Logo
< TKİP VII. Kongresi’ne / Parti çalışmasının sorunları

Parti kongresi gündemi üzerine düşünceler

TKİP VII. Kongresi’ne…


(Orijinali daha hacimli olan bu metin, ön hazırlık çalışması kapsamında TKİP VII. Kongresi’ne sunulmuştur… Anlaşılabilir nedenlerle, parti içi sorunlara ilişkin bölümler, buradaki yayında ya kısaltılmış ya da tümden çıkartılmıştır…)

Dünya

İki kongre arası dönemde dünya oldukça önemli gelişmelere sahne oldu. Bir yanda pandeminin ortaya çıkardığı tablo, diğer tarafta Rusya-Ukrayna savaşının gösterdiği üzere emperyalist kutuplar arası çelişkinin vardığı aşama... Birbirini bütünleyen ve ayrılan yanları ile bu süreçlerin dünyada emperyalist-kapitalist sistemin gidişatına ilişkin temelli bir değerlendirmeye konu olması gerektiği açık. Kuşkusuz, kongre gündem metninde de ifade edildiği üzere, bu çerçevede önemli değerlendirmelerimiz var. Bununla birlikte, önümüzdeki dönemde, emperyalist-kapitalist sistemin mevcut tablosu üzerine daha da derinlemesine düşünme ihtiyacı ile karşı karşıya olduğumuz da bir gerçektir.

Bilindiği ve sıkça tekrarlandığı üzere, ABD emperyalizmi ile Rusya-Çin ekseni arasındaki hegemonya mücadelesi devam ediyor. Özellikle ekonomik alanda, kimi iddialara göre 2020’li yıllarla birlikte, Çin ekonomisinin ABD’nin dünya üzerindeki hakimiyetini sona erdirecek düzeye ulaşma potansiyeli var. Bu nedenle, her ne kadar Ukrayna Savaşı halen ABD ile Rusya arasında bir bilek güreşi olsa ve bu çerçevede Çin daha dengeli bir politika izlese de, bu süreçte gerilimin merkezinde gerçekte Çin’in olduğunu düşünebiliriz. Son yıllarda otomotiv sektörü üzerinden tartışılan “çip krizi” de belli yanları ile bu gerilimin bir parçası. Çip üretim tekelini ele geçirmek ABD için önemli bir hedef durumunda. Çip üretiminde özel bir yeri olan Tayvan sorununu kaşıması da bunun ürünüdür.

Sonuç olarak, emperyalist dünyadaki rekabetin güncel seyri ve olası gelişmeleri konusunda, önümüzdeki dönemde bir düşünsel derinleşme süreci içerisine girmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Yine bu konuyla da kesişen yanları ile birlikte ele alınması gereken bir diğer başlık, kapitalizmin teknolojik evrimi. Kapitalist üretim sürecindeki bu dönüşüm, elbette henüz Türkiye için hayalden öte bir şey değil. Teknolojik gelişmenin dünyada önemli bir değişim sürecini tetikleme potansiyelini yabana atmamak gerekiyor. Elbette dünyayı robotlar yönetmeyecek. Ancak “yapay zeka” bugünkü sınırlı haliyle ve sıradan insanların günlük yaşamına entegre olan yapısıyla bile düşündürücü. Örneğin günümüz Türkiye’sinde üniversite öğrencilerinin sıklıkla kullandığı ChatGPT uygulaması ile binlerce sayfalık makaleler taranıp özetini birkaç saniye içinde çıkarmak mümkün.

Sosyal ağlar ve devletin güvenlik aygıtı üzerinden teknolojik evrimin sonuçlarını ise zaten belli vesilelerle tartışıyoruz. Dolayısıyla, kapitalizmin iç evriminden sosyal, politik ve örgütsel güvenliğe dair sonuçlarına kadar, bu süreci daha özel bir çaba ile irdeleyebilmek gerekiyor. Mevcut kadrosal birikimimiz bu çerçevede bir yoğunlaşma için bugün yeterli olmayabilir. Ancak bugünden bu süreci anlamak üzere yönlendirme ve planlamalar yapmak işlevsel olacaktır.

