Logo
< Siyasal öfkenin sosyal kaynağı

Devrimci misyon ve irade


K. Irmak

“İnsan tarihin öznesidir” ve “tarih, sınıfı mücadeleleri tarihidir” der Marx. Özne olmak, değiştirme ve dönüştürme gücüne yapılan vurgudur ve aynı zamanda devrimcilerin misyonunu tanımlar. Marx’ın 18. Brumaire’de “İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar ama keyiflerine göre kendi seçtikleri koşullarda değil, doğrudan karşılaşılan, geçmişten verilip aktarılan koşullarda yaparlar” değerlendirmesi de bu misyonun yerine getirilmesinin yoluna işaret eder. İnsanlığın tarihi değiştiren güç olduğuna ilişkin bu değerlendirmenin altı burjuvazi tarafından boşaltılmakta, sınıf karşıtlıklarının üstü örtülmeye çalışılarak “aynı gemideyiz” masalı yayılmakta ve birey kutsanmaktadır.

İnsan özne konumuna ulaşamadığında, parçası olduğu sınıfa ve tarihe yabancılaşmaktadır. Yaşanan “an”ın kalıcı olduğu algısı yerleştirilmektedir. Oysa tarih böyle ilerlemiyor. Sınıf çatışmalarının kesintisiz biçimde devam ettiği, yer yer sarsıntılar biçiminde gün yüzüne çıktığı, yer yer dingin göründüğü, ancak altında pek çok birikimi barındıran dönemler yaşanıyor.

Tarih bilincinden yoksun insan içerisinde bulunduğu anın hep öyle sürüp gideceğini düşünür, böyle düşünmesi de istenir. Eğer durgunluk döneminden geçiliyorsa, koşulları ve yaşananları karamsar tablo içinde değerlendirir. Yükseliş döneminde ise ayakları yerden kesilir. Her iki durumda da sürüklenmekten kurtulamaz.

Marksizm tarihin kendi ilerleyiş diyalektiği içerisinde proletaryaya ve komünist partiye önemli bir misyon yükler. Komünist partisinin misyonu, bunu bilince çıkarmış kadrolarıyla birlikte proletaryanın tarihsel eylemine öncülük edebilmektir.

Mücadele süreci içerisinde gerilemeler yaşanır, kayıplar olur, tarihsel fırsatlar kaçar ama umutsuzluğun, var olan ile yetinmenin ve karamsarlığın bu mücadelede yeri olamaz. Devrimci misyon bilinci, gün ile gelecek arasında kurulan köprünün sarsılmaz olmasını sağlar.

Bir devrimci yaşamı bütünlüğü içerisinde kavrayabilmeli, büyük küçük demeden yapılan her işe bu sorumlulukla yaklaşılabilmelidir. Yanı başımızdaki yoldaşlarımıza ve kitle ilişkilerine karşı sorumlu davranmaktan ortak yaşam alanlarımızı temiz tutmaya, gündelik yaşamımızı örgütlemekten düşmanla savaşmaya kadar yaşamımızın her alanında ve her anında devrimci misyonumuzun bilinciyle hareket etmek durumundayız.

Değiştirme iradesinin ortaya çıktığı ve mayalandığı yer siyasal pratiğin kendisi ve örgütlülüklerdir. Dünyayı değiştirme pratiğinin dayandığı yer ise bilincimizdir. Bilinçten beslenemeyen duygusal motivasyonlarla ancak bir yere kadar ilerlenebilir. Tercihlerimiz bizi mücadeleye getirir, sorumluluk duygumuz bilincimizin yansıması olarak pratiğimize yön verir. Devrimci sorumluluk coşkulu bir pratikle yerine getirilir.

“İçselleştirilmiş bilincin dışa vurumu olarak kendini gösteren devrimci sorumluluk, coşkuyla yerine getirilen edimlerle pekişir. Bu ise, anın etkileri, engelleri ne olursa olsun, dünyayı değiştirme ve yeniden kurma eyleminde bulunan sınıf devrimcisine, coşku ve heyecanla sorumluluğunu yerine getirme olanağı sağlayacak, nesnel koşullar önüne bazı engeller dikse bile, bunları aşma iradesi ve moral gücünü kendine bulacaktır.” (Bilinç ve sorumluluk, Ekim, Sayı:279, Şubat 2012)

Eğer pratiğimiz coşkudan yoksunsa, yapılan her iş “yük”e dönüşür. Bu sürece müdahale etmediğimizde ise değiştirme iradesinin zayıflaması, var olanla yetinme, oyalanma için iş yapma, öznel değerlendirmeler, artan konformist eğilimler, geçmişte yapılan seçimlere pişmanlık kendini gösterir. Alınamayan ev, kavuşulmayan sevgili, edinilmeyen meslek, gidilmeyen konser vb. bunların hepsi ayrı ayrı ve birlikte ağırlığa dönüşür.

Düzenin dayattığı yaşam, alışkanlık ve özlemlerle savaşmak yerine uzlaşma süreci başlar. Devrimci misyonun yitirilmesiyle sonlanan bu süreç kişiyi düzene savurur. Kişinin devrimci misyonunu yitirmesi bir sonuçtur ve bir anda ortaya çıkmaz. Yaşamın içerisinde çok değişik yansımaları vardır. İçinde bulunulan koşulların, zorlanmaların, savaşılmayan eğilim ve tercihlerin, “böyle de olur”ların, “ben hep böyleydim”lerin, “o da böyle yapıyor”ların, “bunda ne gariplik var herkes böyle”lerin sonucudur.

Düzenin bizlere dayattığı yaşamı reddederek devrimci mücadeleyi seçmek, yaşam karşısında sorumluluk almak demektir. Sorumluluğun kendisi toplumsaldır, bireysel olanı da kapsayacak biçimde tercihlerin sonucudur ve o güzel ifadeyle “Her tercih bir vazgeçiştir”.

Bugüne kadar kendimizde var olanı değiştirmeyeceksek neden devrimciyiz? Kendi pratiğimizi sorgulayamayacaksak nasıl değiştireceğiz? “Devrimci bir partinin ciddiyeti hataları karşısında aldığı tutumla ölçülür” deriz, ki devrimci bir parti için geçerli olan bu olgu devrimci kadrolar ve militanlar için de geçerlidir. Bir kişi hataları, zaafları ya da yaşanan sorunlar karşısında nasıl bir tutum alıyor? Bahaneler mi üretiyor, sorumluluk mu savıyor, karşı saldırıyla mı yanıt veriyor, yoksa özeleştiri altında geçiştiriyor mu? Önemli sorular bunlar ve cevapları da bizde. Devrimci misyonumuzu yerine getirmek için bilinçli devrimciler olmak ve güçlü bir iradi çaba ortaya koymak durumundayız.

Marx’ın “11. Tez”inin bize çağrısı budur: “Var olana saldırmak”! Toplumsal gelişmeler karşısında da, kendi devrimci gelişme süreçlerimiz açısından da...


Üste