(Aralık 1992)
EKİM, bir süredir yaşamakta olduğu iç örgütsel bunalımın bir zorunluluk haline getirdiği Olağanüstü Konferansını bir iç mücadele sürecinin ardından başarıyla gerçekleştirdi. Olağanüstü Konferansımız, soldaki yeni dönem tasfiyeciliğinin içimizdeki kaba bir yankısı olan ve konferans öncesinde yıkıcı bir hizip karakteri kazanan unsurları ihraç ederek saflarımızın dışına attı. Konferansımız, ilkesizliğin ve ideolojik omurgasızlığın yalnızca EKİM’e karşı birlik gibi uğursuz bir amaçla bir araya getirdiği bu “beş benzemez”ler tasfiyeciliğini tasfiye etmekle sınırlamadı kendini. EKİM’in ideolojik ve örgütsel gücü bakımından bu önemli bir başarı olmakla birlikte, konferansımız için bundan da önemli olan, soldaki yeni dönem tasfiyeciliğinin saflarımızda bu denli kaba bir biçimde yankı bulabilmesinin temellerine inebilmekti. Bu, EKİM’in oluşum ve gelişme süreçlerini yeniden irdelemek ve değerlendirmek, liberal tasfiyeciliğin gelişme zemini haline gelen önderlik zaafiyetlerini ve örgütsel sorunlarımızı tartışmak, değerlendirmek ve gerekli sonuçları çıkartmak demekti. Konferansımız bu amaca asgari bir başarıyla ulaştığı inancındadır. Elde edilen ilk sonuçların süreç içinde derinleştirilmesi, EKİM’de liberal tasfiyeci savrulmalara kaynaklık edebilen zaafların köklü bir biçimde yok edilmesi olanağını verecektir örgütümüze.
Sermayenin devrimci güçlere karşı “topyekün savaş”ında ifadesini bulan olağanüstü koşullara ve tasfiyeciliğin örgütümüzü saldırılara açık hale getiren kural tanımazlığına rağmen, EKİM konferans öncesi süreci gerçek bir iç demokrasi uygulayarak yaşamıştır. EKİM’in girdiği iç örgütsel bunalımın kavranmasını kolaylaştıracak tüm belgeler, MK içi yazışmalar, MK toplantı tutanakları örgüte sunulmuştur. Tasfiyeci öğelerin kişisel saldırı ve spekülasyon numunesi metinleri tüm örgüt üye ve aday üyelerine iletilmiştir. Oluşan alt örgütsel platformlarda tasfiyeciler görüşlerini dilediklerince ortaya koyma olanaklarını bulmuşlardır. Türkiye’nin küçük-burjuva devrimci örgüt geleneklerinin alışık olmadığı bu yeni davranış biçimi, bu gerçek iç demokrasi karşısında EKİM’in tasfiyeci öğelerden tek beklentisi, Olağanüstü Konferansa kadar örgüt ilke ve kurallarına, örgüt disiplinine riayet etmek olmuştur. Ne var ki, ideolojik olarak geriye, geçmişin o eskimiş ve bugün artık bir liberal yozlaşma zemini haline gelmiş platformuna düşen tasfiyeci öğeler, iç mücadele araç ve yöntemlerinde de geçmişin davranış biçimlerini en berbat haliyle uygulamışlardır. Örgüt kurallarını, disiplinini ve güvenliğini hiçe sayarak her yolu mubah görmüşler ve örgütlü bir hizip olarak çalışmışlardır.
Bu karakterlerini konferans platformuna da taşıdılar. Daha ilk oturumlarda düştükleri ideolojik zavallılık ve kendi iç birliklerini ellerinde olmayarak yitirme doğrultusundaki açık gelişmeler, onları ucuz bahanelerle konferans çalışmalarını sabote etmeye ve platformu terk etmeye yöneltmiştir. Böylece konferans öncesi süreçte denemeye çalıştıkları, fakat örgütün sabırlı ve dikkatli tutumuyla engellediği konferanstan kaçış girişimlerini, konferansın ilk oturumlarının ardından gerçekleştirmiş oldular. Fakat bu ilk oturumlar bile bu öğelerin ilke ve fikirden yoksun olduklarını, ideolojik aczini, kendi aralarında ideolojik dağılma ve hizipçi suç ortaklığı dışında herhangi bir ortak zemine sahip olmadıklarını göstermeye yetmiştir. Bundan dolayıdır ki konferansımız, EKİM’in iç demokraside sonuna kadar ısrar ederek ve hizipçi tahriklere karşı sabır göstererek bu öğeleri konferans platformuna kadar getirmiş olmasını, her şeye rağmen bir kazanım saymaktadır.
Öte yandan EKİM, koşulların tüm olağandışılığına rağmen, mevcut tüm örgütlerinin tam ve geniş bir temsiline dayanan bir Olağanüstü Konferans toplamak yoluna giderek de başarılı bir iç demokrasi örneği vermiştir. Konferansta temsil edilmeyen iki çalışma bölgesi (Ankara ve Zonguldak), tasfiyeciliğin başını çeken iki eski MK üyesinden birinin, kendi önderlik anlayışı ve pratiğinin yansıması bir sorumsuzluk ve kaba ihmalkarlık sayesinde tümden tasfiye etmeyi başardığı çalışma bölgeleri olmuştur. (Bir öteki tasfiyeci yöneticinin örgütsel ilişkileri sıfırlamayı başardığı bir diğer temel çalışma bölgesi (İzmir) ise, ancak hemen konferans öncesinde bölgeye gönderilen bir üye tarafından temsil edilebilmiştir.)
***
Solda Tasfiyeciliğin Yeni Dönemi başlıklı değerlendirmede, EKİM’in Olağanüstü Konferansımızla noktalanan örgütsel bunalım süreci, genel çerçevesiyle şöyle özetlenmektedir:
“1987’de ortaya çıkan ve en büyük olanaksızlıkları alt ederek I. Genel Konferansı’nı toplamak aşamasına ulaşabilen EKİM, yazık ki konferansla başlayan bu yeni süreçte önüne koyduğu görevleri gerçekleştirmede başarısızlığa uğramıştır. EKİM, kendini yaratan ilk atılımı, kendini geliştiren yeni bir atılımla birleştirememiştir. EKİM, o güne kadarki gelişmesini esası itibarıyla ideolojik gelişmesine borçluydu. İdeolojik gelişmenin gücüyle yaratılan güç ve olanakları örgütsel bakımdan en iyi biçimde düzenleyerek sistematik bir politik faaliyet ve mücadeleye yöneltmek aşaması, aynı zamanda teori-pratik bütünlüğünün, EKİM’in kendi teorik-ideolojik perspektiflerinin maddi bir kuvvete dönüştürme yeteneğinin pratikte sınanacağı bir aşama demekti. Beşinci yıla giriş değerlendirmesinde de ifade edildiği gibi, EKİM bunda belirgin bir zorlanma yaşamış, ‘kan uyumsuzluğu’ olarak tanımlanan olgu ortaya çıkmıştır. Aynı değerlendirmede bunun asıl kaynağının önderlik planındaki zaafiyetler olduğu, giderilememesi, kan uyumsuzluğunun sürmesi durumunda hareketi sıkıntılara, giderek bunalıma iteceği vurgulanmıştı. EKİM geride kalan yıl içinde önderlik planında doğan tıkanmayı gideremedi ve bunun sonuçları giderek bir örgütsel bunalıma vardı.” (s.16)
EKİM I. Genel Konferansı’nın çalışmaları kapsamlı bir gündem çerçevesinde gerçekleşmiş, ortaya Değerlendirme ve Kararlar başlığı altında kamuoyuna sunulan ideolojik, politik ve örgütsel perspektifleri çıkarmıştı. Bu konferans yeni bir hareket olan EKİM’in gelişme süreçlerinde gerçek bir kilometre taşıydı. O güne kadarki gelişmesi EKİM’e nihayet bir siyasal örgüt kimliği kazandırmış, I. Genel Konferansını toplamak bunun somut bir ifadesi olmuştu. Şimdi EKİM’in önünde onu parti öncesi bir siyasal örgütten gerçek bir sınıf partisine ulaştıracak bir gelişme çizgisi uzanıyordu. Değerlendirme ve Kararlar’da ifadesini bulan ideolojik, politik ve örgütsel perspektifler, bu gelişme çizgisinin temel ve taktik esaslarını içermekteydi. Hedefler yeterli açıklıkta, görevler yeterli somutlukta belirlenmiş, örgütün önüne ideolojik, politik ve örgütsel tüm cephelerde yeni bir atılımı gerçekleştirme görevi konmuştu. Özetle, EKİM I. Genel Konferansı’nın sonuçları açık ve sağlam perspektifler, güçlü bir iddia, kuvvetli bir misyon bilinci demekti.