Dünyadaki gelişmeler konusunda bir diğer başlığımız ise kuşkusuz sosyal mücadeleler ve hareketliliklerdir. Sınıf çatışmasının yeniden emperyalist metropolleri de kapsaması, ya da daha doğru bir ifade ile, bugüne kadar tolere edilen sınıfsal çatışma ve gerilimlerin başlıca emperyalist merkezlerde de baş göstermeye başlaması elbette önemlidir. 2000’lerin başında yükselen, ardından yerini faşist akımların yükselişine bırakan sol dalganın belli bölgelerde yeniden yükselmeye başlaması ise bir diğer önemli veri.

Kuşkusuz bunlar halihazırda devrimci bir yükseliş olarak değerlendirilebilecek süreçler değil. Ancak dünyanın verili gerçekliği içerisinde bu tablonun reform-devrim çatışması sınırında ele alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Elbette reformizm devrimci süreçlerin önünde temel bir engel olarak varlığını sürdürecek, ancak toplumsal hareketlerin gelişimi üzerinde durmamız gereken öncelikli alan bence. Sonuçta parti programımız başta olmak üzere, Tunus-Mısır Derslerine kadar, bu hareketlerin imkanları ve sınırlarına dair bir kavrayışımız var. Ama tekrar ifade etmek gerekirse, sınırları konusunda fikir sahibi olmak, mevcut hareketlere gereğince önem verme sorumluluğumuzu ortadan kaldırmıyor.

Nihayet İran’da yaşanan son hareketli süreçten de yola çıkarsak, dünyadaki gelişmeleri yorumlamanın ötesine geçmeli, enternasyonal görev ve sorumluluklarımızı nasıl yerine getirebileceğimiz üzerine daha hedefli bir planlama içerisine girebilmeliyiz önümüzdeki süreçte.

Türkiye

Türkiye’nin siyasal tablosu bu topraklarda devrim hedefleyen bir parti için oldukça düşündürücü. Türkiye’nin siyasi tarihinde görülmemiş bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Neredeyse on yılı bulan yönetememe krizine rağmen, her türlü imkânı kullanarak kitle desteğini belirli bir düzeyde tutmayı başarabilen bir dinci gericilik gerçekliği var karşımızda. Neredeyse tüm çok partili siyasi hayatını en ufak esintide hükümetleri sallayarak geçiren Türkiye’de kitleleri, burjuva düzen sınırlarında bir değişimden bile geri tutan temel olgular neler?

Kitlelerin geleneksel sağcı yapısı bunu açıklamaya yetmiyor. İktisadi koşulların tek başına tetikleyici olması zaten gerçekçi bir beklenti değil. Ama AKP’nin 20 yılda burjuva devlet aygıtında yarattığı tahribat ve onun imkanlarını tepe tepe kullanması bile bu tabloyu anlatmaya yetmiyor. Kitlelerin temel refleksi güçsüzlük psikolojisi üzerinden mi şekilleniyor, yoksa AKP’nin toplumsal örgütlenme düzeyi bizim algılayabildiğimiz sınırların ötesinde bir gerçekliği mi ifade ediyor? Bir başka ifade ile, geride kalan seçimi AKP mi kazandı yoksa burjuva muhalefeti mi kaybetti? Ve AKP, manipülasyon araçlarının ötesinde, bizim algı sınırlarımızı aşan bir örgütlenme potansiyeline sahipse bunu nasıl kıracağız? Sanırım önümüzdeki dönem siyasal gelişmelerinin seyrini bu sorunun cevabı belirleyecek.

Bununla birlikte seçim sonuçlarına ve ortaya çıkan kabineye bakıldığında, AKP’nin pragmatist siyasetinin sınırlarına dayandığı da görülüyor. Elbette AKP batılı emperyalistler ile arasına mesafe koymayı hiçbir zaman aklından bile geçirmedi. Ama görülüyor ki ipleri yeniden tamamen batılı emperyalistlerin eline vermekten başka çareleri kalmamış durumda. Bu tablo yarattıkları tek adam kültüne de ciddi bir darbe vurma potansiyeli taşıyor. Bu yanıyla AKP burjuva devlet aygıtını yeniden olağan zeminine oturtabilecek mi ya da buna gerçekten niyeti var mı? Yoksa geleneksel siyaset tarzı ayağına dolanıp tökezleyecek mi? Önümüzdeki süreçte yaşayarak göreceğiz.

