihsel koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır.

Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında, sermaye iktidarının devrimci harekete dönük ideolojik-siyasal ve fiili boyutları olan çok yönlü saldırılarının nasıl bir sonuç yarattığını görmek zor değildir. Dünün devrimci akımlarının büyük bir bölümü, birbirini izleyen tasfiyeci süreçlerin ardından, bugün artık tümüyle düzen içi bir konuma geçmiş durumdalar. Örgütsel ve siyasal olarak legalizm cenderesine hapsedilmiş bulunuyorlar. Bu sonucun ortaya çıkmasında kuşkusuz yalnızca sermaye iktidarının çok yönlü saldırıları ve başarısı yer almıyor. Sol hareketin bu noktaya gelmesinin gerisinde aynı zamanda ideolojik ve sınıfsal konumlanışa dayalı çok yönlü yapısal zaafları yer almaktadır.

Devrimci mücadele ve açık çalışma

“Açık çalışma”, bütünlüklü siyasal faaliyet içerisinde parti politikalarının, şiarlarının ve çağrılarının kitlelere ulaştırılması bakımından önemli bir yer tutar. Buradaki “açık çalışma” vurgusu sadece legal araç ve yöntemlerin kullanılmasına indirgenemez. Zira, her devrimci parti ve örgüt, kendi konumu üzerinden belirlediği illegal-legal araç ve yöntemlerle kitlelere “doğrudan ulaşmayı” esas alır. Çalışmanın “açık”lığı bu geniş kapsamı üzerinden değerlendirilmelidir. Legal araçların, alanların ve olanakların kullanımı, bu çerçevede siyasal faaliyetin sadece bir boyutunu oluşturur.

“Öyle koşullar olur ki, partinin çalışma biçimi çok büyük ölçüde açık biçimler üzerinden yürüyebilir. Zaten kitle mücadelesi geliştiği ölçüde bu kaçınılmaz olarak da böyle olur. Ama buna rağmen partinin geleceği temsil eden bir omurgası vardır; partiyi temsil eden, onun çizgisini ve mücadele değerlerini temsil eden, partinin doğru yolda yürüyüşünün güvencesi olan bir çekirdektir bu aynı zamanda. Bu profesyonel devrimci çekirdeği siz burjuvazinin denetim ve saldırı alanından koruyor musunuz, bütün mesele budur…” (H. Fırat, Partimizin Tüzüğü Üzerine 2: Parti Tüzüğü’müzün İlkesel Bölümü, tkip.org)

Geçmişte, devrimci parti ve örgütlerin belli bir kitleselliğe ulaştığı, devrim ve sosyalizm fikrinin kitleler tarafından benimsendiği ve meşrulaştığı, sınıf ve kitle hareketinin daha gelişkin olduğu dönemlerde, koşulların sunduğu olanaklar dahilinde illegal parti ve örgütler kendi isimleri, şiarları, sembolleri ile doğrudan ve açık bir konum üzerinden kitlelerle bağ kurabiliyor, faaliyetlerini sürdürebiliyor, gelişmelere müdahale edebiliyordu. İllegalite “sırra kadem basmak” ya da yeraltının derinliklerinde kaybolmak olmadığına göre, bunun böyle olması eşyanın tabiatına da uygundu. ‘70’li yıllar bu tür faaliyetlerin en yaygın yaşandığı, ‘90’ların başı ve ortası da nispeten benzer deneyimlerin kaydedildiği yıllar oldu.

Legal alanın olanaklarını değerlendirmek ise bütünlüğü içerisinde devam eden siyasal çalışmanın özgün bir alanını oluşturmaktadır. Komünistler olarak bu “özgün alan”a dair daha en başından berrak bir bakış açısına sahibiz.