Ne var ki ve ne yazık ki, EKİM I. Genel Konferansı, bu perspektiflerin gerçekleştirilmesine başarıyla ve kararlılıkla önderlik edebilecek, EKİM’in iddiasını kendinde cisimleştirmiş, onun misyonunun taşıyıcısı bir önderlik ekibini kendi içinden çıkarmayı başaramamıştır.
Geleneksel hareketten kopmuş ve tümüyle yeni temeller üzerinde kendini şekillendirmeye çalışan bir harekete önderlik etmenin tüm zorluklarına kararlılıkla katlanan, bu zorluklar karşısında işin kolayına kaçmayan, sözde kolay çözümlere eğilim duymayan, aynı anlama gelmek üzere temel ideolojik ve ilkesel konumlarda ısrarlı, stratejik öncelikleri gözetmede kararlı, kendi içinde uyumlu ve anlaşmış bir kolektif önderlik ekibini kendi bünyesinden çıkarmayı başaramamak, örgütümüzün daha ilk oluşumundan beri süregelen temel bir zaafı olmuştur. Olağanüstü Konferansımız, oluşum süreçlerinin başlangıcından alarak, bu temel zaafı birçok yönüyle irdelemeye ve sonuçlar çıkarmaya bu nedenle özel bir önem vermiştir.
Bu, EKİM I. Genel Konferansının önemine uygun biçimde ve kapsamda ele almayı ihmal ettiği bir temel sorundu. Her ciddi devrimci örgütte önderlik organının taşıdığı özel kritik önem ölçüsünde, ilk konferansımızın bu zaafı örgütümüze ağır bir faturaya dönüşebilmiştir. Önce görev ve hedeflerin gerçekleştirilmesinde bir önderlik zayıflığı olarak kendini gösteren olgu, hızla bir tasfiyeci yozlaşma zemini haline gelebilmiştir.
Bu zaafın yarattığı ağır tahribat, EKİM I. Genel Konferansını izleyen dönemin kendine özgü zorluklarıyla orantılı olmuştur. Bu, gerek genel siyasal koşullar, gerekse EKİM’in gelişme sürecinin girdiği yeni evrenin kendi sorunları bakımından gerçekten ciddi zorluklarla dolu bir dönemdi.
‘90 yılının kitle kaynaşmaları büyük umutlar yaratmış olmakla birlikte, yeni dönemin karşı-devrim cephesinden bir karşı-saldırı dönemi olacağı, I. Genel Konferansımız tarafından daha başından tespit edildi. Doğu Avrupa’daki çöküşün Arnavutluk’ta utanç verici bir çöküntüyle noktalanmasının, Körfez savaşında emperyalist pervasızlığın, işçi hareketinin tam bu günlerde karşı karşıya kaldığı kapsamlı saldırıya tepkisizliğinin, tüm bu olayların devrimci hareketin zayıf öğeleri üzerinde kaçınılmaz olarak geriletici etkileri olacaktı. Fakat I. Genel Konferansımız bundan ötesini gördü. Politik olayların genel seyrinin ve kitle hareketliliğinin “gözle görülür hale getirdiği Türkiye’nin devrimci olanakları, Türk burjuvazisini işi sıkı tutmaya, baskı ve teröre dayalı temel politikalar yedeğinde, onları tamamlayacak bir biçimde bazı yeni taktikler ve yöntemler izlemeye yöneltmiş bulunuyor” değerlendirmesini yaptı. Karşı-devrimin buna ilişkin amaç ve hedefleri konusunda açık uyarılarda bulundu:
“Konferansımızın çalışmalarını sürdürdüğü günlerde ilk öğeleri açıklanan ‘Kürt reformu’ ve 141-142. maddelere ilişkin değişiklik planı, bu çerçevede bir anlam taşımaktadır. Bu yeni girişimin en belirgin hedefi, gerek Türkiye genelinde gerekse Kürdistan’da solun reformist ya da reformizme eğilimli kesimleri düzen legalitesi içine alınıp ehlileştirilirken, devrimci çözümlerde ve iktidar perspektifinde, bunun bir gereği olarak da ihtilalci örgütlenme ve yöntemlerde ısrar eden kesimleri tecrit edip ezmeyi kolaylaştırmaktır.” (Değerlendirme ve Kararlar, s.46)
Burada konferansımızı izleyecek dönemin dış zorluklarına ilişkin açık bir perspektif yansımaktadır. Ne var ki aynı konferansımızın seçtiği Merkez Komitesi’nin bir bölümü daha işin başında, bu zorlukları göğüsleyecek, örgütün ideolojik ve taktik perspektiflerinde kararlılık gösterecek, bu zorluklar ortamında ve hareketin belirlenmiş çizgisi doğrultusunda örgüte önderlik edecek kimliğe, kişiliğe, kapasiteye ve özgüvene sahip olmadığını göstermekte gecikmemiştir. Siyasal koşullardan gelen güçlüklerin ve basıncın bu unsurlar üzerindeki etkisi, kendi gücüne güvensizlik, atalet, iddiasızlık biçiminde baş göstermiş ve utanç verici bir ideolojik dağılmaya varmıştır. Benzer her durumda olduğu gibi, dikkatler kendi dışına kaymış ve bu çerçevede liberal birlik eğilimleriyle legalist çözümler kolaycılığına varmıştır. Konferansta ortaya konulmuş örgüt iradesini kaba bir biçimde çiğneme, örgüte ve örgütsel sorumluluklara yabancılaşma, bunun öteki yüzü olmuştur.
Özetle, I. Genel Konferansımızı izleyen dönemde karşı-devrimin kendini en şiddetli biçimde hissettiren basıncının EKİM Merkez Komitesi’nin bir bölümü üzerindeki ilk yankısı gerçek bir yalpalama olmuş, bu ideolojik dağılmaya varmış, giderek liberal tasfiyeciliğin bugünkü zeminini döşemiştir. (EKİM saflarında boy veren bu liberal tasfiyeciliğin baş kişisinin, 12 Eylül’ü izleyen karşı-devrim döneminde solda boy veren liberal tasfiyeci odaklardan birinin de baş kişilerinden biri ve kendi deyimiyle “gevşek bir yurtdışı grubu”nun başı olmasını, bugünkü olayların ışığında bir rastlantı saymıyoruz. Kuşku yok ki böyle öğelerin EKİM saflarına kabul edilmesinin siyasal sorumluluğu örgütümüzündür ve bizim bundan çıkaracağımız önemli dersler vardır.)