Seçim sonuçları ile birlikte düşündüğümüzde, önümüze çıkan en önemli tehlike ise faşist yükseliş gerçeği. Öcalan’ın yakalanmasının hemen ardından gerçekleşen ‘99 seçimlerinde bile faşist partinin oyu yüzde 17-18 civarını ancak bulabilmişti. Son seçimlere baktığımızda MHP, İP ve ZP’nin oy toplamı yüzde 25’e dayanmış durumda. Bu durum ülkemizde kitle mücadelelerinin seyri açısından ciddi soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

Seçim sonuçları ile birlikte değerlendirilebilecek bir diğer mesele ise toplumsal muhalefetin ve sol hareketin tablosu. Halen açıktan tartışılmasa, yer yer iç hesaplaşmalar anlamında kimi çıkışlar yaşansa da, en azından bizim için seçimlerin en temel tablosu topyekûn sağcılaşma dersem sanırım abartılı bir ifade dile getirmiş olmam. Burjuva muhalefetine verilen koşulsuz destek solda sadece ideolojik yıkımı değil, moral çürümenin vardığı boyutları da gözler önüne seriyor.

Bu durum bizi demokrasi sorununun nasıl ele alınması gerektiği konusunda bir tartışmaya da götürüyor diye düşünüyorum. İşçi sınıfının temel demokratik siyasal özgürlükler mücadelesine yöneltilmesi bu çerçevede önümüzde duran en temel ve öncelikli görev gibi duruyor. Bizi yer yer kaba propagandacılığa sürükleyen hataları tekrarlamadan, sınıf içinde demokratik hak ve özgürlükler eksenli bir çalışmayı planlayıp hayata geçirmek önem taşıyor.

Pratik plandaki bu çabayı isekongre gündem metninde ifade edilen Cumhuriyetin 100. yılı üzerinden bir ideolojik çalışma ile birleştirmek faydalı olacaktır. Sanıyorum Parti Okulları döneminde de bu çerçevede yapılan çalışmalar/sunumlar vardı. Şimdi 100. yıl vesilesi ile devrim yapma hedefinde olduğumuz coğrafyanın siyasal, toplumsal ve ekonomik olarak üzerinde yükseldiği zemini ve geçirdiği evreleri daha detaylı bir şekilde ortaya koyabilmeliyiz. Ki, bunun bir ayağını da “rejim” sorunu oluşturuyor. Bu çalışmada “rejim”in mevcut yapısı konusunda daha net saptamalar yapmak yerinde olacaktır.

Önümüzdeki bir başka 100. yıl ise Lenin’in ölümü... Burjuva cumhuriyetin tablosunu ortaya koyduktan sonra Leninizmin anlamı, önemi ve bu topraklarda bugünkü karşılığını, olabilecek en tok şekilde irdeleyebilmeliyiz. (...)

Sınıf hareketi

Sınıf hareketi üzerine altını çizebileceğim en temel noktayı, siyasal sürece ilişkin bölüm içinde ifade etmiş oldum zaten. Sonuçta sınıfın devrimci partisi olarak, sınıf hareketinin mevcut tablosu ve gerçekliği üzerine zaten fazlasıyla açık bir bilincimiz var. İki kongre arası dönemde de bu açıdan tabloda değişikliğe yol açan bir durum olduğunu söylemek mümkün değil. Belki bir genelleme olarak değil ama yerel gözlem üzerinden pandemi koşullarının yoğunlaşmaya başlayan sendikalaşma eğilimine ket vurduğunu ifade edebilirim ek olarak. Kısmen de seçim sonuçları üzerinden belli işçi havzalarında TİP’in aldığı oyun, bir dinamizmin ifadesi olmasa da, hoşnutsuzluk ve beklentinin sınırlı düzeyde dile getirilmesi anlamına geldiğini söyleyebilirim. Biz olayları toplumsal devrimin çıkarları ekseninde değerlendirebilmeli, birer olgu olarak ele almalı ve bu açıdan soğukkanlı olabilmeliyiz diye düşünüyorum.