EKİM I. Genel Konferansı Bildirisi’nde bu konuya dair ortaya konulan şu değerlendirme, komünist hareketin başından itibaren legalitenin kullanımına dair ilkesel bir tutumla hareket ettiğini ortaya koymaktadır:

“İhtilalci örgütlenmeye karşı güçlü bir legalist tasfiyeci akımın varolduğu günümüz koşullarında, parti örgütlenmesini illegal temeller üzerinde hazırlama pratik çabası sağlam ve sarsılmaz bir inatla sürdürülmeli ve bu çaba tasfiyeciliğe karşı sürekli bir mücadele ile birleştirilebilmelidir. Fakat öte yandan, partinin bu zorunlu varoluş biçiminin tamamlayıcı öğesi, onun legal biçim, araç ve yöntemleri en iyi şekilde ve sonuna kadar kullanabilmesidir. Düzen karşısında partinin ihtilalci varoluş biçimini ilkesel önemde gören komünistler için, sorun legal araç ve olanakları küçümsemek ya da bunları illegal örgütlenmenin karşısına koymak değil, illegal bir parti örgütlenmesi ve faaliyeti temeli üzerinde, bu temel koşulla uyum içinde, tüm legal biçim, yöntem ve araçlardan sonuna kadar ustalıkla yararlanabilmektir. Legal olanakları illegal örgütlenme ve faaliyete tabi bir biçimde, onun hizmetinde kullanabilmektir.” (EKİM I. Genel Konferansı / Değerlendirme ve Kararlar, s.131, Eksen Yayıncılık)

Partimizin açık ve tutarlı çizgisi

TKİP III., IV. ve VI. Kongrelerinde yapılan aşağıdaki değerlendirmeler ise, komünist hareketin mücadele sahnesine çıktığı ilk andan itibaren legal çalışma konusunda saptadığı ilkesel tutumun tutarlı bir savunusunu ortaya koymakta, aradan geçen yaklaşık otuz yıl boyunca bu tutumdaki sürekliliği gözler önüne sermektedir:

“III. Kongre partimizin gerçek manada bir ihtilalci sınıf örgütü haline gelmesinde bir dönüm noktası olacaktır. Bu önümüzde çok ciddi bir örgütsel gelişme, genişleme, derinleşme ve sağlamlaşma dönemi olduğu anlamına da geliyor. Kongremizin yaptığı tartışmalar, ulaştığı açıklıklar, vardığı sonuçlar ve sonuçta sağladığı mutabakat, bu konuda en büyük dayanağımızdır. Bu imkânı en iyi biçimde kullanarak yeni düzeyde gerçek bir örgütsel inşa dönemine girmek görevi ile yüz yüzeyiz. Sağlam temellere oturan gerçek bir yeraltı örgütü, bu temel üzerinde kapsamlı ve çok yönlü bir legalite istismarı, illegalite ile legalitenin ilkelere ve amaca uygun bir biçimde birbirleriyle bağdaştırılması, bu açıdan bütünsel bir parti çalışması, bunlar örgütsel alanda bizi bekleyen görevlerin genel çerçevesini oluşturmaktadır.” (TKİP III. Kongresi Kapanış Konuşması..., www.tkip.org)

“Partimiz illegalite-legalite ilişkisinin nasıl kurulacağını, bunların hangi yöntem ve perspektifle birleştirilip uyumlu kılınabileceğini açıklığa kavuşturan Leninist parti teorisi üzerinden inşa edilmiştir. Hedefleri (ideolojik-programatik çizgisi) ve bu hedeflere ulaşmasını sağlayacak politik çalışması (taktik-siyasal çizgisi) ile bu çalışmanın şekillendirdiği ve kendisini ancak onlar üzerinden hayata geçirebileceği araçları (örgütsel çizgisi) bakımından kurulu düzene sığmayan bir devrimci sınıf partisi için, illegalite ilkesel ve stratejik bir zorunluluktur. Düzeni zor yoluyla yıkmayı hedefleyen bir parti ancak illegal olarak ayakta kalabilir ve faaliyetini her koşul altında kesintisiz olarak ve tavizsiz bir biçimde sürdürebilir. Demek oluyor ki ihtilalci bir parti politik çalışmasının sürekliliğini ancak illegal varoluşuyla güvenceye alabilir. Düzen legalitesini aşan bir açık çalışma da -ki komünistler için legal olanakların ötesinde bir kapsama sahiptir- ancak sağlam bir illegaliteye yaslanarak yürütülebilir.