I. Genel Konferansımızı izleyen dönemin EKİM’e özgü iç cephesine gelince. Bu alandaki sorunlar ve görevlerin oluşturduğu güçlükler de önderliğin ideolojik-politik konumu ve sağlamlığı için gerçek bir sınav alanıydı. Bu güçlükler her şeyden önce, EKİM’in bütünüyle yeni temeller üzerinde gelişmek perspektifine sahip yeni bir hareket olmasından kaynaklanmaktaydı. O güne kadarki gelişme süreci içinde esası itibarıyla ideolojik gelişmesi sayesinde biriktirdiği güçleri, en iyi şekilde düzenleyip örgütlemek ve tespit edilmiş siyasal görevlere yöneltmek, konferansın hemen ardından EKİM’i bekleyen en temel ve en acil görevlerden biri, birincisiydi. Bu aynı zamanda geleneksel küçük-burjuva devrimci hareketten köklü bir ideolojik kopuş yaşamış olan yeni bir hareketin, buna uygun bir örgütsel yapı, politik faaliyet ve mücadele pratiğini gerçekleştirme kapasitesi ve yeteneğinin sınanacağı bir görev alanıydı. İdeolojik kavrayışlar, politika ve örgüt pratiğinin gerçekleşmesi sürecinde sınavdan geçecekti. İdeolojik gelişme süreci içinde fikir planında anlaşmış görünen kadroların, işin lafzında mı yoksa devrimci özünde mi birleştikleri bu dönemin faaliyeti içinde açığa çıkacaktı.
Hareketin tümü için bir sınavdı bu. Ama I. Genel Konferans’ın seçmiş bulunduğu Merkez Komitesi için bu daha da özel bir sınavdı. O bir önderlik organıydı; EKİM’in bu doğrultudaki gelişmesine önderlik etmek ve yönetmek sorumluluğu ile yüz yüze idi. İdeolojik gelişmeyi kendine uygun düşen bir politik ve örgütsel gelişmeyle ete kemiğe büründürmek, onun görev ve sorumluluğunun asıl kapsamıydı ve merkezi yönetici organ olmasının getirdiği geniş yetkilerinin asıl çerçevesiydi.
Fakat yazık ki, yeni Merkez Komitesi’nin sonradan içinden tasfiyeci elebaşların çıktığı bir bölümü, bu denli zorlu bir görevin yanına bile yanaşmadı. Bunlar, EKİM için henüz başlayan gerçek bir siyasal pratik evresinin daha ilk adımında, EKİM çizgisinin özüne yabancı olduklarını, onunla hiç de gerçek manada birleşemediklerini, o güne dek tapındıkları görüşleri yalnızca içeriksiz söz kalıpları düzeyinde anladıklarını ortaya koydular. Bugün, EKİM’i EKİM yapan her şey üzerinde tepinme düşkünlüğünün bir parçası olarak, ideolojik çizgimizi “boş söz kalıpları” olarak niteliyorlar. Bununla aslında EKİM çizgisine ilişkin dünkü gerçek kavrayışlarını bilince çıkarmış oluyorlar. EKİM’in ideolojik çizgisinin gelişmesine bir nebze dahi katkıları olmayan, yalnızca kapıldıkları umutlar çerçevesinde bu çizgiye ruhsuzca tapınan ve anlamına nüfuz etmeden ezbere tekrarlayan bu öğeler, bugünkü umutsuz ruh halleri içinde bu çizgiyi tepiyorlar ve ondan “söz kalıbı”ndan öte bir şey alamadıklarıyla kendilerini ele veriyorlar.
EKİM I. Genel Konferansı sonrası süreç, dış ve iç zorlukların EKİM üzerinde oluşturduğu birleşik basınç altında, bazı EKİM “yönetici”lerinin yeni bir hareketi tüm zorluklara rağmen yaratmanın dinamik ve sürükleyici öğeleri değil, eski geleneksel hareketin gelişme süreci içindeki yeni bir harekete bir süre için katılma gücü bulabilen kalıntıları olduğu gerçeğini açığa çıkarmıştır. Bu unsurlar ilerleme dinamizmi gösteremedikleri için geriye düşmüşler, olayların seyri içinde düşkünleşmişler, bu sürecin son safhasında ise EKİM’e karşı gerici bir tasfiyeci güruha dönüşmüşlerdir.
***
Şüphe yok ki EKİM’de ortaya çıkan tasfiyecilik solun genelinde yeni bir tasfiyeci çürümeye yol açan şu son iki yılın kendine özgü koşullarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu koşullar öncesiyle ilişki içinde Solda Tasfiyeciliğin Yeni Dönemi (EKİM 6. Yılında) başlıklı değerlendirmede irdelenmiştir. Bu, EKİM’deki tasfiyeciliğin kavranmasını kolaylaştıran genel çerçeveyi de vermektedir. Fakat bizzat aynı değerlendirmede de ifade edildiği gibi, bu koşulların ve bunun solda yol açtığı tasfiyeci eğilimlerin EKİM’de de yankısını bulması, EKİM’in kendi zaafları ve zayıflıkları temelinde olanaklı olabilmiştir. Bu zaaflar ve zayıflıklar, birikip yoğunlaşıp içinde bulunduğumuz bu evrede belli unsurların şahsında bir tasfiyeci kimlik ortaya çıkarmış olmakla birlikte, hiç de yeni değildir. Tersine EKİM’in ilk oluşum evresinden ve gelişim özelliklerinden kök almaktadır. EKİM buna ilişkin değerlendirmelerini kamuoyuna ayrıca sunacaktır.
Önderlik sorunu da dahil genel olarak EKİM’in sorunu, geleneksel hareketten kopmayla ortaya çıkan yeni bir hareketi her cephede geliştirmek, yeni temeller üzerinde var etmek sorunudur. EKİM, bu iddialı ve zorlu sürece, zorluklarla dolu bir tarihsel kesitte, en az hazırlık ve en sınırlı güçlerle girmiştir. Bu onun yaşadığı gelişme güçlüklerinin genel zeminidir. Bu genel zemindir ki, hareketi şekillendirmekle yüz yüze olan ilk kadroların bir kısmını süreç içinde bunaltıp eleyebilmiştir. EKİM’in öznel zaafları ise bunu kolaylaştırmıştır.
EKİM, gelişmesinin daha ilk anından itibaren temel önemde bir zaaf gösterdi. Kendisine kopma, yeni bir hareket olarak ileriye çıkma olanağı veren nesnel ve öznel etkenleri sürekli irdeleyip değerlendirdiği halde, tersinden olarak, kendi gelişmesini sınırlayan ve bozan nesnel ve öznel etkenleri yeterince irdeleyip değerlendiremedi. Bu onu buna ilişkin ihmal ölçüsünde savunmasız bıraktı ve bir zaaf alanı olarak rol oynadı.
