Logo
< Kadrolaşmanın sorunları

TKİP VII. Kongresi’ne / Parti çalışmasının sorunları


(Ön hazırlık çalışması kapsamında, partili bir yoldaş tarafından TKİP VII. Kongresi’ne sunulmuştur...)

Kitle mücadelesi istenilen düzeyde gelişmediği ölçüde yaklaşımlarımızı gereğince sınamak da mümkün olmuyor. Ama parti olarak bakış planında teorik-ideolojik üstünlüğümüzün yanı sıra sınıf mücadelesinde birikim ve deneyim açısından önemli imkanlara sahibiz. Buna rağmen çalışmamız bir süredir kendi sınırlarını aşmakta zorlanıyor. Bunun elbette çok yönlü nedenleri var. Her platformda kapasitemiz ölçüsünde bunları tartışıyoruz. VII. Parti Kongresi’nde de doğal olarak bu sorunlar çok yönlü olarak tartışılacaktır.

Ben toplam çalışmamız üzerinden tekil gibi görünse de önemli gördüğüm bir soruna dikkat çekmek istiyorum.

Çalışmamızın sorunlarından birini, politikanın genel kalması oluşturuyor kanımca. Herhangi bir gündemi tartışma ve uygulama aşamasında genellikten çıkaramamak, yaşadığımız tıkanmanın önemli bir yönünü oluşturuyor.

 Bir sorun karşısında ilkelerimizi sıralamak, “böyle bakılmalı” demek, o soruna dair politika üretmek anlamına gelmiyor. Ama çoğu zaman bununla yetinebiliyoruz. Kitleleri harekete geçirmek istiyorsak, bizimle bütünleştirecek politikayı ve onları harekete geçirecek, en azından bildiklerini sorgulatacak en özlü argümanları bulup çıkarmak durumundayız.

İşçi sınıfı ve emekçileri örgütlenmeye ve mücadeleye çağırırken, bunu neden yapmaları gerektiğine onları ikna edebilmeliyiz. Söz konusu gündeme dair can alıcı noktayı hayatın içinden bulmalı, çekip çıkarmalı, böylece emekçileri bir ikileme sürüklemeliyiz. Bu ikilem temelde, hareket etmek ile boyun eğmek arasındaki bir seçimdir ve bu ikisi doğrultusunda hareket etmenin sonuçlarına işaret etmelidir. Elbette bunlar genel doğrulara bağlanmalı ama kendi içinde bir yol da göstermelidir.

Kitlelerin özne olduğunu ve yaşananların onların şu veya bu doğrultudaki seçimi nedeniyle gerçekleştiğini güçlü bir biçimde vurgulamalıyız. Bu her faaliyette yapılıyor denebilir. Ancak olayları genelliği içerisinde ele almak hiç de bunu sağlamıyor, sözkonusu ikilemi derinleştirmiyor.

Çizgimizi ve sorunlara dair bakışımızı güçlü argümanlarla koyamadığımızda, çözümlerin neden ancak devrimle gerçekleşebileceğini anlatamadığımızda, en ileri işçiler bile bizi “hayalci” bulabiliyor. Tabii ki bugünün hareketsizlik ve örgütsüzlük ortamında, burjuva ideolojisinin tahakkümünün genişlediği tabloda, tek başına söylemlerin bir şeyleri değiştiremeyeceği açık. Kaldı ki bugünkü düzen altında yönetilmeye bir şekilde rıza göstermiş kitlelerin karşısına sosyalizm iddiasıyla, hatta fabrikasında bir şeyleri değiştirme düşüncesiyle çıkmak bile önemli bir zorlanma alanı. Ama gene de son tahlilde politikada söylemlerin özel bir yeri var.

Genel söylem, ilke ve tutumlarımızın alıcısı bugün için dar bir kitledir. Bir gelişme karşısında tutum açıklayarak kitleleri taraf etme çabası, hayatın içindeki bu konuya dair çelişkileri derinleştirmiyor, salt genel doğrular üzerinden şekilleniyorsa eğer, bu durumda istediğimiz sonuçları elde etmek güçleşiyor. Dahası bu yapılmadığında, en ileri kesimlerde diğerlerini korkak ilan etme, küçümseme gibi davranışlara, yanı sıra “değiştirilemez” algısının pekişmesine bile dönüşebiliyor.

Propaganda-ajitasyon planında daha çok göze çarpan bu genelleşme sorunu, herhangi bir olayın üzerine giderken de yaşanıyor. Sorunları eni sonu kapitalizme, insanların her sorunda kapitalizme karşı mücadele etmesi gerektiğine bağlıyoruz. Oysa bu, bazen ters tepen, işçiyi hareketsiz kılan bir şeye dönüşebiliyor. Elbette sorunların kapitalizmle ilişkisini kurmalı ama bunu, daha geniş bir kitleyi pratikte harekete sürükleyecek politikalarla da birleştirebilmeliyiz. Geçmişte sosyalist propaganda üzerine yaptığımız tartışmaların kaynağındaki bakış, gündelik mücadele konusunda da aynı sorunu yaşamamıza yol açıyor.

Karşımıza çıkan sorunlar üzerine yeterince düşünmüyor, söylemlerimizin işçinin bilincinde neye tekabül ettiğini yeterince önemsemiyoruz. Genel doğrularımız var, bunlar bizim için yeterince açık ve doyurucu olabiliyor, dolayısıyla bize yetebiliyor. Hatta bazen gerisi “bizim sorunumuz” değilmiş gibi düşünülebiliyor. Zamanı geldiğinde, işçiler mücadeleye yöneldiklerinde anlaşılacağımızı düşünüp esas sorunun üzerinden atlayabiliyoruz.

Bilinç ile eylem açısından, parti ile sınıf arasında büyük bir açı farkı var. Nasıl bir politika izlersek izleyelim, bu açının kapanması için belli bir mücadele kapasitesinin açığa çıkması gerektiği de doğru. Ancak mevcut sınırlar bizi hiç de beklemeci bir pozisyona itmemelidir. Kimi zaman gelecekte olacaklara dair uyarılar niteliği taşıyan argümanlarla yetinebiliyoruz. Sınıfın bugünkü hareketsiz tablosuna rağmen önerdiğimiz görevlerin zorluğunu da görüyoruz. O zaman vurguyu daha çok, yarın bize döneceği umuduyla uyarılara yapıyoruz. Yarın için uyarmak önemli olmakla birlikte bununla yetinemeyiz. Sınıfı sürekli uyarma darlığından çıkıp, onu harekette geçirecek bir tarzı daha çok zorlamalıyız. Önceliğimiz, bakışımız, konumlanışımız böyle olursa, kopartıcı bir çalışma tarzını da hayata geçirebiliriz.

Genelleşmiş bir çalışma dinamizmimizi uzun vadede olumsuz etkiler. Devrimci dinamizmi hakim kılamadığımız koşullarda kadrolarımızı salt teorik-ideolojik alanda korumaya çalışırız ve bu daha da darlaşmaya yol açar. Tutumlar söylemden pratiğe yansır. En önemlisi de, devrim iddiasındaki bir parti olarak hareketin/yaşamın dışına itiliriz. Varolan duruma seyirci kalırız. Açığa çıkmış bir potansiyel varsa bile, ya onu doğru değerlendiremez ya da değerlendirmekte geç kalırız.

Dilek

Eylül 2023


Üste