“Komünistler açısından legalite ise, ilkin, bir sınıf tahakkümü aracı, burjuvazinin baskı ve zor aygıtı olarak sermaye devletini perdeleyen her türlü biçimsel yapının, düzenin her türlü yasal kurumunun, bir başka deyişle bizzat düzen legalitesinin kendisinin etkin bir şekilde teşhir edildiği bir istismar alanıdır. İkincisi, kitlelere yönelik ajitasyon-propaganda ve örgütlenme faaliyetini alabildiğine yaygın ve etkili araç, yol ve yöntemlerle yürütmenin, onlarla sayısız alanda kesişmenin, bağ kurmanın vazgeçilmez bir kanalıdır. Nasıl ki sağlam bir illegal temele yaslanmadan düzen sınırlarına takılmayan etkin bir devrimci açık çalışma yürütülemezse, aynı şekilde legalitenin olanaklarını değerlendirmeyen, ondan yararlanarak kendini kitlelerle kurduğu sayısız bağla sarıp sarmalamayan bir illegal örgüt de, bırakalım devrime yürümeyi, ayakta dahi kalamaz. Bu açıdan legalitenin etkin istismarı hayati önemde bir taktik sorundur. Doğal olarak taktik olan daima stratejik ve ilkesel olana bağlıdır, her açıdan ona tabidir, her bakımdan onun hizmetindedir.” (İllegal örgüt, legal çalışma ve örgütsel güvenlik sorunları- TKİP IV. Kongresi Sunumu…, www.tkip.org)

“İçinden geçmekte olduğumuz dönemde açık çalışma imkanları giderek daralıyor. Erdoğan yönetimi bu alanda kullanılan araç ve yöntemlere sınır getirmek için baskı politikalarını tırmandırıyor. Elbette büyük bedeller ödenerek kazanılan bu mevzileri kolayından terk etmek doğru olmayacaktır. Tersine, bu mevzileri korumaya çalışmak, güçlendirmek gibi bir sorumlulukla yüz yüzeyiz. Fakat, tarihsel deneyimler üzerinden biliyoruz ki, bu kadarını dahi başarmanın yolu illegal-ihtilalci mücadeleyi güçlendirmekten, fiili-meşru direnişi büyütmekten geçiyor.

“Parti olarak içinden geçilen sürecin zorluklarını ihtilalci çalışmayı güçlendirme bakışı ile değerlendirmek, açık çalışmada kazanılan mevcut mevzileri de bu bakış üzerinden tutabilmek zorundayız.” (TKİP VI. Kongresi Belgeleri / Devrimci örgüt ve kadro sorunları üzerine…, www.tkip.org)

Farklı tarihsel kesitlerde ve koşullarda toplanan parti platformları belgelerinden yukarıya aldığımız geniş aktarmalar, partimizin illegalite-legalite ilişkisi ve “açık çalışma” konusunda her zaman açık ve tutarlı bir çizgiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

İllegal temel üzerinde legalitenin istismarı

Partimizin benimsediği Leninist parti anlayışı, her türden legal faaliyetin gerisinde muhakkak illegal-ihtilalci konuma sahip bir parti örgütü olması gerektiğine işaret etmektedir. Lenin’in özellikle tasfiyeciliğe karşı yazdığı makalelerde bu ilkenin altı sıklıkla çizilir. Buna göre, illegal konum ve faaliyet temeldir, legal çalışma bu illegal temele tabidir ve onun hizmetindedir, öyle de olmak zorundadır.