Bu sınıf hareketini de aşan biçimde reformizme yaklaşım ile ilgili bir tartışma esas olarak. Dünyadaki toplumsal hareketlere vurgu yaparken de dile getirmiştim; reformizm devrimci yükselişin önünde temel bir engel olsa da, bu engele gürül gürül akan bir kitle hareketi varmış da reformizm buna ket vuruyormuş biçiminde yaklaşmak doğru değil bence. Yani bugünün koşullarında reformizm ile mücadelenin özü itibari ile ideolojik mücadele olduğunu söyleyebilirim. Kaldı ki TİP öznelinde söyleyecek olursam, TİP bizim anladığımız anlamda bir reformist parti bile değil. Olsa olsa popülist bir orta sınıf akımı olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla, TİP üzerinden esen rüzgârı, daha çok kitle hareketini besleme potansiyeli üzerinden değerlendirmek ve bizim bu rüzgârdan kendi devrimci amaçlarımız çerçevesinde yararlanmak yoluna gitmek daha yerinde bir yaklaşım olacaktır. Ve hatırlamak gerekirse, reformizm ile mücadele bizim için pratik bir mücadeledir özü itibariyle. Teşhir etmenin ötesinde, onun yapamadığını yapabilmektir bizim için aslolan. Gerisinin bize kazandıracağı bir şey olduğunu sanmıyorum.

Konuyu dağıtmadan başa dönecek olursam, daha önce de ifade ettiğim gibi, sınıf hareketi ile ilgili olarak güncel planda önceliklerimizden biri, sınıfın temel siyasal özgürlükler mücadelesine yöneltilmesi olmalıdır. Bu yanıyla temel demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini çok daha somut ve pratik olarak sınıfın gündemine sokabilmeliyiz.

Sınıf hareketinin verili tablosu içinde bunun iki temel ayağı olduğunu söyleyebilirim.

Birincisi, iktisadi temelli yürüttüğümüz çalışmalarda, yani daha yoğun olarak sendikalaşma çalışmalarında, özellikle sermaye ve devletle karşı karşıya geldiğimiz anlarda, bu amacı en doğru şekilde hayata geçirecek bir beceri sergileyebilmeliyiz.

İkinci ayak ise, sınıfın özellikle sendikalı bölüklerini bu açıdan hedeflemeliyiz. Tüm zayıflıklarına ve zorluğuna karşın, bu açıdan dokunabileceğimiz ana gövde de bence burada bulunuyor.

Kuşkusuz bu yönelimin bizim için nesnel zorlukların ötesinde öznel zorlukları da var. Kongre gündem metninde ifade edilen Birleşik Metal’e ilişkin sorun bu zorluğun en belirgin yanı. Sendikal bürokrasi ile uzlaşmak gibi bir gündemimiz olamayacağına göre, aşılması hiç de kolay olmayan bir engel durumunda. Birleşik Metal öznelinde ifade edecek olursam; bu barikat bizi özel olarak hedeflese de, bu sadece bize karşı değil. Hiç de yabancı olmadığımız bu tablo, kendi örgütsel hegemonyasının karşısına çıkan her anlayışa karşı pervasız bir saldırganlık olarak kendisini gösteriyor.

Kuşkusuz bu olguda sol hareketin ve elbette bizim örgütsel güçsüzlüğümüzün önemli bir payı var. Bununla birlikte daha derinlemesine bir neden olarak Türkiye’de sol hareket-sendikal hareket ilişkisinin daha ilk andan itibaren çarpık bir şekilde geliştiğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla sınıf hareketinin verili geriliği ve bizim örgütsel zayıflığımız koşullarında, bu tablo çok da kolay değişecek gibi değil. Elbette anlamsız ve gereksiz tartışmalardan uzak durmak durumundayız. Ancak üzerlerinde örgütsel bir hegemonya kuramadığımız sürece, bu barikatları parçalamanın kolay olacağını sanmıyorum.

Sınıf çalışması

Kongre gündem metninde de ifade edildiği üzere, sınıf çalışmamız bir dönemdir bir darlık ve zayıflama süreci yaşıyor. Bu durumun nesnel yanları gayet açık ve anlaşılır diye düşünüyorum. Ki nitelikli ve sınıf çalışmasında yetkin kadrolar sorununu da, bu çerçevede nesnel bir durum tespiti olarak ele alıyorum. İşin bu boyutunu bence örgütsel sorunlar ve kadrolaşma ekseninde ele almak daha isabetli olacaktır.