Geçmişe egemen küçük-burjuva devrimciliğini bilince çıkarmak ve onunla mücadele içinde kendini geliştirmek, EKİM’in temel bir üstünlüğü idi. Fakat bu üstünlüğün ortaya çıkardığı ilk güçler, tam da bu aynı geçmişin ürünüydüler, onun tarafından şekillendirilmişlerdi. Bu olgu, küçük-burjuva devrimciliğinin ideolojik platformuna, mücadele ve örgüt anlayışına, gelenek, zihniyet ve alışkanlıklarına karşı genel planda yürütülen mücadeleyi, hareketin kendi iç cephesinde de aynı şiddet ve kararlılıkla sürdürmeyi gerektiriyordu. Bu ihtiyaç ve görev aslında erken bir tarihte ifade de edilmişti. Örneğin: “EKİM, yeni bir ideolojik konumu ifade ediyor olsa da, bu hareketi oluşturan kadroların, insan malzemesinin, geçmiş siyasal ve örgütsel pratikten geldiğini, uzun yıllar geçmiş çizgiyle eğitildiğini, eski örgütlerin alışkanlıklarıyla yoğrulduğunu unutmamak gerekir. ... Geçmişin siyasal ve örgütsel pratiğinden bize miras kalan kusur ve alışkanlıkların zamanla aşılabileceği gerçeği, zamana dönük kaderci bir bekleyişi değil, geçmişin kalıntılarına karşı bilinçli ve sürekli bir mücadeleyi gerektirir.” (Ekim, sayı:15, Aralık 1988)
İç mücadele ve dönüşüm ihtiyacına ilişkin bu açık perspektif, sonuç alıcı bir müdahale ve mücadele pratiği haline gelememiştir EKİM içinde. Bu mücadele eksik, zayıf, sınırlı ve kesikli kalmıştır. Bu, EKİM’in genel planda mücadele konusu ettiği küçük-burjuva devrimciliğine bizzat kendi içinde bir yaşama alanı bırakması demekti. Bunun tahrip edici etkisi tepeden tabana tüm örgütte yaşayagelmiş, iç ve dış güçlüklerin kesiştiği ilk uygun ortamda, tasfiyeciliğin yeşerdiği bir zemine dönüşebilmiştir.
Öte yandan EKİM’in gelişme süreci, aynı zamanda, soldaki tasfiyeciliğin her çeşidine karşı kesintisiz bir mücadele süreci olmuştur. Fakat eğer buna rağmen o gelişmesinin ileri bir aşamasında ve üstelik bir kısım yönetici kadrosunun şahsında kendi içinde bir tasfiyeci eğilimle yüz yüze kalmışsa, bu açık ve dikkate değer olgu, EKİM’in tasfiyeciliğe karşı mücadelesinin belli bir alanda son derece zayıf kaldığına işaret eder. Bu, bir kez daha EKİM’in kendi iç alanıdır. Devrimci hareketin genelinde yaşanan tasfiyeci sürece karşı açık ve kararlı bir mücadele yürüten hareketimiz, bu aynı sürecin saflarımızda kaçınılmaz olarak yankı bulacağı gerçeğini yeterli açıklıkta hesaba katamamıştır. Bu belli bir rehavete yol açmış, bugünkü liberal savrulmanın daha başlangıçta var olan köklerine ve sonraki süreç içinde kendini belli biçimlerde ortaya koyan ilk belirtilerine karşı verilmesi gereken açık ve sonuç alıcı mücadeleyi ihmal etmeye götürmüştür.
İşin aslında soldaki tasfiyeci cereyanın EKİM’de yankı bulması ilk değildir. Bu yankı, bugün saflarımızın dışına düşmüş bir kısım başka öğelerde, tam da bugünkü biçimiyle, ayrım çizgilerini silme, liberal birlikçilik ve legalist eğilimler olarak ifade bulmuştur. Fakat 1987-90 dönemi, dünyadaki ters gelişmelere rağmen Türkiye’de kitle hareketliliği dönemiydi. EKİM ise ilk güçlü ideolojik mevzilerini oluşturmuştu ve bununla güç topluyordu. Bu iki avantaj zayıf öğelerin tasfiyeci eğilimlerinin kolayca bertaraf edilmesi olanağı sağlıyordu EKİM’e. Fakat tam da bu kolaylık iç ideolojik mücadelede rehavete yolaçan bir etken haline gelebilmişti. Öte yandan, EKİM’in bu avantajlardan gelen gücü, saflardaki potansiyel tasfiyeci eğilimleri dizginliyor, geriletiyor, uykuya yatırıyordu.
Tasfiyeciliğin yeşerdiği bir başka alan, EKİM’in kendi ideolojik gelişmesi ile örgütsel gelişmesi arasında gerekli uyumu kuramamanın yarattığı sorunlardır. Bunun ayrım çizgilerini silmede ifadesini bulacak bir liberal ideolojik dağılma alanına dönüşebileceğine, EKİM daha bir yıl önceden, beşinci yıla giriş değerlendirmesinde işaret etmiştir. Bugün gerçekleşen ise bu olmuştur.
Asıl olumsuz etkisini I. Genel Konferans’tan sonra ortaya koymuş olmakla birlikte, bu uyumsuzluğun kökleri de hareketin başlangıç evresindedir. EKİM’in yaşadığı ideolojik sıçramanın hareketi şekillendirmek sorumluluğu üstlenmiş tüm yönetici kadroları aynı biçimde kucaklayamaması, politik ve örgütsel önderlik sorumluluğu üstlenmiş bir kısım kadroların şahsında ciddi sorunlara yolaçmış ve örgütsel gelişmeyi zaafa uğratmıştır.
Bu nedenledir ki, örgüt sorunu, EKİM’in bu en güçlü alanı aynı zamanda onun için bir sorunlar ve zaaflar alanına dönüşebilmiştir.
EKİM’in gelişme süreçlerini değerlendiren temel belgelerin önemle altını çizdiği bir temel olgu var: EKİM’i ortaya çıkaran sürecin ilk hareket noktası geleneksel hareketin anti-leninist küçük-burjuva örgüt ve parti anlayışını sorgulamak ve bunun karşısına leninist parti ve örgüt anlayışını çıkarmak olmuştur. Buradan hareketle sınıfsal kimlik, bakışaçısı ve giderek teorik ve programatik temelin sorgulanmasına ve eleştirisine ulaşılmış, EKİM’i geleneksel hareketten kopmaya bu zincirleme süreç ulaştırmıştır. (Bkz. Örneğin, EKİM’in Doğuşu ve Örgütsel Şekillenişi Üzerine, Değerlendirme ve Kararlar, s.277-305)
Bir ikinci temel olgu can alıcı bir ilkesel kavrayışa ilişkindir. EKİM çıkışından itibaren teori-pratik bütünlüğü üzerinde döne döne durmuş; “Bu bütünlüğün temel, olmazsa olmaz koşulu örgüttür. Teori, taktik ve örgüt bütünlüğü ancak ve yalnızca örgüt aracılığıyla gerçekleştirilebilir”, temel kavrayışı ile hareket etmiştir.
Üçüncü temel olgu ise ikincisinin uzantısıdır. EKİM, “sağlam temellere dayalı bir ihtilalci örgüte ve ancak böyle bir örgüt sayesinde her koşul altında kesintisiz olarak sürdürülebilecek olan sistemli bir politik-pratik çabaya sahip olmaksızın” tüm ideolojik-politik iddiaların havada kalacağı düşüncesine kararlılıkla sarılmıştır. Bu nedenledir ki, legalizm furyasının dorukta olduğu ve 20 yıllık geleneksel hareketlerin kolay güç toplamak kaygısıyla legal dergilere sarıldıkları bir sırada, en zor yolu seçmiş, illegal bir yayın organıyla işe başlamıştır. Bunu ihtilalci bir örgütü yaratmanın temel bir aracı ve yöntemi olarak görmüş, ilk sayısının başyazısının son satırlarında, bu bilinçli ve cüretli tercihi şu kuvvetli sözlerle ilan etmiştir: “Ekim, bu gerçeklerin bilinciyle ve ihtilalci bir proletarya hareketinin sınıf örgütünün gelişim ekseni olmak hedefiyle illegal olarak çıkıyor.” EKİM, Türkiye devrimci hareketinin geçmiş ve o günkü gerçeklerinin bilinci ve eleştirisiyle bu yolu tuttuğu sırada, henüz yola çıkmış yeni bir hareket olarak kadro, güç ve imkan bakımından düşünülebilecek en elverişsiz başlangıç koşullarına sahipti.