Bu yaklaşım parti tüzüğümüzde şu ifadelerle tanımlanmaktadır:

“Parti, burjuvazinin gerici sınıf egemenliği koşullarında, illegal temeller üzerinde örgütlenmeyi, örgütsel varlığını ve siyasal faaliyetini her koşulda sürdürebilmenin biricik gerçek güvencesi sayar... Bu ilkesel temel üzerinde ve ona tabi bir biçimde, burjuva legalitesini en etkin bir biçimde kullanır.” (TKİP Tüzüğü, 1. Bölüm)

Bu böyle olmak zorundadır; zira legalitenin etkin ve devrimci amaçlara en uygun bir biçimde kullanılabilmesinin güvencesi de bizzat bu illegal temeldir. Kaldı ki burjuva düzeni koşullarından legal imkanlar her zaman sınırlı ve koşulludur. Sınıf hareketi ve toplumsal mücadelenin güçlü olduğu koşullarda legal alanın istismarı daha olanaklı hale gelebilir. Bu zeminde kimi mevzi ve araçlar elde edilebilir. Fakat, sermaye diktatörlüğü koşullarında, legal alanda elde edilen hiçbir kazanımın güvencesi bulunmamaktadır. Yakın tarihimizin olayları (darbe dönemleri) bu gerçeğe yeterince açıklık sağlamıştır. Sermaye iktidarı karşı saldırıya geçtiği dönemlerde ilk elden sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, ilerici-devrimci yayınların ve kurumların kapılarına kilit vurmuştur. Her tür legal faaliyet yasaklanmış, bu alanlarda konumlanan binlerce insan zindanlara doldurulmuştur.

Böylesi koşulların oluşması için darbelerin yaşanması da gerekmiyor. Bugün içerisinde bulunduğumuz çok özel koşulları irdelemek ve bundan gerekli sonuçlar çıkarmak da fazlasıyla açıklayıcı ve öğreticidir.

Yakın dönem gelişmeleri ve legal alanın kullanımı

Yirmi yıllık AKP dönemini, gerici-faşist iktidarın özellikle toplumsal mücadeleye ve somutta devrimci-ilerici güçlere dönük sinsi ve sistemli saldırılarını özetlemek, konumuz açısından önem taşıyor.

AKP, 2002 yılında hükümet koltuğuna oturduğu dönemde “ileri demokrasi”, “demokratik Türkiye”, “AB ile tam uyum”, “darbelerle hesaplaşma” vb. riyakâr söylemleri dilinden düşürmüyordu. Kürt sorunu üzerinden “açılımlar” yapılıyor, sonuçları bugün daha net görünen “çözüm süreci” masaları kuruluyordu. Bu sözde adımlar ve düzenlemeler toplumun önemli kesimlerini etkilemiş, kimi sol çevrelerde ise kafa karışıklığına neden olmuştu.

Fakat bu aynı dönemde AKP, bütünüyle iktidar gücünü eline geçirmek için adım adım her türlü gericiliğin koalisyonu olarak hareket etti (Gülen cemaati ile balayı yılları idi bu yıllar). Özellikle 11 Eylül sonrası uluslararası gelişmelerden de faydalanarak ilerici-devrimci kesimleri hedef alan saldırıların fiili ve yasal dayanaklarını adım adım oluşturdu. Görünürde ilerletilen “demokratikleşme süreci”nin arka planında inşa edilen çok yönlü saldırganlık, yine emperyalist dünya ile uyum halinde idi. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist merkezlerde “terör” demagojisi eşliğinde polis devleti uygulamaları yasal zeminlere kavuşturulurken, bu aynı süreçte Türkiye’de de ilerici-devrimci güçleri ve Kürt hareketini hedef alan saldırılar hayata geçirildi.

İlkin “terör” kavramının kapsamı alabildiğine genişletildi. Devrimci, ilerici, demokratik mücadele dinamikleri bu kapsama dahil edildi. Yılların mücadelesi ile elde edilen yasal-legal mevziler hedefe konuldu. Bu süreç devrimci-ilerici siyasal faaliyetin kuşatılması ve boğulması anlamına geliyor ve bu açıdan emperyalist güçlerle bir sıkıntı yaşanmıyordu.