Bu nesnel gerçekliği bir kenara bıraktığımızda, tartışmayı sanırım üç başlık halinde yürütmek doğru olacaktır. Birincisi sektörel ve alan çalışmalarımız; ikincisi direnişler ekseninde sınıf içinde kadrolaşma sorunu; üçüncüsü ise yeni yayın...

(...)

Araç çeşitliliğinin avantaj ve dezavantajlarını da bizim örgütsel gerçekliğimizle birlikte yeniden düşünmek gerekir. Sadece sınıf çalışmasının sorunu olmamakla birlikte, esnek araçları temelde kitle örgütlenmesinde etkin bir şekilde kullanamama gibi bir sorunumuz var. Bu araçları daha çok seslenmede kolaylaştırıcı unsurlar olarak değerlendirmek temel bir handikap bence. Bir yandan mevcut örgütsel darlığımızda gerçekliğimizi aşan yüklerle karşı karşıya kalıyoruz, bir yandan bütünlüklü bir politik taraf olarak sınıf kitlelerinin karşısına çıkamamış oluyoruz, diğer yandan ise araç-amaç diyalektiği hedefini şaşırıyor. Temas haline geçtiğimiz kitleleri aktifleştireceğimiz mekanizmalardan bile yoksun kalabiliyoruz. Hem de elimizde bu açıdan etkisi çapının çok ötesinde olan araçlar bulunmasına rağmen...

(...)

Üçüncü ve son başlık yeni yayın konusu... Öncelikle yayının tüm eksik ve zorlanmalarına karşın benim beklediğimden iyi bir ivme ile yoluna devam ettiğini söyleyebilirim. Buna ilişkin değerlendirmem hedeflediği kitle ve oradan doğru aldığımız ilk refleksler üzerinden şekilleniyor. Halen sınırlı sayılabilecek bir dağıtım ağımız olsa da, ulaştırabildiğimiz sınıf bölüklerinin ihtiyaçlarına hizmet eden bir yayın izlenimi veriyor. Elbette dağıtım ağı genişledikçe, hem ileri işçiler arasında daha geniş bir kesime hem de geniş sınıf bölüklerine daha fazla ulaştıkça bu açıdan daha nesnel değerlendirmeler yapma imkânımız olacaktır. Ancak “alışkanlıklarımızın gücü”nü de düşündüğüm oranda, başlangıç sürecinin ciddi bir sorun yaşamadan belirli bir başarı ile geride kaldığını söyleyebilirim.

(...)

Gençlik hareketi-çalışması

Gençlik hareketi uzun süredir bir kısırlık içerisinde. 2000’li yıllarla birlikte boyutlanan soruşturma saldırısı püskürtülemedi. Sonrasında, arada Gezi sürecinin kimi örneklerini saymazsak, bir gençlik hareketinden bahsetmek bile mümkün değil bugün. Olduğu kadarıyla kimi sol siyasetlerin gençlik içinde kadrosal varlıklarından söz edilebilir. İstanbul Üniversitesi’nin bölünmesi sürecindeki eylemli tepkiler, Boğaziçi süreci ve yer yer ODTÜ’de çeşitli konularda gelişen eylemli tepkiler de bu gerçeği değiştirmeye yetmiyor diye düşünüyorum. Hatta geleceksizlik kıskacında boğularak çürüyen ve yozlaşan gençlik kitlelerinin sosyolojik bir vaka haline geldiğini bile söyleyebilirim. Buna olduğu kadarıyla sol hareketin bünyesinde kendisini ifade eden gençlik özneleri de dahil... En azından ildeki tablo üzerinden söyleyecek olursam, her türlü dejenerasyonun taşıyıcısı olan, önemli bir kısmı psikolojik sorunlar yaşayan, kurumlarla etkileşim halinde ama örgütsel sorumluluğa mesafeli ve kapı kapı örgüt gezen bir ileri gençlik kitlesi gerçeği var önümüzde. Dolayısıyla bu tablo içinde güç olmak, hele hele sınıf devrimciliği çizgisinde bir düzey tutturabilmek gerçekten kolay değil. Buna gençlik içinde milliyetçi ideolojinin ve buna karşın yurtdışına kaçma eğiliminin baskınlığı tezatlığını eklediğimizde, işimiz gerçekten daha da zor.

