Logo
< İşçi-emekçi kadın çalışması...

Reformizme karşı tek seçenek: Devrimci sınıf çizgisi - N. E. Derya


’90’lı yıllarda etkili bir şekilde esmeye başlayan reformist cereyanın sol partiler ve örgütler üzerindeki uğursuz etkisi artarak günümüze ulaştı. Bu cereyan reformist solu sağa sürüklerken, geleneksel devrimci-demokrat hareketi ise reformist çizgiye çekerek düzenin icazet sınırlarına hapsetti.

Son yirmibeş yıla yayılan tasfiyeci/reformist cereyanın bu derece etkili olmasında -geleneksel sol hareketin yapısal zaaflarıyla ideolojik açmazlarının yanı sıra- Kürt hareketinin parlamenter eksenli seçim platformunun özel bir rolü olmuştu. Bununla birlikte sol hareketlerin bu cereyana kapılmalarının esas nedeni devrimci iktidar perspektifinin/iddiasının zamanla yitirilmesidir. Her şeye rağmen yakın zamana kadar devrimcilikte ısrar edenlerin de yelkenleri indirmesi, -birkaç istisna dışında- solu “burjuva cumhuriyetini demokratikleştirme” platformunda birleştirdi. Tasfiyeci/reformist cereyan, 2015 seçim süreciyle birlikte doruk noktasına ulaştı. İçinde bulunduğumuz seçim süreci, bu vahim tabloyu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.

 

Gerekçeler farklı, ortak nokta düzen içine hapsolmak

“Burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme” ya da kendi ifadeleriyle “radikal demokratlık” çizgisinde buluşanlar, içine düştükleri vahim durumu farklı gerekçelerle izah etmeye çalışıyorlar. Hatta bazıları “derin analizler” yaparak düzen içi bir program etrafında öbeklenmenin devrimci hareketi geliştireceğini bile iddia edebiliyorlar.

Bu türden analizler cahillikten mi, içine düşülen vahim duruma kılıf uydurma ihtiyacından mı, tabanda gelişebilecek olası tepkileri bloke etme ihtiyacından mı kaynaklanıyor? Bu konuda kesin bir şey söylemek kolay değil, ancak bunun pek bir önemi de yok. Zira reformizm/devrim ayrışması ilkeseldir ve belirleyici olan hangi tarafta karar kılındığıdır. İlki, burjuva cumhuriyeti demokratikleştirmeyi, ikincisi ise burjuva cumhuriyeti yıkıp sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetini kurmayı esas alıyor. Yani iki farklı program, iki farklı dünya görüşüdür söz konusu olan. O halde gerekçe ne olursa olsun ilkini, yani reformizmi tercih eden bir siyasal akım, ikincisinden, yani devrim/sosyalizm mücadelesinden uzaklaşmaya başlamış demektir. Böylesi bir platforma düşmenin şu veya bu gerekçe/analizle açıklanması, sonucu zerre kadar değiştirmez, fakat bunu yapanların samimiyetini tartışmalı hale getirir. Zira fikir babası Abdullah Öcalan olan, “devlete isyan döneminin bittiği”ni ilan eden bir programın etrafında öbeklenenlerin devrimcilik iddialarının hiçbir inandırıcılığı olamaz.

 

AKP karşıtlığı veya kapitalizmin sınırlarına sıkışan ufuklar

Devrimci konumu savunmada biraz daha uzun soluklu olanlar da, bir-iki istisna dışında 7 Haziran seçimleri süreciyle, “burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme” kervanına katıldılar. Dinci-gerici iktidarın geriletilmesi, devlet terörünün hafifletilmesi, Kürt sorununa iğreti çözüm bulunması adına reformist bloka iltihak edenlerin bir kısmı, bu sayede siyasal faaliyette belli bir ivme yakalayabileceklerini var sayıyorlar. Düzen karşıtlığından reformist zeminde AKP karşıtlığına daralan bir programa sıkışarak ivme yakalama hevesine kapılmak, devrimcilik adına pek hazin bir duruma işaret ediyor.

Burjuva hükümetlerin emekçiler nezdinde yıpranması, iktidarın sembolü olan parti veya şahısların nefret nesnesine dönüşmeleri, sık rastlanan bir durumdur. Dinci-gerici AKP yıllardır izlediği politikalarla geniş kitlelerin nefret ettiği, tiksindiği bir iktidar durumuna geldi. Dinciliğin güdümüne girmeyen işçi ve emekçilerin, “AKP gitsin de ne olursa olsun” ruh haline girmeleri anlaşılır bir durumdur. Bu hükümetin ya defolup gitmesini ya da ölçüsüz saldırganlığı ve küstahlığı törpülenmiş bir AKP görmek istiyorlar. Bu sınırlarda bir tepkinin/talebin anti-kapitalist/anti-emperyalist olmak anlamına gelmediği, bir sistem olarak kapitalizmi hedef alan bir duruş olmadığı açıktır.