Son on yıllık süreçte ise bu saldırılar dizginlerinden boşaldı. Özellikle 2015 Haziran seçimlerinin ardından dinci-faşist iktidar saldırganlıkta gemi azıya aldı. Çözüm sürecine nokta konularak masa devrildi ve yeni bir kirli savaş konseptine geçildi. Devrimci-ilerici güçlere, Kürt halkına ve her türden toplumsal muhalefete karşı kapsamlı bir saldırı dalgası başlatıldı. 2016’da yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi ise, AKP gericiliği tarafından “Allah’ın lütfu” sayılarak, faşist tek adam rejiminin inşasına hız verildi. Bu dönem boyunca ülke OHAL koşullarında yönetildi. Her türlü keyfilik ve kuralsızlık kural haline getirildi. Sıradan sosyal medya paylaşımları dahi yargılama konusu edildi. Sıradan basın açıklamaları dahi “terörist eylemler” olarak tanımlandı.

Özetle, AKP’li ilk yıllarda “demokratikleşme” cilası ile makyajlanarak ama gerçekte 11 Eylül konsepti esas alınarak devreye sokulan saldırılar, son 6-7 yıldır hiçbir kural, nizam tanınmayan faşist tek adam rejimi koşullarında doruk noktasına ulaştı. Bu süreç, burjuva düzen koşullarında legal olanakların istismarı konusunda da dolaysız sonuçlarını yarattı. Gerici-faşist rejim gerek yıllara yayılan yasal düzenlemelerle gerekse fiili-keyfi uygulamalarla bu alanı alabildiğine daraltmış durumda. Öyle ki, devrimci siyasal faaliyet darbe dönemlerini aratmayacak kapsamda kuşatılmış bulunuyor. Tamamen keyfi biçimde şu ya da bu kentte ilgili mülki idare amirliği ya da doğrudan içişleri bakanlığı tarafından her türden eylem, etkinlik, stant açma, bildiri dağıtma, afiş asma vb. faaliyetler yasaklanabiliyor. Ortada bir yasaklama kararı olmasa dahi bu tür eylem ve etkinlikler “terörist faaliyet” olarak kodlanarak saldırının hedefi haline getirilebiliyor, bütün muhalefet güçleri “terörle” ilişkilendirilebiliyor, vb...

Asıl olan güçlendirilerek tali olan mevziler savunulabilir

Legal çalışma ya da burjuva legalitesinin istismarı bağlamında günümüz Türkiye’sindeki tablo özetle bu şekildedir. Gerici-faşist rejim uzun bir süredir muhalif tüm kesimlerin siyasal-örgütsel varlığını hedefe koymuş bulunuyor. Sendikaların ve meslek örgütlerinin ya da burjuva muhalefetin dahi hareket alanını kısıtlamak için çırpınıp duruyor.

Komünistler, geçici olmaya mahkum bu durumun, sınıf ve kitle hareketinin geliştirilmesi, toplumsal mücadelenin ilerletilmesiyle aşılabileceğinin açık bilincindeler. Fakat bu bir süreç işidir ve bu sürecin nasıl ilerletileceği ise belirleyici bir öneme sahiptir. Bu noktada yapılması gereken, her adımda illegal ihtilalci temeli güçlendirmek, siyasal faaliyeti bu güvenceli zemin üzerine oturtmak, buradan hareketle açık-legal-meşru çalışma alanlarını ve mevzilerini sahiplenmek ve bu sahiplenmeyi emekçilere mal etmeyi başarmaktır. Bununla amaçlanan elbette kendi başına burjuva legalitesinin istismar alanlarını genişletmek değildir. Esas olan, bunu da sağlayacak ve imkanlarını arttıracak tarzda ve bütünlüğü üzerinden, devrimci siyasal çalışmanın savunulması, sahiplenilmesi, güçlendirilmesidir. Bu başarılıp kitlelere mal edilebildiğinde, devrimci mücadelenin legal alandaki imkan ve mevzileri de çoğalacak ve güvence altına alınabilecektir.

Günümüz nesnel koşulları üzerinden legal alanın istismarına dair somut tartışmalar yapmak, sonuçlar çıkarmak ve hayata geçirmek tüm parti örgütlerinin yakıcı bir gündemi olarak önümüzde durmaktadır.


Üste