Bu sağlam perspektif ve politika sayesindedir ki, bugün tüm kusurlarına rağmen Türkiye’de tümüyle ayrı bir konuma sahip EKİM isimli bir örgüt vardır ve 20 yıllık örgütler eriyip yok olurken, o içindeki tortulardan arınarak yolunu yürüyor.
Ama bu temel olgulara ve onlar sayesinde bugün ulaşılan sonuçlara rağmen, yine de örgüt sorunu, EKİM’in bu en güçlü alanı, aynı zamanda onun için gerçek bir zaaf alanıdır. Bu zaafın anlamı ve kapsamı, Beşinci Yıl değerlendirmesinde (Ekim, sayı:49, Ekim 1991) ve Komünist Bir Siyasal Sınıf Örgütü İçin başlıklı henüz kamuoyuna yayınlanmamış örgüt içi belgede (Mayıs 1992) ortaya konmuştur. Politik faaliyet ve örgütsel şekillenme alanında kendini ortaya koyan bu zaafın gerisinde ise, her iki belgede vurgulandığı gibi bir önderlik zaafı vardır.
Yeni bir hareket olarak EKİM’in temel bir yetersizliği, yaşadığı ideolojik gelişmeyi ve ortaya koyduğu temel iddiayı kişiliğinde somutlamış, ideolojik gelişme ile somut örgütsel gelişmeyi bir arada gerçekleştirecek bir önderlik ekibine sahip olamaması, zaman içinde de bunu çıkarmayı başaramamasındadır. Hareketin başlangıç döneminden kaynaklanan bu yetersizlik, I. Genel Konferansımızın ardından hızla gerçek bir zaaf alanına dönüşmüş, o güne kadar örgütsel şekillenme ihtiyacına yanıt veremeyen örgüt yöneticileri, bu andan itibaren örgütün ideolojik perspektiflerinden, iddiasından ve misyonundan uzaklaşma sürecine girmişlerdir. Bunun pratik sonuçları örgütü sahipsiz bırakmak olmuş, ideolojik dağılmayı tamamlayan bu kaba sorumsuzluk, çok geçmeden bugünkü tasfiyeci kimliğin şekillendiği bir zemine dönüşmüştür. Böylece Ekim I. Genel Konferansı tarafından aynı zamanda bir “örgütsel atılım” dönemi olarak tanımlanan son bir buçuk yıl, örgütsel sorunların biriktiği, zamanında yapılmış bir uyarıdaki ifadeyle, ideolojik gelişme sayesinde kazanılmış ve biriktirilmiş güçlerin örgütsel beceriksizlik nedeniyle heba edildiği bir döneme dönüşmüştür. Bu tahribat konusunda fikir edinebilmek için, bu süre içerisinde, bugün tasfiyeci olan iki eski yöneticinin temel çalışma bölgelerinin tasfiye olduğunu hatırlatmak bile yeterlidir.
***
EKİM’in geçmişten beri süregelen zaafları ve yetersizlikleri tasfiyeciliğe uygun bir yeşerme zemini yaratmış olmakla birlikte, I. Genel Konferansımız sonrasında bunlara eklenen yeni zaaflar, duruma zamanında bir müdahaleyi geciktirerek sorunu ağırlaştırmıştır. Bu zaafların en önemlisi, çıkışından itibaren EKİM’in en temel değerlerinden ve silahlarından birini oluşturan açıklık ilkesinin çiğnenmiş olmasıdır.
EKİM I. Genel Konferansı çalışmalarını Şubat 1991 sonunda tamamladı. Bu konferansta seçilmiş Merkez Komitesi’nin hareketin politik ve örgütsel faaliyetini yönetmek görev ve sorumluluğunu üstlenmiş bölümü, ilk toplantısını 1991 Mayısı’nda yaptı. Daha bu ilk toplantısında yaptığı ilk ve tek gerçek iş ise, örgütün iradesinin gerçekleştiği en üst platformu, kendisini seçmiş ve yürüteceği faaliyetin ideolojik, politik, örgütsel çerçevesini ve doğrultusunu belirlemiş örgüt konferansını, onun çalışmalarını “yalana çevirmek” oldu. Kendisini bizzat seçmiş, görev ve yetkilerle donatmış bir örgüt konferansına karşı alınmış bu eşi benzeri görülmedik tutum, ilgili MK bölümü için bir siyasal iflas göstergesi olmanın ötesinde, içlerinden ikisi için EKİM’in ideolojik platformundan ve politik misyonundan kopma doğrultusunda atılmış bir ilk kocaman adımdı.
Bu adımın ilk sonuçları, örgütün merkezi önderlik sorumluluklarını bir yana itmek, hareketin önündeki görevlere ve elindeki güçlere sırtını dönmek, gözünü dışarıya dikmek ve bu çerçevede kendi sorumluluklarını birlik politikasına ihale etmek olmuştur. Başlangıçta bunun için masum bir alan seçilmiş, konferansın ayrıntılarıyla tartıştığı ve dayatılan koşullar nedeniyle kesin bir biçimde reddettiği “Kurtuluş Hareketi” çevresiyle birlik gündeme alınmıştır. İlgili MK bölümü sayesinde örgütümüzü bir yıl meşgul eden ve sonunda kaba bir iflasla noktalanan bu özel olayın sembolik anlamı şuradadır. İdeolojik bakımdan belirsiz ve kaypak, örgüt kimliğinden yoksun bu çevreyle, ancak onların EKİM çizgisinde, EKİM çatısı altında ve EKİM örgütü içinde özümsenmeleri temelinde birlik yapılabilirdi. Konferansın çizdiği çerçeve özü itibarıyla bunu emrediyor ve eşit koşullarda bir birliği net bir biçimde reddediyordu. Bunun gerisinde kalan her birleşme formülü, EKİM’in ideolojik platformunu, kimliğini ve misyonunu tartışmalı hale getirmek olacaktı. Nitekim MK’nın ilgili bölümünün KH çevresi ile birlik girişiminin kendileri için sonucu bu olmuştur.
Fakat tüm bunlardan örgüt ancak tam bir yıllık gecikmeyle haberdar olabilmiştir. Bunun zamanında yapılamaması tasfiyeci dağılmanın örgüt üzerindeki tahrip edici etkisini artırmış, örgüt zamanında buna müdahale olanağından yoksun bırakılmıştır. Tümü olduğu gibi kamuoyuna sunulacak MK içi yazışmaların tanıklık ettiği gibi MK’nın bir grubu, örgüt ilkelerinin suç derecede çiğnenmesi demek olan bu kapalılığı kırmak için her safhada çaba göstermiş, fakat nedenleri ne olursa olsun sonuçta bunu başaramadığı ölçüde, ortaya çıkan suçun sorumluluğuna bir yönüyle ortak olmuştur.
Devrimci bir örgüt yaşamının kurulup korunmasında, örgütün ve örgüt çizgisinin karşı karşıya kalacağı iç ve dış saldırıların örgütün tüm güçleri seferber edilerek göğüslenmesinde, açıklık ilkesinin, Lenin’in “Işık, daha çok ışık!” şiarının taşıdığı muazzam devrimci önem, EKİM’in son bir yıllık deneyimi ile yeniden kanıtlanmıştır. Örgütümüz bu ilkenin çiğnenmesine bir daha olanak tanımamak kararlılığındadır. Şu ana kadar örgüte sunulmuş bulunan ve son bir yıllık iç örgütsel süreçlerimize ışık tutan herşey konferansımız sonrasında olduğu gibi devrimci kamuoyuna sunulacaktır.