Kendi gençlik çalışmamıza baktığımda ise herşeyden önce bu ifade ettiğim gerçekliği kavrayacak bir bakışı halen yeterince inşa edemediğimizi düşünüyorum. Ortada bir hareket varmış gibi biz hala reformizmin harekete engel olduğu ezberini tekrarlayabiliyoruz. Sonuçta ileri politik gençlik öznelerinin kendilerini reformizmin örgütsel tabanında ifade etmesi başka bir şey, reformizmin hareketi bastıran bir basınca dönüşmesi başka bir şey. Son yirmi yılın tablosuna bakıldığında, EMEP dışında harekete reformist bir bariyer ören başka bir anlayış var diyebilir miyiz emin değilim. Tüm bu süre boyunca reformist akımlar bile gençlik içindeki güçlerini harekete ve dinamizme borçlu oldular. Bugün ise hareket edemez durumda oldukları için güçten düşmüş durumdalar. Bu çerçevede reformizme karşı mücadelenin bir pratik ve politik etki sorunu olduğunu unutmamak gerekiyor bence.

Dolayısıyla gençliğin tablosunu yeterince algılamadan, onun ihtiyaç ve yönelimlerini kavramadan yürütülecek her türlü çalışmanın başarısı geçici olacaktır. (...)

Kadın hareketi-çalışması

Kadın hareketi iyice gerileyip güç kaybeden toplumsal hareket içinde görece dinamik konumu ile özel bir ilgiyi hak ediyor kuşkusuz. Kitle kuyrukçusu sol hareketimiz de bu ilgiyi ondan esirgemiyor ve kendisini hergün daha fazla feminizmin batağına sürüklüyor. Bugün ortada başka bir hareket olmadığı oranda orada boy gösteren, kadın hareketi içinde gelişen bir dizi tartışmaya değinmeyeceğim. Bir yanda “kadın sorunu” eksenli, hareketin “renkli” yelpazesini karşı karşıya getiren, özü itibari ile bizi çok da ilgilendirmeyen tartışmalar; diğer yanda hareket üzerindeki politik hakimiyet sorununa ilişkin gerilimler...

Ortada bu tarz kimi gerilimler olsa da, seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo üzerinden de söyleyebiliriz ki, kadın hareketi önümüzdeki dönemde de toplumsal hareketin önemli bir parçası olacak. Hatta dinci gericiliğe karşı mücadelede kısa vadede en önemli mevzi kadın hareketi olacak belki de... Bizim de kadın hareketine ilişkin sorumluluklarımıza ve kadın çalışmamızın durumuna temelde bu eksenden bakabilmemiz gerekir diye düşünüyorum.

(...)

Daha özel planda ise kadın çalışmasının taşıyıcısı olan yoldaşlarımızın eğitimi gibi bir sorunumuz var bence. Yoldaşlarımız bir örgütsel bilinç ve sorumlulukla bu çalışmayı sırtlasalar da, kadın hareketinin doğal özneleri olmadıkları oranda, kimi yetersizlikler de taşıyorlar diye düşünüyorum. Hem kendi gelişimleri hem de parti tabanının konu özgülünde eğitimi için belli planlamalar yaptıklarını da biliyorum. Ki kadın hareketinin içinde tartışılan kimi kavramlara yabancılığımız bile bence önemli bir sorun bu açıdan. Bu yanıyla kadın çalışmasının, en azından politik düzlemde yakın önderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Örgüt / Kadro / Çalışma tarzı sorunları

Muhtemeldir ki kongremizin ağırlıklı gündemlerinden birini bir kez daha örgüt ve kadro sorunları oluşturacak. Kuşkusuz her kongrenin temel bir maddesi olması gerekse de bu sorununun taşıdığı ağırlığın can sıkıcı yanları da var. Tabloyu en yalın haliyle ortaya koymanın ve mümkün olan en gerçekçi çözümleri hayata geçirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

(...)

***

Elimden geldiğince politik ve örgütsel planda önümüzde duran sorumluluklara ilişkin düşüncelerimi en kısa ve özlü biçimde ifade etmeye çalıştım. Verimli bir kongre çalışmasını geride bırakıp, önümüzdeki süreci buradan alacağımız güçle kucaklayacağımıza olan inancımı ifade ederek noktalıyorum.

Ercan

10 Eylül 2023

 

 


Üste