Dinci iktidardan nefret eden emekçilerin bu sınırlarda kalan tepkileri anlaşılır, ancak marksist, sosyalist, devrimci olma iddiasını sürdüren parti ya da örgütler namına bu noktaya gerilemek vahim bir durumdur. AKP’nin emperyalistler ve büyük burjuvazi nezdinde bile hizaya çekilmek istendiği bir aşamada “AKP karşıtlığı” çizgisine gerilemek, politik iddiasızlığın, ideolojik sığlığın, asıl olarak da devrimci iradenin yitiminin göstergesidir. Bu zemine düşenlerin devrimcilik iddiaları, gelinen yerde altı boş söylemlerden öte bir anlam taşımamaktadır.

 

Polis devleti tahkim edilirken kurulan hayaller

Burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme iddiasında olan “radikal demokratlar” sistemin döne döne ürettiği demokratik sorunları çözeceklerini vaadediyorlar. “Kürt sorunu çözülünce ülke de demokratikleşecek” denklemini kuruyorlar. Demokratikleşme yönünde önemli adımlar attıklarını, seçim barajını yıkarak bu yönde yeni atılımlar yapacaklarını söylüyorlar.

Parçadan hareketle bütünü demokratikleştirme iddiasının tuhaflığı bir yana, burjuva iktidarın polis devletini tahkim ettiği bir dönemde bu temelsiz hayallerin yayılması, en hafif değimle abesle iştigaldir. Burjuvazi polis devletini tahkim ederek sert sınıf çatışmalarına hazırlanırken, demokratikleşme masalları anlatanlar, başka bir alemde yaşar gibiler. Böylesi “iyi niyet”ler taşımaları şaşırtıcı olmadığı gibi, kendi içinde tutarlı bir davranıştır da aynı zamanda. Fakat sorun işçi sınıfını, emekçileri ve toplumun ezilen diğer kesimlerini bu temelden yoksun hayallerle oyalamaya çalışmalarıdır.

Uzlaşmaz sınıf çelişkilerini her gün yeniden üreten bir sistemde gerilimden uzak “mutlu zamanlar” ancak işçi sınıfı ile yoksul müttefiklerinin baskıya, sömürüye, eşitsizliğe, köleliğe sessiz kalmalarıyla mümkündür. Burjuvazinin yanı sıra düzeni demokratikleştirme heveslilerinin temennisi bu olsa da, uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz sınıf çatışmaları yaratması kaçınılmazdır. Bu çatışmanın hem bir tarafı, hem de nedeni olan burjuvazi polis devletini tahkim ederek hazırlık yaparken, emekçileri “demokratikleşme masalları” ile avutup pasifize etmek, burjuva diktatörlüğünün işini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Neyse ki kapitalist sistem, bu türden boş hayallerin uzun ömürlü olmasına olanak tanımayan sert sınıf çatışmaları üretmektedir.

Kapitalist sistemin kaçınılmaz sonucu olan sınıf çatışmaları “demokratikleşme hayalleri”nin yayılmasına çok fırsat tanımasa da, reformizme karşı ideolojik mücadele her zaman büyük bir önem taşıyor. Zira, “İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini düzen sınırlarına hapsetmek, kitleleri düzenin temellerine yönelecek her türden mücadeleden alıkoymak, her zaman reformizmin temel bir tarihsel-siyasal misyonu olmuştur...” (Reformizm ve devrim-1, Ekim, Sayı: 294, Şubat 2015)

Temelden yoksun hayaller yaymak, reformizmin tarihsel-siyasal misyonunu oynamasının temel araçlarından biridir. Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçileri reformizmin yaydığı bu uyuşturucu hayallere karşı uyarıp devrim-sosyalizm mücadelesine kazanma çabası kritik önemdedir; bundan dolayı da kesintisiz bir şekilde sürdürülmelidir.