***
EKİM, kamuoyuna Solda Tasfiyeciliğin Yeni Dönemi başlıklı bir broşür olarak sunulan 6. yıla giriş değerlendirmesinde, solda yaşanmakta olan tasfiyeci erozyonun son iki yılın kendine özgü koşulları ve sorunları içinde aldığı yeni biçimleri tahlil etmektedir. Bu değerlendirme tüm temel noktalarda içimizde yeşeren liberal tasfiyeciliğe de ışık tutmaktadır. İçimizdeki tasfiyecilik aynı koşulların ve aynı sorunların bir yan ürünü olmuştur. Benzerlik yalnızca aynı koşulların ürünü olmakta değil, fakat daha da önemlisi, bunun beslediği ideolojik, politik ve örgütsel eğilimlerin paralelliğinde de kendini göstermiştir. Bunu şaşırtıcı bulmuyoruz. Zira bugün içimizde tasfiyeciliğin taşıyıcısı olan öğeler, tam da geleneksel sol hareketin o geleneksel ideolojik platformundan, politika ve örgüt anlayışından, zihniyet ve alışkanlıklarından köklü bir biçimde kopmayı başaramayanlardır. Zor koşullar içinde doğan fakat büyük umutlar yaratan EKİM, bir süre için bu öğelere de umut vermiş, onları beraberinde sürüklemiştir. Fakat siyasal koşullardaki ağırlaşmanın örgütümüzün gelişme süreçlerindeki ilk güçlüklerle kesiştiği yerde, bu kişiler geçmişten kopamadıklarını, EKİM’le bütünleşemediklerini göstermekte gecikmemişlerdir. Önemsiz gibi görünen sorunlarda kendini ortaya koyan kaymaların yarattığı kaygan zemin, hızla kendi içinde bir mantıksal bütünlüğe varmış, onları EKİM öncesinde bulundukları yerlere, halkçı oportünizmin o bugün artık yalnızca bir tasfiyeci yozlaşma zemini olan ideolojik-politik mevzilerine savurmuştur. Aydın oportünizmi ile halkçı oportünizmin bugüne kadar eleştiri adına EKİM’e yönelttiği ne varsa, geriye düşen bu öğelerin elinde bugün EKİM’e karşı bir “platform”a dönüştürülmüştür.
Bu bir ideolojik dağılma ve iflas platformudur. Tüm temel noktalarda EKİM’in ideolojik platformundan kopma, örgüte yabancılaşma, sınıfa güvensizlik, özgüven duygusunu ve misyon bilincini yitirme, bu dağılma ve iflasın birbirine eklenen, iç içe oluşan halkalarıdır.
Tasfiyecilik ideolojik çöküntüsünü, EKİM ile geleneksel halkçı-devrimci hareket arasındaki temel ideolojik-programatik ayrım çizgilerini silme girişiminde ortaya koymaktadır. EKİM I. Genel Konferansı belgelerinde, bugün tasfiyeci saldırının ana hedefi olan bu ayrım çizgilerinin özü ve niteliği şöyle tanımlanır: “Halkçı bir ideoloji ve küçük-burjuva bir toplumsal kimlikle karakterize olan geçmiş devrimci hareketten bir kopma olarak ortaya çıkış, hareketimizin en belirgin özelliklerinden biridir. Halkçılıktan bu kopuş, özü ve niteliği bakımından, teoride ve pratikte küçük-burjuva sosyalizminden proleter sosyalizmine bir geçişti hiç kuşkusuz.” (Değerlendirme ve Kararlar, s.14) Aynı yerde net bir biçimde ifade edilmektedir ki, EKİM’in yaşadığı ideolojik sıçramanın iki temel ve dinamik öğesi, “marksist dünya görüşünün proleter sınıf özü ve devrimci yöntemi konusunda ulaştığı açıklıklar” olmuştur. İlki halkçılığı anlamanın ve aşmanın itici gücü olurken, ikincisi onun dogmatik donmuş kalıplarını ve önyargılarını bir bir kırıp geride bırakma olanağını sağlamıştır. EKİM’in proleter sosyalizminde ifadesini bulan ideolojik, politik ve örgütsel kimliği, bu temel üzerinde ve bu çaba içinde şekillenmiştir.
Saflarımızda ortaya çıkan tasfiyecilik ise, EKİM’i Türkiye solunun sosyalist devrim programını savunan bir yeni grubu sanmakta, öyle algılamakta, buna indirgemektedir. EKİM’i sol hareketin “41. grubu” olarak sıradanlaştırma tasfiyeci eğilimi ve girişiminin gerisinde bu kavrayış yatmaktadır.
Tasfiyeci iflas “platformu”nun en ayırdedici unsurlarından biri olan liberal birlikçilik düşüncesi de bu çerçevede temellendirilmektedir. Tasfiyeci düşünüş tarzına göre, “lafta ne derlerse desinler” devrimci hareketi oluşturan tüm gruplar kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele etmektedirler ve bölünmüş bir “genel sosyalist hareket”i oluşturmaktadırlar. Bu, Türkiye solunun liberal tasfiyeci çevrelerinin o çok bilinen liberal argümanıdır. EKİM’in ideolojik konumu sosyalist devrim programına indirgenince ve bu programatik ayrım da sokaktaki adam “sağduyusu”nu aşmayan bir muhakeme tarzıyla aşılınca, liberal tasfiyeci “platform” için geniş bir birlik alanı ve olanağı kendiliğinden doğmaktadır. Gerçekte ise deneyimlerin hep kanıtladığı gibi bu bir ideolojik omurgasızlaşma, politik kimliğini ve misyonunu yitirme, yitip gitme alanıdır. Bu bir dağılma ve iflas alanıdır.
Solda liberal birlikçilik eğiliminin büyük güç kazandığı evre ile bunun EKİM saflarında yankı bulması zaman dilimi olarak tamı tamına örtüşmektedir. Bu, 1987’de hız kazanan kitle hareketliliğinin doruğu 1990 yılını hemen izleyen o hız kesme ve nispi gerileme evresidir. Örtüşme liberal birlik eğiliminin gerekçelendirilmesinde de görülmektedir. Bugün tasfiyecilik biçimini alan EKİM saflarındaki liberal birlikçilik eğiliminin kendine özgü yanı ise, onun bir ideolojik dağılmadan doğmaktan çok, böyle bir dağılmaya gidip varmasıdır. Bizdeki tasfiyecilik, ayrım çizgilerinin silikleştirilmesinden birlik sorununa varmamış, daha çok tersinden yol almış, birlik sorununu kendisi için hızlı bir biçimde geriye düşmenin bir eğik düzlemi haline getirmiştir. Tasfiyeciliğin taşıyıcısı olan öğelerde öteden beri izlenegelen ideolojik zayıflık ve yalpalama ile EKİM’in ideolojik cereyanı altında geri plana düşmüş geçmişin liberal-halkçı ideolojik önyargıları, bu eğik düzlemin hızlı bir biçimde oluşmasının kaynağı olmuş, işi hayli kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı bir rol oynamıştır.
Sınıfa yabancılaşma ve güvensizlik, tasfiyeci ideolojik dağılma ve politik iflasın bir öteki temel alanıdır. Bu yabancılaşma ve güvensizlik, EKİM’in sınıf yöneliminden, bu yönelimde ifadesini bulan politik ve örgütsel perspektiflerden kopmaya, popülist geleneğin en ilkel önyargılarına kaba bir dönüşe yol açmıştır. Bu “parti güçleri” adı altında solun mevcut yıpranmış güçleri üzerine politika yapma ile “sınıf temelinden bağımsız” sözde bir “profesyonel devrimci çekirdek” örgütlenmesi düşüncelerinde ifadesini bulmuştur. Bunlardan ilki, o liberal birlikçilik politikasının yeşerdiği alandır; ikincisi ise, sol hareketin 20 yıllık sınıf dışı mezhepçi-bürokratik örgüt anlayışına çekilmiş yeni bir ciladır. Tasfiyecilerin sınıf heyecanı ve yönelimi 1987-90 döneminin genel sol modasının o köksüz ve yüzeysel sınırlarını aşamamış, son iki yılın nispi durgunluğu bu heyecanı ve yönelimi hızla “demode” etmiş, sınıfa yabancılaşma ve güvensizlik, eski halkçı argümanlar eşliğinde yeniden ön plana çıkmıştır.
İşçi sınıfına yabancılaşma ve güvensizlik, Türkiye sol hareketinin temel bir karakteristiği ve tarihsel bir geleneğidir. Zaman içerisinde incelmiş, kılık değiştirmiş, farklı teori ve anlayışlarda ifade bulmuş, fakat hep yaşayagelmiştir. EKİM’in ortaya çıkışı bu ideolojik-politik geleneğe büyük bir darbe olmuştur. EKİM bu geleneğe vurarak ve popülist önyargıları parçalayarak, Marksizm-Leninizmin özü demek olan proletaryanın tarihsel rolü düşüncesini boş bir soyut söz olmaktan çıkarmış, politik ve örgütsel perspektiflerini bu temel teorik kavrayış çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu halkçı ideolojiden kopuşun en temel halkalarından biri olmuş, bu soruna ilişkin kavrayışı EKİM’in marksist-leninist kimliğinin temel taşlarından birini oluşturmuştur.
Tasfiyecilik EKİM’in ideolojik gelişmesinin dinamik özünü kavramadaki yeteneksizliğini, onun muhtevasını oluşturan temel görüşleri anlayamamak yeteneksizliği ile de birleştirmektedir. EKİM çizgisinin ideolojik özünü “sosyalist devrim” gibi bu çizgi içindeki bir yan sonuca indirgeyenler, EKİM’in sınıf yönelimini de ‘87-90 döneminde solda kendiliğinden yaşanan sınıfa akışla karıştırma budalalığına düşebilmişlerdir. Bunca yıl EKİM saflarında yer almış bu budalalar çoktan kavramış olmalılardı ki, EKİM’de sınıf yönelimi ve sınıfa dayalı örgüt perspektifi, ‘87-90 dönemindeki işçi hareketliliğinin kendiliğinden yarattığı bir politik-pratik refleks değil (böyle sanmak EKİM’i geleneksel halkçı gruplarla karıştırmak olurdu), fakat halkçı geleneğin en temel ideolojik zaaflarından birine yöneltilmiş köklü eleştirinin bir “yan ürünü”, bir zorunlu ve mantıksal sonucuydu. EKİM için marksist-leninist teorinin temel bir sorunu etrafında, proletaryanın modern kapitalist toplumdaki yeri ve tarihsel devrimci rolü çerçevesinde oluşmuş bir politik ve örgütsel perspektifi götürüp işçi hareketinin gündelik gelgitleri içinde değerlendirmeye kalkmak, gerçek bir şaşkınlığın ve tam bir cehaletin ürünü olabilir ancak.
Tasfiyeci dağılmanın bir öteki karakteristiği, soldaki genel legalist cereyanın içimizdeki kaba bir yankısı olmaktır. EKİM’de boy veren tasfiyecilik, illegal temellere dayalı bir ihtilalci sınıf örgütlenmesini geliştirmenin güçlükleri karşısında tam bir gerileme ve yılgınlık, legal alan araç ve yöntemler kolaycılığına ise tam bir teslimiyettir. Bu ise, EKİM’in temel stratejik önceliklerinden ve bunlara dayalı örgüt ve taktik çizgisinden temelli bir kopuştur.
“İhtilalci örgütlenmeye karşı güçlü bir legalist tasfiyeci akımın var olduğu günümüz koşullarında, parti örgütlenmesini illegal temeller üzerinde hazırlama pratik çabası sağlam ve sarsılmaz bir inatla sürdürülmeli ve bu çaba tasfiyeciliğe karşı sürekli bir mücadele ile birleştirilebilmelidir. Fakat öte yandan, partinin bu zorunlu varoluş biçiminin tamamlayıcı öğesi, onun legal biçim, araç ve yöntemleri en iyi şekilde ve sonuna kadar kullanabilmesidir. Düzen karşısında partinin ihtilalci varoluş biçimini ilkesel önemde gören komünistler için, sorun legal araç ve olanakları küçümsemek ya da bunları illegal örgütlenmenin karşısına koymak değil, illegal bir parti örgütlenmesi ve faaliyeti temeli üzerinde, bu temel koşulla uyum içinde, tüm legal biçim, yöntem ve araçlardan sonuna kadar ustalıkla yararlanabilmektir. Legal olanakları illegal örgütlenme ve faaliyete tabi bir biçimde, onun hizmetinde kullanabilmektir.” (Değerlendirme ve Kararlar, s.131)
Bu açık ve ilkesel perspektife rağmen, tasfiyeciler, illegal örgütlenme ve faaliyeti geliştirip güçlendirmeye tabi, onun hizmetinde kullanılması gereken legal araç ve yöntemleri, bu örgütlenme ve faaliyetin güçlüklerinden kaçışın bir alanı ve olanağı olarak görmüşlerdir. Güçsüzlük ruh haliyle liberal birlik platformuna kayanlar, birliği güç yetersizliğini gidermenin sözde bir çözüm yolu olarak görenler, illegal temellere dayalı bir ihtilalci örgütlenme yaratmanın güçlükleri karşısında ise legalizme kapılmışlardır. EKİM’in daha başlangıç adımında, ihtilalci bir sınıf örgütlenmesinin temel “gelişme ekseni” olarak tanımladığı Merkez Yayın Organını güçlendirmek ve yaymak için I. Genel Konferansımızdan beri kılını kıpırdatmayanlar, bu aynı süreç içinde tüm umutlarını bir legal siyasal gazeteye bağlamışlar ve bunu hareketimiz üzerinde tasfiyeci bir basınca dönüştürmüşlerdir. Bu aynı sürecin tasfiyecilerin tüm umutlarını liberal birlik girişimlerine kilitlediği bir dönemi işaretlemesi, dikkate değer bir olgudur. Kendi dışına ve “açık alana” bakakalan tasfiyeci öğeler, bu arada örgütümüze, kendi öz güçlerimize ve olanaklarımıza yabancılaşmışlar, bunların düzenlenişine, örgütlenişine ve seferberliği görev ve sorumluluklarına sırt çevirmişlerdir. Üstelik bu işlerden birinci derecede sorumlu oldukları halde...