 

Gerekli olan; krizler, savaşlar, isyanlar,
devrimler dönemine hazırlanmaktır

Reformist cereyana kapılıp burjuva cumhuriyeti demokratikleştirme kervanına katılanlar, bilinçleri, ufukları, hayalleri, umutları emperyalist-kapitalist sistemin sınırlarına hapsetmeye çalışıyor, kapitalizm vebasından kurtulup sosyalist bir dünya/gelecek kurma mücadelesini ise marjinal ilan ediyorlar. Bu zihniyete göre, kapitalizmin kaçınılmaz sonuçları olan demokratik, sosyal, siyasal sorunlar hemen şimdi çözülebilir. Sorunları çözüme kavuşturmak için anti-kapitalist olmaya gerek yok. Aynı anlayışa göre, sosyalist devrim mücadelesi sorunların çözümünü devrim sonrasına, dolayısıyla belirsiz bir zamana ertelemek anlamına geliyor. Reformist koronun iddiasına göre ulusal sorun, kadın sorunu, demokratik, sosyal, siyasal haklar sorunu hemen şimdi çözülebilir, çözülmelidir de. Şu anda esas olan, devrim için değil reformlar için mücadele etmektir. Bu anlayışa göre kapitalizmi devrimle yıkıp sosyalizmi kurma mücadelesi bugünün değil, uzak geleceğin sorunudur.

Bu anlayış sınıfsal temele dayanıyor. Vurgulamalıyız ki, “... reformizm bir rastlantı ya da yanılgı değil, fakat tamı tamına sınıfsal bir olgunun düşünsel ve politik bir yansımasıdır. Reformist akımlar her zaman son tahlilde kendilerine denk düşen belirli sınıfsal konumların ürünü olmuşlar, politika sahnesinde bu konumlara uygun düşen çıkarların, bunun ifadesi düşünce ve politikaların temsilcisi ve taşıyıcısı olarak hareket etmişlerdir.” (agy)

Kapitalizm demokratik sorunları döne döne üreten bir sistem olduğuna göre, reformistler için sosyalizm uğruna mücadele hiçbir zaman “bugünün sorunu”, “önceliği” olmayacaktır. Zira kapitalizm her zaman onlara oyalanacak demokratik sorunlar üretebilecek bir sistemdir. Ufukları kapitalizmin ötesine uzanamadığı için, -eğer daha gerisine düşmüyorlarsa- burjuva cumhuriyeti demokratikleştirmek, onların kutsal vazifeleri olmaya devam eder.

Reformist cephede hal böyleyken, içinde bulunduğumuz bunalımlar, savaşlar, kitle mücadeleleri ve isyanlar döneminde gerici burjuva iktidarlar demokratikleşmek bir yana, emperyalist metropollerde bile faşizan yönetimlere geçiş için hem hukuksal hem siyasal altyapı hazırlığındadır. Sınıf savaşımları alanında deneyimli olan emperyalist-kapitalist sistemin efendileri, sert sınıf çatışmaları dönemine hazırlanalı yıllar oldu.

Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri böyle bir hazırlık içindeyken, işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların temelden yoksun “demokratik hayaller”le oyalanacak zamanları, bu uğurda tüketilecek enerjileri olmamalıdır. Krizin faturasını ödemeyi reddetmek, grevleri, direnişleri, işgalleri yaygınlaştırmak tek çıkış yoludur. Ancak buna uygun bir örgütlülük ve mücadele sürecinden geçilerek halk isyanlarına, devrimlere hazırlık yapılabilir.

Demokratik, sosyal, siyasal haklar uğruna mücadele de, gerici faşist zorbalığa karşı direniş de büyük bir önem taşıyor. Öte yandan işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin bu mücadelelerin okulunda eğitime kesin ihtiyaçları da var. Bununla birlikte demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele nihai hedef değil sömürü, baskı, gericilik ve köleliğin kaynağı ve yeniden üreticisi olan kapitalizmi yıkma, eşitlik, özgürlük, kardeşlik dünyası olan sosyalizmi kurma mücadelesinin bir basmağı ve olanağı olabilir ancak. Bu perspektifle örülecek mücadele sömürü ve kölelikten arınmış dünya idealinin kapitalizmin koyu karanlığında boğulmasına izin vermez, sömürü ve zorbalığın ortadan kaldırılacağı bir dünyaya doğru ilerleyişin ise yolunu açar.

İşçi sınıfı ve emekçilerin tek kurtuluş seçeneği olan sosyalist bir dünya uğruna mücadeleyi güçlendirmek, hem sermaye egemenliğine hem de kapitalizmin “demokratikleşmiş” koyu karanlığını “tek seçenek“, “tek çıkış” diye sunan reformist anlayışlara verilecek en iyi ve en etkili yanıt olacaktır.


Üste