EKİM’in ideolojik çizgisi ile bundan kaynaklanan sınıf yönelimi ve ihtilalci örgüt çizgisi arasında teorik-organik bir bütünlük vardır. “Dünya görüşüyle, ideolojik-politik çizgisiyle marksist-leninist, sınıfsal temeli, yapısı ve bileşimiyle proleter, düzen karşısında politik-örgütsel konumlanışıyla ihtilalci, bir devrimci sınıf partisi yaratma perspektifidir bu.” (Komünist Bir Siyasal Sınıf Örgütü İçin)
Tasfiyeci dağılma, aynı bütünlüğü, tüm bu temel noktalarda geriye düşerek izlemiştir. EKİM’in popülizme ve reformizme karşı kazandığı temel ideolojik mevzilerin terki, zorunlu ve kaçınılmaz olarak, politik ve örgütsel sonuçlarını da ortaya koymuş, sınıf yönelimi ve ihtilalci sınıf örgütü fikrinden ve pratiğinden kopuşla sonuçlanmıştır. Tasfiyeci dağılma, EKİM ile olan tüm ideolojik-politik bağların yitirilmesi, EKİM gerçekliğine ve misyonuna tam bir yabancılaşmadır.
Geleneksel devrimci küçük-burjuva demokrasisinin büyük bir bölümüyle reformculuğa evrildiği bir aşamada onun popülist ideolojik platformuna dönüş, siyasal ve örgütsel sorunlarda da bu reformist-legalist eğilimin bir parçası haline gelmesiyle sonuçlanırdı. Olan tümüyle budur. EKİM saflarında ortaya çıkan tasfiyecilik, soldaki “ters akıntı”nın içimizde beliren küçücük bir dereciğidir. 20 Ekim 1991 erken genel seçimleriyle birlikte solda kendini ortaya koyan ne kadar tasfiyeci politik ve örgütsel açılım varsa, bugün EKİM’de tasfiyeciliğin taşıyıcısı olan öğelerde anında yankısını bulmuştur. Kimisi olduğu gibi, kimisi “kendine özgü” bir biçimde. Yeni hükümeti izleyen “yumuşama” beklentileri ve bu çerçevede “açık alanın önemi”, SP’nin seçim “başarısı’ ve bu çerçevede “HEP’de birlik projesi” bunun tümüyle açık örnekleri olurlarken; legal alana güç yığma ve bu alanı, hem bir ilde tüm çalışma alanlarının “açık cephesi” olarak ve hem de tüm ülke çapında kendi içinde, hiyerarşik bir merkezi organizasyona kavuşturmak düşüncesi ise bunun nispeten örtük örnekleri olmuşlardır. Kendi içerisinde yeterince açık olan bu sonuncusunun “örtük”lüğü, onun gerçekte, solun yeni modası “açık devrimci parti”nin bir kısım işlevleri yerine düşünülmesindedir. EKİM bünyesinde olunduğu sürece, bu kadar kaba bir tasfiyeci düşünce ancak böyle inceltilmiş biçimler içinde ileri sürülebilirdi. Hatırlatalım ki, “HEP’te birlik” gibi o masum görünümlü önerinin gerisinde de aynı tasfiyeci düşünce vardır.
Karşı-devrimci basıncın, devrimci siyasal mücadeledeki zorlukların, bu basınç ve zorluklar karşısında dayanıksız küçük-burjuva öğelerdeki dağılmanın bir ürünü ve ifadesi olan tasfiyecilik; teorik sorunları küçümseme, ideolojik ayrımları karartma, politik sorunlarda liberalizm, örgüt sorunlarında legalizm demektir. İlkesiz ve omurgasız bir oportünizm demektir. Devrimci iddianın yitirilmesi, misyon duygusunun felce uğraması demektir. Tasfiyecilik, EKİM saflarında ortaya çıkan kendi küçücük örneği üzerinden, tüm bu temel ve evrensel özelliklerini yeniden kanıtlamıştır.
Tasfiyecilik iddiasız bir kimlik ve kişiliktir; içimizden çıkan tasfiyeciler bu kimliğin ve kişiliğin prototipleri olmuşlardır. Onların EKİM’e yönelttiği en temel suçlamalardan biri, “EKİM kendini amaçlaştırıyor” biçimindedir. EKİM’i “41.grup” olarak algılamanın ürünü bu beylik suçlamanın ilk sahipleri hiç de bugünün tasfiyecileri değildir. EKİM’in ideolojik-politik sınır çizgilerini net çizmesi ve bu çerçevede kendi iddiasını ve misyonunu net bir biçimde tanımlaması, bugüne kadar güçlükler karşısında yılgınlığa kapılan ve yorulan tüm öğeler tarafından, ama yalnızca onlar tarafından, EKİM’in kendini amaçlaştırması olarak nitelendi ve bize kendimize “bölünmüş sosyalist hareketin” yeni bir grubu gözüyle bakmamız önerildi. Ayrım çizgilerini silme, ideolojik omurgasızlık, liberal birlikçilik eğilimi, politik ve örgütsel sorunlarda gevşek bir oportünizm, örgütten ve sorumluluklardan kaçış, “açık alan” ve aydın çevre hayranlığı, tüm bunlar eksiksiz olarak hep bu suçlamaya ve öneriye eşlik ettiler. Fakat ilgi çekicidir; bu öğelerin tümü de ideolojik olarak yozlaştılar, devrimci kimliklerini koruyamadılar, dosdoğru düzenin içine yuvarlandılar. EKİM’in ulaştığı düzeyden aşağıya düşüşün yaratacağı kaçınılmaz bir sonuçtur bu. Şimdiki tasfiyeci güruhu bekleyen akıbet de kesin olarak budur.
***
İdeolojik çizgimizden kopmuş, örgütümüze ve misyonumuza yabancılaşmış, bunu hizipçi bir suç ortaklığı ile birleştirmiş bu unsurlar, konferansımızca EKİM’den ihraç edilmişlerdir. Bu karar konferansımız toplantı halinde iken kendilerine bildirilmiştir. Aynı bildirimle birlikte kendilerinden ellerinde bulunan ve EKİM’e ait olan tüm maddi değerleri en kısa sürede örgütümüze teslim etmeleri istenmiştir Bu istemimizi devrimci kamuoyu önünde bir kez daha yineliyor ve tasfiyeci yol arkadaşlarını bu konuda bir yanlışa düşmemeleri konusunda önemle uyarıyoruz.
***
EKİM’de tasfiyecilik tasfiye edilmiştir. O yürüyüşünü zayıflatan ayak bağlarından kurtulmuş, son aylarda örgüt içi yaşamımızı kirleten kokuşmuş bir tortuya dönüşen unsurlardan kendini arındırmıştır. Gücünden bir şey kaybetmemiş, tersine son bir yıldır bu gücün kullanımını sınırlayan ağırlıkları silkip atmıştır.
Konferansımız bunu işin en acil fakat en kolay yanı olarak değerlendirmektedir. EKİM’de düşkünlük derecesinde bir liberal tasfiyeciliği besleyen tüm kaynakların kurutulması ile kendi asli sorumluluklarını gerçekleştirecek bir çalışma ve seferberlik, görevlerimizin asıl alanıdır. Komünistler tüm güç ve iradeleri ile bu zor alanı kucaklayacaklardır. EKİM’in ideolojik çizgisi, bu güç ve iradenin hem kaynağı hem güvencesidir.
Hareketimiz en büyük olanaksızlıklar ile en zor engelleri alt ederek bugüne ulaşmıştır. EKİM, bu mücadeleler içinde oluşturulmuş bir ideolojik ve örgütsel kimliktir. EKİM, bir siyasal ve örgütsel değerler sistemidir; bunlarda ifadesini bulan bir ileri düzeydir. Komünistler bu kimliği ve kişiliği, bu değerler sistemini ve düzeyini kararlılıkla savunacak, özenle koruyup geliştireceklerdir.
Komünistler işçi sınıfının devrimci öncüsü partiyi yaratacak, devrime ve sosyalizme yürüyeceklerdir.
Yaşasın Marksizm-Leninizm!
Yaşasın Komünizm!
Aralık ’92